Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

Yerli dizilerden bıkanlara...

Hiç yorum yok:
Yerli kanalların sadece pembe renkli dizilerinden sıkılınca göz attığım bir kaç yabancı dizi var. Bakmak isteyenlere küçük notlar sunayım.
* Westworld (13+) ama sürükleyici bir dizi olmuş. Western & bilim kurgu tadını sevenler için güzel bir film uyarlaması. Hayallerinizi gerçekleştirebildiğiniz bir batı kasabası. Ev sahipleri insansı robotlar ve onlarla dilediğiniz herşeyi yapabiliyorsunuz. Ama robot deyip geçmeyin onların da canı var :)

* Pure Genius Bilişim ve tıp karması hoş bir konusu var. İzlenesi. Bir Slikon vadisi zengini şımarık genç ve etrafında dahi doktorlardan oluşturduğu bir hastane. Sonrası çözülmemiş dertlere iyilik meleği tadında çareler..
* Falling Water Rüya kardeşliği üstüne bir kurgu ama sıkabiliyor. Kim başkalarıyla aynı rüyaları görmek ister ki. Eninde sonunda işin tadı kaçar değil mi.
* Aftermath Bir kıyamet senaryosu. Walking dead kadar ürkütücü ve huzursuz edici bir yanı var. Tabi yine korku öğelerinin dinden beslenen yanları var. En kolayı da bu değil mi?
* Timeless ve Frequency zamanda yolculuk meraklılarına. Ayrıca Timeless'le bedava Amerikan tarihi öğrenebilirsiniz. Aynı şekilde her bölümde o dönemin giyim kuşam tarzı hakkında da fikriniz olur.

*Change. Hug Laurie(Dr. House) fanatikleri için yine ilginç bir dizi olmuş. Doktorumuz bu kez delilerle uğraşırken kafayı yiyecek gibi duruyor.

* Black Mirror 3. sezonda da bu diziyi tek geçmek lazım. Her bölümün ayrı konusu olması, her bölümün ilginç bir kurgusu ve tadı olması benim gibi takip zorluğu çekenler için ideal. Ayrıca günümüzün internet ve sosyal medya ile yaygınlaşan kişi ilişkileri ve toplum duyarlılığına da göndermeler eksik olmuyor.

Bir de eskilerden Stanger Things'i izliyorum. 80'ler & Bilim Kurgu-korku karışımı ilgi çekici bir dizi. Tabi korku ve bilim bir araya gelmişse yaratıklar olmadan olmaz. Kahramanların bir kısmının çocuk olması ayrı bir tat vermiş. Ayrıca siyah beyaz televizyonlar, eski radyolar, klasik otomobiller nostaljik bir ortam. Daha ne istiyorsunuz?


II. Güncelleme

* True Dedective Gerilim-Polisiye türü bir dizi 2. sezonu da birbirinden sürükleyici sağlam bir dizi
* Mr Robot ilk sezonu sürükleyici bir distopik bir bilimkurgu  dizisi 2. ve 3. sezonu alışkanlıkla izledim. Bilgisayarlar ve hack ile ilgileniyorsanız tavsiye ederim. Kendine has bir hayran kitlesi var.
* La casa de papel Bir ispanyol dizisi. Soygun polisiye temalı. Çok aksiyonu olmasa da tuhaf bir şekilde izleyici kitlesi buldu. Sanırım tokyo ve berlin'in bunda katkısı çok. İzleyince göreceksiniz.
* VisAvis yine bir ispanyol dizisi. Hapishane temalı ama bence La casa de papelden daha iyi. 
* Fargo,  Peaky Blinders, Banshee, Homeland, Hell on whels, The Following, 13 Monkeys  eskilerden ama tekrar izlemeye değer. 
* House of cards Tam bir politik dizi. Her türlü ayak oyunu ve politikaya dair ne varsa. Başrolde adı taciz skandalları ile anılan Kevin Spacey oynuyor. 6. Sezon bildiğim kadarıyla iptal edildi.
*Taboo ilginç bir dönem dizisi. 1800 lü yıllardaki ticaret ve denizde şirketlerin egemenlik kavgalarını işliyor. İzleyin derim.
* Outlander zamanda yolculuk ve paralel evrenlerle ilgili bir dizi. 13+ dan fazlası olduğu için tavsiye etmiyorum.
* Deadwood bir western dizisi. Altına hücum da içeren biyografik bir dizi.  13+ ve argo içerir.
* The OA mistik öğeler içeren bir dizi. Tuhaf ama çekici bir konusu var. Kaçırılan bir kızın yıllar sonra evine dönmesi ile başlıyor.
* Legion  ilk bölümü için bile izlenebilecek bir dizi. Ancak yorucu olabiliyor. x-men ve mutandları seviyorsanız izlersiniz.
* Boardwalk empire ABD'deki içki yasağını ve mafya hesaplaşmalarını işleyen bir dönem dizisi. İzlenir.
* Coupling Komedi dizisi. Kadın erkek ilişkileri inceliyor. Görsellik değil ama içerik açısından 13+
* Justified ödüllü bir dizi. Polisiye ama western meraklıları başroldeki Timothy reis yüzünden sevebilir. Sürükleyici.
* The handmaids tale  izlerken telif yüzünden yarım kaldı. Ödüllü bir dizi. Distopik bir dünyada geçiyor.
* The night manager bir dönem dizisi sayılabilir. Savaş temalı. Hug Laire için bile izlenir.
* Orphan black  İlginç bir konusu var ve izlettiriyor kendini. Klonlar ilginizi çekiyorsa bir bakın derim.
* Utopia  ilginç bir dizi. İngiliz yapımı. İyi kafa yapıyor. tavsiye ederim
* Californication  kadın erkek ilişkileri temalı bir dizi. İzlenir ama tavsiye edilmez 13+
* wayvard pines Distopik gelecek kurgulu bir dizi. Dünyanın sonundan sonrası... Ben beğendim.
* 13 Reason why bir gençlik dizisi ama tavsiye edilir. İntihar eden bir öğrencinin bıraktığı kasetlerle başlıyor.
* Halt and catch fire Bilgisayar seviyorsanız 8086dan başlayan bir dizi...
* Animal Kingdom ilginç bir suç dizisi. İzlenir.
* Godless bir western dizisi. Kasabanın tüm erkekleri bir maden kazasında ölür ve kadınlar için hayat daha da zorlaşır.

* The God Fight Good Wife adlı dizinin yan dizisi. Avukatlar, savcılar, hakimler ve müvekkiller..
* The Path Fetö tarikatının amerikancası diyebilirim. Tamamen yabancı olsa da taktikler tanıdık gelecek.
* Seven Seconds etkilendiğim bir suç polisiye dizisi. Bir polis eşinin doğumuna yetişmek için araç kullanır ve telefonla konuşurken bir bisikletliye çarpar ve olaylar gelişir.
* Hart of dixie eğlenceli çerezlik bir dizi. Yeni mezun bir doktorun staj için bir kasabaya gitmesi ve olaylar.

* The escape artist ilginç bir gerilim ve suç dizisi. David reisin hatırına izlenir.
* Absentia  ilginç bir polisiye. Bir suçlu tarafından kaçırılan ve korku dolu anlar yaşayan bir FBI ajanının kurtarıldıktan sonraki hayatı...
* The O.C çerezlik bir dizi. Dallas tadında.

* Altered Carbon Yine distopik bir bilimkurgu dizisi. Ancak oldukça güzel. İnsanlar ölse de hafızaları yeni bedenlere aktarılabilir.... derken
* Incorparated... Gelecekte şirketlerin yönettiği distopik bir dünyada olanlar...

* Frontier Bir dönem dizisi 18. yüzyılın sonlarına doğru kuzey amerikadaki kürk avcılarını işliyor.
* Young Sheldon (sheldonun küçüklüğü, adam olacak gıcık çocukluğundan bellidir)
* The Young Doctor (genç ve otistik bir doktorun yaşadıkları)
* Riverdale (gençlik dizisi, bir kasabada iki kardeşten biri ölü bulunur ve olaylar gelişir)
* Jamestown (tütün üretimi bir ingiliz sömürgesi ve olaylar..)
* Philip K. Dick's Electric Dreams ( Ünlü bilim kurgu yazarının öykülerinden çekilmiş)
* Ray Donavan ( ilginç sert tuhaf bir karakter)
* Broadchurch ( küçük bir kasabada işlenen bir çocuk cinayeti ve...)

* 13 Reason Why ( bir lise öğrencisi intihar eder ve 13 kişiye kasetler bırakır)
* Pretty Litte Liars (küçük yalanlar ve arkadaşlar)
* Animals ( bir gün hayvanlar bilinçli davransaydı)
- Le casa de papel ( merkez bankası soygunu)
* Vis a vis (kadınlar hapishanesinden kaçış)
* Gypsy ( bir terapist hastalarının hayatına müdahil olursa)
* Counterpart ( paralel evrenler arası casusluk üzerine)
* Coupling ( 4 arkadaş arasında karmaşık ilişkiler 18+)






Yerli kanalların sadece pembe renkli dizilerinden sıkılınca göz attığım bir kaç yabancı dizi var. Bakmak isteyenlere küçük notlar sunayım.
* Westworld (13+) ama sürükleyici bir dizi olmuş. Western & bilim kurgu tadını sevenler için güzel bir film uyarlaması. Hayallerinizi gerçekleştirebildiğiniz bir batı kasabası. Ev sahipleri insansı robotlar ve onlarla dilediğiniz herşeyi yapabiliyorsunuz. Ama robot deyip geçmeyin onların da canı var :)

* Pure Genius Bilişim ve tıp karması hoş bir konusu var. İzlenesi. Bir Slikon vadisi zengini şımarık genç ve etrafında dahi doktorlardan oluşturduğu bir hastane. Sonrası çözülmemiş dertlere iyilik meleği tadında çareler..
* Falling Water Rüya kardeşliği üstüne bir kurgu ama sıkabiliyor. Kim başkalarıyla aynı rüyaları görmek ister ki. Eninde sonunda işin tadı kaçar değil mi.
* Aftermath Bir kıyamet senaryosu. Walking dead kadar ürkütücü ve huzursuz edici bir yanı var. Tabi yine korku öğelerinin dinden beslenen yanları var. En kolayı da bu değil mi?
* Timeless ve Frequency zamanda yolculuk meraklılarına. Ayrıca Timeless'le bedava Amerikan tarihi öğrenebilirsiniz. Aynı şekilde her bölümde o dönemin giyim kuşam tarzı hakkında da fikriniz olur.

*Change. Hug Laurie(Dr. House) fanatikleri için yine ilginç bir dizi olmuş. Doktorumuz bu kez delilerle uğraşırken kafayı yiyecek gibi duruyor.

* Black Mirror 3. sezonda da bu diziyi tek geçmek lazım. Her bölümün ayrı konusu olması, her bölümün ilginç bir kurgusu ve tadı olması benim gibi takip zorluğu çekenler için ideal. Ayrıca günümüzün internet ve sosyal medya ile yaygınlaşan kişi ilişkileri ve toplum duyarlılığına da göndermeler eksik olmuyor.

Bir de eskilerden Stanger Things'i izliyorum. 80'ler & Bilim Kurgu-korku karışımı ilgi çekici bir dizi. Tabi korku ve bilim bir araya gelmişse yaratıklar olmadan olmaz. Kahramanların bir kısmının çocuk olması ayrı bir tat vermiş. Ayrıca siyah beyaz televizyonlar, eski radyolar, klasik otomobiller nostaljik bir ortam. Daha ne istiyorsunuz?


II. Güncelleme

* True Dedective Gerilim-Polisiye türü bir dizi 2. sezonu da birbirinden sürükleyici sağlam bir dizi
* Mr Robot ilk sezonu sürükleyici bir distopik bir bilimkurgu  dizisi 2. ve 3. sezonu alışkanlıkla izledim. Bilgisayarlar ve hack ile ilgileniyorsanız tavsiye ederim. Kendine has bir hayran kitlesi var.
* La casa de papel Bir ispanyol dizisi. Soygun polisiye temalı. Çok aksiyonu olmasa da tuhaf bir şekilde izleyici kitlesi buldu. Sanırım tokyo ve berlin'in bunda katkısı çok. İzleyince göreceksiniz.
* VisAvis yine bir ispanyol dizisi. Hapishane temalı ama bence La casa de papelden daha iyi. 
* Fargo,  Peaky Blinders, Banshee, Homeland, Hell on whels, The Following, 13 Monkeys  eskilerden ama tekrar izlemeye değer. 
* House of cards Tam bir politik dizi. Her türlü ayak oyunu ve politikaya dair ne varsa. Başrolde adı taciz skandalları ile anılan Kevin Spacey oynuyor. 6. Sezon bildiğim kadarıyla iptal edildi.
*Taboo ilginç bir dönem dizisi. 1800 lü yıllardaki ticaret ve denizde şirketlerin egemenlik kavgalarını işliyor. İzleyin derim.
* Outlander zamanda yolculuk ve paralel evrenlerle ilgili bir dizi. 13+ dan fazlası olduğu için tavsiye etmiyorum.
* Deadwood bir western dizisi. Altına hücum da içeren biyografik bir dizi.  13+ ve argo içerir.
* The OA mistik öğeler içeren bir dizi. Tuhaf ama çekici bir konusu var. Kaçırılan bir kızın yıllar sonra evine dönmesi ile başlıyor.
* Legion  ilk bölümü için bile izlenebilecek bir dizi. Ancak yorucu olabiliyor. x-men ve mutandları seviyorsanız izlersiniz.
* Boardwalk empire ABD'deki içki yasağını ve mafya hesaplaşmalarını işleyen bir dönem dizisi. İzlenir.
* Coupling Komedi dizisi. Kadın erkek ilişkileri inceliyor. Görsellik değil ama içerik açısından 13+
* Justified ödüllü bir dizi. Polisiye ama western meraklıları başroldeki Timothy reis yüzünden sevebilir. Sürükleyici.
* The handmaids tale  izlerken telif yüzünden yarım kaldı. Ödüllü bir dizi. Distopik bir dünyada geçiyor.
* The night manager bir dönem dizisi sayılabilir. Savaş temalı. Hug Laire için bile izlenir.
* Orphan black  İlginç bir konusu var ve izlettiriyor kendini. Klonlar ilginizi çekiyorsa bir bakın derim.
* Utopia  ilginç bir dizi. İngiliz yapımı. İyi kafa yapıyor. tavsiye ederim
* Californication  kadın erkek ilişkileri temalı bir dizi. İzlenir ama tavsiye edilmez 13+
* wayvard pines Distopik gelecek kurgulu bir dizi. Dünyanın sonundan sonrası... Ben beğendim.
* 13 Reason why bir gençlik dizisi ama tavsiye edilir. İntihar eden bir öğrencinin bıraktığı kasetlerle başlıyor.
* Halt and catch fire Bilgisayar seviyorsanız 8086dan başlayan bir dizi...
* Animal Kingdom ilginç bir suç dizisi. İzlenir.
* Godless bir western dizisi. Kasabanın tüm erkekleri bir maden kazasında ölür ve kadınlar için hayat daha da zorlaşır.

* The God Fight Good Wife adlı dizinin yan dizisi. Avukatlar, savcılar, hakimler ve müvekkiller..
* The Path Fetö tarikatının amerikancası diyebilirim. Tamamen yabancı olsa da taktikler tanıdık gelecek.
* Seven Seconds etkilendiğim bir suç polisiye dizisi. Bir polis eşinin doğumuna yetişmek için araç kullanır ve telefonla konuşurken bir bisikletliye çarpar ve olaylar gelişir.
* Hart of dixie eğlenceli çerezlik bir dizi. Yeni mezun bir doktorun staj için bir kasabaya gitmesi ve olaylar.

* The escape artist ilginç bir gerilim ve suç dizisi. David reisin hatırına izlenir.
* Absentia  ilginç bir polisiye. Bir suçlu tarafından kaçırılan ve korku dolu anlar yaşayan bir FBI ajanının kurtarıldıktan sonraki hayatı...
* The O.C çerezlik bir dizi. Dallas tadında.

* Altered Carbon Yine distopik bir bilimkurgu dizisi. Ancak oldukça güzel. İnsanlar ölse de hafızaları yeni bedenlere aktarılabilir.... derken
* Incorparated... Gelecekte şirketlerin yönettiği distopik bir dünyada olanlar...

* Frontier Bir dönem dizisi 18. yüzyılın sonlarına doğru kuzey amerikadaki kürk avcılarını işliyor.
* Young Sheldon (sheldonun küçüklüğü, adam olacak gıcık çocukluğundan bellidir)
* The Young Doctor (genç ve otistik bir doktorun yaşadıkları)
* Riverdale (gençlik dizisi, bir kasabada iki kardeşten biri ölü bulunur ve olaylar gelişir)
* Jamestown (tütün üretimi bir ingiliz sömürgesi ve olaylar..)
* Philip K. Dick's Electric Dreams ( Ünlü bilim kurgu yazarının öykülerinden çekilmiş)
* Ray Donavan ( ilginç sert tuhaf bir karakter)
* Broadchurch ( küçük bir kasabada işlenen bir çocuk cinayeti ve...)

* 13 Reason Why ( bir lise öğrencisi intihar eder ve 13 kişiye kasetler bırakır)
* Pretty Litte Liars (küçük yalanlar ve arkadaşlar)
* Animals ( bir gün hayvanlar bilinçli davransaydı)
- Le casa de papel ( merkez bankası soygunu)
* Vis a vis (kadınlar hapishanesinden kaçış)
* Gypsy ( bir terapist hastalarının hayatına müdahil olursa)
* Counterpart ( paralel evrenler arası casusluk üzerine)
* Coupling ( 4 arkadaş arasında karmaşık ilişkiler 18+)






Anılarınızı kaydedin, yoksa kaybedersiniz

Hiç yorum yok:
Size bir akıllı telefon vb cihaz reklamı falan yapıyor değilim. Bilakis bu tip cihazların bir uyaran olarak var olduğu sohbetleri "hack"lediği kanısındayım.

Hepimizin bir hayatı var. Bu hayatı paylaştığımız arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, çocuklarımız, sevdiğimiz insanlar. Teknoloji ve sanayileşme çağında iş güç derken ancak evde baş başa kalabildiğimiz daha doğrusu öyle sandığımız insanlar.

Oysa öyle mi? Günün yorgunluğu ile eve geldiğinizde telefonunuz peşinizi bırakıyor mu? Ya evde sizi açık bir televizyon karşılıyor olmasın. Bilgisayarınız gün boyu zaten sizinleydi ama evde de bir tane var belki de.

Bir sohbete başladığınızda, sabah kalktığınız andan, gece uykuya gidene kadar beynimiz anılarımızı kaydeder. Bizim için anlamlı olayları saklar. Kişiliğimizi, geleceğimizi oluşturmak adına yaşadığımız yakın geçmişi kaydeder.

Ceketinizi askıya astığınızda burnunuza gelen yemek kokusunu, belki yemek yaparken annenizin, eşinizin mırıldandığı bir şarkıyı, belki güne karışmış kuş seslerini, belki bir kapı gıcırtısını, damlatan bir musluğu... Ama o kayıt esnasında açık televizyonda bir dizi repliği, izlemekten bıktığınız bir deterjan reklamı da araya karışır.

Çocuğunuzu kucaklar, torununuzu sever, ya da derslerinize bir göz atmak istersiniz. Belki de günün heyecanı ile okulda yaşadığınız bir kaç anı günlüğünüze yazmak, bir kaç dize şiir bir dörtlük karalamak ama ne mümkün muhabbet kuşlarının bile cep telefonu melodisi gibi öttüğü bir ortamda birden cebinize gelen bir mesajla irkilirsiniz. Kim bilir hangi firmaya satılmış telefon numaranıza istenmeyen bir reklam, ya da hangi whatsapp grubundan duyarlılık mesajları..

Hani telefonu elinize almışken bir facebook hesabınıza, twitter ve instagram'a bakmadan geçemezsiniz. Siz bunu yaparken evdeki diğer bireyler de benzer şeyler yapmaktadır. O yüzden sohbetleriniz derinlik kazanamaz. Birinin içtenlikle anlattığını diğeri aklı telefonunda ya da televizyondaki bir reklamda olduğu için kaçırır.

Hele kuşak farkı olan yaşlılarla biriktirmeniz gereken çok daha değerli anılar bu reklam ve dijital bombardıman arasında silik birer ses olarak kalır.

Bu durum bir pikniğe gittiğinizde de peşinizi bırakmaz. Kapsama alanında olduğunuz sürece teknoloji sizin anılarınızı kaydetmenize imkân vermez. Üstelik de anılarınızı kaydetme iddiası ile "özçekim"ler yaparken. Mangalda tüten köfteyi anlamlı kılan damak tadınız değil "selfie"leriniz olur.
En iyi arkadaşınızla dostluğunuzu gösteren de yaşadıklarınız değil sahte gülümsemelerle çektiğiniz fotoğraflarınız.

Allah'tan ki beynimiz ne kadar yorulursa yorulsun bu tür verileri, yani sapla samanı ayrıştıracak güçtedir. Gereksiz olanları filtreler ve zamanın çöplüğüne yollar. Ancak o kadar yoğun bombardıman altındasınızdır ki, beyninizin kayıt esnasında veri alacağı gözleriniz kulaklarınız ve duygularınız ya televizyonda ya elinizdeki telefonda bilgisayarda kaybolup gitmiştir.

Teknoloji bununla da yetinmez, size sanal gözlüklerle sanal hikâyeler sunar. İzlediğiniz diziler filmler yetmez hayatınızı şekillendirmek için gerçeğe yakın sunumlarla aklınızı çeler. Böylece kaydetmeniz gereken anılar kaybedilir. Hatırlamakta güçlük çekmenize gerek yok çünkü beyninize onları kaydedecek fırsatı bile tanımamışsınızdır. Sohbetleriniz vardır, kelimeleriniz eksiktir. Kelimeleriniz vardır, hisler, duygular eksiktir.

Yapmayın. Elinizde fırsat varken içtiğiniz su, soluduğunuz hava gibi anılarınızı da saf ve duru kaydetmeye bakın. Sevdiklerinizle sohbet ederken kısa süreli de olsa telefonu elinizden bırakın televizyonu kapatın. Günde 15-20 dakika bile olsa arı duru zamanlar ayırın kendinize, ailenize sevdiklerinize...

Bunu yıllarca teknolojiyi ve teknolojik ürünleri yoğun olarak kullanmış birisi olarak söylüyorum. Sigarayı bir türlü bırakamayıp da sevdiklerine aman içmeyin diyen biri gibi, yol yakınken kendinize ve sevdiklerinize "duru zamanlar" ayırın. Ayırın ki anılarınız kaydedilsin. Hem de akıllı cihazlar tarafından bilmem kaç mega piksellik fotoğraflar olarak değil, kanlı canlı hisli, duygu yüklü zamanlar olarak...
Size bir akıllı telefon vb cihaz reklamı falan yapıyor değilim. Bilakis bu tip cihazların bir uyaran olarak var olduğu sohbetleri "hack"lediği kanısındayım.

Hepimizin bir hayatı var. Bu hayatı paylaştığımız arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, çocuklarımız, sevdiğimiz insanlar. Teknoloji ve sanayileşme çağında iş güç derken ancak evde baş başa kalabildiğimiz daha doğrusu öyle sandığımız insanlar.

Oysa öyle mi? Günün yorgunluğu ile eve geldiğinizde telefonunuz peşinizi bırakıyor mu? Ya evde sizi açık bir televizyon karşılıyor olmasın. Bilgisayarınız gün boyu zaten sizinleydi ama evde de bir tane var belki de.

Bir sohbete başladığınızda, sabah kalktığınız andan, gece uykuya gidene kadar beynimiz anılarımızı kaydeder. Bizim için anlamlı olayları saklar. Kişiliğimizi, geleceğimizi oluşturmak adına yaşadığımız yakın geçmişi kaydeder.

Ceketinizi askıya astığınızda burnunuza gelen yemek kokusunu, belki yemek yaparken annenizin, eşinizin mırıldandığı bir şarkıyı, belki güne karışmış kuş seslerini, belki bir kapı gıcırtısını, damlatan bir musluğu... Ama o kayıt esnasında açık televizyonda bir dizi repliği, izlemekten bıktığınız bir deterjan reklamı da araya karışır.

Çocuğunuzu kucaklar, torununuzu sever, ya da derslerinize bir göz atmak istersiniz. Belki de günün heyecanı ile okulda yaşadığınız bir kaç anı günlüğünüze yazmak, bir kaç dize şiir bir dörtlük karalamak ama ne mümkün muhabbet kuşlarının bile cep telefonu melodisi gibi öttüğü bir ortamda birden cebinize gelen bir mesajla irkilirsiniz. Kim bilir hangi firmaya satılmış telefon numaranıza istenmeyen bir reklam, ya da hangi whatsapp grubundan duyarlılık mesajları..

Hani telefonu elinize almışken bir facebook hesabınıza, twitter ve instagram'a bakmadan geçemezsiniz. Siz bunu yaparken evdeki diğer bireyler de benzer şeyler yapmaktadır. O yüzden sohbetleriniz derinlik kazanamaz. Birinin içtenlikle anlattığını diğeri aklı telefonunda ya da televizyondaki bir reklamda olduğu için kaçırır.

Hele kuşak farkı olan yaşlılarla biriktirmeniz gereken çok daha değerli anılar bu reklam ve dijital bombardıman arasında silik birer ses olarak kalır.

Bu durum bir pikniğe gittiğinizde de peşinizi bırakmaz. Kapsama alanında olduğunuz sürece teknoloji sizin anılarınızı kaydetmenize imkân vermez. Üstelik de anılarınızı kaydetme iddiası ile "özçekim"ler yaparken. Mangalda tüten köfteyi anlamlı kılan damak tadınız değil "selfie"leriniz olur.
En iyi arkadaşınızla dostluğunuzu gösteren de yaşadıklarınız değil sahte gülümsemelerle çektiğiniz fotoğraflarınız.

Allah'tan ki beynimiz ne kadar yorulursa yorulsun bu tür verileri, yani sapla samanı ayrıştıracak güçtedir. Gereksiz olanları filtreler ve zamanın çöplüğüne yollar. Ancak o kadar yoğun bombardıman altındasınızdır ki, beyninizin kayıt esnasında veri alacağı gözleriniz kulaklarınız ve duygularınız ya televizyonda ya elinizdeki telefonda bilgisayarda kaybolup gitmiştir.

Teknoloji bununla da yetinmez, size sanal gözlüklerle sanal hikâyeler sunar. İzlediğiniz diziler filmler yetmez hayatınızı şekillendirmek için gerçeğe yakın sunumlarla aklınızı çeler. Böylece kaydetmeniz gereken anılar kaybedilir. Hatırlamakta güçlük çekmenize gerek yok çünkü beyninize onları kaydedecek fırsatı bile tanımamışsınızdır. Sohbetleriniz vardır, kelimeleriniz eksiktir. Kelimeleriniz vardır, hisler, duygular eksiktir.

Yapmayın. Elinizde fırsat varken içtiğiniz su, soluduğunuz hava gibi anılarınızı da saf ve duru kaydetmeye bakın. Sevdiklerinizle sohbet ederken kısa süreli de olsa telefonu elinizden bırakın televizyonu kapatın. Günde 15-20 dakika bile olsa arı duru zamanlar ayırın kendinize, ailenize sevdiklerinize...

Bunu yıllarca teknolojiyi ve teknolojik ürünleri yoğun olarak kullanmış birisi olarak söylüyorum. Sigarayı bir türlü bırakamayıp da sevdiklerine aman içmeyin diyen biri gibi, yol yakınken kendinize ve sevdiklerinize "duru zamanlar" ayırın. Ayırın ki anılarınız kaydedilsin. Hem de akıllı cihazlar tarafından bilmem kaç mega piksellik fotoğraflar olarak değil, kanlı canlı hisli, duygu yüklü zamanlar olarak...

Dream Machine - II

Hiç yorum yok:

-Sen de gelmelisin diye hıçkırdı kız, adamın ellerine tutunmaya çalışırken.
Kızın gözlerinden süzülen yaşlara karışmış maskaranın siyahına kesti adamın elleri, yüreği sızlarken, -çok isterim inan demekle yetindi. İnan çok isterim.

Yer ayaklarının altında sarsılırken, öfkeli kalabalığın sesi giderek yaklaşıyor. İnsan kılığına bürünmüş saldırganların ayak sesleri kulağındaki uğultulara dönüşüyordu adamın.
-Önce Annen dedi. O çok yoruldu, çok üzüldü, çok acı çekti. Önce annen.
 Kadının kendinden geçmiş bedenini kucağına aldı, yanağına bir buse kondurdu. Yüzünü yanağına yaslayıp, kulağından süzülen kan damlalarının yere düşmesini önlemeye çalıştı tekneye bindirirken.

Ninem ve dedem dedi kız, onlar gelmeyecek mi?

-Onlar gideli çok oldu dedi adam. Şimdi sıra annenle, sende..



-Sen de gelmelisin diye hıçkırdı kız, adamın ellerine tutunmaya çalışırken.
Kızın gözlerinden süzülen yaşlara karışmış maskaranın siyahına kesti adamın elleri, yüreği sızlarken, -çok isterim inan demekle yetindi. İnan çok isterim.

Yer ayaklarının altında sarsılırken, öfkeli kalabalığın sesi giderek yaklaşıyor. İnsan kılığına bürünmüş saldırganların ayak sesleri kulağındaki uğultulara dönüşüyordu adamın.
-Önce Annen dedi. O çok yoruldu, çok üzüldü, çok acı çekti. Önce annen.
 Kadının kendinden geçmiş bedenini kucağına aldı, yanağına bir buse kondurdu. Yüzünü yanağına yaslayıp, kulağından süzülen kan damlalarının yere düşmesini önlemeye çalıştı tekneye bindirirken.

Ninem ve dedem dedi kız, onlar gelmeyecek mi?

-Onlar gideli çok oldu dedi adam. Şimdi sıra annenle, sende..


Bak bu bir öyküdür, Öykü!

Hiç yorum yok:


Hiç unutmadıkları da var ama hiç hatırlamadıkları da büyük ihtimal. Babasına dair tek anımsadığı ölüm döşeğinde kendisine miras bırakılan bir karakaçan. İçinde yetimlerin hep hayata karşı duyduğu bir güvensizlik ve öfke. Yaşı kaç olursa olsun hiç büyümeyecek bir çocuk o.

Uzun, ağarmış saçları, taradığında hala genç bir kız kadar güzel. İçindeki çocuksu heyecan hala dipdiri. Bahçede ip atlamaktan korkmayacak, minik civcivlerle arkadaş olabilecek kadar kendi mutluluğunu üretebilecek ve öfkelendiğinde düşmanını sözleri ile kavurup yok edebilecek kadar kaynar kazan içi.

Umutları, heyecanları ve hezeyanları olan her insan gibi, bir hayat işte. Dizilere, filmlere konu olmamış olsa bile, kendi içinde bir öykü işte. Yaşanmış, yaşanmaya devam eden ve etmesi için dua edilen. Kendi dışında hayatları da etkilenmiş, kendi dışındaki hayatlardan da etkilenmiş bir öykü.

Her insan gibi.
Hayatı roman olamayan bir insan öyküsü.
Kimbilir belki bir gün o romanı ben yazarım.


Hiç unutmadıkları da var ama hiç hatırlamadıkları da büyük ihtimal. Babasına dair tek anımsadığı ölüm döşeğinde kendisine miras bırakılan bir karakaçan. İçinde yetimlerin hep hayata karşı duyduğu bir güvensizlik ve öfke. Yaşı kaç olursa olsun hiç büyümeyecek bir çocuk o.

Uzun, ağarmış saçları, taradığında hala genç bir kız kadar güzel. İçindeki çocuksu heyecan hala dipdiri. Bahçede ip atlamaktan korkmayacak, minik civcivlerle arkadaş olabilecek kadar kendi mutluluğunu üretebilecek ve öfkelendiğinde düşmanını sözleri ile kavurup yok edebilecek kadar kaynar kazan içi.

Umutları, heyecanları ve hezeyanları olan her insan gibi, bir hayat işte. Dizilere, filmlere konu olmamış olsa bile, kendi içinde bir öykü işte. Yaşanmış, yaşanmaya devam eden ve etmesi için dua edilen. Kendi dışında hayatları da etkilenmiş, kendi dışındaki hayatlardan da etkilenmiş bir öykü.

Her insan gibi.
Hayatı roman olamayan bir insan öyküsü.
Kimbilir belki bir gün o romanı ben yazarım.

Ortada kuyu var yandan geç

Hiç yorum yok:

Neden bilmem bazı insanlarla orta ya da ortak noktada buluşmak mümkün değildir.
Belki de bu bizim toplumdan kaynaklanıyor. Tartışmayı seviyoruz ya da tek iletişim yöntemimiz.
Adı ne olursa olsun eş, dost, arkadaş sevgili yok anacım yok ortası yok bunun sen bir adım beriye gelsen diğeri bir adım geri gider. Bu ülkede ortak akıl ve orta yolda buluşmak mümkün değil.

Neden bilmem bazı insanlarla orta ya da ortak noktada buluşmak mümkün değildir.
Belki de bu bizim toplumdan kaynaklanıyor. Tartışmayı seviyoruz ya da tek iletişim yöntemimiz.
Adı ne olursa olsun eş, dost, arkadaş sevgili yok anacım yok ortası yok bunun sen bir adım beriye gelsen diğeri bir adım geri gider. Bu ülkede ortak akıl ve orta yolda buluşmak mümkün değil.

kadına yönelik şiddet üzerine

Hiç yorum yok:

 kadın olmak özellikle türkiyede çok zor

@:
 düzelir inşallah

- hiç sanmam

@:
 annemin annesi şiddet görmüş bir kadın..
 babamın annesi de...
 babam da çok severdi hepimizi...
ama en azından sözlü şiddetinden korkulurdu
 ben de zaman zaman tersimdir ama annem eşine sert davranan erkeği hiç sevmez..
bizi de öyle yetiştirdi. belki annelerden düzelecek bu iş

-  son yıllarda ne kadar arttı ama şiddet olayları farkında mısın
 azalacağı yerde hem de

@:
 o da ilginç işte
 2 sebep var bence:
 birincisi artmadı... daha gözükür oldu. kadınlar hep çekiyordu o çileyi
 ikincisi: kadınlar direnmeye başladı ve erkekler şiddetin son aşamasına geçti
 öldürmek

- cinayete dönmeye başladı yani işin sonu

@:
 evet. eskiden kadın katlanıyordu hayatın çilesine
 sanırım kader deyip çekiyordu herşeyi sinesi
 şimdi bilinç düzeyi artıp, geliştikçe isyan ediyor ve erkek de kadını sindirmek için son aşamaya başvuruyor
 -katillik

 kadın olmak özellikle türkiyede çok zor

@:
 düzelir inşallah

- hiç sanmam

@:
 annemin annesi şiddet görmüş bir kadın..
 babamın annesi de...
 babam da çok severdi hepimizi...
ama en azından sözlü şiddetinden korkulurdu
 ben de zaman zaman tersimdir ama annem eşine sert davranan erkeği hiç sevmez..
bizi de öyle yetiştirdi. belki annelerden düzelecek bu iş

-  son yıllarda ne kadar arttı ama şiddet olayları farkında mısın
 azalacağı yerde hem de

@:
 o da ilginç işte
 2 sebep var bence:
 birincisi artmadı... daha gözükür oldu. kadınlar hep çekiyordu o çileyi
 ikincisi: kadınlar direnmeye başladı ve erkekler şiddetin son aşamasına geçti
 öldürmek

- cinayete dönmeye başladı yani işin sonu

@:
 evet. eskiden kadın katlanıyordu hayatın çilesine
 sanırım kader deyip çekiyordu herşeyi sinesi
 şimdi bilinç düzeyi artıp, geliştikçe isyan ediyor ve erkek de kadını sindirmek için son aşamaya başvuruyor
 -katillik

Kış geliyor ulan kış kış

Hiç yorum yok:

Bu yaz biraz uzun sürdü.
Hal böyle olunca da kış beklentisinde olanlar bitmek bilmez sonbahardan dolayı huzursuz olmaya başladılar. Aslında bu her zaman yaşadığımız bir kısır döngü.

Vatandaşın odun, kömür ve doğalgaz faturalarına dair masrafları henüz minimum düzeyde olduğu için bu durumdan şikayeti değil memnuniyeti söz konusu tabi. Ancak bu konuda esnafın ve devletin beklentileri aynı değil.

Nitekim bu bayramda da Ramazan bayramında aldığımız kıyafetlerle idare ettik., Bu her yerde böyle mi bilmem ama sonuçları küçük yerleşim birimlerinde giyim kuşam sektörünün de beklentilerini boş çıkarmış olabilir.

Hayat böyle bir şey işte, sen bir yudum su, bir dilim ekmek için beklerken, başkaları senin sırtından para kazanmanın derdine düşüyor. Olay sadece rızk meselesiyken sorun yok da, dünyada asıl sorun zenginler doymayınca çıkıyor.

Neden mi? Sıradan bir vatandaşın hayali en fazla statüsünü biraz yükseltmek, aş, iş, kiradan kurtulup başını sokabileceği bir ev,  ayağını yerden kesecek bir araçla sınırlı iken zenginlerimiz, oğlana yat, hanıma kat, kendime helikopter, metresime şu bu... diye doymak bilmez bir iştahla saldırıyor...

Herkesin derdi, farklı anlayacağınız.
Sen kömür derdindesin, o uludağ'da kayak hayalinde.

Bu yaz biraz uzun sürdü.
Hal böyle olunca da kış beklentisinde olanlar bitmek bilmez sonbahardan dolayı huzursuz olmaya başladılar. Aslında bu her zaman yaşadığımız bir kısır döngü.

Vatandaşın odun, kömür ve doğalgaz faturalarına dair masrafları henüz minimum düzeyde olduğu için bu durumdan şikayeti değil memnuniyeti söz konusu tabi. Ancak bu konuda esnafın ve devletin beklentileri aynı değil.

Nitekim bu bayramda da Ramazan bayramında aldığımız kıyafetlerle idare ettik., Bu her yerde böyle mi bilmem ama sonuçları küçük yerleşim birimlerinde giyim kuşam sektörünün de beklentilerini boş çıkarmış olabilir.

Hayat böyle bir şey işte, sen bir yudum su, bir dilim ekmek için beklerken, başkaları senin sırtından para kazanmanın derdine düşüyor. Olay sadece rızk meselesiyken sorun yok da, dünyada asıl sorun zenginler doymayınca çıkıyor.

Neden mi? Sıradan bir vatandaşın hayali en fazla statüsünü biraz yükseltmek, aş, iş, kiradan kurtulup başını sokabileceği bir ev,  ayağını yerden kesecek bir araçla sınırlı iken zenginlerimiz, oğlana yat, hanıma kat, kendime helikopter, metresime şu bu... diye doymak bilmez bir iştahla saldırıyor...

Herkesin derdi, farklı anlayacağınız.
Sen kömür derdindesin, o uludağ'da kayak hayalinde.

Süperman olmak gerek bazen

Hiç yorum yok:

Süperman olmak gerek bazen,
-kredi kartı asgarilerini elektrik su telefon faturalarını unutmadan yatırmak.

- Çalışıp, çabalayıp eve ekmek götürmek. üşür diye çocukların üstünü örtebilmek

Süperman olmak gerek bazen,

-elinden birşey gelmese de üzülenin derdi ile dertlenebilmek
- küçük bir bebek olarak gelsek de bu dünyaya adam gibi gidebilmek...

Süperman olmak gerek bazen,
-kredi kartı asgarilerini elektrik su telefon faturalarını unutmadan yatırmak.

- Çalışıp, çabalayıp eve ekmek götürmek. üşür diye çocukların üstünü örtebilmek

Süperman olmak gerek bazen,

-elinden birşey gelmese de üzülenin derdi ile dertlenebilmek
- küçük bir bebek olarak gelsek de bu dünyaya adam gibi gidebilmek...

Bunu kadınlara asla yapmayın

Hiç yorum yok:

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

İki gözün önüne aksın ki

Hiç yorum yok:
Gündemimizde terör olayları olduğundan ve bir çok memleket evladı bu vatan için yine yeniden toprağa düştüğünden beri tadımız tuzumuz yok. Şehitlerimize gazilerimize yeniden bir vatan borçlanıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.


Gündem gereği de bugünlerde HDP milletvekillerinin teröre arka çıkan, milletvekili yemini ile bağdaşmayan tutumları ve dokunulmazlıklarının kaldırılması konuşuluyor. Sözümüze bir çok Amerikan filminde rastladığımız bir cümle ile devam edelim. "Ben Amerikan anayasasına ve bayrağı üstüne yeminle bağlıyım." Peki bu yemin konusu elin Amerika'lısı için bir şeyler ifade ederken bizim en üst düzeydeki yöneticilerimizden başlayıp, sıradan memurumuza kadar hiçbirimizi neden enterese etmiyor.

Bırakalım fiili olarak uymamayı, açıkça zaten "bir kere de biz delsek ne olur, uymuyorum, saygı duymuyorum, beni bağlamaz, bana ne" gibi cümleler kurabiliyoruz.

Sebebi bizzat yeminin içinde geçiyor "büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim"  Ant içmek nedir? Gazoz içmekten bir farkı var mı diye dalga geçen de çıkar, ben Türk değilim diyen de. 

Oysa bir bakalım, pratikte Türk Milleti'nin fertleri olarak nasıl yemin ediyoruz?

- Allah belamı versin ki
- Allah şahidin olsun ki
- Ekmek Mushaf çarpsın.
- Yedi göbek sülaleni eşekler...
- Anan avr...
- İki gözün önüme aksın
- Yediğin ekmeğin hayrını görmeyeyim.
- Çoluğunun çocuğunun..
-Yalan söylüyosan şerefsiz evlad...
- Şu nimeti yemek nasip olmasın.

*Dikkatinizi çekmiştir: bu yeminleri kendiniz için M takısı ile söyleyebildiğiniz gibi karşıdaki kişi için N iyelik eki ile kullandığınızda bir çeşit beddua ve küfür yerine geçiyor. (Allah belamı versin ki YEMİN, Allah belanı versin BEDDUA) gibi.

Tüm bu yeminleri edip de uymayanımız bile varken, çay içmek kadar kolay ve basit bir yemine bağlı kalmalarını beklemek zor insanların. Hele bir de insanlıktan çıkmışlarsa zaten hiç sormayalım.

İşin ironik yönü bir tarafa; vatandaşlık bağından, milletvekili yeminine kadar "yemine uymamanın" bırakın vicdani yaptırımını, kanuni bir bağlayıcılığı da yok pratikte...

O zaman bu millete, bu devlete, bu ülkeye bağlılık yemini öyle bir yemin olmalı ki, öncelikle hepimiz canı gönülden bu yeminin her maddesini kabul etmeliyiz. Sonrasında ise yemini bozana kötü gözle bakılmalı, toplumda küçümsenmeli, dışlanmalı ve bu kişi kim olursa olsun yemini bozmanın bedelini ödemeli. Ödetilmeli.

Teşbihte hata olmaz hani: İki gözüm önüme aksın ki diye yemin edenin, en azından burnunun pekmezi akıtılmalı ki, yemin ederken iki kere düşünmeli..



TiO


Gündemimizde terör olayları olduğundan ve bir çok memleket evladı bu vatan için yine yeniden toprağa düştüğünden beri tadımız tuzumuz yok. Şehitlerimize gazilerimize yeniden bir vatan borçlanıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.


Gündem gereği de bugünlerde HDP milletvekillerinin teröre arka çıkan, milletvekili yemini ile bağdaşmayan tutumları ve dokunulmazlıklarının kaldırılması konuşuluyor. Sözümüze bir çok Amerikan filminde rastladığımız bir cümle ile devam edelim. "Ben Amerikan anayasasına ve bayrağı üstüne yeminle bağlıyım." Peki bu yemin konusu elin Amerika'lısı için bir şeyler ifade ederken bizim en üst düzeydeki yöneticilerimizden başlayıp, sıradan memurumuza kadar hiçbirimizi neden enterese etmiyor.

Bırakalım fiili olarak uymamayı, açıkça zaten "bir kere de biz delsek ne olur, uymuyorum, saygı duymuyorum, beni bağlamaz, bana ne" gibi cümleler kurabiliyoruz.

Sebebi bizzat yeminin içinde geçiyor "büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim"  Ant içmek nedir? Gazoz içmekten bir farkı var mı diye dalga geçen de çıkar, ben Türk değilim diyen de. 

Oysa bir bakalım, pratikte Türk Milleti'nin fertleri olarak nasıl yemin ediyoruz?

- Allah belamı versin ki
- Allah şahidin olsun ki
- Ekmek Mushaf çarpsın.
- Yedi göbek sülaleni eşekler...
- Anan avr...
- İki gözün önüme aksın
- Yediğin ekmeğin hayrını görmeyeyim.
- Çoluğunun çocuğunun..
-Yalan söylüyosan şerefsiz evlad...
- Şu nimeti yemek nasip olmasın.

*Dikkatinizi çekmiştir: bu yeminleri kendiniz için M takısı ile söyleyebildiğiniz gibi karşıdaki kişi için N iyelik eki ile kullandığınızda bir çeşit beddua ve küfür yerine geçiyor. (Allah belamı versin ki YEMİN, Allah belanı versin BEDDUA) gibi.

Tüm bu yeminleri edip de uymayanımız bile varken, çay içmek kadar kolay ve basit bir yemine bağlı kalmalarını beklemek zor insanların. Hele bir de insanlıktan çıkmışlarsa zaten hiç sormayalım.

İşin ironik yönü bir tarafa; vatandaşlık bağından, milletvekili yeminine kadar "yemine uymamanın" bırakın vicdani yaptırımını, kanuni bir bağlayıcılığı da yok pratikte...

O zaman bu millete, bu devlete, bu ülkeye bağlılık yemini öyle bir yemin olmalı ki, öncelikle hepimiz canı gönülden bu yeminin her maddesini kabul etmeliyiz. Sonrasında ise yemini bozana kötü gözle bakılmalı, toplumda küçümsenmeli, dışlanmalı ve bu kişi kim olursa olsun yemini bozmanın bedelini ödemeli. Ödetilmeli.

Teşbihte hata olmaz hani: İki gözüm önüme aksın ki diye yemin edenin, en azından burnunun pekmezi akıtılmalı ki, yemin ederken iki kere düşünmeli..



TiO


Bahçelievler Mahallesi Dokuz kiremit Sokak

Hiç yorum yok:
                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


Yaralı

Hiç yorum yok:
Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Fantezilerin gücü adına

Hiç yorum yok:

Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...


Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...

Olmuyor işte birader

Hiç yorum yok:

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

saklayacak bir şeyim mi var?

4 yorum:

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Herşey tam vaktinde

Hiç yorum yok:
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 

Merhaba canım, beni hatırladın mı?

Hiç yorum yok:
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time

Kapıyı çalan kimdir?

Hiç yorum yok:
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...

Kadın kıskanırsa

Hiç yorum yok:
Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Ne zaman, nasıl öldürdüm ben sizi?

Hiç yorum yok:

Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time



Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time