Bugünkü şansınız :

Bahçelievler Mahallesi Dokuz kiremit Sokak

Hiç yorum yok:
                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


Yaralı

Hiç yorum yok:
Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Fantezilerin gücü adına

Hiç yorum yok:

Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...


Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...

Olmuyor işte birader

Hiç yorum yok:

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

saklayacak bir şeyim mi var?

4 yorum:

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Herşey tam vaktinde

Hiç yorum yok:
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 

Merhaba canım, beni hatırladın mı?

Hiç yorum yok:
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time

Kapıyı çalan kimdir?

Hiç yorum yok:
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...

Kadın kıskanırsa

Hiç yorum yok:
Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Ne zaman, nasıl öldürdüm ben sizi?

Hiç yorum yok:

Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time



Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time


Günlerden bir gün, canın sıkılır

Hiç yorum yok:

günlerden birgün canın sıkılır
ya da canını sıkarlar bir gün
bütün herşey üstüste üstüne gelir
kendine sığınacak bir yer dilersin

bir pc koyarsın masanın üstüne
ve bu alemden çeker gidersin...


bazen bir sohbete tutunur
bir şarkıdan nağmeler dinlersin
bazen birkaç hoş satır yazar
bazen bolca muhabbet edersin

kâh sözünü seven olur
sevilmeyi sen de seversin
kâh peşine düşen olur
düşmeyi sen de istersin

iyidir, hoştur, güzeldir bir süre herşey
tozpembe düşleri yeniden keşfedersin
kördür gözlerin yeni doğmuş bebek gibi
açıldıkça; hüzne sıkıntıya "burdaymış" dersin

zordur birden çok hayatı paylaşmak zaten
zordur can sıkıntılarından sevinç üretmek
zordur zorluklardan kolaylık çıkarabilmek
ne dünyanın derdi biter, ne dünyana girenin
zorluklar içinde tükenirken, birbirini yersin

sonra bir gün canın sıkılır
ya da sıkarlar canını bir gün
önce cebindeki telefonu kapatırsın
sonra modeminin fişini çekersin

yani bir gün canın sıkılır
bu alemden de çeker gidersin...


PS: kimse durumdan vazife, kıssadan hisse çıkarmasın, ortaya karışık sunum yaptık...
İlk Yayınlanma Tarihi: 4 04 2010 19:54 Eastern European Summer Time

günlerden birgün canın sıkılır
ya da canını sıkarlar bir gün
bütün herşey üstüste üstüne gelir
kendine sığınacak bir yer dilersin

bir pc koyarsın masanın üstüne
ve bu alemden çeker gidersin...


bazen bir sohbete tutunur
bir şarkıdan nağmeler dinlersin
bazen birkaç hoş satır yazar
bazen bolca muhabbet edersin

kâh sözünü seven olur
sevilmeyi sen de seversin
kâh peşine düşen olur
düşmeyi sen de istersin

iyidir, hoştur, güzeldir bir süre herşey
tozpembe düşleri yeniden keşfedersin
kördür gözlerin yeni doğmuş bebek gibi
açıldıkça; hüzne sıkıntıya "burdaymış" dersin

zordur birden çok hayatı paylaşmak zaten
zordur can sıkıntılarından sevinç üretmek
zordur zorluklardan kolaylık çıkarabilmek
ne dünyanın derdi biter, ne dünyana girenin
zorluklar içinde tükenirken, birbirini yersin

sonra bir gün canın sıkılır
ya da sıkarlar canını bir gün
önce cebindeki telefonu kapatırsın
sonra modeminin fişini çekersin

yani bir gün canın sıkılır
bu alemden de çeker gidersin...


PS: kimse durumdan vazife, kıssadan hisse çıkarmasın, ortaya karışık sunum yaptık...
İlk Yayınlanma Tarihi: 4 04 2010 19:54 Eastern European Summer Time

Çok şeker insanlar

Hiç yorum yok:
Canan KARATAY ablanın da dediği gibi şeker en sinsi uyuşturuculardan biridir. Çocuk yaşta sana lolipop alayım mı diyen amcaların şerrine uğramasak da, bahçeye topumuz kaçmasa bile komşu bakkal amca sayesinde tanışırız onunla. Ya da yaşadığımız ilk akraba ziyaretinde “ağlamasın çocuk” diye meme yerine ağzımıza tutuşturulan bir çikolata ile öğreniriz.

Ancak yıllar geçer şeker sinsice bizi kendine alıştırır. Onu yemediğimiz zamanlarda huysuzlaşırız. Anne babalar elimize tutuşturdukları üç beş kuruşla bizim mızmız ve yaramaz halimizden kurtulmak için bakkala yönlendirirler. Sonrası gelsin çikolatalar, şekerlemeler.

Şekerle hastalık olarak tanışmadıysak, ilk zararını diş çürüklerinde görürüz. Bir gece ansızın zonklamaya başlayan çürük dişler, bize ilk şeker acısını tattırır. Ama biz şekere değil çürük dişe bahane buluruz. Ağrı dayanılmaz olduğunda bünyeden çektirir atarız.

Hayat ilahi kurallar gereği bazen bize ikinci şans verir ve süt dişlerinin yerini diğerleri alır. Ancak şeker için yeni hedef bellidir. Yeni dişler. Bu arada yaş ilerler şeker kilo olarak bünyede birikmeye başlar. Sonrasında biz yetişkin olduğumuzda yakılamayan kaloriler ve Türk kası olarak biriken göbek hep şekerin armağanıdır bünyeye.

Sonrasında pre diyabet ve diyabete varan, kalp hastalıklarına kadar uzanan sağlık sorunlarını ve hayatınızı tehdit eden şeker bağımlılığı...

İşte şeker gibi insanlar da böyle alışkanlık yapar bünyede. Daha bebekken bize yaptıkları agucuk, gugu cuk komik şakalar, arkasından mıncırmalar okşamalar. Abartılmış sevgi gösterileri, sarılmalar kucaklamalar içi içine sığmaz gülücük ifadeleri; tıpkı şekerin dişlerimizin minesini çatlattığı gibi ruhumuzun savunma kalkanlarını bir bir geçerek içimizi yavaş yavaş çürütmeye başlar.

Siz şeker gibi insanlardan beslenirken, onlar da sizden beslenerek doyuma ulaşırlar. Bir müddet sonra o şeker gibi insanlara bağımlı hale gelirsiniz. İşte o zaman diş ağrısına benzeyen bir kalp ağrısı ile karşılaşırsınız. Acı gerçek ta kalbinizin derinlerine kadar işleyerek canınızı yakar. Şeker gibi insanlar, tıpkı şeker gibi yeni çocuklar, yeni bünyeler, yeni kalpler bulmuş ve onları kendilerine bağlamakla meşguldürler.

Sözün özü: Çok şekerden az uzak durun şekerim.

Canan KARATAY ablanın da dediği gibi şeker en sinsi uyuşturuculardan biridir. Çocuk yaşta sana lolipop alayım mı diyen amcaların şerrine uğramasak da, bahçeye topumuz kaçmasa bile komşu bakkal amca sayesinde tanışırız onunla. Ya da yaşadığımız ilk akraba ziyaretinde “ağlamasın çocuk” diye meme yerine ağzımıza tutuşturulan bir çikolata ile öğreniriz.

Ancak yıllar geçer şeker sinsice bizi kendine alıştırır. Onu yemediğimiz zamanlarda huysuzlaşırız. Anne babalar elimize tutuşturdukları üç beş kuruşla bizim mızmız ve yaramaz halimizden kurtulmak için bakkala yönlendirirler. Sonrası gelsin çikolatalar, şekerlemeler.

Şekerle hastalık olarak tanışmadıysak, ilk zararını diş çürüklerinde görürüz. Bir gece ansızın zonklamaya başlayan çürük dişler, bize ilk şeker acısını tattırır. Ama biz şekere değil çürük dişe bahane buluruz. Ağrı dayanılmaz olduğunda bünyeden çektirir atarız.

Hayat ilahi kurallar gereği bazen bize ikinci şans verir ve süt dişlerinin yerini diğerleri alır. Ancak şeker için yeni hedef bellidir. Yeni dişler. Bu arada yaş ilerler şeker kilo olarak bünyede birikmeye başlar. Sonrasında biz yetişkin olduğumuzda yakılamayan kaloriler ve Türk kası olarak biriken göbek hep şekerin armağanıdır bünyeye.

Sonrasında pre diyabet ve diyabete varan, kalp hastalıklarına kadar uzanan sağlık sorunlarını ve hayatınızı tehdit eden şeker bağımlılığı...

İşte şeker gibi insanlar da böyle alışkanlık yapar bünyede. Daha bebekken bize yaptıkları agucuk, gugu cuk komik şakalar, arkasından mıncırmalar okşamalar. Abartılmış sevgi gösterileri, sarılmalar kucaklamalar içi içine sığmaz gülücük ifadeleri; tıpkı şekerin dişlerimizin minesini çatlattığı gibi ruhumuzun savunma kalkanlarını bir bir geçerek içimizi yavaş yavaş çürütmeye başlar.

Siz şeker gibi insanlardan beslenirken, onlar da sizden beslenerek doyuma ulaşırlar. Bir müddet sonra o şeker gibi insanlara bağımlı hale gelirsiniz. İşte o zaman diş ağrısına benzeyen bir kalp ağrısı ile karşılaşırsınız. Acı gerçek ta kalbinizin derinlerine kadar işleyerek canınızı yakar. Şeker gibi insanlar, tıpkı şeker gibi yeni çocuklar, yeni bünyeler, yeni kalpler bulmuş ve onları kendilerine bağlamakla meşguldürler.

Sözün özü: Çok şekerden az uzak durun şekerim.

Almak ve vermek üzerine

Hiç yorum yok:
Hayatta her şey biraz almak biraz da vermek üzerinedir. Nefes alırsınız nefes verirsiniz. Su, ekmek alır para verirsiniz. Can alır, can verirsiniz. 

Hiç bir şey bedelsiz değildir. Emek verir, ücret alırsınız. Değer verir, değer alırsınız. Sevgi verir sevgi alırsınız.

Almazsınız ya da. İş manevi anlamda verdiklerinize gelince onlar her zaman maddi şeyler gibi olmaz. Tıpkı veresiye verip para kaptırdığınız gibi değer verdiğiniz insanlar o değeri hak etmezler ve siz verdiğinizle kalırsınız. İşte tam o yüzden belki "denize at" denilmiştir. Çünkü onlar bilmese de bu değeri bir bilen elbette vardır.

Yine ömrünüzde en değerli şeylerden olan zamanı verir karşılığında bir şeyler alırsınız. Bu bazen bir keyif, bazen bir bilgi, kültür ve eğitim olarak size döner. Bazen de zamanı harcadığınız, öldürdüğünüzle kalırsınız.

O zamanı bazen en olmadık yerlerde boşu boşuna harcadığınızı düşünürsünüz gün gelir. Ya da zaman geçer, şapkayı önünüze koyarsınız. Şöyle geçip giden anlara, yıllara bir bakar "ulan ben ne b.k yedim" der hayıflanırsınız. Ama her zaman ki gibi "giden gelse mezardan dedem gelir"

Bazen de aldıklarınıza bakarsınız. Kimi zaman mal mülk şan şöhrettir insanlar için bu ve onları mutlu eder. Kimi zaman insan biriktirmişsinizdir. Güzel dostlar, dostluklar edinmişsinizdir. Yine mutlu olursunuz. Olsun varsın dersiniz. Feda olsun...

Kimi zaman da harcadığınız zamanın kıymetini bilmediğinizi düşünür. Verdiğiniz emeğin boşa gittiği kaygısına kapılırsınız. Şarkıdaki gibi "değmezmiş" dediğiniz anlar olur. Ancak pişmanlık insanoğlunun çok sıkça yaşadığı bir şeydir ve en işe yaramaz kelimelerden birisi de "keşke"dir.

Keşke'leriniz az olsun bir ömür boyu ve aldıklarınız verdiklerinize, kazandıklarınız kaybettiklerinize değsin...

Sağlıcakla mutlu huzurlu yaşayın bir ömür sevdiklerinizle ve sizi gerçekten sevenlerinizle.

Hayatta her şey biraz almak biraz da vermek üzerinedir. Nefes alırsınız nefes verirsiniz. Su, ekmek alır para verirsiniz. Can alır, can verirsiniz. 

Hiç bir şey bedelsiz değildir. Emek verir, ücret alırsınız. Değer verir, değer alırsınız. Sevgi verir sevgi alırsınız.

Almazsınız ya da. İş manevi anlamda verdiklerinize gelince onlar her zaman maddi şeyler gibi olmaz. Tıpkı veresiye verip para kaptırdığınız gibi değer verdiğiniz insanlar o değeri hak etmezler ve siz verdiğinizle kalırsınız. İşte tam o yüzden belki "denize at" denilmiştir. Çünkü onlar bilmese de bu değeri bir bilen elbette vardır.

Yine ömrünüzde en değerli şeylerden olan zamanı verir karşılığında bir şeyler alırsınız. Bu bazen bir keyif, bazen bir bilgi, kültür ve eğitim olarak size döner. Bazen de zamanı harcadığınız, öldürdüğünüzle kalırsınız.

O zamanı bazen en olmadık yerlerde boşu boşuna harcadığınızı düşünürsünüz gün gelir. Ya da zaman geçer, şapkayı önünüze koyarsınız. Şöyle geçip giden anlara, yıllara bir bakar "ulan ben ne b.k yedim" der hayıflanırsınız. Ama her zaman ki gibi "giden gelse mezardan dedem gelir"

Bazen de aldıklarınıza bakarsınız. Kimi zaman mal mülk şan şöhrettir insanlar için bu ve onları mutlu eder. Kimi zaman insan biriktirmişsinizdir. Güzel dostlar, dostluklar edinmişsinizdir. Yine mutlu olursunuz. Olsun varsın dersiniz. Feda olsun...

Kimi zaman da harcadığınız zamanın kıymetini bilmediğinizi düşünür. Verdiğiniz emeğin boşa gittiği kaygısına kapılırsınız. Şarkıdaki gibi "değmezmiş" dediğiniz anlar olur. Ancak pişmanlık insanoğlunun çok sıkça yaşadığı bir şeydir ve en işe yaramaz kelimelerden birisi de "keşke"dir.

Keşke'leriniz az olsun bir ömür boyu ve aldıklarınız verdiklerinize, kazandıklarınız kaybettiklerinize değsin...

Sağlıcakla mutlu huzurlu yaşayın bir ömür sevdiklerinizle ve sizi gerçekten sevenlerinizle.

İlham perisine, On'dan gerisi ne 9

Hiç yorum yok:

Şşii!
Bir baksana buraya okuyucu. Ortalık sakinleşti di mi. Artık kitap bastırmayan blog yazarını dövmüyorlar di mi?
Twitter fenomenleri  için camdan atlayan kızlar dönemi de sona erdi mi? Amcam başkan oldu mu yoksa hala geriyo mu ortalığı? Hı? Bir yol söyle bir zahmet.  Vaziyeti görmeden kafamı fare deliğinden çıkarasım yok?

Halâ, okuyup beğenseniz bile, yorum yaparken zahmete girmiş insan evladı gibi mi davranıyorsunuz? Çekip gitmezdik buralardan oysa siz bizi sevdiğiniz kadar, sevdiğinizi belli de etseydiniz. Oh olsun. Oysa seven öper okşar, çikolata şeker neyim ikram eder di mi?
Herkes burada mı bir yoklama yapalım bakalım. Yok, yapmayalım bence. Daha fazla rezil olmanın anlamı yok. Anladık anladık okumuyorsunuz. Diğer mecralar ne alemde. İnstagramı pinteresti. C2 si. Neler moda bir anlat bakim. Nerede derin muhabbetler , ince işler dönüyor? En kolay nerde geyik avlanıyor anlat bir zahmet. Unuttum ki ben.

Çekip gidersem öyle mi olur? Giderim tabi küstürmeyeydin sen de. Perilerim kaçtı, cinlerim serbest kaldı, toniklerim depreşti. Napim. Hem ben andropoza girdim belki senin haberin var mı? Yoook mu? Nefes alsan yeter İbram biz seni öyle sevdik bile demiyorsun? Ne yooo su o zaman. Öyle tabi, nabıcan sen beni bak işine gücüne. Ortam sürekli taze ve kepaze üretirken, benden rezilleri de vezirleri de çıkmıştır eminim.
Peki. Öyleyse ben neden yazıyorum yine.
Hımm bunu bir  düşüneyim. Hızlı bir dönüş falan yapmadım. Orda burda takıldım işte. Kendimi attım kumsallara. Denize falan değil bildiğin amele kumsalları. Para harcamaktan bıktım para kazandım. Borçlarımı harçlarımı ödedim. Ama şunu anladım ki, banka hakkı ana hakkı gibi bir şeymiş . Öde öde bitmiyor m.k.  Nedir annem bu olay biri bana anlatsın, kredi kartı borcu nasıl kapatılır. 
Oysa
 o kadar  dünya işine de dalmadım. Kendimi facebook'a verdim bir ara. Derdim yokmuş gibi dert dinledim. Sonra elalemin derdi, beni de gerdi. Ayarım kaçtı olmadık sorulara aksi ters cevaplar verdim. Derdini dinlediklerime küstüm darıldım, gittim başka yerlerde başkalarına sarıldım. 

Sonunda anladım ki ne trafik kazası, ne kanser ne ülser ülkem halkının en büyük derdi "aşk acısı" imiş. Vay anası... Bu alanda bir damla, hap kapsül icat edilse paraya dolar demeyeceğimiz kesin. Ben ihtiyaç halinde kendim dahil , eşe dosta verebilmek için fitil modülünün lisansını aldım.  "Can babanın kulakları çınlasın" zaten aşk sandığımız şey de bir nevi kazık çakılması değil mi bir yerlerimize.
Sonra ne mi yaptım. İp atladım sanal, spora gittim sanal, şehir turu 3d sanal. Bir baktım masaya oturmaktan evde çocukların” kardeş mi geliyor babo?” diyecekleri kadar göbek yapmışım. Evde bir gece buzdolabını tırtıklarken  suçüstü yakalandım "kıç üstü oturmaktan" yargılandım. Hüküm giydim, diyete niyete.  Anlıyacağınız İnfazlar dayım. amcam halam teyzem. İşin kötüsü eskiden yolda beni görünce "mala bak" diye dönüp bakan kızlar da bakmıyor be okuyucu. Bakamıyorlar çünkü ,karşılarına çıktığımda bakış açılarını komple kapatıyorum artık.
Sonra ben hümanistlikten de  bıktım yahu. Bilirsin eskiden beri , sen dâhil herkesi severdim. Sevmek isterdim. Bazıları hissederdi sevildiğini, bazı Ayşe Hatunlar da "kırcan mı belimi çek İbram elini" diyerek tepki gösterirdi. Ama öğrendim ki herkese mavi boncuk dağıtmakla olmuyormuş. Yenecek bir şey sanıp yutanlar var bunu. Sonra sen de onları birşey sanıp b.klarında boncuk aramaya çıkıyorsun. Olmuyor be blogcum olmuyor. Anlıyacağın kısır döngülerdeydim.

Sonra şunu gördüm nerde ne paylaşırsan paylaş. Ne vecize yumurtlayan twitter fenomeni (aforizer) oluyorsun ne de herkes seni seviyor. "Doğan media"nın yeni yumurtasında dediği gibi %51 e 49 la şirket senin de olsa bu dünyada seni sevenler değil sevmeyenleri önemsemen gerekiyor. Yani %49 sevmeyenim olmasın da;  3in 1’i beni sevse ama bir sevse, pir sevse o bana yeter.  Yoksa birisi 51'i benim, ben ne dersem o olur derken, diğeri 51 le adam asıyorlar die aba altından sopa gösteriyor. Nerden baksan ülkemde değneğin hala elle tutulacak yeri yok.
Politikaya girmeyecektim ama kan çekiyo işte. Azıcık ucundan dokundurdum o kadarı da size yetsin. Yetsin diyince aklıma "Boris Yeltsin" geldi. Rusyayı özgürleştirerek bölen Gorbaçov amcadan sonra iktidar olan bu bahtsız bedevi iki de bir çeker kafayı ".na koyim Amerikanın" diyerek ülkesini çakır keyif temsil ederdi. Ama Putin gösterdi ki "nAmerikaya öyle koyulmuyor."
Israr etmeyin yahu Suriyeli göçmenler, Seçimlerde baraj garaj ve sorunu. Buzdolabı, kömür ve peynir dağıtılacak mı gibi konularla da ilgilenmiyorum ben artık. Nasıl olsa en olmadık ezikler bile iktidar olunca değişip düzen adamı  “bay ezen” oluyor ve bizi üzüyor. Sonuç değişmiyor. Şahsen bu havada yine kömür dağıtılacaksa ben "mangal kömürü" rica ediyorum. Mümkünse muhalefet de "çöp şiş - pirzola" falan dağıtsın.
Yeter yeter. Yine başladım yazmaya ve duramıyorum. Kelime fesadına uğrayalı beri , ne çok konuştum buralara yazmadan çizmeden. Sen bilmiyorsun ki ey okuyucu. Daha düne kadar orda burda kendimi konuşarak yok etmeye çalışıyordum. Hani içimde kelimeler konuşa konuşa bir gün beni de tüketir mi diye, ama olmadı. Dinleyenlerin sabrı tükendi benim kelimelerim tükenmedi.  Çok şükür....
.
...
Bir süre sessizlik oldu di mi. Kusura bakma kulağımı kaşıdım da. Dur şimdi. İşte ben kendimi  kişilere ve dişilere parça parça kesip bölüp dağıtırken biri dedi ki. "Su üstüne yazmasan"  kâğıda kaleme dök sen artık bunları. Güldüm be blog ağlanacak halime. Oysa eskiden ne çok yazardım ben, asfalt ağlardı di mi?
Zayi ilanı verip kelimelerimi geri alıcam ben artık. Duyan duymayan onlara ne dedimse geri getirsin. Özellikle karşılıksız "Seni seviyorum" larımı geri istiyorum. Çok kullanılmış bir hale düştü. Bayatladılar getirin geri, tazelicem.

Dedim ki; ben eskiden de yazar çizerdim. Millet okur okur "ne içiyor acaba bu?" diye merak ederdi. Oysa ben kendimden başka alkolsüz içecek de tüketmedim. Dedi ki: Al sana defter yüreğim yaprak yaprak, nasılsa olacak sonumuz kara toprak.
"Soner Sarıkabadayı" niye bestelemiyon birşeyler be canım. Kabadayılığın bu kadar mıydı? Özledik"

 Bu sıcakta sebat edip, yazının sonunda sonuna gelebildiniz çok şükür. Demem o ki; yine buraya yazarak  dinlenicem biraz blog. Kusura bakma seni de rahatsız ediyom ama "bana ayırmış olduğun kalbin kadar temiz bu sayfaların" yine içine edip, b.kunu çıkarmaya talibim. Hem biliyorum en az 1 kişi okuyacak. Amaç da o zaten aslına bakarsan. Ne olacak yani aynaya bakar bakar, kendime gülümserim.
Amma da yazdım ha :) Oww her zamanki gibi süperim.
Dur okiyim.

+1


Şşii!
Bir baksana buraya okuyucu. Ortalık sakinleşti di mi. Artık kitap bastırmayan blog yazarını dövmüyorlar di mi?
Twitter fenomenleri  için camdan atlayan kızlar dönemi de sona erdi mi? Amcam başkan oldu mu yoksa hala geriyo mu ortalığı? Hı? Bir yol söyle bir zahmet.  Vaziyeti görmeden kafamı fare deliğinden çıkarasım yok?

Halâ, okuyup beğenseniz bile, yorum yaparken zahmete girmiş insan evladı gibi mi davranıyorsunuz? Çekip gitmezdik buralardan oysa siz bizi sevdiğiniz kadar, sevdiğinizi belli de etseydiniz. Oh olsun. Oysa seven öper okşar, çikolata şeker neyim ikram eder di mi?
Herkes burada mı bir yoklama yapalım bakalım. Yok, yapmayalım bence. Daha fazla rezil olmanın anlamı yok. Anladık anladık okumuyorsunuz. Diğer mecralar ne alemde. İnstagramı pinteresti. C2 si. Neler moda bir anlat bakim. Nerede derin muhabbetler , ince işler dönüyor? En kolay nerde geyik avlanıyor anlat bir zahmet. Unuttum ki ben.

Çekip gidersem öyle mi olur? Giderim tabi küstürmeyeydin sen de. Perilerim kaçtı, cinlerim serbest kaldı, toniklerim depreşti. Napim. Hem ben andropoza girdim belki senin haberin var mı? Yoook mu? Nefes alsan yeter İbram biz seni öyle sevdik bile demiyorsun? Ne yooo su o zaman. Öyle tabi, nabıcan sen beni bak işine gücüne. Ortam sürekli taze ve kepaze üretirken, benden rezilleri de vezirleri de çıkmıştır eminim.
Peki. Öyleyse ben neden yazıyorum yine.
Hımm bunu bir  düşüneyim. Hızlı bir dönüş falan yapmadım. Orda burda takıldım işte. Kendimi attım kumsallara. Denize falan değil bildiğin amele kumsalları. Para harcamaktan bıktım para kazandım. Borçlarımı harçlarımı ödedim. Ama şunu anladım ki, banka hakkı ana hakkı gibi bir şeymiş . Öde öde bitmiyor m.k.  Nedir annem bu olay biri bana anlatsın, kredi kartı borcu nasıl kapatılır. 
Oysa
 o kadar  dünya işine de dalmadım. Kendimi facebook'a verdim bir ara. Derdim yokmuş gibi dert dinledim. Sonra elalemin derdi, beni de gerdi. Ayarım kaçtı olmadık sorulara aksi ters cevaplar verdim. Derdini dinlediklerime küstüm darıldım, gittim başka yerlerde başkalarına sarıldım. 

Sonunda anladım ki ne trafik kazası, ne kanser ne ülser ülkem halkının en büyük derdi "aşk acısı" imiş. Vay anası... Bu alanda bir damla, hap kapsül icat edilse paraya dolar demeyeceğimiz kesin. Ben ihtiyaç halinde kendim dahil , eşe dosta verebilmek için fitil modülünün lisansını aldım.  "Can babanın kulakları çınlasın" zaten aşk sandığımız şey de bir nevi kazık çakılması değil mi bir yerlerimize.
Sonra ne mi yaptım. İp atladım sanal, spora gittim sanal, şehir turu 3d sanal. Bir baktım masaya oturmaktan evde çocukların” kardeş mi geliyor babo?” diyecekleri kadar göbek yapmışım. Evde bir gece buzdolabını tırtıklarken  suçüstü yakalandım "kıç üstü oturmaktan" yargılandım. Hüküm giydim, diyete niyete.  Anlıyacağınız İnfazlar dayım. amcam halam teyzem. İşin kötüsü eskiden yolda beni görünce "mala bak" diye dönüp bakan kızlar da bakmıyor be okuyucu. Bakamıyorlar çünkü ,karşılarına çıktığımda bakış açılarını komple kapatıyorum artık.
Sonra ben hümanistlikten de  bıktım yahu. Bilirsin eskiden beri , sen dâhil herkesi severdim. Sevmek isterdim. Bazıları hissederdi sevildiğini, bazı Ayşe Hatunlar da "kırcan mı belimi çek İbram elini" diyerek tepki gösterirdi. Ama öğrendim ki herkese mavi boncuk dağıtmakla olmuyormuş. Yenecek bir şey sanıp yutanlar var bunu. Sonra sen de onları birşey sanıp b.klarında boncuk aramaya çıkıyorsun. Olmuyor be blogcum olmuyor. Anlıyacağın kısır döngülerdeydim.

Sonra şunu gördüm nerde ne paylaşırsan paylaş. Ne vecize yumurtlayan twitter fenomeni (aforizer) oluyorsun ne de herkes seni seviyor. "Doğan media"nın yeni yumurtasında dediği gibi %51 e 49 la şirket senin de olsa bu dünyada seni sevenler değil sevmeyenleri önemsemen gerekiyor. Yani %49 sevmeyenim olmasın da;  3in 1’i beni sevse ama bir sevse, pir sevse o bana yeter.  Yoksa birisi 51'i benim, ben ne dersem o olur derken, diğeri 51 le adam asıyorlar die aba altından sopa gösteriyor. Nerden baksan ülkemde değneğin hala elle tutulacak yeri yok.
Politikaya girmeyecektim ama kan çekiyo işte. Azıcık ucundan dokundurdum o kadarı da size yetsin. Yetsin diyince aklıma "Boris Yeltsin" geldi. Rusyayı özgürleştirerek bölen Gorbaçov amcadan sonra iktidar olan bu bahtsız bedevi iki de bir çeker kafayı ".na koyim Amerikanın" diyerek ülkesini çakır keyif temsil ederdi. Ama Putin gösterdi ki "nAmerikaya öyle koyulmuyor."
Israr etmeyin yahu Suriyeli göçmenler, Seçimlerde baraj garaj ve sorunu. Buzdolabı, kömür ve peynir dağıtılacak mı gibi konularla da ilgilenmiyorum ben artık. Nasıl olsa en olmadık ezikler bile iktidar olunca değişip düzen adamı  “bay ezen” oluyor ve bizi üzüyor. Sonuç değişmiyor. Şahsen bu havada yine kömür dağıtılacaksa ben "mangal kömürü" rica ediyorum. Mümkünse muhalefet de "çöp şiş - pirzola" falan dağıtsın.
Yeter yeter. Yine başladım yazmaya ve duramıyorum. Kelime fesadına uğrayalı beri , ne çok konuştum buralara yazmadan çizmeden. Sen bilmiyorsun ki ey okuyucu. Daha düne kadar orda burda kendimi konuşarak yok etmeye çalışıyordum. Hani içimde kelimeler konuşa konuşa bir gün beni de tüketir mi diye, ama olmadı. Dinleyenlerin sabrı tükendi benim kelimelerim tükenmedi.  Çok şükür....
.
...
Bir süre sessizlik oldu di mi. Kusura bakma kulağımı kaşıdım da. Dur şimdi. İşte ben kendimi  kişilere ve dişilere parça parça kesip bölüp dağıtırken biri dedi ki. "Su üstüne yazmasan"  kâğıda kaleme dök sen artık bunları. Güldüm be blog ağlanacak halime. Oysa eskiden ne çok yazardım ben, asfalt ağlardı di mi?
Zayi ilanı verip kelimelerimi geri alıcam ben artık. Duyan duymayan onlara ne dedimse geri getirsin. Özellikle karşılıksız "Seni seviyorum" larımı geri istiyorum. Çok kullanılmış bir hale düştü. Bayatladılar getirin geri, tazelicem.

Dedim ki; ben eskiden de yazar çizerdim. Millet okur okur "ne içiyor acaba bu?" diye merak ederdi. Oysa ben kendimden başka alkolsüz içecek de tüketmedim. Dedi ki: Al sana defter yüreğim yaprak yaprak, nasılsa olacak sonumuz kara toprak.
"Soner Sarıkabadayı" niye bestelemiyon birşeyler be canım. Kabadayılığın bu kadar mıydı? Özledik"

 Bu sıcakta sebat edip, yazının sonunda sonuna gelebildiniz çok şükür. Demem o ki; yine buraya yazarak  dinlenicem biraz blog. Kusura bakma seni de rahatsız ediyom ama "bana ayırmış olduğun kalbin kadar temiz bu sayfaların" yine içine edip, b.kunu çıkarmaya talibim. Hem biliyorum en az 1 kişi okuyacak. Amaç da o zaten aslına bakarsan. Ne olacak yani aynaya bakar bakar, kendime gülümserim.
Amma da yazdım ha :) Oww her zamanki gibi süperim.
Dur okiyim.

+1