Bugünkü şansınız :

Yalnız ve güzel memleketim

Hiç yorum yok:
Neşeli bir şeyler yaz diyorlar. İnsan'da neşe kalsa yazacak elbet. Bir yandan şehit haberleri, alt üst olduk 24 can gitti. Bitmeyen PKK terörü. Hepimizde bir beklenti terör bitecek herşey sütliman olacak.

Oysa gidenler, görenler anlatıyor. Elektriğe para yok, suya para yok, vergi diye birşey yok. Neredeyse dilinde sözde kürdistan türküsü olmayan adam yok. Yeşil kartsız vatandaş yok, sağlık hizmetleri bedava, yetmedi ev sahipleri fakirim diye kömür yardımı alıp, kiracılarına parayla satıyor.

Hayvancılık yap diye inek bedava, süt bedava. Oysa insanlarda yaşam koşullarını iyileştirme çabası yok. Elektrik parası alamıyoruz bari tasarruflu ampül kullanın diye bedava dağıtılan lambaların içinde kamera var mı diye şüphelenecek kadar absürt bir paranoya. Öte yandan tek kolona iki ev diyerek, tabutlarda yaşamaya devam eden insanlar. Belediyelerin imarı denetleme gibi bir derdi yok. Varsa yoksa, dertleri yandaş kayırmaca.

İnsanın morali bozuluyor. Bir arkadaş "Oralarda devlet yok diyordum önceleri ama anladım ki asıl buralarda (sosyal) devlet yok." Devlet neyi var, neyi yoksa oralara akıtıyor. hizmetin alası oraya gidiyor, altında bir çok insanın lüks araçlar var, devlet yardımlarıyla yaşayan zenginler bile türemiş. Pkk'nın var olma sebebi ne etnik ayrımcılık, ne kürt sorunu bal gibi "eroin" için dağlardalar sözlerini duyunca, moralinizin düzgün kalması mümkün mü?

Üstüne VAN depremi. Hortlamaya hazır iki taraflı faşizm boyutlarında milliyetçilik akımları sosyal medyada. Ölsünler, gebersinler diyenler bir tarafta. Deprem altından canla başla kurtarılan ama hastaneye giderken ölen çocukları "Öldürdüler" diye manşet atan "Kürt faşişti" gazeteler bir yanda.

Öte yandan canla başla çalışan insanlar, kardeşlik bitmedi, yitmedi diyerek içimize umut serpen, alın terini insanlar yaşasın diye döken kurtarma ekipleri. İşini gücünü bırakıp yurdun dört bir yanında yardım toplayan asil milletimin asil insanları, yurtdaşlarımız, insan kardeşlerimiz.

Sonra yağma haberleri, çadırların satılma görüntüleri, yetmiyor çadır derken Ağrı merkeze kadar çadırların gittiği duyumları. Yardım kampanyalarında havada uçuşan "şu kadar milyon vericem" sözlerinin yalan, reklam çıkması. Bir tarafta ağlayan bebekler, bir tarafta hala umutla bekleyen insanlar ve o insanlara umut olsun diye yardım için çırpınan gönüllüler, halkımız, güzel yürekli insanlarımız.

Buruk bayramlar. Bir yanda bir fırsat olsa da  nasıl bayram protokollerini iptal etsem, nasıl gündemi değiştirsem görüntüsünde hükümet, diğer yanda bir bahane bulsam da hükümete nasıl çaksam derdinde, alternatif olmayı beceremeyen bir muhalefet.

Nuri Bilge CEYLAN'ın dediği gibi "Yalnız ve güzel memleketim"
Neşeli bir şeyler yaz diyorlar. İnsan'da neşe kalsa yazacak elbet. Bir yandan şehit haberleri, alt üst olduk 24 can gitti. Bitmeyen PKK terörü. Hepimizde bir beklenti terör bitecek herşey sütliman olacak.

Oysa gidenler, görenler anlatıyor. Elektriğe para yok, suya para yok, vergi diye birşey yok. Neredeyse dilinde sözde kürdistan türküsü olmayan adam yok. Yeşil kartsız vatandaş yok, sağlık hizmetleri bedava, yetmedi ev sahipleri fakirim diye kömür yardımı alıp, kiracılarına parayla satıyor.

Hayvancılık yap diye inek bedava, süt bedava. Oysa insanlarda yaşam koşullarını iyileştirme çabası yok. Elektrik parası alamıyoruz bari tasarruflu ampül kullanın diye bedava dağıtılan lambaların içinde kamera var mı diye şüphelenecek kadar absürt bir paranoya. Öte yandan tek kolona iki ev diyerek, tabutlarda yaşamaya devam eden insanlar. Belediyelerin imarı denetleme gibi bir derdi yok. Varsa yoksa, dertleri yandaş kayırmaca.

İnsanın morali bozuluyor. Bir arkadaş "Oralarda devlet yok diyordum önceleri ama anladım ki asıl buralarda (sosyal) devlet yok." Devlet neyi var, neyi yoksa oralara akıtıyor. hizmetin alası oraya gidiyor, altında bir çok insanın lüks araçlar var, devlet yardımlarıyla yaşayan zenginler bile türemiş. Pkk'nın var olma sebebi ne etnik ayrımcılık, ne kürt sorunu bal gibi "eroin" için dağlardalar sözlerini duyunca, moralinizin düzgün kalması mümkün mü?

Üstüne VAN depremi. Hortlamaya hazır iki taraflı faşizm boyutlarında milliyetçilik akımları sosyal medyada. Ölsünler, gebersinler diyenler bir tarafta. Deprem altından canla başla kurtarılan ama hastaneye giderken ölen çocukları "Öldürdüler" diye manşet atan "Kürt faşişti" gazeteler bir yanda.

Öte yandan canla başla çalışan insanlar, kardeşlik bitmedi, yitmedi diyerek içimize umut serpen, alın terini insanlar yaşasın diye döken kurtarma ekipleri. İşini gücünü bırakıp yurdun dört bir yanında yardım toplayan asil milletimin asil insanları, yurtdaşlarımız, insan kardeşlerimiz.

Sonra yağma haberleri, çadırların satılma görüntüleri, yetmiyor çadır derken Ağrı merkeze kadar çadırların gittiği duyumları. Yardım kampanyalarında havada uçuşan "şu kadar milyon vericem" sözlerinin yalan, reklam çıkması. Bir tarafta ağlayan bebekler, bir tarafta hala umutla bekleyen insanlar ve o insanlara umut olsun diye yardım için çırpınan gönüllüler, halkımız, güzel yürekli insanlarımız.

Buruk bayramlar. Bir yanda bir fırsat olsa da  nasıl bayram protokollerini iptal etsem, nasıl gündemi değiştirsem görüntüsünde hükümet, diğer yanda bir bahane bulsam da hükümete nasıl çaksam derdinde, alternatif olmayı beceremeyen bir muhalefet.

Nuri Bilge CEYLAN'ın dediği gibi "Yalnız ve güzel memleketim"

Beşikçioğlu'nun günahı

Hiç yorum yok:
Ekran yüzü mü diyorlar. Ünlü olmanın böyle götürüleri de var, getirileri gibi. Erdal BEŞİKÇİOĞLU iyi bir tiyatrocu. Sima benzerliği yüzünden bir trafik kazasında kaybettiğimiz sevilen vali Recep YAZICIOĞLU'nu canlandırdığı VALİ karakteri cuk üstüne oturdu.

Vali karakterinin üstüne, sevilen polisiye Behzat Ç. için arasalar daha uygun birini de bulamazlardı. Bir fenomen haline gelen, anti kahraman Behzat Ç. karakteri de Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun üstüne yine cuk diye oturdu. Ayrıca Erdal BEŞİKÇİOĞLU'da iyi bir tiyatrocu olarak dizi karakterine çok şey kattı.

Hepimiz biliriz bazen oyuncular üzerlerine yapışan karakterlerden kurtulmak için olmadık işler yaparlar, tam zıt rollerde oynarlar. İyi adam olmaktan bıkıp, kötü adamı süper oynayan Nejat İŞLER gibi. Böylece rolün sanatçıyı şekillendirmesine izin vermeden, sanatçı rolünü seçer ve ona değer katar. Zaten doğrusu da bana göre bu dur.

Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun bugünlerde başına gelen ise hiç de hoşlanmadığı birşey sanırım. Röportajlarından izlediğimce kendisi iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir insan. Ülkemizde yaşanan VAN depremi, hepimiz gibi onu da üzmüştür mutlaka. Film ekibini de.

Halkımızın övülesi duyarlılığı ile açılan yardım kampanyaları peşpeşe geldi. Sonra TV kanallarının kampanyaları, gerçek ya da hayali vaadler havada uçuştu derken yeni vizyona  girecek olan Behzat Ç. "Seni kalbime gömdüm" adlı filmin 1günlük hasılatının depremzedelere verileceği duyuruldu. Bu iş içinde haliyle yine Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun yüzü kullanıldı. İşte ne olduysa bu hasılatın bir günlük değil 1 seanslık olduğu yönünde yapılan açıklamadan ve bu seansında en ölü saat olan 12.00 olduğunun ortaya çıkmasından sonra oldu.

Gazeteler, TVler ve Sosyal medyada bu olay çok eleştirildi. Hemen hemen herkez bunun bir yanlış anlama değil, "kıvırma" olduğunu söyledi. Film resmen sabote edilmiş gibi oldu. Daha fazla izleyici ile buluşması ve gişesi riske girdi. Ancak olay bununla kalmadı bana göre. Herkes görsellerde "Erdal BEŞİKÇİOĞLU"nun yüzünü kullandı. Çünkü "Behzat Ç." oydu. Yerden yere vurulan da o oldu. Kimse çıkıp BEŞİKÇİOĞLU'nu suçlamasa da, Behzat Ç "tu-kaka" olurken, böyle garip bir algı oluşturuldu.

-Vay be komserim seni böyle bilmezdik, oldu mu bu? türünde ironik manşetler atıldı. Erdal BEŞİKÇİOĞLU'na hiç de haketmediği bir şekilde, ekran yüzü olmanın, şöhretin ve öne çıkmanın garip faturası kesildi. Adam basın açıklamasını yapmakla işlediği günah yerine, kendisi bir skandala imza atsa bu denli yüzü yıpranmazdı herhalde.

Bu hem çok ironik bir durum, hem de şöhretin getirisi kadar götürüsününde olduğunun bir göstergesi.
Ekran yüzü mü diyorlar. Ünlü olmanın böyle götürüleri de var, getirileri gibi. Erdal BEŞİKÇİOĞLU iyi bir tiyatrocu. Sima benzerliği yüzünden bir trafik kazasında kaybettiğimiz sevilen vali Recep YAZICIOĞLU'nu canlandırdığı VALİ karakteri cuk üstüne oturdu.

Vali karakterinin üstüne, sevilen polisiye Behzat Ç. için arasalar daha uygun birini de bulamazlardı. Bir fenomen haline gelen, anti kahraman Behzat Ç. karakteri de Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun üstüne yine cuk diye oturdu. Ayrıca Erdal BEŞİKÇİOĞLU'da iyi bir tiyatrocu olarak dizi karakterine çok şey kattı.

Hepimiz biliriz bazen oyuncular üzerlerine yapışan karakterlerden kurtulmak için olmadık işler yaparlar, tam zıt rollerde oynarlar. İyi adam olmaktan bıkıp, kötü adamı süper oynayan Nejat İŞLER gibi. Böylece rolün sanatçıyı şekillendirmesine izin vermeden, sanatçı rolünü seçer ve ona değer katar. Zaten doğrusu da bana göre bu dur.

Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun bugünlerde başına gelen ise hiç de hoşlanmadığı birşey sanırım. Röportajlarından izlediğimce kendisi iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir insan. Ülkemizde yaşanan VAN depremi, hepimiz gibi onu da üzmüştür mutlaka. Film ekibini de.

Halkımızın övülesi duyarlılığı ile açılan yardım kampanyaları peşpeşe geldi. Sonra TV kanallarının kampanyaları, gerçek ya da hayali vaadler havada uçuştu derken yeni vizyona  girecek olan Behzat Ç. "Seni kalbime gömdüm" adlı filmin 1günlük hasılatının depremzedelere verileceği duyuruldu. Bu iş içinde haliyle yine Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun yüzü kullanıldı. İşte ne olduysa bu hasılatın bir günlük değil 1 seanslık olduğu yönünde yapılan açıklamadan ve bu seansında en ölü saat olan 12.00 olduğunun ortaya çıkmasından sonra oldu.

Gazeteler, TVler ve Sosyal medyada bu olay çok eleştirildi. Hemen hemen herkez bunun bir yanlış anlama değil, "kıvırma" olduğunu söyledi. Film resmen sabote edilmiş gibi oldu. Daha fazla izleyici ile buluşması ve gişesi riske girdi. Ancak olay bununla kalmadı bana göre. Herkes görsellerde "Erdal BEŞİKÇİOĞLU"nun yüzünü kullandı. Çünkü "Behzat Ç." oydu. Yerden yere vurulan da o oldu. Kimse çıkıp BEŞİKÇİOĞLU'nu suçlamasa da, Behzat Ç "tu-kaka" olurken, böyle garip bir algı oluşturuldu.

-Vay be komserim seni böyle bilmezdik, oldu mu bu? türünde ironik manşetler atıldı. Erdal BEŞİKÇİOĞLU'na hiç de haketmediği bir şekilde, ekran yüzü olmanın, şöhretin ve öne çıkmanın garip faturası kesildi. Adam basın açıklamasını yapmakla işlediği günah yerine, kendisi bir skandala imza atsa bu denli yüzü yıpranmazdı herhalde.

Bu hem çok ironik bir durum, hem de şöhretin getirisi kadar götürüsününde olduğunun bir göstergesi.

İki dönüm bostan, yangel Osman

Hiç yorum yok:
İkimiz bir fidanın güller açan dalı değiliz. İki binaya bir kolon'la iş kotarılmış. Başta birisi anlatmalı sanırım, kolon denilen şey binanın temelidir, taşıyıcısıdır. Kolon yoksa depreme de gerek yok o bina kendiliğinden de yıkılır.

Çaldığın malzeme binayı değil, ömrünü ucuzlatır. Deprem olmasaydı ne olurdu. Böyle binalar yapılmaya devam ettikçe zaten sonu belli bu maceranın. Bir şekilde nasıl ayakta durmuş hayret edeceğimiz bir durum. Yazık değil mi yitirilen canlara. Bu kadar aymazlık neden. Göz göre göre cinayet değil de bu nedir?

Bu bina yapılırken belediye neredeydi, ne yapıyordu acaba? Particilik, ırkçılık, bağnazlık, yobazlık bu kadar kötü birşey işte. Bu binayı görmezden gelirsin ve sonra insanlar ölür, nerde bu devlet dersin. Sen de devletin belediyesisin. Sen de bu devletin vatandaşısın. Yapma, yaptırma, katil illa kurşun sıkan değil, sen de katilsin.
İkimiz bir fidanın güller açan dalı değiliz. İki binaya bir kolon'la iş kotarılmış. Başta birisi anlatmalı sanırım, kolon denilen şey binanın temelidir, taşıyıcısıdır. Kolon yoksa depreme de gerek yok o bina kendiliğinden de yıkılır.

Çaldığın malzeme binayı değil, ömrünü ucuzlatır. Deprem olmasaydı ne olurdu. Böyle binalar yapılmaya devam ettikçe zaten sonu belli bu maceranın. Bir şekilde nasıl ayakta durmuş hayret edeceğimiz bir durum. Yazık değil mi yitirilen canlara. Bu kadar aymazlık neden. Göz göre göre cinayet değil de bu nedir?

Bu bina yapılırken belediye neredeydi, ne yapıyordu acaba? Particilik, ırkçılık, bağnazlık, yobazlık bu kadar kötü birşey işte. Bu binayı görmezden gelirsin ve sonra insanlar ölür, nerde bu devlet dersin. Sen de devletin belediyesisin. Sen de bu devletin vatandaşısın. Yapma, yaptırma, katil illa kurşun sıkan değil, sen de katilsin.

Kulağı tersten göstermek

Hiç yorum yok:
Hükümet bir çok şeyi iyi yapmasına rağmen, yöneticilerimiz halka iletişimi büyük oranda başarmış olmasına rağmen, toplumun bir kısmını (özellikle muhalif kesimini) pek iplemiyor görüntüsü veriyor.

Bu da gereksiz gerilimlere sebep oluyor. Bunu bilerek mi yapıyorlar, bir iletişim danışmanı yok mu, yoksa o da aynı kafadan mı bilemiyoruz tabi ki.

Cumhuriyet bayramı törenlerinin iptal edilmesi yine benzer bir görüntü oluşmasına yol açtı. Şehit askerler, ardından gelen deprem yüzünden 3o Ağustos ve 29 Ekim resepsiyon ve törenlerinin iptal edilmesi zaten bu konuda önyargı ile bakılan AKP hükümetine bakışta yine sorunlara yol açtı. Muhalefete asist yapılıp, adeta al sen de gol at denildi. Gerçi olaya satranç gibi bakıp, bir sonraya başka bir hamle saklandı mı onu da ileride göreceğiz.

Eskilerin "ilm-i usul" dedikleri bir yöntem bilimi var. Yani işi usulünce yapmak ya da söylemek diye tercüme edebiliriz belki. Örneğin: Kutlamalar ve geçit töreni iptal, gerisi normal olarak yapılacak demek yerine olayı tersinden vurgulayıp, sıkıntılı günler yaşadık ama bayramı kutlayalım, sadece işin geçit resmi ile eğlence kısmını bu ortamda iptal ettik denilse halkın algısı daha farklı olabilirdi.

Yani bazen olayın mantığı doğru bile olsa, halkta yanlış algılamalar uyandırmak yerine kulağını tersten göstermeyi becerebilmek gerek. Yetkililer biraz da bardağın dolu tarafına bakmamızı istiyorlarsa, en önce kendileri bardağın dolu tarafını göstermeyi denemeliler.
Hükümet bir çok şeyi iyi yapmasına rağmen, yöneticilerimiz halka iletişimi büyük oranda başarmış olmasına rağmen, toplumun bir kısmını (özellikle muhalif kesimini) pek iplemiyor görüntüsü veriyor.

Bu da gereksiz gerilimlere sebep oluyor. Bunu bilerek mi yapıyorlar, bir iletişim danışmanı yok mu, yoksa o da aynı kafadan mı bilemiyoruz tabi ki.

Cumhuriyet bayramı törenlerinin iptal edilmesi yine benzer bir görüntü oluşmasına yol açtı. Şehit askerler, ardından gelen deprem yüzünden 3o Ağustos ve 29 Ekim resepsiyon ve törenlerinin iptal edilmesi zaten bu konuda önyargı ile bakılan AKP hükümetine bakışta yine sorunlara yol açtı. Muhalefete asist yapılıp, adeta al sen de gol at denildi. Gerçi olaya satranç gibi bakıp, bir sonraya başka bir hamle saklandı mı onu da ileride göreceğiz.

Eskilerin "ilm-i usul" dedikleri bir yöntem bilimi var. Yani işi usulünce yapmak ya da söylemek diye tercüme edebiliriz belki. Örneğin: Kutlamalar ve geçit töreni iptal, gerisi normal olarak yapılacak demek yerine olayı tersinden vurgulayıp, sıkıntılı günler yaşadık ama bayramı kutlayalım, sadece işin geçit resmi ile eğlence kısmını bu ortamda iptal ettik denilse halkın algısı daha farklı olabilirdi.

Yani bazen olayın mantığı doğru bile olsa, halkta yanlış algılamalar uyandırmak yerine kulağını tersten göstermeyi becerebilmek gerek. Yetkililer biraz da bardağın dolu tarafına bakmamızı istiyorlarsa, en önce kendileri bardağın dolu tarafını göstermeyi denemeliler.

Hey ŞERİF! sakin ol

Hiç yorum yok:
Aksi bir ihtiyar işte. Evet efsanevi bir aktör, gerçekten ünlü bir şahıs. Bir çok filmde başrol oynamış, hem de holywood filmleri boru değil. Ama yine de adam zaten kavgacı, mazisinde bir kaç tokat atmışlığı var.

Şöhret böyle birşey sanırım. En azından bizim coğrafya insanlarında böyle bir durum var. Gerçi yabancıların da çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Gerçi Acun ILICALI'ya bakarsak bizimkiler daha çok kasıyor kendini.

Olayı hatırlayalım. Ömer ŞERİF Katar'da düzenlenen film festivalinde kırmızı halıda yanına gelen bayan hayranına "sana sonra dedim" diyerek bir tokat atmıştı. Gerçi bayan hayranının ısrarı yüzünden konuşurken bi an ne diyeceğini şaşırıp kekelediği görülüyor aktörün ama yine de hoş bir şey değil.

Bir diğer kanı da aktörün bunu içinden çıktığı Arap coğrafyasında daha kolay yapıyor olduğu. Neticede bizim buralarda kurallar böyle işler demeye de mi getiriyor bilinmez. Belki de hayranı da bir arap ve alışıktır erkeklerin kendine böyle davranmasına. Biz de adet böyledir kadını tokatlarlar diyerek kendisine gösterilen şiddeti hoşgörüp fotoğraf çektirmeye devam ettiğine göre.

İşin ilginç tarafı kadın hakları savunucularından da pek çıt çıkmadı olay üzerine. Ya aksi bir ihtiyar deyip geçtiler ya da şöhrete onlar da ses çıkarmadılar. O zaman Kıvanç TATLITUĞ olmak lazım kadın tokatlamak için diye bir sonuç çıkar ki ortaya aman diyeyim, yakışıklı erkekler duymasın.
Aksi bir ihtiyar işte. Evet efsanevi bir aktör, gerçekten ünlü bir şahıs. Bir çok filmde başrol oynamış, hem de holywood filmleri boru değil. Ama yine de adam zaten kavgacı, mazisinde bir kaç tokat atmışlığı var.

Şöhret böyle birşey sanırım. En azından bizim coğrafya insanlarında böyle bir durum var. Gerçi yabancıların da çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Gerçi Acun ILICALI'ya bakarsak bizimkiler daha çok kasıyor kendini.

Olayı hatırlayalım. Ömer ŞERİF Katar'da düzenlenen film festivalinde kırmızı halıda yanına gelen bayan hayranına "sana sonra dedim" diyerek bir tokat atmıştı. Gerçi bayan hayranının ısrarı yüzünden konuşurken bi an ne diyeceğini şaşırıp kekelediği görülüyor aktörün ama yine de hoş bir şey değil.

Bir diğer kanı da aktörün bunu içinden çıktığı Arap coğrafyasında daha kolay yapıyor olduğu. Neticede bizim buralarda kurallar böyle işler demeye de mi getiriyor bilinmez. Belki de hayranı da bir arap ve alışıktır erkeklerin kendine böyle davranmasına. Biz de adet böyledir kadını tokatlarlar diyerek kendisine gösterilen şiddeti hoşgörüp fotoğraf çektirmeye devam ettiğine göre.

İşin ilginç tarafı kadın hakları savunucularından da pek çıt çıkmadı olay üzerine. Ya aksi bir ihtiyar deyip geçtiler ya da şöhrete onlar da ses çıkarmadılar. O zaman Kıvanç TATLITUĞ olmak lazım kadın tokatlamak için diye bir sonuç çıkar ki ortaya aman diyeyim, yakışıklı erkekler duymasın.

Abarttık, kekini de kabarttık

Hiç yorum yok:
Tasarım güzel şey, haşarı, uçarı, özgün. Her zaman düzgün, kullanışlı şeyler çıkmıyor ortaya. Bazen de tasarımcılar işi abartıp hiç de yüzüne bakılmayacak ürünler üretebiliyorlar. Ancak onları eleştirirken şevklerini, heyecanlarını da kırmamak gerekiyor.

Abuk tasarımlar, bazen sivri zeka çözümler halinde de kendini gösterebiliyor. Bazen de çok kullanışsız, itici şeyler olarak da hafızalarımızda yer ediyorlar.

Hepiniz mutlaka bu tip değişik şeyler görmüşsünüz ve yok artık demişsinizdir. İşte bu ayakkabı da benzer tasarımlardan biri. Bir köpeği giyiyor gibisiniz. Sitesinde bir kaç model de var, ayakkabın burunları köpek ağzı gibi açılmış yazlık modeller bulmak da mümkün.

Özgün ama bazıları hiç de hoş olmamış. Kim giyer ki bunları demiyoruz çünkü her tasarım kullanılmak için üretilmediği gibi, insanoğlu gariptir, ne yapacağı, hangi extrem şeylerden hoşlanacağı hiç belli olmaz.
Tasarım güzel şey, haşarı, uçarı, özgün. Her zaman düzgün, kullanışlı şeyler çıkmıyor ortaya. Bazen de tasarımcılar işi abartıp hiç de yüzüne bakılmayacak ürünler üretebiliyorlar. Ancak onları eleştirirken şevklerini, heyecanlarını da kırmamak gerekiyor.

Abuk tasarımlar, bazen sivri zeka çözümler halinde de kendini gösterebiliyor. Bazen de çok kullanışsız, itici şeyler olarak da hafızalarımızda yer ediyorlar.

Hepiniz mutlaka bu tip değişik şeyler görmüşsünüz ve yok artık demişsinizdir. İşte bu ayakkabı da benzer tasarımlardan biri. Bir köpeği giyiyor gibisiniz. Sitesinde bir kaç model de var, ayakkabın burunları köpek ağzı gibi açılmış yazlık modeller bulmak da mümkün.

Özgün ama bazıları hiç de hoş olmamış. Kim giyer ki bunları demiyoruz çünkü her tasarım kullanılmak için üretilmediği gibi, insanoğlu gariptir, ne yapacağı, hangi extrem şeylerden hoşlanacağı hiç belli olmaz.

Ağla be! Oğlum Osman

Hiç yorum yok:
Önce Harry POTTER yıktı hayallerimizi, sonra SEZERCİK, HAVUÇ'da büyüdü eşek kadar adam oldu. Kaldık kahramansız derken. Eski zamanların çocuk kahramanlarının yerini doldurdu OSMAN. Hem de nasıl bir dolduruş o. Oynadığı dizi "Öyle bir geçer zaman ki" onun sayesinde bütün ratingleri alt üst ettiği yetmezmiş gibi, küçük kahramanı Osman da, bir çok insanın özellikle de kadınların yüreğini alt üst ederek.

Hiç kimsenin sevgilisini Brad PİT'gillerden sakınmasına gerek yok, OSMAN yetiyor. Bütün kadınların dilinde varsa, yoksa Osman. Onun gibi bir evladım olsun cümle aleme borcum olsun diyen mi ararsın. Yerim ben onu diye çocuğu versen ellerine şekerleme kıvamında tüketecekleri mi ararsın.

Aman Osman, kaybolma ve mümkünse birden aniden büyüme. Alıştıra alıştıra büyü lütfen. Yoksa birden toplumsal travma yaşarız. Biz sensiz naparız. 10 milyar kazanıyormuşsun ayda, helal hoş olsun. Bizi böyle doya doya kim ağlatabilir ki. İnsanlığımızı, merhamet, sevgi gibi duyguları hatırladık sayende.

Çok yaşa sen e mi...
Önce Harry POTTER yıktı hayallerimizi, sonra SEZERCİK, HAVUÇ'da büyüdü eşek kadar adam oldu. Kaldık kahramansız derken. Eski zamanların çocuk kahramanlarının yerini doldurdu OSMAN. Hem de nasıl bir dolduruş o. Oynadığı dizi "Öyle bir geçer zaman ki" onun sayesinde bütün ratingleri alt üst ettiği yetmezmiş gibi, küçük kahramanı Osman da, bir çok insanın özellikle de kadınların yüreğini alt üst ederek.

Hiç kimsenin sevgilisini Brad PİT'gillerden sakınmasına gerek yok, OSMAN yetiyor. Bütün kadınların dilinde varsa, yoksa Osman. Onun gibi bir evladım olsun cümle aleme borcum olsun diyen mi ararsın. Yerim ben onu diye çocuğu versen ellerine şekerleme kıvamında tüketecekleri mi ararsın.

Aman Osman, kaybolma ve mümkünse birden aniden büyüme. Alıştıra alıştıra büyü lütfen. Yoksa birden toplumsal travma yaşarız. Biz sensiz naparız. 10 milyar kazanıyormuşsun ayda, helal hoş olsun. Bizi böyle doya doya kim ağlatabilir ki. İnsanlığımızı, merhamet, sevgi gibi duyguları hatırladık sayende.

Çok yaşa sen e mi...

Kahramanlar aramızda

Hiç yorum yok:
Yaşanan VAN depremi ile birlikte olay yerine hızla ulaşıp, müdahale eden arama kurtarma ekiplerin başarısı, onları kahraman ilan etmeğe değer. Mutlaka bir çok aksaklık olabilir, eksiklik olabilir ama geçmiş depremlerdeki duruma göre arama kurtarma faaliyetlerinde çok çok iyi bir noktaya geldiğimiz gün gibi ortada olan bir gerçek.

Tabi bunda aynı zamanda insanlarımızın cefakarlığı, vefakarlığı ve üstün gayretini de katmak gerek. 11 Eylül saldırılarında canları pahasına insanları kurtarmaya çırpınan itfaiyeciler nasıl Amerika'da kahraman ilan edilmişlerse bizim de bu depremde canla başla çalışan kurtarma görevlilerini kahraman ilan etmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

Onların bir insan kurtardıklarında yaşadıkları sevinç gözlerinden okunuyor. Zaten bu denli dur durak bilmeden çalışmalarında, çabalarında bu insan sevgisinin izlerini her an görmek mümkün. Bu depremde belki adını sayamadığımız bir çok dernek ve kuruluş arama kurtarma ve yardım görevi yaptılar.  UMKE - AFAD - AKUD - KIZILAY hepsi takdir edilmesi gereken yüz akı kuruluşlarımız bizce.

Sağolun, iyi ki varsınız.
Yaşanan VAN depremi ile birlikte olay yerine hızla ulaşıp, müdahale eden arama kurtarma ekiplerin başarısı, onları kahraman ilan etmeğe değer. Mutlaka bir çok aksaklık olabilir, eksiklik olabilir ama geçmiş depremlerdeki duruma göre arama kurtarma faaliyetlerinde çok çok iyi bir noktaya geldiğimiz gün gibi ortada olan bir gerçek.

Tabi bunda aynı zamanda insanlarımızın cefakarlığı, vefakarlığı ve üstün gayretini de katmak gerek. 11 Eylül saldırılarında canları pahasına insanları kurtarmaya çırpınan itfaiyeciler nasıl Amerika'da kahraman ilan edilmişlerse bizim de bu depremde canla başla çalışan kurtarma görevlilerini kahraman ilan etmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

Onların bir insan kurtardıklarında yaşadıkları sevinç gözlerinden okunuyor. Zaten bu denli dur durak bilmeden çalışmalarında, çabalarında bu insan sevgisinin izlerini her an görmek mümkün. Bu depremde belki adını sayamadığımız bir çok dernek ve kuruluş arama kurtarma ve yardım görevi yaptılar.  UMKE - AFAD - AKUD - KIZILAY hepsi takdir edilmesi gereken yüz akı kuruluşlarımız bizce.

Sağolun, iyi ki varsınız.

Yakışmadı biraz sanki

Hiç yorum yok:
Kolay değil, mağdur insan psikolojisi. Biraz çaresizlik, en başta da ÇADIR konusundaki iletişimsizlik ya da biraz da işin içine organizasyon boşluğu girince herkesin herşeyi kendinin yapmak istemesi neticesi yaşanan yağma.

Deprem bölgesinden alınan haberlere göre 17 tır yağmalanmış. Hoş şeyler değil. 
Ancak öğreniyoruz yavaş yavaş kriz yönetimini. Böyle zamanlarda nasıl davranacağımızı. Gerçi hiç bir zaman Japonlar gibi sıraya geçip, beklemeyi öğrenemeyeceğimiz bir gerçek. Kürt ya da Türk genlerimizde yok çünkü bu kadar sakin olabilmek.

Yakışmayan şeylerden biri de TV'de bir kaç dilinin ayarı olmayan spikerin çam devirmesi ya da ırkçı söylemlere gitmesi neticesi oluşan hava ve gerilim. Biz ne yazık ki kollektif hareket etmeyi başaramadığımız gibi, iyi ve kötü algımızda toptancı bir söylemden sıyrılamıyor, sapla samanı ayırt edemiyoruz.

Terör olaylarının üstüne "Deprem'de inşallah tüm masum vatandaşlar kurtulur da eli kanlı, silah çeken katillerin üstüne göçer, dağlar taşlar" denilse sanırım bu denli tepki alınmazdı. Yardım kolilerinin bazılarına "taş" koymak "alın polise atarsınız lazım olur dercesine" nasıl bir aklın ürünüdür şaşarım. Aynı şekilde hasbelkadar kolilere konmuş "bayrak"lara hakaret etmek de benzer bir ırkçı aklın ve ruhun ürünü. Yani aslında tüm ırkçı, faşistler kardeş... "Kan kardeşi değiller ama kin kardeşiler.

Yakışmayan şeylerden biri de bölgede protestolar, taş ve sopalarla, molotoflarla gösteriler yaparken inanılmaz bir disiplin ve organizasyon gösteren bir partinin yandaş ve sempatizanlarının ortadan kaybolup, hiç bir yardım çalışmasında gözükmemesi ve belediye sitesinden sanki sadece kendi etnik grupları yardım ediyormuşcasına duyurular yapmaları.

Tabi bütün bunlara rağmen halkın büyük çoğunluğunun büyük bir özveri ile yardım çağrılarına koşmasını, bağışta yarışmasını, görevlilerin insanüstü çabasını alkışlamak gerek.
Kolay değil, mağdur insan psikolojisi. Biraz çaresizlik, en başta da ÇADIR konusundaki iletişimsizlik ya da biraz da işin içine organizasyon boşluğu girince herkesin herşeyi kendinin yapmak istemesi neticesi yaşanan yağma.

Deprem bölgesinden alınan haberlere göre 17 tır yağmalanmış. Hoş şeyler değil. 
Ancak öğreniyoruz yavaş yavaş kriz yönetimini. Böyle zamanlarda nasıl davranacağımızı. Gerçi hiç bir zaman Japonlar gibi sıraya geçip, beklemeyi öğrenemeyeceğimiz bir gerçek. Kürt ya da Türk genlerimizde yok çünkü bu kadar sakin olabilmek.

Yakışmayan şeylerden biri de TV'de bir kaç dilinin ayarı olmayan spikerin çam devirmesi ya da ırkçı söylemlere gitmesi neticesi oluşan hava ve gerilim. Biz ne yazık ki kollektif hareket etmeyi başaramadığımız gibi, iyi ve kötü algımızda toptancı bir söylemden sıyrılamıyor, sapla samanı ayırt edemiyoruz.

Terör olaylarının üstüne "Deprem'de inşallah tüm masum vatandaşlar kurtulur da eli kanlı, silah çeken katillerin üstüne göçer, dağlar taşlar" denilse sanırım bu denli tepki alınmazdı. Yardım kolilerinin bazılarına "taş" koymak "alın polise atarsınız lazım olur dercesine" nasıl bir aklın ürünüdür şaşarım. Aynı şekilde hasbelkadar kolilere konmuş "bayrak"lara hakaret etmek de benzer bir ırkçı aklın ve ruhun ürünü. Yani aslında tüm ırkçı, faşistler kardeş... "Kan kardeşi değiller ama kin kardeşiler.

Yakışmayan şeylerden biri de bölgede protestolar, taş ve sopalarla, molotoflarla gösteriler yaparken inanılmaz bir disiplin ve organizasyon gösteren bir partinin yandaş ve sempatizanlarının ortadan kaybolup, hiç bir yardım çalışmasında gözükmemesi ve belediye sitesinden sanki sadece kendi etnik grupları yardım ediyormuşcasına duyurular yapmaları.

Tabi bütün bunlara rağmen halkın büyük çoğunluğunun büyük bir özveri ile yardım çağrılarına koşmasını, bağışta yarışmasını, görevlilerin insanüstü çabasını alkışlamak gerek.

Öldürme içgüdüsü ve vahşet

Hiç yorum yok:
Görüntünün kendisi zaten çirkin ama dilerseniz olayı hatırlayalım. Libya'nın devrik lideri KADDAFİ özgürlük savaşçısı muhaliflerin eline geçti ve resimden de anlaşılacağı gibi hunharca katledilerek öldürüldü.

Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama hiçbir insanın bu şekilde öldürülmesi, daha doğrusu insanların öldürülmesi çok doğru gelmiyor bana.
İnfaz olduğu apaçık belli olan olayda, Kaddafi'nin bir şekilde kafasına kurşun sıkılarak öldürülmesi batılı DOST'larını pek de rahatsız etmişe benzemiyor. Her ne kadar standart söylemlerle olay kınanmışsa da, konuşabilecek bir Kaddafi'dense susturulmuş bir Kaddafi'nin işlerine geldiği muhakkak.
Olay aynı zamanda Ortadoğu toplumlarında bazı kesimlerin ne kadar MEDENİYET'ten uzak olduğunu göstermesi açısından da manidar...


Görüntünün kendisi zaten çirkin ama dilerseniz olayı hatırlayalım. Libya'nın devrik lideri KADDAFİ özgürlük savaşçısı muhaliflerin eline geçti ve resimden de anlaşılacağı gibi hunharca katledilerek öldürüldü.

Beğenirsiniz beğenmezsiniz ama hiçbir insanın bu şekilde öldürülmesi, daha doğrusu insanların öldürülmesi çok doğru gelmiyor bana.
İnfaz olduğu apaçık belli olan olayda, Kaddafi'nin bir şekilde kafasına kurşun sıkılarak öldürülmesi batılı DOST'larını pek de rahatsız etmişe benzemiyor. Her ne kadar standart söylemlerle olay kınanmışsa da, konuşabilecek bir Kaddafi'dense susturulmuş bir Kaddafi'nin işlerine geldiği muhakkak.
Olay aynı zamanda Ortadoğu toplumlarında bazı kesimlerin ne kadar MEDENİYET'ten uzak olduğunu göstermesi açısından da manidar...


Blog nedir, ne değildir

Hiç yorum yok:
Bloglar bizdendir ve bizi yansıtır.

Hepimiz ruhumuzun iniş, çıkışlarını biliriz. Dalgalanmalarını. Kendimizi bazen iyi, bazen kötü hissettiğimiz anları... Bu blog onları da gözönünde bulundurmasına rağmen, derdi bu değildir.

Blogda okuyucu olarak hangi siyasal düşünce, hangi etnik köken, hangi cinsiyetten olduğunuz da bizi ilgilendirmez. Biz genelde içinde yaşadığımız toplumda bazen iyi, bazen kötü dediğimiz şeyleri. Bazen beğenip, bazen hoşlanmadığımız durumları blog yazıları ile detaya kaçmadan basitçe anlatmaya çalışırız.

Bu yazılar bazen komik, bazen hüzünlü, bazen kısa, bazen destansı da olabilir. Tek derdimiz kimseye hakaret etmemek, kimseyi yargılayıp suçlamamaktır.

Bazen beğendiğiniz bir elbise. Bazen içinizin geçtiği bir aktör, aktrist. Bazen çok hoş bir müzik parçası. Bazen güzel bir uygulama. Bazen hesap öderken yediğiniz kazık. Bazen hoş bir fotoğraf, video. Bir gezi, tur. Bazen bir oyuncak bebek. Bazen yere düşmüş bir yaprak. Bazen dalda kiraz misali yazar dururuz...

Kısaca ister bir blog yazarı, ister bir fotoğraf meraklısı, ister iyi bir müzik dinleyicisi, ister bir futbol hastası olun. Ya da ister otobüs sırası beklerken kafası atan bir vatandaş, sokağa birinin tükürdüğünü görüp sinir olmuş birisi. Zamları işkence gören bir yurtdaş veya bir hayvana kötü muamele yapıldığını görüp tepkisini ortaya koymak isteyen bir hayvansever. Ya da sevgilisinden kazık yemiş bir aşık kim yazıyor olursa olsun bloglar bizi yansıtır..


Bloglar bizdendir ve bizi yansıtır.

Hepimiz ruhumuzun iniş, çıkışlarını biliriz. Dalgalanmalarını. Kendimizi bazen iyi, bazen kötü hissettiğimiz anları... Bu blog onları da gözönünde bulundurmasına rağmen, derdi bu değildir.

Blogda okuyucu olarak hangi siyasal düşünce, hangi etnik köken, hangi cinsiyetten olduğunuz da bizi ilgilendirmez. Biz genelde içinde yaşadığımız toplumda bazen iyi, bazen kötü dediğimiz şeyleri. Bazen beğenip, bazen hoşlanmadığımız durumları blog yazıları ile detaya kaçmadan basitçe anlatmaya çalışırız.

Bu yazılar bazen komik, bazen hüzünlü, bazen kısa, bazen destansı da olabilir. Tek derdimiz kimseye hakaret etmemek, kimseyi yargılayıp suçlamamaktır.

Bazen beğendiğiniz bir elbise. Bazen içinizin geçtiği bir aktör, aktrist. Bazen çok hoş bir müzik parçası. Bazen güzel bir uygulama. Bazen hesap öderken yediğiniz kazık. Bazen hoş bir fotoğraf, video. Bir gezi, tur. Bazen bir oyuncak bebek. Bazen yere düşmüş bir yaprak. Bazen dalda kiraz misali yazar dururuz...

Kısaca ister bir blog yazarı, ister bir fotoğraf meraklısı, ister iyi bir müzik dinleyicisi, ister bir futbol hastası olun. Ya da ister otobüs sırası beklerken kafası atan bir vatandaş, sokağa birinin tükürdüğünü görüp sinir olmuş birisi. Zamları işkence gören bir yurtdaş veya bir hayvana kötü muamele yapıldığını görüp tepkisini ortaya koymak isteyen bir hayvansever. Ya da sevgilisinden kazık yemiş bir aşık kim yazıyor olursa olsun bloglar bizi yansıtır..


Aynı Allahuekber'den mi bahsediyoruz?

Hiç yorum yok:
Türkler'in en cahilinin islama bakışı, diğer toplumlardan farklıdır. O yüzden de ecdadımız islamla şereflendiği günden beri, bu şerefi en iyi temsil etmiş, en güzel biçimde yaşamış ve yansıtmıştır.

İran devrimin ardından ülkemizde de boy gösteren şekilcilik hastalığını ve Suud vehhabiliğinin etkileriyle de yayılan militanca yaklaşımları saymazsak, islamı geldiği "barış" köküne göre en güzel içine sindirebilmiş, halkına yaşatabilmiş bir ecdaddır atalarımız.

Gerek Mehmetçik'lerin savaşırken söylediği "Allah, Allah" nidalarında, gerek protestolarda cami avlularında, mitinglerde söylenen "Allah'u ekber" seslerinde bir heyecan, bir coşku görseniz de herhangi bir vahşet izi göremezsiniz.

Ortadoğu coğrafyasında gezenler anlatır ki; bazı videolarda artık biz de görebiliyoruz. Genelleme yapılamaz ama, ne yazık ki arap topluluklarının bizzat içlerinden bir peygamber gelmesine rağmen) İslam dinine ve onun kurallarına saygıları biz Türkler düzeyinde değildir.

Araplar Kuran'ı Kerim'in manasını da bilmesine rağmen namazı siz kadar disiplinli kılmaz. Kuran'ı okur, yere koyar, yanına kıvrılır yatar. Oysa bizim toplumuzda duvara asılır, öpüp baş üstünde taşınır ve bir çok insan (manasını bilmemesine rağmen) Kuran sesini duyduğunda boynunu büker, saygı ve huşu ile davranır. Arapça yazılmış bir kağıtta velev ki bir fıkra yazılı olsun, dedelerimiz, ninelerimiz onu yerden alır, bir cami duvarının oyuğuna koyarlardı. Yerde görse, üstüne basıp geçmezlerdi asla.

Keza kutsal emanetlere ecdadın verdiği önem, Peygamberimiz asv'nin sakalının bir telinin bile kat kat bohçalar, muhafazalar içinde saklayıp, dualarla açılmasından bellidir.

Bunları neden mi yazdım. Hepimiz izledik. Libya'da Kaddafi ele geçti ve öldürüldü. Hem de en aşağılayıcı bir biçimde. Hakaret edip, dövülüp, linç edilerek. Bir zamanlar neredeyse tapacak kadar ona bağlı olan Libya halkının mücahid ve muhalif diye adlandırılan ama "çapulcu" görüntüsü veren adamları tarafından. Üstelik öldürürken, bir yandan ellerindeki son model cep telefonu ve kameralarla fotoğrafları çekilerek.

Kaddafi'yi sevdiğimi söyleyemem. Akıllı uslu biri gibi gelmedi bana hiç. Kuşkusuz bir diktatördü de. Ancak halkına zulmettiğine dair son zamanlara kadar bir işaret yoktu. Basında uydurulan düzmece suçlar bile; yok hizmetçisini dövmüş, yok bilmem ne düzeyindeydi. Keza bir çok hatayı yapmış, suç işlemiş olsa bile olsa ölüm şekli bu olmamalıydı.
Ne diyorlardı ona vururken "Allahu ekber" sonra "Bu yüzüğü sakla, milyonlar eder", "Allahu ekber" "köşeyi döndük anasını satim" İnsan kurban keserken de "Allahuekber" diyor ama hayvana bile zulmetmiyor bu denli. Yazık...

Kaddafi'nin görüntülerini görünce benim aklıma, dedelerimizin anlattığı Osmanlı askerlerinin İngilizlerle işbirliği yapan Araplar tarafından karınlarının deşilerek, altın arandığı sözleri geldi. Gerçekten yaptılar mı bilmiyorum ama bu görüntüler yapabileceklerine dair kuvvetli bir kanaat uyandırdı bende.

Nerden baksan cehalet, nerden baksan vahşet, nerden baksan rezalet. Elbet bir gün görürüz ve biz demiştik deriz. Irak'lılar nasıl zalim diktatörleri Saddam'ı bile aramışlarsa, Avrupa'lı dost!'larımız Libya'lı kardeşlerimizi Petrol için öpmeye başladıklarında deli diktatörleri Kaddafi'yi bile mumla aradıklarında konuşuruz yine.

Son söz olarak şunu diyebilirim ki; Ortadoğu'daki (bazı) kardeşlerimizle Aynı Allah'tan, aynı kitaptan, aynı peygamberden, aynı dinden bahsediyor olsak da aynı DİL'den konuşmadığımız bir gerçek...

Not: Bu yazıda konu Irkçı bir bakış açısı ile değil sadece "medeniyet - islam ve insanlık" bağlamında ele alınmıştır.
Türkler'in en cahilinin islama bakışı, diğer toplumlardan farklıdır. O yüzden de ecdadımız islamla şereflendiği günden beri, bu şerefi en iyi temsil etmiş, en güzel biçimde yaşamış ve yansıtmıştır.

İran devrimin ardından ülkemizde de boy gösteren şekilcilik hastalığını ve Suud vehhabiliğinin etkileriyle de yayılan militanca yaklaşımları saymazsak, islamı geldiği "barış" köküne göre en güzel içine sindirebilmiş, halkına yaşatabilmiş bir ecdaddır atalarımız.

Gerek Mehmetçik'lerin savaşırken söylediği "Allah, Allah" nidalarında, gerek protestolarda cami avlularında, mitinglerde söylenen "Allah'u ekber" seslerinde bir heyecan, bir coşku görseniz de herhangi bir vahşet izi göremezsiniz.

Ortadoğu coğrafyasında gezenler anlatır ki; bazı videolarda artık biz de görebiliyoruz. Genelleme yapılamaz ama, ne yazık ki arap topluluklarının bizzat içlerinden bir peygamber gelmesine rağmen) İslam dinine ve onun kurallarına saygıları biz Türkler düzeyinde değildir.

Araplar Kuran'ı Kerim'in manasını da bilmesine rağmen namazı siz kadar disiplinli kılmaz. Kuran'ı okur, yere koyar, yanına kıvrılır yatar. Oysa bizim toplumuzda duvara asılır, öpüp baş üstünde taşınır ve bir çok insan (manasını bilmemesine rağmen) Kuran sesini duyduğunda boynunu büker, saygı ve huşu ile davranır. Arapça yazılmış bir kağıtta velev ki bir fıkra yazılı olsun, dedelerimiz, ninelerimiz onu yerden alır, bir cami duvarının oyuğuna koyarlardı. Yerde görse, üstüne basıp geçmezlerdi asla.

Keza kutsal emanetlere ecdadın verdiği önem, Peygamberimiz asv'nin sakalının bir telinin bile kat kat bohçalar, muhafazalar içinde saklayıp, dualarla açılmasından bellidir.

Bunları neden mi yazdım. Hepimiz izledik. Libya'da Kaddafi ele geçti ve öldürüldü. Hem de en aşağılayıcı bir biçimde. Hakaret edip, dövülüp, linç edilerek. Bir zamanlar neredeyse tapacak kadar ona bağlı olan Libya halkının mücahid ve muhalif diye adlandırılan ama "çapulcu" görüntüsü veren adamları tarafından. Üstelik öldürürken, bir yandan ellerindeki son model cep telefonu ve kameralarla fotoğrafları çekilerek.

Kaddafi'yi sevdiğimi söyleyemem. Akıllı uslu biri gibi gelmedi bana hiç. Kuşkusuz bir diktatördü de. Ancak halkına zulmettiğine dair son zamanlara kadar bir işaret yoktu. Basında uydurulan düzmece suçlar bile; yok hizmetçisini dövmüş, yok bilmem ne düzeyindeydi. Keza bir çok hatayı yapmış, suç işlemiş olsa bile olsa ölüm şekli bu olmamalıydı.
Ne diyorlardı ona vururken "Allahu ekber" sonra "Bu yüzüğü sakla, milyonlar eder", "Allahu ekber" "köşeyi döndük anasını satim" İnsan kurban keserken de "Allahuekber" diyor ama hayvana bile zulmetmiyor bu denli. Yazık...

Kaddafi'nin görüntülerini görünce benim aklıma, dedelerimizin anlattığı Osmanlı askerlerinin İngilizlerle işbirliği yapan Araplar tarafından karınlarının deşilerek, altın arandığı sözleri geldi. Gerçekten yaptılar mı bilmiyorum ama bu görüntüler yapabileceklerine dair kuvvetli bir kanaat uyandırdı bende.

Nerden baksan cehalet, nerden baksan vahşet, nerden baksan rezalet. Elbet bir gün görürüz ve biz demiştik deriz. Irak'lılar nasıl zalim diktatörleri Saddam'ı bile aramışlarsa, Avrupa'lı dost!'larımız Libya'lı kardeşlerimizi Petrol için öpmeye başladıklarında deli diktatörleri Kaddafi'yi bile mumla aradıklarında konuşuruz yine.

Son söz olarak şunu diyebilirim ki; Ortadoğu'daki (bazı) kardeşlerimizle Aynı Allah'tan, aynı kitaptan, aynı peygamberden, aynı dinden bahsediyor olsak da aynı DİL'den konuşmadığımız bir gerçek...

Not: Bu yazıda konu Irkçı bir bakış açısı ile değil sadece "medeniyet - islam ve insanlık" bağlamında ele alınmıştır.

İnsanlar kan görmek istiyor

Hiç yorum yok:
Yüreğimiz yanıyor, konuşamıyorsun, yazamıyorsun işte...
Olmadık yerinden bir kurşun, bir tokat da sen yemiş gibisin. Neye uğradığını şaşırmışsın. Aklına türlü sorular geliyor. Tvler haber bültenleri 24 tane gencecik insan... 24 şehit... Konuşmaları dinlerken düşüncelere dalıyorsun.

İsrail'e posta at, Rumlara posta at, Suriye'de rejimi tasfiyeye çalış, BM'ye posta at, daimi üyeleri fırçala. İran'a füze kalkanı koy. Ben biliyorum da bu kadar düşmanı birleştirmenin, neredeyse "gelin ittifak yapın bana karşı" demenin yanlış olduğunu başbakan bilmiyor mu? Bu ülkelerin hepsi PKK'yı maşa olarak kullanmışlar, kullanabilirler farkında değil mi... Neden birer birer halletmedik bu işleri?

Yüreğimiz yanıyor...
Tv'lerce bir sürü yorumcu laf sayıp, döküyor.
O tepelere karakol kurarsan açık hedef olursun, sabit durmamalı asker vs vs. Kimisi askeri deha, şurdan gireceksin, burdan çıkacaksın. Sen, biliyorsun, ben biliyorum da asker bilmiyor mu? Biliyor bence ama iş karşıdan gözüktüğü kadar kolay da değil.

Yüreğimiz yanıyor...
Malum partinin adamları konuşuyor. Bu savaş, yok gelsinler barışsınlar vs. Savaş denmesinin altında sanırım hukuki beklentiler var. Bol keseden hakaretle kışkırtmaya, ortamı germeye çalışanlar da var. Herkes konuşurken evlerde analar ağlamaya devam ediyor. Birileri ise ağlayan anaların gözyaşlarını, haykırışlarını çekerek rating yapabilme peşinde.

Yüreğimiz yanıyor...
Bu kaçıncı operasyon. Sınır ötesi, berisi, hava harekatı derken alınan neticeleri görmek istiyor insan. Hizbullahı devlet kurdu diyorlardı ama PKK altına ederdi Hizbullah'ı duyunca. Jitem'den Tanrı gibi korkarlardı diyorlar. Bilmiyorum. Hadi kanun dışılık başka birşey ama devletin istihbarat örgütü olmaz mı? Bu örgüt terorist öldürmez mi. O zaman niye 3 Çeçen'i İstanbul'da öldüren Rus gizli servisi operasyonu ülkeler arası bir sorun bile olmadı. Adamlar yaşatıyor mu düşman gördüklerini. Sen niye yaşatıyorsun a benim garip ülkem...

Yüreğimiz yanıyor...
Dostluk kardeşlik türküleri söylüyorduk. Hak vermeye başlamıştık Kürt kardeşlerimizin devlet tarafından mağdur edildiğine. Mezarlar açılıyordu, kemikler çıkıyordu. Ne acılar ne sıkıntılar çekiliyordu. Diyarbakır cezaevinde görülen işkenceleri biz de düşünüp üzülüyorduk. Ölenlerin hepsi kardeş, bu kardeş kavgası dursun diyorduk.

Hepimiz neredeyse hadi öpüşün, kardeş gibi barışın moduna girmiştik. Ama Ahmet KAYA'nın dediği gibi "sokaklara bombalar düşüyordu". Düşüyordu düşmesine, silahlar masumları tarıyordu taramasına ama bunu yapan bizzat Kürt halkının haklarını savunduğu iddiasındaki PKK idi. Ezildiğini, haklarına kavuşamadığını iddia eden katiller sürüsü. Amaçlarını bir gün gerçekleşmesine izin versen topluma kan kusturacak taşeron bir çete...

Yüreğimiz yanıyor...
İnanıyorum ki devletin de vardır bir hesabı. İnanıyorum ki operasyonlarda ölen PKK'lıların da sayısı bir hayli fazladır. Ya da öyle olmasını umuyoruz. Bazıları buna tepki gösterebilir. Onlar da insan evladı diyebilir ama artık bu bir "haşerat mücadelesi" olarak görülmek de isteniyor.

Her gün masum siviller, vatanı korumak dışında bir derdi olmayan asker ve polisler ölürken. Çoluk çocuk demeden insanlar katledilirken, ne yazık ki bunları medyamız habercilik adına sergilerken, biz de dağlarda, sokaklarda öldürülmüş PKK katilleri görmek istiyoruz. Balık istifi gibi istiflenmiş, idam edilmiş, kafasına gözüne kurşun sıkılmış katiller. Gerekirse lav silahı ile yakılmış kömürleşmiş cesetler.

Yüreğimiz yanıyor...
İşte bu ruh hali kaplıyor sokakları. Bu tehlikeli bir durum. Düşünün ki polissiniz, askersiniz metanetinizi ne kadar koruyabilirsiniz. Arkadaşlarınız, çocuklarım dediğiniz askerleriniz şehit olurken ne kadar sabredebilirsiniz? Yönetici olmak da kolay iş değil. Halk olarak biz de haklı olarak isyan ediyoruz ama, devletin elinden geleni yaptığına inanmak zorundayız.

Bize düşen askere, polise ve özetle devlete desteğimizi bir şekilde göstermek. Evet eleştireceğiz, evet öfkeleniyoruz, evet kızıyoruz ama üstüne kurşun yağarken insanların umursamaz davranması mümkün değil. Herkes bir şekilde elinden geleni yapıyor olmalı, ki yapıyordur. Zaman aklın, mantığın, sağduyunun ve kardeşliğin kazanma zamanı. Herşeye rağmen, her acıya rağmen...

Diyecek başka bir söz yok ki :((
  
Yüreğimiz yanıyor, konuşamıyorsun, yazamıyorsun işte...
Olmadık yerinden bir kurşun, bir tokat da sen yemiş gibisin. Neye uğradığını şaşırmışsın. Aklına türlü sorular geliyor. Tvler haber bültenleri 24 tane gencecik insan... 24 şehit... Konuşmaları dinlerken düşüncelere dalıyorsun.

İsrail'e posta at, Rumlara posta at, Suriye'de rejimi tasfiyeye çalış, BM'ye posta at, daimi üyeleri fırçala. İran'a füze kalkanı koy. Ben biliyorum da bu kadar düşmanı birleştirmenin, neredeyse "gelin ittifak yapın bana karşı" demenin yanlış olduğunu başbakan bilmiyor mu? Bu ülkelerin hepsi PKK'yı maşa olarak kullanmışlar, kullanabilirler farkında değil mi... Neden birer birer halletmedik bu işleri?

Yüreğimiz yanıyor...
Tv'lerce bir sürü yorumcu laf sayıp, döküyor.
O tepelere karakol kurarsan açık hedef olursun, sabit durmamalı asker vs vs. Kimisi askeri deha, şurdan gireceksin, burdan çıkacaksın. Sen, biliyorsun, ben biliyorum da asker bilmiyor mu? Biliyor bence ama iş karşıdan gözüktüğü kadar kolay da değil.

Yüreğimiz yanıyor...
Malum partinin adamları konuşuyor. Bu savaş, yok gelsinler barışsınlar vs. Savaş denmesinin altında sanırım hukuki beklentiler var. Bol keseden hakaretle kışkırtmaya, ortamı germeye çalışanlar da var. Herkes konuşurken evlerde analar ağlamaya devam ediyor. Birileri ise ağlayan anaların gözyaşlarını, haykırışlarını çekerek rating yapabilme peşinde.

Yüreğimiz yanıyor...
Bu kaçıncı operasyon. Sınır ötesi, berisi, hava harekatı derken alınan neticeleri görmek istiyor insan. Hizbullahı devlet kurdu diyorlardı ama PKK altına ederdi Hizbullah'ı duyunca. Jitem'den Tanrı gibi korkarlardı diyorlar. Bilmiyorum. Hadi kanun dışılık başka birşey ama devletin istihbarat örgütü olmaz mı? Bu örgüt terorist öldürmez mi. O zaman niye 3 Çeçen'i İstanbul'da öldüren Rus gizli servisi operasyonu ülkeler arası bir sorun bile olmadı. Adamlar yaşatıyor mu düşman gördüklerini. Sen niye yaşatıyorsun a benim garip ülkem...

Yüreğimiz yanıyor...
Dostluk kardeşlik türküleri söylüyorduk. Hak vermeye başlamıştık Kürt kardeşlerimizin devlet tarafından mağdur edildiğine. Mezarlar açılıyordu, kemikler çıkıyordu. Ne acılar ne sıkıntılar çekiliyordu. Diyarbakır cezaevinde görülen işkenceleri biz de düşünüp üzülüyorduk. Ölenlerin hepsi kardeş, bu kardeş kavgası dursun diyorduk.

Hepimiz neredeyse hadi öpüşün, kardeş gibi barışın moduna girmiştik. Ama Ahmet KAYA'nın dediği gibi "sokaklara bombalar düşüyordu". Düşüyordu düşmesine, silahlar masumları tarıyordu taramasına ama bunu yapan bizzat Kürt halkının haklarını savunduğu iddiasındaki PKK idi. Ezildiğini, haklarına kavuşamadığını iddia eden katiller sürüsü. Amaçlarını bir gün gerçekleşmesine izin versen topluma kan kusturacak taşeron bir çete...

Yüreğimiz yanıyor...
İnanıyorum ki devletin de vardır bir hesabı. İnanıyorum ki operasyonlarda ölen PKK'lıların da sayısı bir hayli fazladır. Ya da öyle olmasını umuyoruz. Bazıları buna tepki gösterebilir. Onlar da insan evladı diyebilir ama artık bu bir "haşerat mücadelesi" olarak görülmek de isteniyor.

Her gün masum siviller, vatanı korumak dışında bir derdi olmayan asker ve polisler ölürken. Çoluk çocuk demeden insanlar katledilirken, ne yazık ki bunları medyamız habercilik adına sergilerken, biz de dağlarda, sokaklarda öldürülmüş PKK katilleri görmek istiyoruz. Balık istifi gibi istiflenmiş, idam edilmiş, kafasına gözüne kurşun sıkılmış katiller. Gerekirse lav silahı ile yakılmış kömürleşmiş cesetler.

Yüreğimiz yanıyor...
İşte bu ruh hali kaplıyor sokakları. Bu tehlikeli bir durum. Düşünün ki polissiniz, askersiniz metanetinizi ne kadar koruyabilirsiniz. Arkadaşlarınız, çocuklarım dediğiniz askerleriniz şehit olurken ne kadar sabredebilirsiniz? Yönetici olmak da kolay iş değil. Halk olarak biz de haklı olarak isyan ediyoruz ama, devletin elinden geleni yaptığına inanmak zorundayız.

Bize düşen askere, polise ve özetle devlete desteğimizi bir şekilde göstermek. Evet eleştireceğiz, evet öfkeleniyoruz, evet kızıyoruz ama üstüne kurşun yağarken insanların umursamaz davranması mümkün değil. Herkes bir şekilde elinden geleni yapıyor olmalı, ki yapıyordur. Zaman aklın, mantığın, sağduyunun ve kardeşliğin kazanma zamanı. Herşeye rağmen, her acıya rağmen...

Diyecek başka bir söz yok ki :((
  

Dilin kemiği ve dahası

Hiç yorum yok:
Sosyal medya garip bir yer.
Hepimiz ordayız ya hani, bazılarımız kendilerini dingo, orayı da dingonun ahırı sayabiliyor. İşin daha garibi ise burayı dingonun ahırı sayanların bile kendi adına tutucu davrandıkları yerler var. Yani dingoyum ama o kadar da dingo değilim diyorlar adeta.

Bu olay, genelde sindirim sistemi iflas etmiş, hazımsızlık çeken kitleden çıkıyor. Bir şekilde hayatını kaybetmiş medyatik insanların arkasından "süper insandın ayşe, fatma", diye  ağıtlar dökebildikleri gibi, fikrini benimsemiyorlar diye, bir başkasının  ölen anasına, bacısına küfredebiliyorlar. Bunun adı da çağdaşlık, ileri görüşlülük oluyor. Ne bitmedik kuyruk acıları ve kinleri varsa.

Zaten kendi adıma, erkeklerin ana, bacı sayarak küfretmelerini anlamam. Madem hasmınla bir derdin var, direk kendisine söv adamın. Yok illa işin içine kadın girecek. Sanki adama sövsen ikinizin birden "ibne" olduğu kanısı uyanacak toplumda. Erkekliklerine yediremiyorlar yani bir bakıma. Ana bacıya laf dokundurmak, alçakça kolayına kaçmak, işlerine geliyor.

Son günlerde ölen Steje Jobs'un (Apple'nin Ceo'su) ölümünde de benzer şeyler gördük. Adam bazılarının gözlerinde direk cennete gitti. Bizlere "mac, apple, iphone ve ipad'i armağan ettiği için" oysa adım kadar eminim ki "Microsoft"un patronu Bill Gates ölse arkasından küfreder bu arkadaşların bir kısmı. Hani, kendilerini ancak sadece elit olmak, seçkin olmak, ileri ve Avrupa'lı olmak kesen elit arkadaşlardan sözediyorum.

Hatta sorsan hepsi halk çocuğu, halk adamıdır. Ama Steve Jobs'un MAC'inden geçtim IPhone'si kaç paradır, onu kimler satın alabilir hiç düşünülmez. Oysa Bill Gates "Windows& IBM" ile PC'leri daha ucuz ve kolay ulaşılabilir hale getirmiştir ama bundan kime ne. Sanırsın Steve Jobs bir halk kahramanıydı. Kapitalizm'in ileri görüşlü ama cebini düşünen, zeki adamlarından bir adamdı işte. Hepsi o kadar. Yazılım ücretsiz olmalı diyen bir Linus Torvalds kadar bile kullanıcı dostu değildi yani.

Bu arada, bendeniz anlaşılacağı üzere bir çoğumuz gibi "Windows" ve "Nokia" kullanıcısıyım. Gerçi eski Sony Ericcson'umu hala unutamadım ama teknolojiye de ayak uydurduk bir parça.

Geçenlerde yeni aldığım C3-01 yarı dokunmatik Nokia'm 3 ay demeden servise gitti. Ekranı parmaklaya parmaklaya kıracaktım neredeyse, tuş kilidini açmak için. Sonunda dayanamayıp, şikayetlerimi de belirterek servise gönderdim.

Sağolsun Nokia benim gibi teknolojiden anlamayanlar için, yazılımın yeni bir versiyonunu geliştirmiş ve kocaman bir ====> sağa ok 
yerleştirmiş ekrana. Üstüne de "Tuş Aç" yazmış. Demek ki neymiş, kazma gibi diklemesine parmaklamıcakmışız ekranı. Sağolasın Nokia...

Madem reklama başladık, kısa ve mütevazi bir elektronik donanım listesi yayınlayalım.

PC....  : Casper Mini Desktop
Tel     : Nokia C3
Yazıcı : Canon
TV      : Malesef Vestel
Sosyal medya garip bir yer.
Hepimiz ordayız ya hani, bazılarımız kendilerini dingo, orayı da dingonun ahırı sayabiliyor. İşin daha garibi ise burayı dingonun ahırı sayanların bile kendi adına tutucu davrandıkları yerler var. Yani dingoyum ama o kadar da dingo değilim diyorlar adeta.

Bu olay, genelde sindirim sistemi iflas etmiş, hazımsızlık çeken kitleden çıkıyor. Bir şekilde hayatını kaybetmiş medyatik insanların arkasından "süper insandın ayşe, fatma", diye  ağıtlar dökebildikleri gibi, fikrini benimsemiyorlar diye, bir başkasının  ölen anasına, bacısına küfredebiliyorlar. Bunun adı da çağdaşlık, ileri görüşlülük oluyor. Ne bitmedik kuyruk acıları ve kinleri varsa.

Zaten kendi adıma, erkeklerin ana, bacı sayarak küfretmelerini anlamam. Madem hasmınla bir derdin var, direk kendisine söv adamın. Yok illa işin içine kadın girecek. Sanki adama sövsen ikinizin birden "ibne" olduğu kanısı uyanacak toplumda. Erkekliklerine yediremiyorlar yani bir bakıma. Ana bacıya laf dokundurmak, alçakça kolayına kaçmak, işlerine geliyor.

Son günlerde ölen Steje Jobs'un (Apple'nin Ceo'su) ölümünde de benzer şeyler gördük. Adam bazılarının gözlerinde direk cennete gitti. Bizlere "mac, apple, iphone ve ipad'i armağan ettiği için" oysa adım kadar eminim ki "Microsoft"un patronu Bill Gates ölse arkasından küfreder bu arkadaşların bir kısmı. Hani, kendilerini ancak sadece elit olmak, seçkin olmak, ileri ve Avrupa'lı olmak kesen elit arkadaşlardan sözediyorum.

Hatta sorsan hepsi halk çocuğu, halk adamıdır. Ama Steve Jobs'un MAC'inden geçtim IPhone'si kaç paradır, onu kimler satın alabilir hiç düşünülmez. Oysa Bill Gates "Windows& IBM" ile PC'leri daha ucuz ve kolay ulaşılabilir hale getirmiştir ama bundan kime ne. Sanırsın Steve Jobs bir halk kahramanıydı. Kapitalizm'in ileri görüşlü ama cebini düşünen, zeki adamlarından bir adamdı işte. Hepsi o kadar. Yazılım ücretsiz olmalı diyen bir Linus Torvalds kadar bile kullanıcı dostu değildi yani.

Bu arada, bendeniz anlaşılacağı üzere bir çoğumuz gibi "Windows" ve "Nokia" kullanıcısıyım. Gerçi eski Sony Ericcson'umu hala unutamadım ama teknolojiye de ayak uydurduk bir parça.

Geçenlerde yeni aldığım C3-01 yarı dokunmatik Nokia'm 3 ay demeden servise gitti. Ekranı parmaklaya parmaklaya kıracaktım neredeyse, tuş kilidini açmak için. Sonunda dayanamayıp, şikayetlerimi de belirterek servise gönderdim.

Sağolsun Nokia benim gibi teknolojiden anlamayanlar için, yazılımın yeni bir versiyonunu geliştirmiş ve kocaman bir ====> sağa ok 
yerleştirmiş ekrana. Üstüne de "Tuş Aç" yazmış. Demek ki neymiş, kazma gibi diklemesine parmaklamıcakmışız ekranı. Sağolasın Nokia...

Madem reklama başladık, kısa ve mütevazi bir elektronik donanım listesi yayınlayalım.

PC....  : Casper Mini Desktop
Tel     : Nokia C3
Yazıcı : Canon
TV      : Malesef Vestel