Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar
deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deprem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yalnız ve güzel memleketim

2 yorum:
Neşeli bir şeyler yaz diyorlar. İnsan'da neşe kalsa yazacak elbet. Bir yandan şehit haberleri, alt üst olduk 24 can gitti. Bitmeyen PKK terörü. Hepimizde bir beklenti terör bitecek herşey sütliman olacak.

Oysa gidenler, görenler anlatıyor. Elektriğe para yok, suya para yok, vergi diye birşey yok. Neredeyse dilinde sözde kürdistan türküsü olmayan adam yok. Yeşil kartsız vatandaş yok, sağlık hizmetleri bedava, yetmedi ev sahipleri fakirim diye kömür yardımı alıp, kiracılarına parayla satıyor.

Hayvancılık yap diye inek bedava, süt bedava. Oysa insanlarda yaşam koşullarını iyileştirme çabası yok. Elektrik parası alamıyoruz bari tasarruflu ampül kullanın diye bedava dağıtılan lambaların içinde kamera var mı diye şüphelenecek kadar absürt bir paranoya. Öte yandan tek kolona iki ev diyerek, tabutlarda yaşamaya devam eden insanlar. Belediyelerin imarı denetleme gibi bir derdi yok. Varsa yoksa, dertleri yandaş kayırmaca.

İnsanın morali bozuluyor. Bir arkadaş "Oralarda devlet yok diyordum önceleri ama anladım ki asıl buralarda (sosyal) devlet yok." Devlet neyi var, neyi yoksa oralara akıtıyor. hizmetin alası oraya gidiyor, altında bir çok insanın lüks araçlar var, devlet yardımlarıyla yaşayan zenginler bile türemiş. Pkk'nın var olma sebebi ne etnik ayrımcılık, ne kürt sorunu bal gibi "eroin" için dağlardalar sözlerini duyunca, moralinizin düzgün kalması mümkün mü?

Üstüne VAN depremi. Hortlamaya hazır iki taraflı faşizm boyutlarında milliyetçilik akımları sosyal medyada. Ölsünler, gebersinler diyenler bir tarafta. Deprem altından canla başla kurtarılan ama hastaneye giderken ölen çocukları "Öldürdüler" diye manşet atan "Kürt faşişti" gazeteler bir yanda.

Öte yandan canla başla çalışan insanlar, kardeşlik bitmedi, yitmedi diyerek içimize umut serpen, alın terini insanlar yaşasın diye döken kurtarma ekipleri. İşini gücünü bırakıp yurdun dört bir yanında yardım toplayan asil milletimin asil insanları, yurtdaşlarımız, insan kardeşlerimiz.

Sonra yağma haberleri, çadırların satılma görüntüleri, yetmiyor çadır derken Ağrı merkeze kadar çadırların gittiği duyumları. Yardım kampanyalarında havada uçuşan "şu kadar milyon vericem" sözlerinin yalan, reklam çıkması. Bir tarafta ağlayan bebekler, bir tarafta hala umutla bekleyen insanlar ve o insanlara umut olsun diye yardım için çırpınan gönüllüler, halkımız, güzel yürekli insanlarımız.

Buruk bayramlar. Bir yanda bir fırsat olsa da  nasıl bayram protokollerini iptal etsem, nasıl gündemi değiştirsem görüntüsünde hükümet, diğer yanda bir bahane bulsam da hükümete nasıl çaksam derdinde, alternatif olmayı beceremeyen bir muhalefet.

Nuri Bilge CEYLAN'ın dediği gibi "Yalnız ve güzel memleketim"
Neşeli bir şeyler yaz diyorlar. İnsan'da neşe kalsa yazacak elbet. Bir yandan şehit haberleri, alt üst olduk 24 can gitti. Bitmeyen PKK terörü. Hepimizde bir beklenti terör bitecek herşey sütliman olacak.

Oysa gidenler, görenler anlatıyor. Elektriğe para yok, suya para yok, vergi diye birşey yok. Neredeyse dilinde sözde kürdistan türküsü olmayan adam yok. Yeşil kartsız vatandaş yok, sağlık hizmetleri bedava, yetmedi ev sahipleri fakirim diye kömür yardımı alıp, kiracılarına parayla satıyor.

Hayvancılık yap diye inek bedava, süt bedava. Oysa insanlarda yaşam koşullarını iyileştirme çabası yok. Elektrik parası alamıyoruz bari tasarruflu ampül kullanın diye bedava dağıtılan lambaların içinde kamera var mı diye şüphelenecek kadar absürt bir paranoya. Öte yandan tek kolona iki ev diyerek, tabutlarda yaşamaya devam eden insanlar. Belediyelerin imarı denetleme gibi bir derdi yok. Varsa yoksa, dertleri yandaş kayırmaca.

İnsanın morali bozuluyor. Bir arkadaş "Oralarda devlet yok diyordum önceleri ama anladım ki asıl buralarda (sosyal) devlet yok." Devlet neyi var, neyi yoksa oralara akıtıyor. hizmetin alası oraya gidiyor, altında bir çok insanın lüks araçlar var, devlet yardımlarıyla yaşayan zenginler bile türemiş. Pkk'nın var olma sebebi ne etnik ayrımcılık, ne kürt sorunu bal gibi "eroin" için dağlardalar sözlerini duyunca, moralinizin düzgün kalması mümkün mü?

Üstüne VAN depremi. Hortlamaya hazır iki taraflı faşizm boyutlarında milliyetçilik akımları sosyal medyada. Ölsünler, gebersinler diyenler bir tarafta. Deprem altından canla başla kurtarılan ama hastaneye giderken ölen çocukları "Öldürdüler" diye manşet atan "Kürt faşişti" gazeteler bir yanda.

Öte yandan canla başla çalışan insanlar, kardeşlik bitmedi, yitmedi diyerek içimize umut serpen, alın terini insanlar yaşasın diye döken kurtarma ekipleri. İşini gücünü bırakıp yurdun dört bir yanında yardım toplayan asil milletimin asil insanları, yurtdaşlarımız, insan kardeşlerimiz.

Sonra yağma haberleri, çadırların satılma görüntüleri, yetmiyor çadır derken Ağrı merkeze kadar çadırların gittiği duyumları. Yardım kampanyalarında havada uçuşan "şu kadar milyon vericem" sözlerinin yalan, reklam çıkması. Bir tarafta ağlayan bebekler, bir tarafta hala umutla bekleyen insanlar ve o insanlara umut olsun diye yardım için çırpınan gönüllüler, halkımız, güzel yürekli insanlarımız.

Buruk bayramlar. Bir yanda bir fırsat olsa da  nasıl bayram protokollerini iptal etsem, nasıl gündemi değiştirsem görüntüsünde hükümet, diğer yanda bir bahane bulsam da hükümete nasıl çaksam derdinde, alternatif olmayı beceremeyen bir muhalefet.

Nuri Bilge CEYLAN'ın dediği gibi "Yalnız ve güzel memleketim"

Beşikçioğlu'nun günahı

Hiç yorum yok:
Ekran yüzü mü diyorlar. Ünlü olmanın böyle götürüleri de var, getirileri gibi. Erdal BEŞİKÇİOĞLU iyi bir tiyatrocu. Sima benzerliği yüzünden bir trafik kazasında kaybettiğimiz sevilen vali Recep YAZICIOĞLU'nu canlandırdığı VALİ karakteri cuk üstüne oturdu.

Vali karakterinin üstüne, sevilen polisiye Behzat Ç. için arasalar daha uygun birini de bulamazlardı. Bir fenomen haline gelen, anti kahraman Behzat Ç. karakteri de Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun üstüne yine cuk diye oturdu. Ayrıca Erdal BEŞİKÇİOĞLU'da iyi bir tiyatrocu olarak dizi karakterine çok şey kattı.

Hepimiz biliriz bazen oyuncular üzerlerine yapışan karakterlerden kurtulmak için olmadık işler yaparlar, tam zıt rollerde oynarlar. İyi adam olmaktan bıkıp, kötü adamı süper oynayan Nejat İŞLER gibi. Böylece rolün sanatçıyı şekillendirmesine izin vermeden, sanatçı rolünü seçer ve ona değer katar. Zaten doğrusu da bana göre bu dur.

Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun bugünlerde başına gelen ise hiç de hoşlanmadığı birşey sanırım. Röportajlarından izlediğimce kendisi iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir insan. Ülkemizde yaşanan VAN depremi, hepimiz gibi onu da üzmüştür mutlaka. Film ekibini de.

Halkımızın övülesi duyarlılığı ile açılan yardım kampanyaları peşpeşe geldi. Sonra TV kanallarının kampanyaları, gerçek ya da hayali vaadler havada uçuştu derken yeni vizyona  girecek olan Behzat Ç. "Seni kalbime gömdüm" adlı filmin 1günlük hasılatının depremzedelere verileceği duyuruldu. Bu iş içinde haliyle yine Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun yüzü kullanıldı. İşte ne olduysa bu hasılatın bir günlük değil 1 seanslık olduğu yönünde yapılan açıklamadan ve bu seansında en ölü saat olan 12.00 olduğunun ortaya çıkmasından sonra oldu.

Gazeteler, TVler ve Sosyal medyada bu olay çok eleştirildi. Hemen hemen herkez bunun bir yanlış anlama değil, "kıvırma" olduğunu söyledi. Film resmen sabote edilmiş gibi oldu. Daha fazla izleyici ile buluşması ve gişesi riske girdi. Ancak olay bununla kalmadı bana göre. Herkes görsellerde "Erdal BEŞİKÇİOĞLU"nun yüzünü kullandı. Çünkü "Behzat Ç." oydu. Yerden yere vurulan da o oldu. Kimse çıkıp BEŞİKÇİOĞLU'nu suçlamasa da, Behzat Ç "tu-kaka" olurken, böyle garip bir algı oluşturuldu.

-Vay be komserim seni böyle bilmezdik, oldu mu bu? türünde ironik manşetler atıldı. Erdal BEŞİKÇİOĞLU'na hiç de haketmediği bir şekilde, ekran yüzü olmanın, şöhretin ve öne çıkmanın garip faturası kesildi. Adam basın açıklamasını yapmakla işlediği günah yerine, kendisi bir skandala imza atsa bu denli yüzü yıpranmazdı herhalde.

Bu hem çok ironik bir durum, hem de şöhretin getirisi kadar götürüsününde olduğunun bir göstergesi.
Ekran yüzü mü diyorlar. Ünlü olmanın böyle götürüleri de var, getirileri gibi. Erdal BEŞİKÇİOĞLU iyi bir tiyatrocu. Sima benzerliği yüzünden bir trafik kazasında kaybettiğimiz sevilen vali Recep YAZICIOĞLU'nu canlandırdığı VALİ karakteri cuk üstüne oturdu.

Vali karakterinin üstüne, sevilen polisiye Behzat Ç. için arasalar daha uygun birini de bulamazlardı. Bir fenomen haline gelen, anti kahraman Behzat Ç. karakteri de Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun üstüne yine cuk diye oturdu. Ayrıca Erdal BEŞİKÇİOĞLU'da iyi bir tiyatrocu olarak dizi karakterine çok şey kattı.

Hepimiz biliriz bazen oyuncular üzerlerine yapışan karakterlerden kurtulmak için olmadık işler yaparlar, tam zıt rollerde oynarlar. İyi adam olmaktan bıkıp, kötü adamı süper oynayan Nejat İŞLER gibi. Böylece rolün sanatçıyı şekillendirmesine izin vermeden, sanatçı rolünü seçer ve ona değer katar. Zaten doğrusu da bana göre bu dur.

Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun bugünlerde başına gelen ise hiç de hoşlanmadığı birşey sanırım. Röportajlarından izlediğimce kendisi iyi bir eş, iyi bir baba ve iyi bir insan. Ülkemizde yaşanan VAN depremi, hepimiz gibi onu da üzmüştür mutlaka. Film ekibini de.

Halkımızın övülesi duyarlılığı ile açılan yardım kampanyaları peşpeşe geldi. Sonra TV kanallarının kampanyaları, gerçek ya da hayali vaadler havada uçuştu derken yeni vizyona  girecek olan Behzat Ç. "Seni kalbime gömdüm" adlı filmin 1günlük hasılatının depremzedelere verileceği duyuruldu. Bu iş içinde haliyle yine Erdal BEŞİKÇİOĞLU'nun yüzü kullanıldı. İşte ne olduysa bu hasılatın bir günlük değil 1 seanslık olduğu yönünde yapılan açıklamadan ve bu seansında en ölü saat olan 12.00 olduğunun ortaya çıkmasından sonra oldu.

Gazeteler, TVler ve Sosyal medyada bu olay çok eleştirildi. Hemen hemen herkez bunun bir yanlış anlama değil, "kıvırma" olduğunu söyledi. Film resmen sabote edilmiş gibi oldu. Daha fazla izleyici ile buluşması ve gişesi riske girdi. Ancak olay bununla kalmadı bana göre. Herkes görsellerde "Erdal BEŞİKÇİOĞLU"nun yüzünü kullandı. Çünkü "Behzat Ç." oydu. Yerden yere vurulan da o oldu. Kimse çıkıp BEŞİKÇİOĞLU'nu suçlamasa da, Behzat Ç "tu-kaka" olurken, böyle garip bir algı oluşturuldu.

-Vay be komserim seni böyle bilmezdik, oldu mu bu? türünde ironik manşetler atıldı. Erdal BEŞİKÇİOĞLU'na hiç de haketmediği bir şekilde, ekran yüzü olmanın, şöhretin ve öne çıkmanın garip faturası kesildi. Adam basın açıklamasını yapmakla işlediği günah yerine, kendisi bir skandala imza atsa bu denli yüzü yıpranmazdı herhalde.

Bu hem çok ironik bir durum, hem de şöhretin getirisi kadar götürüsününde olduğunun bir göstergesi.

İki dönüm bostan, yangel Osman

Hiç yorum yok:
İkimiz bir fidanın güller açan dalı değiliz. İki binaya bir kolon'la iş kotarılmış. Başta birisi anlatmalı sanırım, kolon denilen şey binanın temelidir, taşıyıcısıdır. Kolon yoksa depreme de gerek yok o bina kendiliğinden de yıkılır.

Çaldığın malzeme binayı değil, ömrünü ucuzlatır. Deprem olmasaydı ne olurdu. Böyle binalar yapılmaya devam ettikçe zaten sonu belli bu maceranın. Bir şekilde nasıl ayakta durmuş hayret edeceğimiz bir durum. Yazık değil mi yitirilen canlara. Bu kadar aymazlık neden. Göz göre göre cinayet değil de bu nedir?

Bu bina yapılırken belediye neredeydi, ne yapıyordu acaba? Particilik, ırkçılık, bağnazlık, yobazlık bu kadar kötü birşey işte. Bu binayı görmezden gelirsin ve sonra insanlar ölür, nerde bu devlet dersin. Sen de devletin belediyesisin. Sen de bu devletin vatandaşısın. Yapma, yaptırma, katil illa kurşun sıkan değil, sen de katilsin.
İkimiz bir fidanın güller açan dalı değiliz. İki binaya bir kolon'la iş kotarılmış. Başta birisi anlatmalı sanırım, kolon denilen şey binanın temelidir, taşıyıcısıdır. Kolon yoksa depreme de gerek yok o bina kendiliğinden de yıkılır.

Çaldığın malzeme binayı değil, ömrünü ucuzlatır. Deprem olmasaydı ne olurdu. Böyle binalar yapılmaya devam ettikçe zaten sonu belli bu maceranın. Bir şekilde nasıl ayakta durmuş hayret edeceğimiz bir durum. Yazık değil mi yitirilen canlara. Bu kadar aymazlık neden. Göz göre göre cinayet değil de bu nedir?

Bu bina yapılırken belediye neredeydi, ne yapıyordu acaba? Particilik, ırkçılık, bağnazlık, yobazlık bu kadar kötü birşey işte. Bu binayı görmezden gelirsin ve sonra insanlar ölür, nerde bu devlet dersin. Sen de devletin belediyesisin. Sen de bu devletin vatandaşısın. Yapma, yaptırma, katil illa kurşun sıkan değil, sen de katilsin.

Kulağı tersten göstermek

Hiç yorum yok:
Hükümet bir çok şeyi iyi yapmasına rağmen, yöneticilerimiz halka iletişimi büyük oranda başarmış olmasına rağmen, toplumun bir kısmını (özellikle muhalif kesimini) pek iplemiyor görüntüsü veriyor.

Bu da gereksiz gerilimlere sebep oluyor. Bunu bilerek mi yapıyorlar, bir iletişim danışmanı yok mu, yoksa o da aynı kafadan mı bilemiyoruz tabi ki.

Cumhuriyet bayramı törenlerinin iptal edilmesi yine benzer bir görüntü oluşmasına yol açtı. Şehit askerler, ardından gelen deprem yüzünden 3o Ağustos ve 29 Ekim resepsiyon ve törenlerinin iptal edilmesi zaten bu konuda önyargı ile bakılan AKP hükümetine bakışta yine sorunlara yol açtı. Muhalefete asist yapılıp, adeta al sen de gol at denildi. Gerçi olaya satranç gibi bakıp, bir sonraya başka bir hamle saklandı mı onu da ileride göreceğiz.

Eskilerin "ilm-i usul" dedikleri bir yöntem bilimi var. Yani işi usulünce yapmak ya da söylemek diye tercüme edebiliriz belki. Örneğin: Kutlamalar ve geçit töreni iptal, gerisi normal olarak yapılacak demek yerine olayı tersinden vurgulayıp, sıkıntılı günler yaşadık ama bayramı kutlayalım, sadece işin geçit resmi ile eğlence kısmını bu ortamda iptal ettik denilse halkın algısı daha farklı olabilirdi.

Yani bazen olayın mantığı doğru bile olsa, halkta yanlış algılamalar uyandırmak yerine kulağını tersten göstermeyi becerebilmek gerek. Yetkililer biraz da bardağın dolu tarafına bakmamızı istiyorlarsa, en önce kendileri bardağın dolu tarafını göstermeyi denemeliler.
Hükümet bir çok şeyi iyi yapmasına rağmen, yöneticilerimiz halka iletişimi büyük oranda başarmış olmasına rağmen, toplumun bir kısmını (özellikle muhalif kesimini) pek iplemiyor görüntüsü veriyor.

Bu da gereksiz gerilimlere sebep oluyor. Bunu bilerek mi yapıyorlar, bir iletişim danışmanı yok mu, yoksa o da aynı kafadan mı bilemiyoruz tabi ki.

Cumhuriyet bayramı törenlerinin iptal edilmesi yine benzer bir görüntü oluşmasına yol açtı. Şehit askerler, ardından gelen deprem yüzünden 3o Ağustos ve 29 Ekim resepsiyon ve törenlerinin iptal edilmesi zaten bu konuda önyargı ile bakılan AKP hükümetine bakışta yine sorunlara yol açtı. Muhalefete asist yapılıp, adeta al sen de gol at denildi. Gerçi olaya satranç gibi bakıp, bir sonraya başka bir hamle saklandı mı onu da ileride göreceğiz.

Eskilerin "ilm-i usul" dedikleri bir yöntem bilimi var. Yani işi usulünce yapmak ya da söylemek diye tercüme edebiliriz belki. Örneğin: Kutlamalar ve geçit töreni iptal, gerisi normal olarak yapılacak demek yerine olayı tersinden vurgulayıp, sıkıntılı günler yaşadık ama bayramı kutlayalım, sadece işin geçit resmi ile eğlence kısmını bu ortamda iptal ettik denilse halkın algısı daha farklı olabilirdi.

Yani bazen olayın mantığı doğru bile olsa, halkta yanlış algılamalar uyandırmak yerine kulağını tersten göstermeyi becerebilmek gerek. Yetkililer biraz da bardağın dolu tarafına bakmamızı istiyorlarsa, en önce kendileri bardağın dolu tarafını göstermeyi denemeliler.

Kahramanlar aramızda

Hiç yorum yok:
Yaşanan VAN depremi ile birlikte olay yerine hızla ulaşıp, müdahale eden arama kurtarma ekiplerin başarısı, onları kahraman ilan etmeğe değer. Mutlaka bir çok aksaklık olabilir, eksiklik olabilir ama geçmiş depremlerdeki duruma göre arama kurtarma faaliyetlerinde çok çok iyi bir noktaya geldiğimiz gün gibi ortada olan bir gerçek.

Tabi bunda aynı zamanda insanlarımızın cefakarlığı, vefakarlığı ve üstün gayretini de katmak gerek. 11 Eylül saldırılarında canları pahasına insanları kurtarmaya çırpınan itfaiyeciler nasıl Amerika'da kahraman ilan edilmişlerse bizim de bu depremde canla başla çalışan kurtarma görevlilerini kahraman ilan etmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

Onların bir insan kurtardıklarında yaşadıkları sevinç gözlerinden okunuyor. Zaten bu denli dur durak bilmeden çalışmalarında, çabalarında bu insan sevgisinin izlerini her an görmek mümkün. Bu depremde belki adını sayamadığımız bir çok dernek ve kuruluş arama kurtarma ve yardım görevi yaptılar.  UMKE - AFAD - AKUD - KIZILAY hepsi takdir edilmesi gereken yüz akı kuruluşlarımız bizce.

Sağolun, iyi ki varsınız.
Yaşanan VAN depremi ile birlikte olay yerine hızla ulaşıp, müdahale eden arama kurtarma ekiplerin başarısı, onları kahraman ilan etmeğe değer. Mutlaka bir çok aksaklık olabilir, eksiklik olabilir ama geçmiş depremlerdeki duruma göre arama kurtarma faaliyetlerinde çok çok iyi bir noktaya geldiğimiz gün gibi ortada olan bir gerçek.

Tabi bunda aynı zamanda insanlarımızın cefakarlığı, vefakarlığı ve üstün gayretini de katmak gerek. 11 Eylül saldırılarında canları pahasına insanları kurtarmaya çırpınan itfaiyeciler nasıl Amerika'da kahraman ilan edilmişlerse bizim de bu depremde canla başla çalışan kurtarma görevlilerini kahraman ilan etmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

Onların bir insan kurtardıklarında yaşadıkları sevinç gözlerinden okunuyor. Zaten bu denli dur durak bilmeden çalışmalarında, çabalarında bu insan sevgisinin izlerini her an görmek mümkün. Bu depremde belki adını sayamadığımız bir çok dernek ve kuruluş arama kurtarma ve yardım görevi yaptılar.  UMKE - AFAD - AKUD - KIZILAY hepsi takdir edilmesi gereken yüz akı kuruluşlarımız bizce.

Sağolun, iyi ki varsınız.

Yakışmadı biraz sanki

Hiç yorum yok:
Kolay değil, mağdur insan psikolojisi. Biraz çaresizlik, en başta da ÇADIR konusundaki iletişimsizlik ya da biraz da işin içine organizasyon boşluğu girince herkesin herşeyi kendinin yapmak istemesi neticesi yaşanan yağma.

Deprem bölgesinden alınan haberlere göre 17 tır yağmalanmış. Hoş şeyler değil. 
Ancak öğreniyoruz yavaş yavaş kriz yönetimini. Böyle zamanlarda nasıl davranacağımızı. Gerçi hiç bir zaman Japonlar gibi sıraya geçip, beklemeyi öğrenemeyeceğimiz bir gerçek. Kürt ya da Türk genlerimizde yok çünkü bu kadar sakin olabilmek.

Yakışmayan şeylerden biri de TV'de bir kaç dilinin ayarı olmayan spikerin çam devirmesi ya da ırkçı söylemlere gitmesi neticesi oluşan hava ve gerilim. Biz ne yazık ki kollektif hareket etmeyi başaramadığımız gibi, iyi ve kötü algımızda toptancı bir söylemden sıyrılamıyor, sapla samanı ayırt edemiyoruz.

Terör olaylarının üstüne "Deprem'de inşallah tüm masum vatandaşlar kurtulur da eli kanlı, silah çeken katillerin üstüne göçer, dağlar taşlar" denilse sanırım bu denli tepki alınmazdı. Yardım kolilerinin bazılarına "taş" koymak "alın polise atarsınız lazım olur dercesine" nasıl bir aklın ürünüdür şaşarım. Aynı şekilde hasbelkadar kolilere konmuş "bayrak"lara hakaret etmek de benzer bir ırkçı aklın ve ruhun ürünü. Yani aslında tüm ırkçı, faşistler kardeş... "Kan kardeşi değiller ama kin kardeşiler.

Yakışmayan şeylerden biri de bölgede protestolar, taş ve sopalarla, molotoflarla gösteriler yaparken inanılmaz bir disiplin ve organizasyon gösteren bir partinin yandaş ve sempatizanlarının ortadan kaybolup, hiç bir yardım çalışmasında gözükmemesi ve belediye sitesinden sanki sadece kendi etnik grupları yardım ediyormuşcasına duyurular yapmaları.

Tabi bütün bunlara rağmen halkın büyük çoğunluğunun büyük bir özveri ile yardım çağrılarına koşmasını, bağışta yarışmasını, görevlilerin insanüstü çabasını alkışlamak gerek.
Kolay değil, mağdur insan psikolojisi. Biraz çaresizlik, en başta da ÇADIR konusundaki iletişimsizlik ya da biraz da işin içine organizasyon boşluğu girince herkesin herşeyi kendinin yapmak istemesi neticesi yaşanan yağma.

Deprem bölgesinden alınan haberlere göre 17 tır yağmalanmış. Hoş şeyler değil. 
Ancak öğreniyoruz yavaş yavaş kriz yönetimini. Böyle zamanlarda nasıl davranacağımızı. Gerçi hiç bir zaman Japonlar gibi sıraya geçip, beklemeyi öğrenemeyeceğimiz bir gerçek. Kürt ya da Türk genlerimizde yok çünkü bu kadar sakin olabilmek.

Yakışmayan şeylerden biri de TV'de bir kaç dilinin ayarı olmayan spikerin çam devirmesi ya da ırkçı söylemlere gitmesi neticesi oluşan hava ve gerilim. Biz ne yazık ki kollektif hareket etmeyi başaramadığımız gibi, iyi ve kötü algımızda toptancı bir söylemden sıyrılamıyor, sapla samanı ayırt edemiyoruz.

Terör olaylarının üstüne "Deprem'de inşallah tüm masum vatandaşlar kurtulur da eli kanlı, silah çeken katillerin üstüne göçer, dağlar taşlar" denilse sanırım bu denli tepki alınmazdı. Yardım kolilerinin bazılarına "taş" koymak "alın polise atarsınız lazım olur dercesine" nasıl bir aklın ürünüdür şaşarım. Aynı şekilde hasbelkadar kolilere konmuş "bayrak"lara hakaret etmek de benzer bir ırkçı aklın ve ruhun ürünü. Yani aslında tüm ırkçı, faşistler kardeş... "Kan kardeşi değiller ama kin kardeşiler.

Yakışmayan şeylerden biri de bölgede protestolar, taş ve sopalarla, molotoflarla gösteriler yaparken inanılmaz bir disiplin ve organizasyon gösteren bir partinin yandaş ve sempatizanlarının ortadan kaybolup, hiç bir yardım çalışmasında gözükmemesi ve belediye sitesinden sanki sadece kendi etnik grupları yardım ediyormuşcasına duyurular yapmaları.

Tabi bütün bunlara rağmen halkın büyük çoğunluğunun büyük bir özveri ile yardım çağrılarına koşmasını, bağışta yarışmasını, görevlilerin insanüstü çabasını alkışlamak gerek.

Çok okunan yazılar