Bugünkü şansınız :

Merhaba canım, beni hatırladın mı?

Hiç yorum yok:
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time

Kapıyı çalan kimdir?

Hiç yorum yok:
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...

Kadın kıskanırsa

Hiç yorum yok:
Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Sanmayın sadece erkekler kıskanır. Oysa kadınlar bazen öyle bir kıskanır ki, size dünyayı dar edip, hayata küstürebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde, en güzel gömleğiniz yer bezi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; siyahı ak, beyazı kara görebilir. Her sözünüze ters bir cevap verebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde,
posta kutunuza girip spam maillere bile özenle "bitch" diyerek cevaplar yazabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sağa sola bakıyorsun yolda giderken diye sokak ortasında yarım saat ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; helaya giderken bile cep telefonunuzu elinizden almaya kalkabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kendi cep teline dadanan sapık  dişiyse bile, aslında seni arıyordur diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; boynunu büküp, anlam veremediğiniz şekilde sessizce ağlayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; dişi müşteri temsilcileriyle görüşüp, alışveriş etmenizi yasaklayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; blogunuza girip, tek kalemde bütün yazılarınızı, facebookta tüm arkadaş listenizi silebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; gözünüzün önünde laptopunu duvara atıp parçalayabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; potansiyel gördüğü tüm dişilere mailler atıp, telefonlar açıp "önünden ye kızım" diyebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; başka bir kimlikle sizi test edip, sonra kendinden bile kıskanabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; telefonlarınızı açmayabilir. Açtığında da sizi öyle avazı çıktığı kadar bağırararak azarlayabilir ki, KBB sorunlarınız için doktora gitmeniz gerekebilir.

Kadın kıskanırsa günün birinde; yediğiniz tüm yemekler tatsız tuzsuz ya da zehir gibi olabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; salata yaparken karnınızı deşer gibi salatalıkları doğrayabilir. Geceleri uyurken yanında uykularınızı kaçırabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; kış günü yorganı büsbütün çekip, yaz günü üstünüzü örtebilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; sizi son derece kıskandıracak basit ama etkili numaralar bulup, misilleme yapabilir.
Kadın kıskanırsa günün birinde; herşeye kayıtsız kalıp, hiç bir şey yapmayabilir. işte o zaman asıl korkmanız gereken zaman dilimi gelmiş iş işten geçmekte olabilir...

Birileri İbram sen bunları nerden biliyorsun diyebilir ama kadınlar zaten nerden bildiğimi kolayca anlayabilir...

Not: Siz de isterseniz böyle bir durumda neler olabileceğine dair küçük notlarınızı yorum olarak ekleyebilirsiniz.


Ne zaman, nasıl öldürdüm ben sizi?

Hiç yorum yok:

Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time



Tanıdığım bazı eski dostlar var, bir o kadar da yeni. Hatta bir kısmı da blog dünyasından. Böyle izlemeye alıp da unuttuklarımızdan değil. Hani insan merak ediyor can ciğer kuzu sarması gibi sanırsınız ya. Herkes birbirinin hatırını sorar. Birbirini yorumlar. Sonra bakarsın, o yazmaz, sen yazmazsın öyle unutulur gider...

Blog alemi küçük, bir gün bir yerlerde karşılaşır insan okurken ve selam verir bir yorumda okur yazar. Yine hal hatır sorulur. Ancak ya reel dünyanızda bir şekilde yer almış dostlarınız.
Hani okul arkadaşlarınız, vefasız çıkmış sevgilileriniz, bir zamanlar muhabbetinizin çok iyi olduğu arkadaşlarınız. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen insanlar. Onlar neden kayboluyor?

Neler oldu da, nasıl oldu da birden araya bunca mesafeler girdi şaşarsınız. Eski defterleri yokladığınızda genelde unuttuğunuz, aklınıza pek gelmeyen bu insanların en azından sizin pencerenizde bariz hataları olduğunu görürsünüz. Bir yerde yanlış bir algı, yanlış ve onarılmayan bir davranış. Vefasızlık, kırıcı bir dialog ya da duyarsızlık. Ya da siz onların hatıra defterlerinden silinmişinizdir benzer sebeplerden.

İnsan yüreği zaten kısıtlıdır. Onca enginliğe rağmen öyle dost, arkadaş sevgili hümanist bile olsanız yüzlerce binlerce insan sığmaz bir yüreğe . En azından unutulmayacak kadar sığmaz. Ama beynimize ne oluyor? Neden siliyor hatıraları? Bir çok unutmak istediğimiz acı hafızamızda aynı günkü tazelikte dururken neden bazı insanları sıradanlaştırıp, yok ediyor beynimiz? Bir bilen var mı?

Sahi, adını unuttuğum, telefonunu hiç hatırlamadığım dostlarım. İnanın, bana kalsa unutmak istemezdim. İhtimal siz de beni unuttunuz ama merak ediyorum. Ne oldu da ne zaman öldürdüm ben zihnimde sizi. Nasıl bir kar tanesi gibi bu kadar çabuk eriyip gittiniz? Siz mi, yoksa ben mi söyleyin hangimiz daha çok vefasızız, hayırsızız, umarsızız?

Hadi bana bir ipucu verin. Adınızın baş harfi neydi sizin?
Yoksa zaten yok muydunuz, bu kadar mı değersizdiniz?
Hayat bir oyundu ve siz zaten hiç mi olmadınız?


İlk Yayınlanma Tarihi : 05 03 2010 20:19
           Eastern European Summer Time


Günlerden bir gün, canın sıkılır

Hiç yorum yok:

günlerden birgün canın sıkılır
ya da canını sıkarlar bir gün
bütün herşey üstüste üstüne gelir
kendine sığınacak bir yer dilersin

bir pc koyarsın masanın üstüne
ve bu alemden çeker gidersin...


bazen bir sohbete tutunur
bir şarkıdan nağmeler dinlersin
bazen birkaç hoş satır yazar
bazen bolca muhabbet edersin

kâh sözünü seven olur
sevilmeyi sen de seversin
kâh peşine düşen olur
düşmeyi sen de istersin

iyidir, hoştur, güzeldir bir süre herşey
tozpembe düşleri yeniden keşfedersin
kördür gözlerin yeni doğmuş bebek gibi
açıldıkça; hüzne sıkıntıya "burdaymış" dersin

zordur birden çok hayatı paylaşmak zaten
zordur can sıkıntılarından sevinç üretmek
zordur zorluklardan kolaylık çıkarabilmek
ne dünyanın derdi biter, ne dünyana girenin
zorluklar içinde tükenirken, birbirini yersin

sonra bir gün canın sıkılır
ya da sıkarlar canını bir gün
önce cebindeki telefonu kapatırsın
sonra modeminin fişini çekersin

yani bir gün canın sıkılır
bu alemden de çeker gidersin...


PS: kimse durumdan vazife, kıssadan hisse çıkarmasın, ortaya karışık sunum yaptık...
İlk Yayınlanma Tarihi: 4 04 2010 19:54 Eastern European Summer Time

günlerden birgün canın sıkılır
ya da canını sıkarlar bir gün
bütün herşey üstüste üstüne gelir
kendine sığınacak bir yer dilersin

bir pc koyarsın masanın üstüne
ve bu alemden çeker gidersin...


bazen bir sohbete tutunur
bir şarkıdan nağmeler dinlersin
bazen birkaç hoş satır yazar
bazen bolca muhabbet edersin

kâh sözünü seven olur
sevilmeyi sen de seversin
kâh peşine düşen olur
düşmeyi sen de istersin

iyidir, hoştur, güzeldir bir süre herşey
tozpembe düşleri yeniden keşfedersin
kördür gözlerin yeni doğmuş bebek gibi
açıldıkça; hüzne sıkıntıya "burdaymış" dersin

zordur birden çok hayatı paylaşmak zaten
zordur can sıkıntılarından sevinç üretmek
zordur zorluklardan kolaylık çıkarabilmek
ne dünyanın derdi biter, ne dünyana girenin
zorluklar içinde tükenirken, birbirini yersin

sonra bir gün canın sıkılır
ya da sıkarlar canını bir gün
önce cebindeki telefonu kapatırsın
sonra modeminin fişini çekersin

yani bir gün canın sıkılır
bu alemden de çeker gidersin...


PS: kimse durumdan vazife, kıssadan hisse çıkarmasın, ortaya karışık sunum yaptık...
İlk Yayınlanma Tarihi: 4 04 2010 19:54 Eastern European Summer Time

Çok şeker insanlar

Hiç yorum yok:
Canan KARATAY ablanın da dediği gibi şeker en sinsi uyuşturuculardan biridir. Çocuk yaşta sana lolipop alayım mı diyen amcaların şerrine uğramasak da, bahçeye topumuz kaçmasa bile komşu bakkal amca sayesinde tanışırız onunla. Ya da yaşadığımız ilk akraba ziyaretinde “ağlamasın çocuk” diye meme yerine ağzımıza tutuşturulan bir çikolata ile öğreniriz.

Ancak yıllar geçer şeker sinsice bizi kendine alıştırır. Onu yemediğimiz zamanlarda huysuzlaşırız. Anne babalar elimize tutuşturdukları üç beş kuruşla bizim mızmız ve yaramaz halimizden kurtulmak için bakkala yönlendirirler. Sonrası gelsin çikolatalar, şekerlemeler.

Şekerle hastalık olarak tanışmadıysak, ilk zararını diş çürüklerinde görürüz. Bir gece ansızın zonklamaya başlayan çürük dişler, bize ilk şeker acısını tattırır. Ama biz şekere değil çürük dişe bahane buluruz. Ağrı dayanılmaz olduğunda bünyeden çektirir atarız.

Hayat ilahi kurallar gereği bazen bize ikinci şans verir ve süt dişlerinin yerini diğerleri alır. Ancak şeker için yeni hedef bellidir. Yeni dişler. Bu arada yaş ilerler şeker kilo olarak bünyede birikmeye başlar. Sonrasında biz yetişkin olduğumuzda yakılamayan kaloriler ve Türk kası olarak biriken göbek hep şekerin armağanıdır bünyeye.

Sonrasında pre diyabet ve diyabete varan, kalp hastalıklarına kadar uzanan sağlık sorunlarını ve hayatınızı tehdit eden şeker bağımlılığı...

İşte şeker gibi insanlar da böyle alışkanlık yapar bünyede. Daha bebekken bize yaptıkları agucuk, gugu cuk komik şakalar, arkasından mıncırmalar okşamalar. Abartılmış sevgi gösterileri, sarılmalar kucaklamalar içi içine sığmaz gülücük ifadeleri; tıpkı şekerin dişlerimizin minesini çatlattığı gibi ruhumuzun savunma kalkanlarını bir bir geçerek içimizi yavaş yavaş çürütmeye başlar.

Siz şeker gibi insanlardan beslenirken, onlar da sizden beslenerek doyuma ulaşırlar. Bir müddet sonra o şeker gibi insanlara bağımlı hale gelirsiniz. İşte o zaman diş ağrısına benzeyen bir kalp ağrısı ile karşılaşırsınız. Acı gerçek ta kalbinizin derinlerine kadar işleyerek canınızı yakar. Şeker gibi insanlar, tıpkı şeker gibi yeni çocuklar, yeni bünyeler, yeni kalpler bulmuş ve onları kendilerine bağlamakla meşguldürler.

Sözün özü: Çok şekerden az uzak durun şekerim.

Canan KARATAY ablanın da dediği gibi şeker en sinsi uyuşturuculardan biridir. Çocuk yaşta sana lolipop alayım mı diyen amcaların şerrine uğramasak da, bahçeye topumuz kaçmasa bile komşu bakkal amca sayesinde tanışırız onunla. Ya da yaşadığımız ilk akraba ziyaretinde “ağlamasın çocuk” diye meme yerine ağzımıza tutuşturulan bir çikolata ile öğreniriz.

Ancak yıllar geçer şeker sinsice bizi kendine alıştırır. Onu yemediğimiz zamanlarda huysuzlaşırız. Anne babalar elimize tutuşturdukları üç beş kuruşla bizim mızmız ve yaramaz halimizden kurtulmak için bakkala yönlendirirler. Sonrası gelsin çikolatalar, şekerlemeler.

Şekerle hastalık olarak tanışmadıysak, ilk zararını diş çürüklerinde görürüz. Bir gece ansızın zonklamaya başlayan çürük dişler, bize ilk şeker acısını tattırır. Ama biz şekere değil çürük dişe bahane buluruz. Ağrı dayanılmaz olduğunda bünyeden çektirir atarız.

Hayat ilahi kurallar gereği bazen bize ikinci şans verir ve süt dişlerinin yerini diğerleri alır. Ancak şeker için yeni hedef bellidir. Yeni dişler. Bu arada yaş ilerler şeker kilo olarak bünyede birikmeye başlar. Sonrasında biz yetişkin olduğumuzda yakılamayan kaloriler ve Türk kası olarak biriken göbek hep şekerin armağanıdır bünyeye.

Sonrasında pre diyabet ve diyabete varan, kalp hastalıklarına kadar uzanan sağlık sorunlarını ve hayatınızı tehdit eden şeker bağımlılığı...

İşte şeker gibi insanlar da böyle alışkanlık yapar bünyede. Daha bebekken bize yaptıkları agucuk, gugu cuk komik şakalar, arkasından mıncırmalar okşamalar. Abartılmış sevgi gösterileri, sarılmalar kucaklamalar içi içine sığmaz gülücük ifadeleri; tıpkı şekerin dişlerimizin minesini çatlattığı gibi ruhumuzun savunma kalkanlarını bir bir geçerek içimizi yavaş yavaş çürütmeye başlar.

Siz şeker gibi insanlardan beslenirken, onlar da sizden beslenerek doyuma ulaşırlar. Bir müddet sonra o şeker gibi insanlara bağımlı hale gelirsiniz. İşte o zaman diş ağrısına benzeyen bir kalp ağrısı ile karşılaşırsınız. Acı gerçek ta kalbinizin derinlerine kadar işleyerek canınızı yakar. Şeker gibi insanlar, tıpkı şeker gibi yeni çocuklar, yeni bünyeler, yeni kalpler bulmuş ve onları kendilerine bağlamakla meşguldürler.

Sözün özü: Çok şekerden az uzak durun şekerim.