Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

Süperman olmak gerek bazen

Hiç yorum yok:

Süperman olmak gerek bazen,
-kredi kartı asgarilerini elektrik su telefon faturalarını unutmadan yatırmak.

- Çalışıp, çabalayıp eve ekmek götürmek. üşür diye çocukların üstünü örtebilmek

Süperman olmak gerek bazen,

-elinden birşey gelmese de üzülenin derdi ile dertlenebilmek
- küçük bir bebek olarak gelsek de bu dünyaya adam gibi gidebilmek...

Süperman olmak gerek bazen,
-kredi kartı asgarilerini elektrik su telefon faturalarını unutmadan yatırmak.

- Çalışıp, çabalayıp eve ekmek götürmek. üşür diye çocukların üstünü örtebilmek

Süperman olmak gerek bazen,

-elinden birşey gelmese de üzülenin derdi ile dertlenebilmek
- küçük bir bebek olarak gelsek de bu dünyaya adam gibi gidebilmek...

Bunu kadınlara asla yapmayın

Hiç yorum yok:

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

İki gözün önüne aksın ki

Hiç yorum yok:
Gündemimizde terör olayları olduğundan ve bir çok memleket evladı bu vatan için yine yeniden toprağa düştüğünden beri tadımız tuzumuz yok. Şehitlerimize gazilerimize yeniden bir vatan borçlanıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.


Gündem gereği de bugünlerde HDP milletvekillerinin teröre arka çıkan, milletvekili yemini ile bağdaşmayan tutumları ve dokunulmazlıklarının kaldırılması konuşuluyor. Sözümüze bir çok Amerikan filminde rastladığımız bir cümle ile devam edelim. "Ben Amerikan anayasasına ve bayrağı üstüne yeminle bağlıyım." Peki bu yemin konusu elin Amerika'lısı için bir şeyler ifade ederken bizim en üst düzeydeki yöneticilerimizden başlayıp, sıradan memurumuza kadar hiçbirimizi neden enterese etmiyor.

Bırakalım fiili olarak uymamayı, açıkça zaten "bir kere de biz delsek ne olur, uymuyorum, saygı duymuyorum, beni bağlamaz, bana ne" gibi cümleler kurabiliyoruz.

Sebebi bizzat yeminin içinde geçiyor "büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim"  Ant içmek nedir? Gazoz içmekten bir farkı var mı diye dalga geçen de çıkar, ben Türk değilim diyen de. 

Oysa bir bakalım, pratikte Türk Milleti'nin fertleri olarak nasıl yemin ediyoruz?

- Allah belamı versin ki
- Allah şahidin olsun ki
- Ekmek Mushaf çarpsın.
- Yedi göbek sülaleni eşekler...
- Anan avr...
- İki gözün önüme aksın
- Yediğin ekmeğin hayrını görmeyeyim.
- Çoluğunun çocuğunun..
-Yalan söylüyosan şerefsiz evlad...
- Şu nimeti yemek nasip olmasın.

*Dikkatinizi çekmiştir: bu yeminleri kendiniz için M takısı ile söyleyebildiğiniz gibi karşıdaki kişi için N iyelik eki ile kullandığınızda bir çeşit beddua ve küfür yerine geçiyor. (Allah belamı versin ki YEMİN, Allah belanı versin BEDDUA) gibi.

Tüm bu yeminleri edip de uymayanımız bile varken, çay içmek kadar kolay ve basit bir yemine bağlı kalmalarını beklemek zor insanların. Hele bir de insanlıktan çıkmışlarsa zaten hiç sormayalım.

İşin ironik yönü bir tarafa; vatandaşlık bağından, milletvekili yeminine kadar "yemine uymamanın" bırakın vicdani yaptırımını, kanuni bir bağlayıcılığı da yok pratikte...

O zaman bu millete, bu devlete, bu ülkeye bağlılık yemini öyle bir yemin olmalı ki, öncelikle hepimiz canı gönülden bu yeminin her maddesini kabul etmeliyiz. Sonrasında ise yemini bozana kötü gözle bakılmalı, toplumda küçümsenmeli, dışlanmalı ve bu kişi kim olursa olsun yemini bozmanın bedelini ödemeli. Ödetilmeli.

Teşbihte hata olmaz hani: İki gözüm önüme aksın ki diye yemin edenin, en azından burnunun pekmezi akıtılmalı ki, yemin ederken iki kere düşünmeli..



TiO


Gündemimizde terör olayları olduğundan ve bir çok memleket evladı bu vatan için yine yeniden toprağa düştüğünden beri tadımız tuzumuz yok. Şehitlerimize gazilerimize yeniden bir vatan borçlanıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.


Gündem gereği de bugünlerde HDP milletvekillerinin teröre arka çıkan, milletvekili yemini ile bağdaşmayan tutumları ve dokunulmazlıklarının kaldırılması konuşuluyor. Sözümüze bir çok Amerikan filminde rastladığımız bir cümle ile devam edelim. "Ben Amerikan anayasasına ve bayrağı üstüne yeminle bağlıyım." Peki bu yemin konusu elin Amerika'lısı için bir şeyler ifade ederken bizim en üst düzeydeki yöneticilerimizden başlayıp, sıradan memurumuza kadar hiçbirimizi neden enterese etmiyor.

Bırakalım fiili olarak uymamayı, açıkça zaten "bir kere de biz delsek ne olur, uymuyorum, saygı duymuyorum, beni bağlamaz, bana ne" gibi cümleler kurabiliyoruz.

Sebebi bizzat yeminin içinde geçiyor "büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim"  Ant içmek nedir? Gazoz içmekten bir farkı var mı diye dalga geçen de çıkar, ben Türk değilim diyen de. 

Oysa bir bakalım, pratikte Türk Milleti'nin fertleri olarak nasıl yemin ediyoruz?

- Allah belamı versin ki
- Allah şahidin olsun ki
- Ekmek Mushaf çarpsın.
- Yedi göbek sülaleni eşekler...
- Anan avr...
- İki gözün önüme aksın
- Yediğin ekmeğin hayrını görmeyeyim.
- Çoluğunun çocuğunun..
-Yalan söylüyosan şerefsiz evlad...
- Şu nimeti yemek nasip olmasın.

*Dikkatinizi çekmiştir: bu yeminleri kendiniz için M takısı ile söyleyebildiğiniz gibi karşıdaki kişi için N iyelik eki ile kullandığınızda bir çeşit beddua ve küfür yerine geçiyor. (Allah belamı versin ki YEMİN, Allah belanı versin BEDDUA) gibi.

Tüm bu yeminleri edip de uymayanımız bile varken, çay içmek kadar kolay ve basit bir yemine bağlı kalmalarını beklemek zor insanların. Hele bir de insanlıktan çıkmışlarsa zaten hiç sormayalım.

İşin ironik yönü bir tarafa; vatandaşlık bağından, milletvekili yeminine kadar "yemine uymamanın" bırakın vicdani yaptırımını, kanuni bir bağlayıcılığı da yok pratikte...

O zaman bu millete, bu devlete, bu ülkeye bağlılık yemini öyle bir yemin olmalı ki, öncelikle hepimiz canı gönülden bu yeminin her maddesini kabul etmeliyiz. Sonrasında ise yemini bozana kötü gözle bakılmalı, toplumda küçümsenmeli, dışlanmalı ve bu kişi kim olursa olsun yemini bozmanın bedelini ödemeli. Ödetilmeli.

Teşbihte hata olmaz hani: İki gözüm önüme aksın ki diye yemin edenin, en azından burnunun pekmezi akıtılmalı ki, yemin ederken iki kere düşünmeli..



TiO


Bahçelievler Mahallesi Dokuz kiremit Sokak

Hiç yorum yok:
                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


Yaralı

Hiç yorum yok:
Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Fantezilerin gücü adına

Hiç yorum yok:

Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...


Siz bakmayın öyle teş eşlilik falan dediğimize her türk erkeğinin gönlünde bir ikincisi yatar.
Hatta hepimiz "Sülüman" olup harem kurmanın hayallerini de yaşarız zaman zaman.
E tabi bir de çok uzak olmayan bir tarihte "7 kocalı hürmüz" belgeselimiz var. Hal böyle olunca arada fantezilerimizin depreşmesi normal.

Seçimlerden bahsediyor İbram abiniz. İyi halt ettiniz sayın halkım bizi koalisyonlara mahkum ettiniz demiyorum. Bir kere seçim iyi bir şeydir ve vatandaşın tepkisini öyle ya da böyle koyması da çok doğaldır. Kim nereye oy vermiş olursa olsun tebrik etmek lazım.

Tebrik etmek lazım ki bu seçimin tartışmasız galibi HDP'dir. Seçim sürecinin kaymağını tek başına batıda da doğuda da yemeyi başarmış bir partidir. Öte yandan Selahattin DEMİRTAŞı görüp, ulan şu adam CHP'nin başında olacaktı diyen çok arkadaş gördüm dersem siz ana muhalefet partisinin ileride kim olacağını anlayın. Yani tartışmasız halka en iyi ulaşabilen siyasi liderdir Selocan.

AKP kendisini uyaranların mesajını aldı mı bilmem. Gerçi izlenimin seçimlerden hemen önce farkettiği ama farkederek çarketmenin bir işe yaramadığını görmüş olmalı.Son beş yılda toplumu gere gere, kutuplaştırıp böle böle de bir yere varılmayacağını anlamıştır umalım. Çünkü ülkenin en büyük partisi ve tek başına iktidar olamasa da onsuz bir hükümet de bence imkansız. Olur mu hiç CHP-MHP-HDP koalisyonu var diyorsanız ciddi anlamda gülerim. Çok pis gülerim hem de. Ya siz dayak yemediniz ya da...

Bendeniz bir kere bir partinin %40la iktidar olamamasına da %50 ile iktidar olmasına da karşıyım. Çıta bu kadar yüksek olmamalı. En azından 2nci turu olmalı şu seçimlerin.Ne bileyim ben toplum mühendisi miyim bulun bi çaresi...
...

Ben daha da analiz yaparım da bunun kime ne faydası olur bilinmez. Şimdi yapılması gereken şapkayı önümüze koyup "ula biz bu boku niye yedik" diye düşünmektir. Başta iktidar partisi ülkeyi getirdiği bu orta halli gelişmişlik düzeyine rağmen. Şu 18e düşürdüğü seçmen yaşına rağmen nasıl olur da bu gençlerin kendisine oy vermediğini de anlamalı..

Geç olmadan geziyi bir kere daha okumalı...

Olmuyor işte birader

Hiç yorum yok:

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

Ne zorluyorsun...

* Bu toplum özgürlük isterken seni seçmeyi tercih etmiş ama sen sonraki tüm özgürlük taleplerine kulaklarını tıkamışsan olmuyor işte birader.

* Gezi'deki tüm çocukları "militan" görüp saltanatına düşman görmek yerine onları anlamaya çalışmazsan olmuyor işte birader

* Kutuplaştıra böle, paraleldi meridyendi derken birbirine düşersen, vatandaşı da bu ikilemin içine itersen olmuyor işte birader.

* Demokrasi yetmedi keşke kral da olsam o da hiç fena değil. Ben herşeyi sizin iyiliğiniz için istiyorum halkım dersen yine olmuyor işte birader.

* Bugüne kadar haksızlığa uğrayanların gür sesi olarak algılanırken neden haksızlık yapan biri gibi algınalıyorum diye kafa yormaz da dalkavukların sesine kulak verirsen olmuyor işte birader.

* Barajlardan çok çekmiş bir parti geleneğinden gelip, barajı savunursan. Otoriterlikten çok çekmiş bir halkın umudu olup, otorite benim bundan sonra dersen yine olmuyor işte birader.

* Benden sonra şu size çoban olsun deyip işaret buyurursan ki hep böyle olmuş. Kimi işaret buyurdularsa halk bundan hoşlanmamış. Olmuyor öyle benden sonra şu demek birader.

* Dünyanın sonu değildir oy kaybetmek. Olsun varsın bir çözüm bulunur. Kol kırılır demokrasi içinde kalır. Gereği neyse o yapılır dersek olur sanki.. diyelim

* Zil takıp 2. parti kaldım yine diye sevinip oynarsan. Oy kazanmak yerine hala oy kaybedip iktidarı belirleyici güç benim gibi bir yalanın ardına sığınırsan. Olmuyor işte öyle birader olmuyor.

* İçinden çıkmış bir partinin iktidarını bir inat uğruna kabullenemez ve hala %1 olsun benim olsun dersen. Rezil olduğun yetmezmiş gibi bir de sana oy verenleri rezil edersen olmuyor işte birader olmuyor.

* Bu seçimlerin mağlubu AKP ve CHP galipleri MHP ve HDP'dir. Boşuna başka bahanelere sığınmakla olmuyor işte birader olmuyor.

* Ha kaybeden birinci olmuştur ve hala da birincidir. Kendisi olmadan hükümet kurulamayandır.

saklayacak bir şeyim mi var?

4 yorum:

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Sanal alemde tanıştığım bazı kızların acayip bir huyu var:
bi kaç dakika sonra cep teli istemek. vermeyince de soru geliyor.

-saklayacak bir şeyin mi var?

~babam beni göster ablalara pipini diyerek yetiştirmedi ki. var tabi.



Tc kimlik no mu, anne kızlık soyadımın 2nci ve 3ncü harfini veremem örneğin. veya abazan değilim ki her tanıştığım kıza telefonda kartal kalkar, dal sarkar diye tekerleme anlatayım.
Ola ki ciddi bir ilişkin oldu. meraklandın kızın cep telefonuna sarkıp bi bakim dedin. A olur tabi aşkım, ver bu arada ben de seninkine bakayım durumları.. Ooo her selam verdiğinin cep telefonu varsa sende zaten bu ilişki o gün bitti.. Hadi sen efendi oldun sormadın ama bu kız arkadaşının "bi bakim" demesine engel değil ki.


Herkesin saklayacak bir şeyi olabilir. herşeyi 3 dakkada anlatmak zorunda değil ki insan. tanışırsın konuşursun birbirin için bir anlam ifade edersin sonra paylaşırsın ufaktan. yani karşındaki kadın diye, sen herşeyi bayılmalı mısın?

Madem saklayacak birşeyimiz yok niye "don" giyiyoruz? di mi. Ama onu da çıkardığımız yerler var. Demek ki neymiş; saklayacak şeyini, saklamayacağın yerler de olabilirmiş. Hakkı'nı hakedene vereceksin, du bakalım az usul gel... Belki boyutu değil, işlevi önemli diyerek onu da çıkaramıyorum.

Sonra memlekette sırdaş hesap var, top secret durumlar var. Çok gizli ve hizmete özel durumlar var. Ne biliyon F.B.I da görevliyim belki. Ya da parmağımda nişan yüzüğü var ama köprüden önce son çıkış durumlarındayım. Nette bekârlığa veda partisi veriyorum...

Belki çok çirkinim, çok yaşlıyım, özgüvenim yok. Kekemeyim telde konuşamıyom. Belki kadınım aktif takılıyorum. Seviciyim düpedüz yani...

Olamaz mı? Olur valla...
Şahsen cep telefonumu her sorana veremiyorum. Bakarsın bazı serserilerin erkekler tuvaletine ex kız arkadaşlarının telini yazdığı gibi, hatunun biri bayanlar tuvaletine cep numaramı yazar.

Arayan arayanaaaa:)

İlk Yayınlanma Tarihi:
5 06 2009 13:40
hamiş: nerde bizde o şans, bilet alsam bana çıkmaz...

Herşey tam vaktinde

Hiç yorum yok:
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 
€. 8@L

Dakika şaşmaz aslında... 
Tüm şairler yalan söyler, sen onlara inanma e mi..
Vaktinde.. 
Her şey vaktindedir işin esasında, sadece siz insanlar zamansız sanırsınız. Oysa Tam vaktindedir her şey.


ne vaktinden önce geliriz biz bu dünyaya,
ne de sonra başlarız hayata
herşey tam vaktindedir işin esasında
şaşmaz bir titizlikle farkında olmadığımız zamanı yaşarız eğip, bükmeden....

vaktinde başlarız hayata,
ve biter hayat tam vaktinde işin esasında
geç kaldığınız tren vaktinde kalkar
tehir yapan da tam vaktinde ayrılır perondan
ben sana geç kalmam, sen bana erken değilsindir
her şey yazıldığı gibi vaktindedir ve ne yazdığını sadece kader kalemiyle yazan bilir...

kırmızı ışık vaktinde yanar
kırmızı ışıkta geçtiğinde olan kaza da vaktindedir.
kaç nefes alacaksak, kaç gülümseme,
kaç damla gözyaşı, gözümüzden ne zaman düşecek bellidir.

İnsan Ana rahmine düştüğü gibi belirli bir vakitte
ikinci anası olan toprağa ne zaman düşecek bellidir...
ve doğumun gibi ölümün de tam vaktindedir...

O yüzden ne dünü, ne yarını
anı yaşamalıdır insan
vaktinde...




18 05 2012 17:20
 

Merhaba canım, beni hatırladın mı?

Hiç yorum yok:
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time
Hatırlamak için unutmak gerekir. Oysa ben seni hiç unutmadım ki. Ya da hiç unutmama fırsat vermedin ki. Ne zaman nerden geldiğini bilmediğim bir şekilde hayatıma girdiğin günden beri, seni kendimden
uzaklaştırmak için her çabam boşa çıktı.
Nerden yol buldun ne yaptın bilmem ama bir şekilde geldin bana ulaştın.

Rahatsız olduğumu durumdan memnun olmadığımı defalarca söyledim sana. Bunu
çeşitli şekillerde belirttim. Engelledim kimi zaman, kimi zaman silmekten bıktım usandım ama sen ısrarla gelmeye devam ettin.


Bazen telefondan, bazen maillerden, bazen blog yorumlarından gelip yapıştın yakama.

Arada sahte kimliklerle, başka isimlerle başka şekillerde geldin durdun. Asıl amacın neydi, derdin neydi. Beni aptal mı sanıyordun yoksa kandırabileceğin bir çocuk mu bilmiyorum ama bunu hep yaptın.

Bazen olmadık sıkıntılarıma kendince yardımcı olmak istedin. Yalnızsın arkadaş olayım, boyun kısadır uzatayım. Çok yumuşaksın sert ol biraz diyerek beni motive etmeye çalıştın. Sana ihtiyacım yok dememe ve sürekli engellememe rağmen ısrarla gelmeye devam ettin.

Özel günleri bayramları bahane edip bir şekilde ulaştın bana. Senin elinden kim kurtulabilmiş ki ben kurtulayım değil mi? Oysa öyle değil işte. Senin sandığın aksine seni istemiyorum, sevmiyorum, senden bir şey beklemiyorum. Lütfen çok rica ediyorum mümkün olduğunca benden uzak dur yeter.

Çünkü çok daraldım. Çok bunaldım. Her gün mail box’umda spamlarini silmekten fenalık geldi. Yok, mutluluk hapları, yok yalnız bayanlar mailleri, yok her bir mailinde adı değişen “beni hatırladın mı canım” lı gönderilerin.

Cep telefonlarıma yağıp duran kart puanı mesajları, arada bir arayan banka telesekreterleri, TV dizilerinin son dakikalarında giren reklam bantları, sanal reklam uygulamaları.

Sevgili SPAM’ciğim. Sevgili çöp postalar, çöp mesajlar gönderen arkadaşlar. Yok, bu işin bir getirisi. Boşu boşuna gönderip durmayın. Yemiyorum. Nefret ettiğimle, sizi sürekli engellediğimle kalıyorum.

Anti virüslere, internet securitiylere para verip bilgisayarlarımızı kasdığımla kalıyorum. Başka da bir b.k olduğu yok. Gönderdiğiniz linklere bir kere bile tıklamıyorum. Lütfen artık , yeter ama sizi hatırlamak değil, unutmak istiyorum.

Her gün gelen 100 mailimin 85’i spam.
Bi sktrol git artık ya…



İlk Yayınlanma:10 09 2010 17:20
Eastern European Summer Time