Bugünkü şansınız :

2011 yılı hesap özeti

Hiç yorum yok:

Bendeniz uzun yıllardır yeni yılı bırak kutlamayı çekirdek çıtlatarak bile girmem. Hesap kitap yaparım yılın son ayında hayata dair. İşlere dair. Son hafta bu daha da artar. Ne kazandık, ne kaybettik. Neler oldu neler geldi, kimler geçti gitti. Size de tavsiye ederim. İçip, sıçıp ne kadar rezil olursak o kadar iyi demekten iyidir.

Öncelikle memleketin hali ekonomi hariç pek de hoşuma gitmiyor. Mazallah dış düşman sayısı arttı. Sıfır sorun politikası başına 1 eklenip en az 10 olmuş durumda. Terör belası ile mücadele derken, 30-40 g.doğulu vatandaşımızı bombalamamızın şoku ise hepimizin üzerinde. Tabi bu şok geçince anlıyoruz ki vatandaşlarımız kaçakçı imiş, buna göz yumuluyormuş geçim kaynakları yok diye. Düşünmesi bile üzücü, can sıkıcı.

Net alemi blogdan face'ye ordan twittere doğru akıyor. Ben TV programlarında twitter adresleri görmek dışında pek birşey anlamıyorum hala twitterden. İhtimal ki öyle de ölüp gidicem. Napim bir yanım da eksik kalsın. Face ve blog mesajlarım oraya otomatik gidiyor zaten. Üzücü ama blog dünyası kan kaybediyor, su üstüne yazılan yazılar daha rağbet görüyor.

İşler, güçler dersen ülkemiz acayip kalkınıyormuş ama nedense bu bana pek yansımıyor. Kötü giderken acayip kalın yansırdı. Her krizde bir yerime batmış kıymık izleri var. Yara, bereleri de saracağız ama bankacılık sektörünün hiç arkamızı boş bıraktığı yok ki. Buna bir de telekom sektörünü eklemek gerek. Şimdi elektrik sektörü de sıraya girmiş durumda. Hepimizi öpen öpene, yeni yıllarda bu ilişkiden doğacak çocukların babaları belli olmayacak bu gidişle.

Yaş ilerliyor. Henüz romatizmalarım azmadı ama romantizm cephesinde biraz azalma var. Hayata daha mı gerçekçi bakıyorum bugünlerde bilmem. Şiir miir yazamıyorum mesela. Güzel aşk, meşk sözleri gelip gidiyor bazen. O da muhatabına ulaşmadan havada asılıp kalıyor.

Karın doyuran işlere doğru bir meyil var bende. Giderayak paracı bir moruk olup çıkmaktan korkuyorum. Bu yılbaşında kimse bilet almasın diye bir sürü umut kırıcı mesaj yazdım Face'de. Bana çıkçak siz almayın diye. Umarım MP beni dava etmez:)) Zaten bana çıkarsa da yarısını Face arkadaşlarıma dağıtacağımı söylemiştim. Bazıları bilet almayı unuttuğumu duyarlarsa çok kızacaklar:)

Kilo veremiyorum. Sağlıklı bir bünye için vermek şartmış ama bu yaştan sonra cinsel tercihimi mi değiştireyim canım. Veremiyorum işte. Eskiden olsa veresiye bile verirdim. Ona güven buna güven, ne satarsan sat alan geri gelmiyor. Artık veresiyeyi de kestik. Yeni yılın ilk icraatı dükkana bir veresiye verilmez yazısı asmak olacak. 

Yarım kalmış bir sürü blog yazım var. Yeni yılda gaza gelir, bir heyecanla belki hepsini tamamlarım. Belki de bu iştahsızlıkla sürünür dururlar bir gün bu adam bize ne zaman bir el atıp yazacak diye.


Hayatta en kötü şey, umutsuzluk, heyecansızlık, yeni birşeyler yapma arzusunu yitirmek. Zaman geçtikçe de ruh haliniz o oluyor zaten. Hatta bazen hayatın size yüklediği dertler sıkıntılar bile ona tutunmak için bir ilaç gibi gelebiliyor. En azından başınızdan atmanız gereken bir derdiniz sizi meşgul ediyor.

Yeni bir yıl, bir bebek, bir genç kız ya da erkek ile temsil edilir. Buyursun gelsin hoşgelsin. Biliyoruz olay bir takvim hareketinden ibaret. Duvardaki takvimi değiştireceğiz hepsi o. Bugün ne ise yarın da o olacak. Ancak özel günlerin, gecelerin icad edilmesinin kapitalist beklentiler dışında, insan ruhunda bir tazelenme, hayata tutunma gibi işlevleri de olduğu aşikar.

O zaman buyursun gelsin arkadaşımız. Nasıl olsa birlikte 365gün geçireceğiz. Şimdilik başımızın üstünde yeri var. Zaten zaman geçtikçe, o başımızdan    aşağı inip bizi kucağına oturtacak.


Hamiş: Küçük bir not da Yeni yıl kutlamalarına karşı olup, Mekke'nin fethini bazen rumi, bazen miladi, bazen hicri takvime göre bu işe bahane etmek isteyen kardeşlere; Gidin evinize yatın kardeşim...

Bendeniz uzun yıllardır yeni yılı bırak kutlamayı çekirdek çıtlatarak bile girmem. Hesap kitap yaparım yılın son ayında hayata dair. İşlere dair. Son hafta bu daha da artar. Ne kazandık, ne kaybettik. Neler oldu neler geldi, kimler geçti gitti. Size de tavsiye ederim. İçip, sıçıp ne kadar rezil olursak o kadar iyi demekten iyidir.

Öncelikle memleketin hali ekonomi hariç pek de hoşuma gitmiyor. Mazallah dış düşman sayısı arttı. Sıfır sorun politikası başına 1 eklenip en az 10 olmuş durumda. Terör belası ile mücadele derken, 30-40 g.doğulu vatandaşımızı bombalamamızın şoku ise hepimizin üzerinde. Tabi bu şok geçince anlıyoruz ki vatandaşlarımız kaçakçı imiş, buna göz yumuluyormuş geçim kaynakları yok diye. Düşünmesi bile üzücü, can sıkıcı.

Net alemi blogdan face'ye ordan twittere doğru akıyor. Ben TV programlarında twitter adresleri görmek dışında pek birşey anlamıyorum hala twitterden. İhtimal ki öyle de ölüp gidicem. Napim bir yanım da eksik kalsın. Face ve blog mesajlarım oraya otomatik gidiyor zaten. Üzücü ama blog dünyası kan kaybediyor, su üstüne yazılan yazılar daha rağbet görüyor.

İşler, güçler dersen ülkemiz acayip kalkınıyormuş ama nedense bu bana pek yansımıyor. Kötü giderken acayip kalın yansırdı. Her krizde bir yerime batmış kıymık izleri var. Yara, bereleri de saracağız ama bankacılık sektörünün hiç arkamızı boş bıraktığı yok ki. Buna bir de telekom sektörünü eklemek gerek. Şimdi elektrik sektörü de sıraya girmiş durumda. Hepimizi öpen öpene, yeni yıllarda bu ilişkiden doğacak çocukların babaları belli olmayacak bu gidişle.

Yaş ilerliyor. Henüz romatizmalarım azmadı ama romantizm cephesinde biraz azalma var. Hayata daha mı gerçekçi bakıyorum bugünlerde bilmem. Şiir miir yazamıyorum mesela. Güzel aşk, meşk sözleri gelip gidiyor bazen. O da muhatabına ulaşmadan havada asılıp kalıyor.

Karın doyuran işlere doğru bir meyil var bende. Giderayak paracı bir moruk olup çıkmaktan korkuyorum. Bu yılbaşında kimse bilet almasın diye bir sürü umut kırıcı mesaj yazdım Face'de. Bana çıkçak siz almayın diye. Umarım MP beni dava etmez:)) Zaten bana çıkarsa da yarısını Face arkadaşlarıma dağıtacağımı söylemiştim. Bazıları bilet almayı unuttuğumu duyarlarsa çok kızacaklar:)

Kilo veremiyorum. Sağlıklı bir bünye için vermek şartmış ama bu yaştan sonra cinsel tercihimi mi değiştireyim canım. Veremiyorum işte. Eskiden olsa veresiye bile verirdim. Ona güven buna güven, ne satarsan sat alan geri gelmiyor. Artık veresiyeyi de kestik. Yeni yılın ilk icraatı dükkana bir veresiye verilmez yazısı asmak olacak. 

Yarım kalmış bir sürü blog yazım var. Yeni yılda gaza gelir, bir heyecanla belki hepsini tamamlarım. Belki de bu iştahsızlıkla sürünür dururlar bir gün bu adam bize ne zaman bir el atıp yazacak diye.


Hayatta en kötü şey, umutsuzluk, heyecansızlık, yeni birşeyler yapma arzusunu yitirmek. Zaman geçtikçe de ruh haliniz o oluyor zaten. Hatta bazen hayatın size yüklediği dertler sıkıntılar bile ona tutunmak için bir ilaç gibi gelebiliyor. En azından başınızdan atmanız gereken bir derdiniz sizi meşgul ediyor.

Yeni bir yıl, bir bebek, bir genç kız ya da erkek ile temsil edilir. Buyursun gelsin hoşgelsin. Biliyoruz olay bir takvim hareketinden ibaret. Duvardaki takvimi değiştireceğiz hepsi o. Bugün ne ise yarın da o olacak. Ancak özel günlerin, gecelerin icad edilmesinin kapitalist beklentiler dışında, insan ruhunda bir tazelenme, hayata tutunma gibi işlevleri de olduğu aşikar.

O zaman buyursun gelsin arkadaşımız. Nasıl olsa birlikte 365gün geçireceğiz. Şimdilik başımızın üstünde yeri var. Zaten zaman geçtikçe, o başımızdan    aşağı inip bizi kucağına oturtacak.


Hamiş: Küçük bir not da Yeni yıl kutlamalarına karşı olup, Mekke'nin fethini bazen rumi, bazen miladi, bazen hicri takvime göre bu işe bahane etmek isteyen kardeşlere; Gidin evinize yatın kardeşim...

Babanız kurban olsun size

Hiç yorum yok:
Rating canavarına karşı yapılan operasyonun en güzel tarafı en azından bir müddet sevdiğimiz dizi ve programlara dokunulamayacak olması.

Ben beğendiğim diziyi herkes beğenir; bu AGB ölçümleri de ona göre yapılıyor herhalde diye saf saf düşünenlerdendim. Gel gör ki öyle değilmiş. Bu işin cılkı çoktan çıkmışmış zaten. Oh olsun! O zaman deney faresi modundan çıkıp, beğendiğim bir diziyi daha paylaşayım sizinle. Belki izler, siz de beğenirsiniz.

FOX Tv'de yayınlanan "Babam için" dizisi: Dizi hakkında ayrıntılı bilgiyi şu arkadaş blogunda yazmış okumanızı salık veririm. Dizi kısaca, özlediğimiz tipte bir babanın ailesini bir arada tutma çabasını ve çocuklar etrafında  gelişen olayları anlatıyor. Dizide, baba rolünde karikatürist ve oyuncu "Hasan KAÇAN" yer alırken, diğer rollerde bir çok tanıdık simanın yanında yeni yüzler de rol alıyor.

Dizinin en sevdiğim yanı ise, sıradan (bizden) karakterler içermesi. Bizlere gülümsemenin yanında unuttuğumuz aile değerleri ve en önemlisi "gözyaşımızı" da yeniden hediye etmesi.

Daha fazla anlatmak yerine, diziyi izlemenizi tavsiye ederim.

Rating canavarına karşı yapılan operasyonun en güzel tarafı en azından bir müddet sevdiğimiz dizi ve programlara dokunulamayacak olması.

Ben beğendiğim diziyi herkes beğenir; bu AGB ölçümleri de ona göre yapılıyor herhalde diye saf saf düşünenlerdendim. Gel gör ki öyle değilmiş. Bu işin cılkı çoktan çıkmışmış zaten. Oh olsun! O zaman deney faresi modundan çıkıp, beğendiğim bir diziyi daha paylaşayım sizinle. Belki izler, siz de beğenirsiniz.

FOX Tv'de yayınlanan "Babam için" dizisi: Dizi hakkında ayrıntılı bilgiyi şu arkadaş blogunda yazmış okumanızı salık veririm. Dizi kısaca, özlediğimiz tipte bir babanın ailesini bir arada tutma çabasını ve çocuklar etrafında  gelişen olayları anlatıyor. Dizide, baba rolünde karikatürist ve oyuncu "Hasan KAÇAN" yer alırken, diğer rollerde bir çok tanıdık simanın yanında yeni yüzler de rol alıyor.

Dizinin en sevdiğim yanı ise, sıradan (bizden) karakterler içermesi. Bizlere gülümsemenin yanında unuttuğumuz aile değerleri ve en önemlisi "gözyaşımızı" da yeniden hediye etmesi.

Daha fazla anlatmak yerine, diziyi izlemenizi tavsiye ederim.

Pazartesi beklenen İstanbul depremi

Hiç yorum yok:
Ülkemizin tanınmış deprem uzmanı profesörlerce yılbaşı öncesi kritik bir 15güne girildiği bildirildiği günden beri İstanbul'da büyük çaplı yıkımlara sebep olacak ve tüm marmara bölgesini etkileyecek 7-8 büyüklüğünde beklenen deprem öncesi vatandaşların panik halinde önlem almaya çalıştığı gözleniyor.

Bir çok bakkal ve markette deprem çantaları tükendi. İnsanlar evlerine çağırdıkları ustalara mobilyalarını duvarlara tesbit ettiriyorlar. Zemin etüdleri ve bina sağlamlaştırmaları bir çok binada geçen ay tamamlanmıştı.
Okullarda çocuklara verilen deprem eğitimleri sayesinde evlerde anne babalarda duyarlı hale geldi. Herkesin deprem çantası yatağının başucunda. vs vs vs..

Her gün tvlerde deprem haberleri izliyoruz. Simav ve Van depremleri çok taze. Hala çadırlarda yaşayan insanlar, çıkan yangınlarda ölen çocuklar... Deprem dedenin sürekli yıllardır dilinde tüy bitmesine rağmen bir çoğumuz yine mal gibi yatıp uyuyoruz. Önlem mönlem aldığımız yok. Bir an deprem oluyor, yıkım oluyor. Acılar travmalar sonra unutup gidiyoruz.

Deprem gerçeği ile yaşamak, her an hazır olmaya çalışmak demek depreme. Ama hazır olsaydık böyle olur muydu. Her işimiz gibi depreme hazırlığımız da Türk işi. Allah'a emanet gidiyoruz ama müteahhite emanet edilmiş canlarımız. Sonra da kendi ihmallerimize.

Sahi kaç kişinin deprem çantası var evinde. Yakınında kaç kişi mobilyalarını duvara sabitletti? Siz hala başlığa mı takıldınız. Evet bu Pazartesi İstanbul'da deprem olacak. İnanmıyor musunuz. Girin bakın Kandilli verilerine her an her gün Türkiye'de bir yerlerde deprem oluyor.

Şiddetini Allah bilir, yıkımını da büyük ölçüde bizim ihmal ve  davranışlarımız belirliyor...
O yüzden bu yazıyı okumanız bitince lütfen şu linke de bir göz atın.
Ülkemizin tanınmış deprem uzmanı profesörlerce yılbaşı öncesi kritik bir 15güne girildiği bildirildiği günden beri İstanbul'da büyük çaplı yıkımlara sebep olacak ve tüm marmara bölgesini etkileyecek 7-8 büyüklüğünde beklenen deprem öncesi vatandaşların panik halinde önlem almaya çalıştığı gözleniyor.

Bir çok bakkal ve markette deprem çantaları tükendi. İnsanlar evlerine çağırdıkları ustalara mobilyalarını duvarlara tesbit ettiriyorlar. Zemin etüdleri ve bina sağlamlaştırmaları bir çok binada geçen ay tamamlanmıştı.
Okullarda çocuklara verilen deprem eğitimleri sayesinde evlerde anne babalarda duyarlı hale geldi. Herkesin deprem çantası yatağının başucunda. vs vs vs..

Her gün tvlerde deprem haberleri izliyoruz. Simav ve Van depremleri çok taze. Hala çadırlarda yaşayan insanlar, çıkan yangınlarda ölen çocuklar... Deprem dedenin sürekli yıllardır dilinde tüy bitmesine rağmen bir çoğumuz yine mal gibi yatıp uyuyoruz. Önlem mönlem aldığımız yok. Bir an deprem oluyor, yıkım oluyor. Acılar travmalar sonra unutup gidiyoruz.

Deprem gerçeği ile yaşamak, her an hazır olmaya çalışmak demek depreme. Ama hazır olsaydık böyle olur muydu. Her işimiz gibi depreme hazırlığımız da Türk işi. Allah'a emanet gidiyoruz ama müteahhite emanet edilmiş canlarımız. Sonra da kendi ihmallerimize.

Sahi kaç kişinin deprem çantası var evinde. Yakınında kaç kişi mobilyalarını duvara sabitletti? Siz hala başlığa mı takıldınız. Evet bu Pazartesi İstanbul'da deprem olacak. İnanmıyor musunuz. Girin bakın Kandilli verilerine her an her gün Türkiye'de bir yerlerde deprem oluyor.

Şiddetini Allah bilir, yıkımını da büyük ölçüde bizim ihmal ve  davranışlarımız belirliyor...
O yüzden bu yazıyı okumanız bitince lütfen şu linke de bir göz atın.

Nitelikli çoğunluk aranıyor

Hiç yorum yok:
Eskiden buralar hep dutluktu. Biz kırk kişiydik birbirimizi bilirdik. Sonra ne oldu birden blog dünyası popüler oldu ardından herkes herkesi eklemeye başladı. Derken bir baktık bir kaç yüz kişi bizi ekliyor. Bazılarımızın izleyici sayısı binleri buldu. Ama bir atasözü daha gerçekleşti ardından "nerde çokluk orda yokluk." Sayılar birileri için çok anlam ifade etse de işin niteliğini düşündüğünüzde durum hiç de öyle göründüğü gibi değil.

Aynı şey bu kez çok daha korkunç biçimde Facebook ardından da Twitter'de başına geldi insanların. Sahi ne yapacaksınız, yüzlerce sizi takip edecek kişiyi. Ya da sizi takip eden yüzlerce kişi, ne yapacak sizin ağzınızdan çıkan kelimeleri.

Hurra! "Altına hücum" kültürü sona erecek birgün. Taze ot'a konan sinekler gibi her çıkan yeni uygulamanın "okunu yayından" çıkarmaktan vazgeçecek ve nitelikli yazılar, nitelikli yazarlar okumaya başlayacağız. En azından arkadaş çevremizden, ya da yazılarına anlam yükleyebildiğimiz, gerçekten kalemi güçlü insanlardan oluşan bir takip listemiz olacak. Herkes kendi ilgi alanına göre bir kaç on tane blog izleyecek. Hızla eklediğimiz sayfaları hızla gözden çıkaracağız. Çünkü herkesi izleyelim derken, şimdi kimse hiç kimseyi izleyemez, okuyamaz hale geldi. Her ağzımızdan çıkanı Tweet'lemekten de blog yazamaz olduk. Samanlıkta iğne arıyoruz, düşüncelerimizi çöpe atıyoruz yani.

Tabi ki herkesin yazdıkları kendince değerli, tabi ki bizim önemsediğimiz birini diğeri önemsemeyebilir. İlgi alanlarımız, yazılardan aldığımız tadlar değişebilir. Zaten olması gereken de bu. İnternet gerçekten bir okyanus. Yeni medya düzeninin "hit adamları" her yerdeler. Çünkü her yerde olmak zorundalar. Bir kaç gün, birşeyler yazmasalar kaybolup gidecek belki de sahte yıldız ışıkları. Kimileri bu işe kendini kaptırmış, kimileri ise sanal şöhretin gelip geçici olduğunun farkında, doğru bildiği yolda devam ediyor...

Her ne olursa olsun, yine küçük çemberimizin içine dönüp, biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz diyerek, daha samimi daha içten sohbet ve paylaşımlara döneceğiz. Tribünlere oynamayı bırakıp, kendi bahçemizde neşeli, sıcak sohbetlere dönmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Eskiden buralar hep dutluktu. Biz kırk kişiydik birbirimizi bilirdik. Sonra ne oldu birden blog dünyası popüler oldu ardından herkes herkesi eklemeye başladı. Derken bir baktık bir kaç yüz kişi bizi ekliyor. Bazılarımızın izleyici sayısı binleri buldu. Ama bir atasözü daha gerçekleşti ardından "nerde çokluk orda yokluk." Sayılar birileri için çok anlam ifade etse de işin niteliğini düşündüğünüzde durum hiç de öyle göründüğü gibi değil.

Aynı şey bu kez çok daha korkunç biçimde Facebook ardından da Twitter'de başına geldi insanların. Sahi ne yapacaksınız, yüzlerce sizi takip edecek kişiyi. Ya da sizi takip eden yüzlerce kişi, ne yapacak sizin ağzınızdan çıkan kelimeleri.

Hurra! "Altına hücum" kültürü sona erecek birgün. Taze ot'a konan sinekler gibi her çıkan yeni uygulamanın "okunu yayından" çıkarmaktan vazgeçecek ve nitelikli yazılar, nitelikli yazarlar okumaya başlayacağız. En azından arkadaş çevremizden, ya da yazılarına anlam yükleyebildiğimiz, gerçekten kalemi güçlü insanlardan oluşan bir takip listemiz olacak. Herkes kendi ilgi alanına göre bir kaç on tane blog izleyecek. Hızla eklediğimiz sayfaları hızla gözden çıkaracağız. Çünkü herkesi izleyelim derken, şimdi kimse hiç kimseyi izleyemez, okuyamaz hale geldi. Her ağzımızdan çıkanı Tweet'lemekten de blog yazamaz olduk. Samanlıkta iğne arıyoruz, düşüncelerimizi çöpe atıyoruz yani.

Tabi ki herkesin yazdıkları kendince değerli, tabi ki bizim önemsediğimiz birini diğeri önemsemeyebilir. İlgi alanlarımız, yazılardan aldığımız tadlar değişebilir. Zaten olması gereken de bu. İnternet gerçekten bir okyanus. Yeni medya düzeninin "hit adamları" her yerdeler. Çünkü her yerde olmak zorundalar. Bir kaç gün, birşeyler yazmasalar kaybolup gidecek belki de sahte yıldız ışıkları. Kimileri bu işe kendini kaptırmış, kimileri ise sanal şöhretin gelip geçici olduğunun farkında, doğru bildiği yolda devam ediyor...

Her ne olursa olsun, yine küçük çemberimizin içine dönüp, biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz diyerek, daha samimi daha içten sohbet ve paylaşımlara döneceğiz. Tribünlere oynamayı bırakıp, kendi bahçemizde neşeli, sıcak sohbetlere dönmenin zamanı geldi de geçiyor bile.

Türk erkeğine dayak dersleri

Hiç yorum yok:
"Devletin eli suçlulara karşı yumuşadıkça, normal vatandaşın ötekinden gördüğü şiddet ve baskı artar."

"Yüzüne yüzüne vurma iz bırakırsın, yumuşak yerlerine vur bereleri çabuk iyileşir." Siz şiddeti önlemek üzere toplumsal eğitimi veremezsiniz ama suçlular birbirinin kardeşi gibi babadan oğula, abiden kardeşe, sağdıçtan arkadaşa dayak atma öğretisini aktarır." 

CMUK'tan bu yana AB uyum yasaları ile birlikte çıkan her kanun suçlular lehine bir takım kolaylıklar getirirken, zanlı durumuna düşen masum vatandaşların işini zorlaştırıyor diye bir görüşe sahibim. İnanırsınız, inanmazsınız ama katiller, caniler, belalı adamlar bir şekilde her türlü zanlı lehine haklardan yararlanırken, kazara içeri girmiş, gözaltına alınmış vatandaşlar için durum ızdıraba dönüşüyor bence. 

İşte kadınlar da bu yüzden dayak yiyor. Kimi kime şikayet edecek. Kocam beni dövdü diyerek gidebileceği yer baba ocağı da olsa, devlet kurumu da olsa hadi öpüşün barışınla noktalanacak bir süreç. Arkasından evde yine eşek sopası. Oysa karısını döven adamı "öyle dövülmez böyle dövülür" diye döven bir sistem olsa, acaba durum daha mı iyi olur diye düşünmüyor değilim.

Yani temel sorun kadına şiddet uygulayan insanların "geçmişlerinde şiddet görmüş masum kişiler olmaları" değil, şiddet uyguladıklarında kendilerini eşek sudan gelene kadar dövecek, yaptıklarına onları bin pişman edecek bir sistemin, mekanizmanın kurulamamış olmasıdır.

Bence....

Hamiş : Döveni dövmek mecaz anlamında kullanılmıştır. Cezaların caydırıcılığı söz konusu edilmiştir.
"Devletin eli suçlulara karşı yumuşadıkça, normal vatandaşın ötekinden gördüğü şiddet ve baskı artar."

"Yüzüne yüzüne vurma iz bırakırsın, yumuşak yerlerine vur bereleri çabuk iyileşir." Siz şiddeti önlemek üzere toplumsal eğitimi veremezsiniz ama suçlular birbirinin kardeşi gibi babadan oğula, abiden kardeşe, sağdıçtan arkadaşa dayak atma öğretisini aktarır." 

CMUK'tan bu yana AB uyum yasaları ile birlikte çıkan her kanun suçlular lehine bir takım kolaylıklar getirirken, zanlı durumuna düşen masum vatandaşların işini zorlaştırıyor diye bir görüşe sahibim. İnanırsınız, inanmazsınız ama katiller, caniler, belalı adamlar bir şekilde her türlü zanlı lehine haklardan yararlanırken, kazara içeri girmiş, gözaltına alınmış vatandaşlar için durum ızdıraba dönüşüyor bence. 

İşte kadınlar da bu yüzden dayak yiyor. Kimi kime şikayet edecek. Kocam beni dövdü diyerek gidebileceği yer baba ocağı da olsa, devlet kurumu da olsa hadi öpüşün barışınla noktalanacak bir süreç. Arkasından evde yine eşek sopası. Oysa karısını döven adamı "öyle dövülmez böyle dövülür" diye döven bir sistem olsa, acaba durum daha mı iyi olur diye düşünmüyor değilim.

Yani temel sorun kadına şiddet uygulayan insanların "geçmişlerinde şiddet görmüş masum kişiler olmaları" değil, şiddet uyguladıklarında kendilerini eşek sudan gelene kadar dövecek, yaptıklarına onları bin pişman edecek bir sistemin, mekanizmanın kurulamamış olmasıdır.

Bence....

Hamiş : Döveni dövmek mecaz anlamında kullanılmıştır. Cezaların caydırıcılığı söz konusu edilmiştir.

Kral çıplak'taki ürkek prenses

Hiç yorum yok:
Kral Çıplak'tan bir Pucca geçti. Program biraz "Abi kız arkadaşımı senin programa çıkarsak" görüntüsü verse de "Okan BAYÜLGEN"i bilenler hatır için çok da fazla "çiğ tavuk" yemeğeceğini de tahmin ederler.

Pucca blogcular arasından çıkmış en ünlü kişi şu anda. Kitapları satılıyor, okunuyor da ihtimal. Röportajları yayınlanıyor ve iyi kötü bir kariyer sahibi oluyor. Sosyal medya'nın kendisine ilgisi ortadayken bir TV programında yer almasından doğal da bir şey yok. Bu anlamda rating açısından da doğru bir tercih.

Kişisel kanaatim "Kral Çıplak" (formatı biraz esnemiş olduğundan tölere edilebilir ama) Pucca'mıza bir beden büyük gelmiş gibi durdu. Belki Disko Kralı'nda konuklar arasında kaynamak daha iyi de olabilirdi. Ancak doğal davranışı, mütevaziliği ve asla şımarık bir görüntü vermemesiyle gerek Okan BAYÜLGEN, gerek de eleştirmenler tarafından hoşgörülen bir sohbet olduğunu düşünüyorum. Bilenler iyi bilir Okan BAYÜLGEN Kral Çıplak'da konuklarını kollar zaten. Ancak Pucca'da şımarıklık, kibir ve kapasite üstü bir böbürlenme görseydi  ufaktan iğnelemekten geri durmazdı diye düşünüyorum.

Heyecan, amatör ruh taşıyan insanlar için kaçınılmaz birşey ve profesyonel dünyada aksi düşünülse de, o heyecanı taşımak, onunla yaşamak çok güzel bir duygu. Pucca'da bunu gördük. Gördüğümüz bir başka şey'de blog yazarlığının bizzat Pucca'nın deyimiyle bir edebiyatçı kimliği olmadığı. (ki bir yazımda bunu hepimiz için söylemiştim). Tabi ki aramızda kalem tutan eli, edebi metinler yazan kişiler de var. Ya da gazeteci - yazar olabilecek kapasitede üretken insanlar da var. Pucca'da aslında kendisini yazılarından ve bir zamanlar bir iki DM alışverişinden tanıdığım kadarıyla böyle bir potansiyele sahip bir arkadaşımız. Merak edenler pek dikkat etmemiş olsalar da onun "az okunan" ama bence "daha sağlam" yazdığı diğer bloglarını ve şiirlerini okusunlar.

Ben şahsen o bloglarını daha çok severek okuduğum Pucca'nın biraz daha düşünce yapısını, entellektüel yanını yansıtabildiği bir sohbet olsun isterdim. Ancak gerek heyecanı, gerek bir tercih olarak popüler olan ve kendine para kazandıracak olan yanını yansıtması kaçınılmaz oldu. Nitekim programa telefonla katılan arkadaşlarımız da onun bu yanından başka bir yanına vurgu yapmadılar. Zaten benim sevdiğim bloglarının güncellenme tarihlerine bakarsanız Pucca'nın da beklentimin aksine ama doğru yönde bir tercih yapmış olduğunu görürsünüz.

Fiziki görüntüsü "Pamuk Prenses yada Marlyn Monro" bekleyenleri yine hayal kırıklığına uğratmış olsa da Okan BAYÜLGEN'in de vurguladığı gibi güzellik göreceli ve bir yazardan beklenen güzel olması değil, güzel yazması. Üstelik eniştemiz beğenmiş bize "ot" yemek düşer diyerek o konudaki eleştirileri dikkate almamak gerektiği kanısındayım. Öte yandan bu durumun Pucca'nın kariyerini "Pucca soyundu, orasını burasını açtı" türü magazin haberleri yerine "Pucca şunu da yazdı" türünde geliştirmesi için herkes adına hayırlı bir şey olduğunu düşünmekteyim.

Benim beklentim şahsen "Rus Edebiyatı'nı" okumuş bir kızın, diğer bloglarındaki gibi, popüler kültürden biraz daha uzak, elle tutulur cümleler kurmasıydı. Bu beklentimi kendisinden önceki konuk: Üstad "Toron KARACAOĞLU" yükseltti haliyle. Doğuş ya da Nihat DOĞAN'dan sonra bir Pucca sohbeti dinlemenin tadı ile "Üstad"ın o enfes sohbeti üstüne dinlemek aynı etkiyi yapmadı tabi ki bende. Bunda Pucca'nın bir suçu yok. Okan BAYÜLGEN'de "bence bu kadar yeter" diyerek sohbeti zihinlerde "Pucca'da bu muymuş?" sorusunun sorulmasına fırsat vermeyecek iyi bir zamanda kesti. 

Bence Kral ÇIPLAK'a çıkıyor olmak Pucca gibi içimizden gelen bir blogger ve sosyal medya ünlüsü için azımsanmayacak bir değer ifade ediyor. Genel'de Okan BAYÜLGEN'in programlarına "seyirci" olarak katılmak bile bir kıvanç sebebi iken konuk olmak elbette önemli. Kutlarım.

İleride sevgili arkadaşımıza başarılarının devamını dilerken, bir DM'de kendisine söylediğim gibi "marka"sını bir takım tüketim ürünleri ile taçlandırmasını (bir parfüm markası, bir iç giyim markası vs)tavsiye ederim. Kendisinin de bildiği gibi günümüzde çok çabuk tüketilen, yanıp sönen bir yıldıza dönüşmeden önce tahminen "3.kitaptan sonra" tutmayacağını bilse bile bizlere daha "sağlam" bir edebi ürün sunmasını bekliyorum.

Ayrıca, mümkünse kendisini popüler kültürden (blog yazan, tweet atan bir yıldızdan) biraz daha öteye bir "yazar"a dönüştürme yolunda, zaten var olan potansiyelini harekete geçirecek (eğitim vb.) adımlar atması yararına olacaktır diye düşünüyorum.

İbrahim ORTAÇ
Kral Çıplak'tan bir Pucca geçti. Program biraz "Abi kız arkadaşımı senin programa çıkarsak" görüntüsü verse de "Okan BAYÜLGEN"i bilenler hatır için çok da fazla "çiğ tavuk" yemeğeceğini de tahmin ederler.

Pucca blogcular arasından çıkmış en ünlü kişi şu anda. Kitapları satılıyor, okunuyor da ihtimal. Röportajları yayınlanıyor ve iyi kötü bir kariyer sahibi oluyor. Sosyal medya'nın kendisine ilgisi ortadayken bir TV programında yer almasından doğal da bir şey yok. Bu anlamda rating açısından da doğru bir tercih.

Kişisel kanaatim "Kral Çıplak" (formatı biraz esnemiş olduğundan tölere edilebilir ama) Pucca'mıza bir beden büyük gelmiş gibi durdu. Belki Disko Kralı'nda konuklar arasında kaynamak daha iyi de olabilirdi. Ancak doğal davranışı, mütevaziliği ve asla şımarık bir görüntü vermemesiyle gerek Okan BAYÜLGEN, gerek de eleştirmenler tarafından hoşgörülen bir sohbet olduğunu düşünüyorum. Bilenler iyi bilir Okan BAYÜLGEN Kral Çıplak'da konuklarını kollar zaten. Ancak Pucca'da şımarıklık, kibir ve kapasite üstü bir böbürlenme görseydi  ufaktan iğnelemekten geri durmazdı diye düşünüyorum.

Heyecan, amatör ruh taşıyan insanlar için kaçınılmaz birşey ve profesyonel dünyada aksi düşünülse de, o heyecanı taşımak, onunla yaşamak çok güzel bir duygu. Pucca'da bunu gördük. Gördüğümüz bir başka şey'de blog yazarlığının bizzat Pucca'nın deyimiyle bir edebiyatçı kimliği olmadığı. (ki bir yazımda bunu hepimiz için söylemiştim). Tabi ki aramızda kalem tutan eli, edebi metinler yazan kişiler de var. Ya da gazeteci - yazar olabilecek kapasitede üretken insanlar da var. Pucca'da aslında kendisini yazılarından ve bir zamanlar bir iki DM alışverişinden tanıdığım kadarıyla böyle bir potansiyele sahip bir arkadaşımız. Merak edenler pek dikkat etmemiş olsalar da onun "az okunan" ama bence "daha sağlam" yazdığı diğer bloglarını ve şiirlerini okusunlar.

Ben şahsen o bloglarını daha çok severek okuduğum Pucca'nın biraz daha düşünce yapısını, entellektüel yanını yansıtabildiği bir sohbet olsun isterdim. Ancak gerek heyecanı, gerek bir tercih olarak popüler olan ve kendine para kazandıracak olan yanını yansıtması kaçınılmaz oldu. Nitekim programa telefonla katılan arkadaşlarımız da onun bu yanından başka bir yanına vurgu yapmadılar. Zaten benim sevdiğim bloglarının güncellenme tarihlerine bakarsanız Pucca'nın da beklentimin aksine ama doğru yönde bir tercih yapmış olduğunu görürsünüz.

Fiziki görüntüsü "Pamuk Prenses yada Marlyn Monro" bekleyenleri yine hayal kırıklığına uğratmış olsa da Okan BAYÜLGEN'in de vurguladığı gibi güzellik göreceli ve bir yazardan beklenen güzel olması değil, güzel yazması. Üstelik eniştemiz beğenmiş bize "ot" yemek düşer diyerek o konudaki eleştirileri dikkate almamak gerektiği kanısındayım. Öte yandan bu durumun Pucca'nın kariyerini "Pucca soyundu, orasını burasını açtı" türü magazin haberleri yerine "Pucca şunu da yazdı" türünde geliştirmesi için herkes adına hayırlı bir şey olduğunu düşünmekteyim.

Benim beklentim şahsen "Rus Edebiyatı'nı" okumuş bir kızın, diğer bloglarındaki gibi, popüler kültürden biraz daha uzak, elle tutulur cümleler kurmasıydı. Bu beklentimi kendisinden önceki konuk: Üstad "Toron KARACAOĞLU" yükseltti haliyle. Doğuş ya da Nihat DOĞAN'dan sonra bir Pucca sohbeti dinlemenin tadı ile "Üstad"ın o enfes sohbeti üstüne dinlemek aynı etkiyi yapmadı tabi ki bende. Bunda Pucca'nın bir suçu yok. Okan BAYÜLGEN'de "bence bu kadar yeter" diyerek sohbeti zihinlerde "Pucca'da bu muymuş?" sorusunun sorulmasına fırsat vermeyecek iyi bir zamanda kesti. 

Bence Kral ÇIPLAK'a çıkıyor olmak Pucca gibi içimizden gelen bir blogger ve sosyal medya ünlüsü için azımsanmayacak bir değer ifade ediyor. Genel'de Okan BAYÜLGEN'in programlarına "seyirci" olarak katılmak bile bir kıvanç sebebi iken konuk olmak elbette önemli. Kutlarım.

İleride sevgili arkadaşımıza başarılarının devamını dilerken, bir DM'de kendisine söylediğim gibi "marka"sını bir takım tüketim ürünleri ile taçlandırmasını (bir parfüm markası, bir iç giyim markası vs)tavsiye ederim. Kendisinin de bildiği gibi günümüzde çok çabuk tüketilen, yanıp sönen bir yıldıza dönüşmeden önce tahminen "3.kitaptan sonra" tutmayacağını bilse bile bizlere daha "sağlam" bir edebi ürün sunmasını bekliyorum.

Ayrıca, mümkünse kendisini popüler kültürden (blog yazan, tweet atan bir yıldızdan) biraz daha öteye bir "yazar"a dönüştürme yolunda, zaten var olan potansiyelini harekete geçirecek (eğitim vb.) adımlar atması yararına olacaktır diye düşünüyorum.

İbrahim ORTAÇ

İyi ki varsın iyilik kardeşim

Hiç yorum yok:
Biz müslümanlar her insanın sol ve sağ omuzlarında iki kâtip melek olduğuna ve iyi kötü yaptıklarımızı kaydettiklerine inanırız. Hristiyan kaynaklarında bunlar melek ve şeytan olarak vurgulanır. İslam inancında meleklerden biri günahları biri sevapları yazarken, Hristiyan kaynaklarında kayıt etmek yerine şeytan kötülük yaptırmaya, melek iyilik yaptırmaya uğraşır durur. Hatta burdan bakınca yaşadığımız dünyada Şeytan fazla mesai yapıyor bile sayılabilir.

Ben de bir insan ruhunun 3 kardeş olduğuna inanırım. "Aslı, iyilik ve kötülük kardeşleri." Düşününce şahsen bir insan olarak kendi aklıma gelen kötülüklerden korkarım. Her aklına geleni yapmaya kalksa her insan kolayca bir canavara dönüşebilir. Nitekim bir çok kötü örneği (çocuk tecavüzcüleri, sapıklar, katiller)görüyor biliyoruz. Yüce Tanrı'nın kötülük yapabilme potansiyeli ile yarattığı insana, kendini frenliyen bir otokontrol mekanizması eklemiş olması büyük bir nimet. Siz adına ne derseniz diyin ben ona "iyilik kardeşim" diyorum ve "kötülük" kardeşim ipin ucunu kaçırmasın diye ona sığınıyorum.

İnsanlara zarar vermek, can yakmak çok zor birşey değildir. Zaman zaman da olsa öfkelendiğinizde  içinizdeki bu "kötülük kardeşiniz"i gönül aynanızda görmüşsünüzdür mutlaka. Öyle ki bazen tamamen "nefsinizin heva ve heves"i ile sizi bambaşka birine de dönüştürebilir. Tercihi kötülükten yana olanlar haricinde hata yapan bir çok insan bir süre sonra kendi iç dünyasında kendisi ile hesaplaşır ve sonraki adımlarını kontrol etmeğe iyi yönde değişmeye çabalar.

Bunda içinizdeki "iyilik kardeşiniz"in emeği büyüktür. Bir kötülükten vazgeçtiğinizde ya da iyi bir şey yaptığınızda Tanrı'ya şükrederken, bir yandan da aynada kendi gözlerinizin ışıltısına bakıp, çok şımarmadan "İyi ki varsın iyilik kardeşim" der misiniz? Bugün hala az çok iyi bir insansanız, az çok bu dünya yaşanabilir bir yerse "O bunu gerçekten hakediyor"

Biz müslümanlar her insanın sol ve sağ omuzlarında iki kâtip melek olduğuna ve iyi kötü yaptıklarımızı kaydettiklerine inanırız. Hristiyan kaynaklarında bunlar melek ve şeytan olarak vurgulanır. İslam inancında meleklerden biri günahları biri sevapları yazarken, Hristiyan kaynaklarında kayıt etmek yerine şeytan kötülük yaptırmaya, melek iyilik yaptırmaya uğraşır durur. Hatta burdan bakınca yaşadığımız dünyada Şeytan fazla mesai yapıyor bile sayılabilir.

Ben de bir insan ruhunun 3 kardeş olduğuna inanırım. "Aslı, iyilik ve kötülük kardeşleri." Düşününce şahsen bir insan olarak kendi aklıma gelen kötülüklerden korkarım. Her aklına geleni yapmaya kalksa her insan kolayca bir canavara dönüşebilir. Nitekim bir çok kötü örneği (çocuk tecavüzcüleri, sapıklar, katiller)görüyor biliyoruz. Yüce Tanrı'nın kötülük yapabilme potansiyeli ile yarattığı insana, kendini frenliyen bir otokontrol mekanizması eklemiş olması büyük bir nimet. Siz adına ne derseniz diyin ben ona "iyilik kardeşim" diyorum ve "kötülük" kardeşim ipin ucunu kaçırmasın diye ona sığınıyorum.

İnsanlara zarar vermek, can yakmak çok zor birşey değildir. Zaman zaman da olsa öfkelendiğinizde  içinizdeki bu "kötülük kardeşiniz"i gönül aynanızda görmüşsünüzdür mutlaka. Öyle ki bazen tamamen "nefsinizin heva ve heves"i ile sizi bambaşka birine de dönüştürebilir. Tercihi kötülükten yana olanlar haricinde hata yapan bir çok insan bir süre sonra kendi iç dünyasında kendisi ile hesaplaşır ve sonraki adımlarını kontrol etmeğe iyi yönde değişmeye çabalar.

Bunda içinizdeki "iyilik kardeşiniz"in emeği büyüktür. Bir kötülükten vazgeçtiğinizde ya da iyi bir şey yaptığınızda Tanrı'ya şükrederken, bir yandan da aynada kendi gözlerinizin ışıltısına bakıp, çok şımarmadan "İyi ki varsın iyilik kardeşim" der misiniz? Bugün hala az çok iyi bir insansanız, az çok bu dünya yaşanabilir bir yerse "O bunu gerçekten hakediyor"

Ben yumurtladım

Hiç yorum yok:
Aforizmalar


* Hala içtiğim çaydan arttırdığım kesme şekerlerle zengin olma hayallerim var benim.


* İnsandan insana fark var. Kimisi başını alır gider, kimisi Basın'ı alır gider.


* Emperyal hayaller, emperyal düşmanlar yaratır.


* Bir süre seni anlamasını beklersin, bir süre de arkandan ağlamasını. Sonra da niye bekledim ki bu kadar diye kendi kendini yersin.


* İnsanlar aslında ayrılmaz, ne üçe ne beşe. Bilakis bir araya toplanır, kanka arkadaş, taraftar, köylü, ırkdaş diye. Asıl ayrılık ondan sonra başlar.


* Geceyi güzel yapan ihtimallerdir


* Bir şansım daha olsa bu dünyada, bu kafa bendeyken büyük ihtimal yine boşa harcardım.


* Defterinizdeki boş sayfaları geri dönüp yeniden kullanabilirsiniz ama ömrünüzün boşa geçen günlerini asla.


* erkekler mars'tan kadınlar venüs'ten mi bilmem ama bazı insanlarla aynı yerden gelmediğimiz kesin


* İdeal erkek, ya bir kadın ütopyasıdır ya da kadınların son aşık olduğu kişiden 1 sonrasıdır.


* Kadına şiddet uygulayan insanların temel sorunu, çocukluklarında dayak yemiş olmaları değil, şiddet uyguladıkları zaman, eşek sudan gelene kadar kendilerini dövecek birilerinin etrafta olmayışıdır.
Aforizmalar


* Hala içtiğim çaydan arttırdığım kesme şekerlerle zengin olma hayallerim var benim.


* İnsandan insana fark var. Kimisi başını alır gider, kimisi Basın'ı alır gider.


* Emperyal hayaller, emperyal düşmanlar yaratır.


* Bir süre seni anlamasını beklersin, bir süre de arkandan ağlamasını. Sonra da niye bekledim ki bu kadar diye kendi kendini yersin.


* İnsanlar aslında ayrılmaz, ne üçe ne beşe. Bilakis bir araya toplanır, kanka arkadaş, taraftar, köylü, ırkdaş diye. Asıl ayrılık ondan sonra başlar.


* Geceyi güzel yapan ihtimallerdir


* Bir şansım daha olsa bu dünyada, bu kafa bendeyken büyük ihtimal yine boşa harcardım.


* Defterinizdeki boş sayfaları geri dönüp yeniden kullanabilirsiniz ama ömrünüzün boşa geçen günlerini asla.


* erkekler mars'tan kadınlar venüs'ten mi bilmem ama bazı insanlarla aynı yerden gelmediğimiz kesin


* İdeal erkek, ya bir kadın ütopyasıdır ya da kadınların son aşık olduğu kişiden 1 sonrasıdır.


* Kadına şiddet uygulayan insanların temel sorunu, çocukluklarında dayak yemiş olmaları değil, şiddet uyguladıkları zaman, eşek sudan gelene kadar kendilerini dövecek birilerinin etrafta olmayışıdır.