Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar
istanbul sokaklarında sıradan bir hollandalı ibram... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul sokaklarında sıradan bir hollandalı ibram... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yurdum insanı oldum, pişman değilim / seçtiklerim-5

8 yorum:

İş icabı gezdiğim Anadolu'dan Trakya'ya uzanan İstanbul yollarında birçok şeyi bir arada yaptığımdan yorgun düşerim genelde. Giderken derli toplu olsam da dönüşlerde iyice dağılırım. Saçım, üstüm başım toplanmaya muhtaç halde olur...


Dönüşlerde ise tam bir yurdum insanıyımdır. Uyku basar, yorgun argın başımı koltuğa uzatır yatarım. Az çok horlarım, top atlasalar hatta öpseler duymaz bir haldeyimdir. Bu halimi bildiğimden de otobüste mümkünse arka sıralardan bir yer alırım ve yanım boş olursa oteldeymişçesine keyifli bir yolculuk yaparım. Tabi bu her zaman mümkün olmaz.

Bu kez biraz erken başladım yurdum insanı olmaya. Programımızda Cebit’de olduğundan daha fazla yormayayım kendimi dedim. Bir kaç da eş, dost, akraba ziyareti vardı geciken. Üstelik hepsi önceden planlanıp, yeterince ertelenmişti ve bu hafta sonuna sığacak diye daha da seri hareket etmem gerekiyordu. Pazartesi mesaiden önce herşey halledilmeliydi.

İyi ki bir paparazzi blogger görmedi beni.Tam bir yurdum insanıydım çünkü. Eşyalarımı üst raflara koydum. Laptopunu kayışından eşek sırtına yük bağlar gibi üst raflara bağlayan bir adam görürseniz otobüste bilin ki o bendenizimdir.

Diğer paketlerimizi de yerleştirdik. Şimdi minik çantamı elimde tutmak yerine kotumun kemerini gevşettim. Varlığım varlığına armağan olsun diyecek başka şeylerim olduğundan hem çantamı hem onları koruyabilirim düşüncesiyle kemerin tokasına iliştirdim çantamın halkasını ve bu adam kemeri niye çözüyor diyen meraklı gözlere aldırmadan topladım yine kemerimi ve iyice yatırıp koltuğumu uzandım arkama.

Nike'larımı üzerine özenle basarak yumurta topuk kıvamına getirip çoraplarımı da havalandırmayı ihmal etmedim.. Şükür kokmuyorlardı böylece otobüste kimyasal gaz saldırısı sanılma riski de kalmadı.

Otobüs şoförünün yaz sıcağında insanı grip yapacak kadar klimayı açma ihtimaline karşı ceketimi kollarını tersten giyecek şekilde hazırladım. Ha bakın. Otobüste ceketini deli gömleği giyer gibi giyip uzanmış bir adam görürseniz o da benimdir. Artık uyku moduna girebilirdim... Uyudum da. Bir dinlenme tesisi molası, vapurda çay ve kaşarlı tost'u saymazsak pek anımsadığım bir şey de yok hani.

Otobüsten inerken, minibüs şoförlerine, trafik çilesine ve bir türlü alışamadığım o yüzden hep kendime tembih edip durduğum olası her türlü müteşebbis geçirmelerine karşı hazır ve nazır olarak adımlarımı özenle atıyordum.


İnince durdum. Eğilip taşını toprağını, asfaltını öpüp, okşayıp, elleyip, bıraktığım gibi duruyor mu diye kontrol etmek yerine, ellerimi belime koydum. Tam bir dünya kupasına gidememiş Fatih Terim edasıyla kollarımı açıp "Ya ben İstanbul'u alırım ya İstanbul beniii" deyip, rutin olduğu üzre besmeleyle servis aracına bindim.

İnerken beni kim gördü, kim görmedi. Eskiden kafaya taktığımın aksine nüfusu hakkında yeterli bilgiye bizzat parmaklarımla sayarak sahip olduğum güzelim İstanbul'umda, sanki ilk defa geliyormuşçasına, daha önce yaşadığım her anı unutarak ve her zamanki salaklığımla caddeleri, sokakları  gezmeye başladım.

İş icabı gezdiğim Anadolu'dan Trakya'ya uzanan İstanbul yollarında birçok şeyi bir arada yaptığımdan yorgun düşerim genelde. Giderken derli toplu olsam da dönüşlerde iyice dağılırım. Saçım, üstüm başım toplanmaya muhtaç halde olur...


Dönüşlerde ise tam bir yurdum insanıyımdır. Uyku basar, yorgun argın başımı koltuğa uzatır yatarım. Az çok horlarım, top atlasalar hatta öpseler duymaz bir haldeyimdir. Bu halimi bildiğimden de otobüste mümkünse arka sıralardan bir yer alırım ve yanım boş olursa oteldeymişçesine keyifli bir yolculuk yaparım. Tabi bu her zaman mümkün olmaz.

Bu kez biraz erken başladım yurdum insanı olmaya. Programımızda Cebit’de olduğundan daha fazla yormayayım kendimi dedim. Bir kaç da eş, dost, akraba ziyareti vardı geciken. Üstelik hepsi önceden planlanıp, yeterince ertelenmişti ve bu hafta sonuna sığacak diye daha da seri hareket etmem gerekiyordu. Pazartesi mesaiden önce herşey halledilmeliydi.

İyi ki bir paparazzi blogger görmedi beni.Tam bir yurdum insanıydım çünkü. Eşyalarımı üst raflara koydum. Laptopunu kayışından eşek sırtına yük bağlar gibi üst raflara bağlayan bir adam görürseniz otobüste bilin ki o bendenizimdir.

Diğer paketlerimizi de yerleştirdik. Şimdi minik çantamı elimde tutmak yerine kotumun kemerini gevşettim. Varlığım varlığına armağan olsun diyecek başka şeylerim olduğundan hem çantamı hem onları koruyabilirim düşüncesiyle kemerin tokasına iliştirdim çantamın halkasını ve bu adam kemeri niye çözüyor diyen meraklı gözlere aldırmadan topladım yine kemerimi ve iyice yatırıp koltuğumu uzandım arkama.

Nike'larımı üzerine özenle basarak yumurta topuk kıvamına getirip çoraplarımı da havalandırmayı ihmal etmedim.. Şükür kokmuyorlardı böylece otobüste kimyasal gaz saldırısı sanılma riski de kalmadı.

Otobüs şoförünün yaz sıcağında insanı grip yapacak kadar klimayı açma ihtimaline karşı ceketimi kollarını tersten giyecek şekilde hazırladım. Ha bakın. Otobüste ceketini deli gömleği giyer gibi giyip uzanmış bir adam görürseniz o da benimdir. Artık uyku moduna girebilirdim... Uyudum da. Bir dinlenme tesisi molası, vapurda çay ve kaşarlı tost'u saymazsak pek anımsadığım bir şey de yok hani.

Otobüsten inerken, minibüs şoförlerine, trafik çilesine ve bir türlü alışamadığım o yüzden hep kendime tembih edip durduğum olası her türlü müteşebbis geçirmelerine karşı hazır ve nazır olarak adımlarımı özenle atıyordum.


İnince durdum. Eğilip taşını toprağını, asfaltını öpüp, okşayıp, elleyip, bıraktığım gibi duruyor mu diye kontrol etmek yerine, ellerimi belime koydum. Tam bir dünya kupasına gidememiş Fatih Terim edasıyla kollarımı açıp "Ya ben İstanbul'u alırım ya İstanbul beniii" deyip, rutin olduğu üzre besmeleyle servis aracına bindim.

İnerken beni kim gördü, kim görmedi. Eskiden kafaya taktığımın aksine nüfusu hakkında yeterli bilgiye bizzat parmaklarımla sayarak sahip olduğum güzelim İstanbul'umda, sanki ilk defa geliyormuşçasına, daha önce yaşadığım her anı unutarak ve her zamanki salaklığımla caddeleri, sokakları  gezmeye başladım.

Çok okunan yazılar