Bugünkü şansınız :

Facebook'umda Şubat

Hiç yorum yok:
  • Argo deyip geçmeyin. İyi bir küfür, bazen karşıdakine duyulan sevgiyi, allı pullu sözlerden çok daha iyi ifade edebilir. 
  • Eskiden akşamları geç vakitte sokağa çıkarsak bizi markutlar, öcüler yerdi. Eskiden su içerdik destiden. Eskiden Hira dağı kadar müslüman, Tanrı dağı kadar Türk'tük. Eskiden adı A ile başlayan bir devlet (A lmanya A merika) müslüman olacak ve dünya kurtulacaktı. Eskiden herşeyin "kitap'ta) yeri vardı. Efendimiz öyle söylemişti. Eskiden di ama çok eskiden. yıl 2013..
  •  
  • Fırsat bu fırsat: Yasaklanmadan söyleyelim bari. "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. Bu durumdan da pişman değilim" Herkesin Türk olmadığını açıklamak için sidik yarışına girdiği bir dönemde Türk olmaktan da, bunu söylemekten de bir rahatsızlık duymuyorum. 
  •  
  • Eft yapıcam. Cep telefonuma şifre smsi gelmiyor. Bankayı arıyorum 2-3ncü adımda: "-Müşteri temsilcimize bağlanmak için, lütfen cep telefonunuza gelen şifreyi giriniz."
    - E ben senin....
  •  
  • İnsanların vaktiyle tüm fındıkları kırıp, nutella kıvamına getirdikten sonra; birden hidayete erip sağı solu irşada başlayıp, bunu rahatsızlık verici düzeye getirmesi ne kadar gıcık bir şey. Açtırma eski defterleri, bana laf sokacak kadar ne zaman evliya oldun sen haci...
  •  
  • Eller ve cepler karıştığı günden beri, beti bereketi kalmadı hiçbir şeyin...
  •  
  • Üç beyazdan uzak duracaksın. 3 beyaz adam. İyi,kötü, çirkin
  •  
  • Sokaktan geçen bir kaç adamın, arabalarının sol tekeri benim..
  •  
  • Sabredersen, zamanla bazı şeyleri görmezden gelmeyi öğrenirsin. Asıl kötü olan "görmezden gelinmektir" oysa. Bırak, günü gelince onu da; o kendi öğrensin...
  •  
  • Sen bir yerlerini de yırtsan, bir kadın sevildiğine inanmıyorsa onu mutlu edemezsin. İnanıyorsa da öküzün teki de olsan farketmez. Sevilirsin..
  •  
  • Eskiden "neden saçların beyazlamış arkadaş" derlerdi. Şimdi şu şampuan iyi, bu boya şahane diyorlar...
  •  
  • En az 3 çocuk, 5 çocuk, 6 çocuk ve gizli ajanda: Bir tavuktan 6 yumurta alınmaz:) Sıkıştırıverin şunu da anayasaya...
  •  
  • Komşusu tokken, kendisi aç yatan da bizden değildir. Bas adamın ziline "Valla komşu içim ezildi. Sucuk kokusu burnumun direğini sızlattı bu saate. Yazıktır günahtır, az ekmek arası vermek sevaptır" de.   
  •     
  • Gazetelerin sadece resimlerine bakıp, haberlerin özetlerini dinleyen bir toplumun twitter ve pinteresti baştacı etmesi çok da anormal değil...
  •  
  • Ohoo. Ben her haklısın dediğimde sen haklı olsaydın.
  •  
  • "Evreşe yolları dar, dar" ama duble yol çalışmaları devam ediyor.
  •  
  • Kimsenin inancını sorgulamıyorum ama ben Peygamberimi en çok "içimizden biri" olduğu için seviyorum. Peygamberlerine Tanrı'lık ihdas edenler ne büyük bir kötülük yaptıklarının farkında değiller.
  •  
 

  • Argo deyip geçmeyin. İyi bir küfür, bazen karşıdakine duyulan sevgiyi, allı pullu sözlerden çok daha iyi ifade edebilir. 
  • Eskiden akşamları geç vakitte sokağa çıkarsak bizi markutlar, öcüler yerdi. Eskiden su içerdik destiden. Eskiden Hira dağı kadar müslüman, Tanrı dağı kadar Türk'tük. Eskiden adı A ile başlayan bir devlet (A lmanya A merika) müslüman olacak ve dünya kurtulacaktı. Eskiden herşeyin "kitap'ta) yeri vardı. Efendimiz öyle söylemişti. Eskiden di ama çok eskiden. yıl 2013..
  •  
  • Fırsat bu fırsat: Yasaklanmadan söyleyelim bari. "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. Bu durumdan da pişman değilim" Herkesin Türk olmadığını açıklamak için sidik yarışına girdiği bir dönemde Türk olmaktan da, bunu söylemekten de bir rahatsızlık duymuyorum. 
  •  
  • Eft yapıcam. Cep telefonuma şifre smsi gelmiyor. Bankayı arıyorum 2-3ncü adımda: "-Müşteri temsilcimize bağlanmak için, lütfen cep telefonunuza gelen şifreyi giriniz."
    - E ben senin....
  •  
  • İnsanların vaktiyle tüm fındıkları kırıp, nutella kıvamına getirdikten sonra; birden hidayete erip sağı solu irşada başlayıp, bunu rahatsızlık verici düzeye getirmesi ne kadar gıcık bir şey. Açtırma eski defterleri, bana laf sokacak kadar ne zaman evliya oldun sen haci...
  •  
  • Eller ve cepler karıştığı günden beri, beti bereketi kalmadı hiçbir şeyin...
  •  
  • Üç beyazdan uzak duracaksın. 3 beyaz adam. İyi,kötü, çirkin
  •  
  • Sokaktan geçen bir kaç adamın, arabalarının sol tekeri benim..
  •  
  • Sabredersen, zamanla bazı şeyleri görmezden gelmeyi öğrenirsin. Asıl kötü olan "görmezden gelinmektir" oysa. Bırak, günü gelince onu da; o kendi öğrensin...
  •  
  • Sen bir yerlerini de yırtsan, bir kadın sevildiğine inanmıyorsa onu mutlu edemezsin. İnanıyorsa da öküzün teki de olsan farketmez. Sevilirsin..
  •  
  • Eskiden "neden saçların beyazlamış arkadaş" derlerdi. Şimdi şu şampuan iyi, bu boya şahane diyorlar...
  •  
  • En az 3 çocuk, 5 çocuk, 6 çocuk ve gizli ajanda: Bir tavuktan 6 yumurta alınmaz:) Sıkıştırıverin şunu da anayasaya...
  •  
  • Komşusu tokken, kendisi aç yatan da bizden değildir. Bas adamın ziline "Valla komşu içim ezildi. Sucuk kokusu burnumun direğini sızlattı bu saate. Yazıktır günahtır, az ekmek arası vermek sevaptır" de.   
  •     
  • Gazetelerin sadece resimlerine bakıp, haberlerin özetlerini dinleyen bir toplumun twitter ve pinteresti baştacı etmesi çok da anormal değil...
  •  
  • Ohoo. Ben her haklısın dediğimde sen haklı olsaydın.
  •  
  • "Evreşe yolları dar, dar" ama duble yol çalışmaları devam ediyor.
  •  
  • Kimsenin inancını sorgulamıyorum ama ben Peygamberimi en çok "içimizden biri" olduğu için seviyorum. Peygamberlerine Tanrı'lık ihdas edenler ne büyük bir kötülük yaptıklarının farkında değiller.
  •  
 

Uçan davuklar belgeseli

Hiç yorum yok:
Şimdi sevgili okuyucu. İnsan boş kalmaya görsün, bokunda boncuk arar da karıştırır durur. İşte bende bugünlerde, onca iş yoğunluğu arasında arka bahçemde stress atmak için aldığım davuklara bakıyorum. Bu işten de bir hayli keyif aldığım için olayı sizlerle paylaşıyorum. Gerçekten de iş dışı bir şeylere zaman ayırmak stress için birebir. Tavsiye ederim.
Madem davuklara bakıyorum, onları gözlemliyorum Afrika'ya gidip, aslan, kaplan belgeseli çekecek değilim ya. Düşündüm ben de bizim davukların belgeselini çekerim dedim.
 Ceptelefonu ile bir kaç foto, video, afilli bir fon müziği ile çalışmalara başladım. İleride ikinci
belgeselim karıncalar, kedi
ve köpekler üzerine olabilir. Ee tesis yok, eldeki imkanlarla bu kadar oluyor. Ne yapalım idare edeceksiniz artık.

Şimdi sizlerle basına sızan, taslak halindeki notlarımı paylaşayım:

1- Bu tavuk milletinin civcivken duyguları ve cinsel tercihleri pek belli olmuyor. Her ne kadar satarken "abi full tavuk" deseler de, aldığınız her 5 dişi civcivden 3ü horoz çıkabiliyor. Her civcivin içinde büyüyüp, erkek olma hayali var sanırım. Yoksa davuk diye alınan bu kadar civciv, niye horoz çıksın da birbirinin peşine düşüp, zapık olsun.

2- Ayrıca klasik usulde kuluçkadan çıkan civcivler daha sağlıklı ve uyanık oluyor. Anne davuk 2 kıçı kırık yumurtanın üstüne oturunca aslan kesiliyor. O ne agresiflik yarabbim. Hele yavrular yumurtadan çıksın; Zeyna oluyor mubarek. Kedi, köpek yanına sokulamıyor. Zaten kuluçkadayken sen bile yanına salavatla girebiliyorsun.

3- Bir de davukların uçmadığı gibi bir yalan var. Kanatlarını kesmediğiniz müddetçe yetişkin tavukların kısa mesafede gayet güzel uçabildiği ve ağaçlara konabildiğini görmek mümkün. İşte bu yüzden tavukları etkilemesine rağmen, neden malum gribe kuş gribi dendiğini de anlamış oldum. Çünkü davuklar uçmayı unutmuş kuşlar kategorisine giriyorlar.

4- Davuklarınızın uçmamasını istiyorsanız kanatlarını kesmek zorundasınız. Kanadını kırmak deyimi belki de oradan geliyor. Üstelik kanatları saç traşı yapar gibi düzenli keserseniz tavukların uçmalarına engel olamıyorsunuz. Bir tarafını kısa keseceksiniz ki aerodinamiğine zarar veresiniz. Hayvan uçayım derken hafif yan, pikeyle yere çakılsın.

5- Bazı insanatın misyonerden başka pozisyon bilmediği gibi, tavuk milletinin cinsel hayatı da malesef horozun tavuğun tepesine çıkıp, kafasını gagalamasından ibaret. Şahsen o işin o kadar can yanarken ve üstünde kocaman bir horozun ağırlığı varken yapılabilmesini anlamış değilim. İleride kümeste cinsel hayat adlı bir kitap yazabilitem olsa da, aman bana ne diyor konuyu burada kapatıyorum.

6- Bazen tavuk cinsinin erkekleri arasında, kıyasıya rekabet görülebiliyor. Özellikle kümese sonradan dahil olan bir horoz, ya da sonradan ergenleşen biri için, kavgasız bir karşılama beklemek imkansız. Uzun süren kıyasıya bir kavganın sonucu, (eğer kümesteki horoz çok yaşlı değilse) genelde yeni gelen horozun boyun eğmesi ve bundan sonraki hayatını tavuk olmasa da Lavuk olarak sürdürmesi ile sonuçlanıyor. İnsanların aksine aralarında öldüresiye bir rekabet yok ama lidere itaat şart. Yoksa kafa göz yarılıyor. Karizma fena çizilip, hayvan içine çıkamaz hale geliniyor. Ayıp oluyor.

7- Sonra bu davuk milletinin erkeğiyle hiç takışmaya da gelmiyor. Hiç bişi yapamaz, gagalasa nolcak dediğiniz hayvan, gecenin üçünde "kalk zabah oldu len" deyip, (sarhoş da yeni mi ayıldı artık bilinmez) ötebiliyor. Üstelik komşu kümeslerden, yanına bir iki kafa dengi arkadaş da buldu mu, uykunuzun içine edebiliyor. O yüzden davuk cinsinin erkeklerine pek bulaşmayın.

8- Davukların genelde psikopat olduğu konusunda ise, neredeyse kesin karara vardım.  Kümesten çıktıklarında, açık görüşe çıkmış mahkumlar gibi volta attıkları, birbirileri ile kanlı bıçaklı kavgaya tutuştukları görülüyor. Ayrıca sen koşarak hayvanın üstüne gidiyosun, hayvan da bodoslama sana koşuyor. Normalde kaçması gerekmez mi? Ama öyle olmuyor, artık hanginiz tırsarsa, o geri çekiliyor.

9- Ayrıca bu tavuk milletinin yumurtasına güvenip de yola çıkacaksanız, hemen bu işten vazgeçin derim. Kümeste yetiştirdiğiniz tavuğun yumurtası marketten aldıgınızın bi kaç katı fiyata çıkabiliyor. Üstelik hayvan zırt pırt stress oldum, ay! pms dönemine girdim ayağına yatıp, yumurtayı kesebiliyor. Ya da madem, o kadar kıçımı yırtarak bunu yumurtluyorum, o zaman üstüne de zıçarım arkadaş diyebiliyor.

10- Vee sen insan olarak, ne kadar hayvansever olursan ol, bu davuk milletinin tadı da pek güzel oluyor .Hele kendin beslemişsen, pek bir semiriyor. Fenni yem yerine, doğal arpa, buğday yedirdiğin tavukların eti, marketlerde gördüğünüz "beyaz et"in yerine adaleli ve kaslı, siyah butlar şeklinde oluyor. Tavuk suyuna çorba ise tam bir şifa kaynağı. Ayrıca "Çingene tavuğu" denilen, genelde pikniklerde yapılan bir pişirme yöntemi var ki; Üff üff...

Şimdi geldik, belgeselimizin sonuna.
-Mmmm gnam gnam. Oğlum şurdan tuzluğu uzatsana.





T.İ.O
Şimdi sevgili okuyucu. İnsan boş kalmaya görsün, bokunda boncuk arar da karıştırır durur. İşte bende bugünlerde, onca iş yoğunluğu arasında arka bahçemde stress atmak için aldığım davuklara bakıyorum. Bu işten de bir hayli keyif aldığım için olayı sizlerle paylaşıyorum. Gerçekten de iş dışı bir şeylere zaman ayırmak stress için birebir. Tavsiye ederim.
Madem davuklara bakıyorum, onları gözlemliyorum Afrika'ya gidip, aslan, kaplan belgeseli çekecek değilim ya. Düşündüm ben de bizim davukların belgeselini çekerim dedim.
 Ceptelefonu ile bir kaç foto, video, afilli bir fon müziği ile çalışmalara başladım. İleride ikinci
belgeselim karıncalar, kedi
ve köpekler üzerine olabilir. Ee tesis yok, eldeki imkanlarla bu kadar oluyor. Ne yapalım idare edeceksiniz artık.

Şimdi sizlerle basına sızan, taslak halindeki notlarımı paylaşayım:

1- Bu tavuk milletinin civcivken duyguları ve cinsel tercihleri pek belli olmuyor. Her ne kadar satarken "abi full tavuk" deseler de, aldığınız her 5 dişi civcivden 3ü horoz çıkabiliyor. Her civcivin içinde büyüyüp, erkek olma hayali var sanırım. Yoksa davuk diye alınan bu kadar civciv, niye horoz çıksın da birbirinin peşine düşüp, zapık olsun.

2- Ayrıca klasik usulde kuluçkadan çıkan civcivler daha sağlıklı ve uyanık oluyor. Anne davuk 2 kıçı kırık yumurtanın üstüne oturunca aslan kesiliyor. O ne agresiflik yarabbim. Hele yavrular yumurtadan çıksın; Zeyna oluyor mubarek. Kedi, köpek yanına sokulamıyor. Zaten kuluçkadayken sen bile yanına salavatla girebiliyorsun.

3- Bir de davukların uçmadığı gibi bir yalan var. Kanatlarını kesmediğiniz müddetçe yetişkin tavukların kısa mesafede gayet güzel uçabildiği ve ağaçlara konabildiğini görmek mümkün. İşte bu yüzden tavukları etkilemesine rağmen, neden malum gribe kuş gribi dendiğini de anlamış oldum. Çünkü davuklar uçmayı unutmuş kuşlar kategorisine giriyorlar.

4- Davuklarınızın uçmamasını istiyorsanız kanatlarını kesmek zorundasınız. Kanadını kırmak deyimi belki de oradan geliyor. Üstelik kanatları saç traşı yapar gibi düzenli keserseniz tavukların uçmalarına engel olamıyorsunuz. Bir tarafını kısa keseceksiniz ki aerodinamiğine zarar veresiniz. Hayvan uçayım derken hafif yan, pikeyle yere çakılsın.

5- Bazı insanatın misyonerden başka pozisyon bilmediği gibi, tavuk milletinin cinsel hayatı da malesef horozun tavuğun tepesine çıkıp, kafasını gagalamasından ibaret. Şahsen o işin o kadar can yanarken ve üstünde kocaman bir horozun ağırlığı varken yapılabilmesini anlamış değilim. İleride kümeste cinsel hayat adlı bir kitap yazabilitem olsa da, aman bana ne diyor konuyu burada kapatıyorum.

6- Bazen tavuk cinsinin erkekleri arasında, kıyasıya rekabet görülebiliyor. Özellikle kümese sonradan dahil olan bir horoz, ya da sonradan ergenleşen biri için, kavgasız bir karşılama beklemek imkansız. Uzun süren kıyasıya bir kavganın sonucu, (eğer kümesteki horoz çok yaşlı değilse) genelde yeni gelen horozun boyun eğmesi ve bundan sonraki hayatını tavuk olmasa da Lavuk olarak sürdürmesi ile sonuçlanıyor. İnsanların aksine aralarında öldüresiye bir rekabet yok ama lidere itaat şart. Yoksa kafa göz yarılıyor. Karizma fena çizilip, hayvan içine çıkamaz hale geliniyor. Ayıp oluyor.

7- Sonra bu davuk milletinin erkeğiyle hiç takışmaya da gelmiyor. Hiç bişi yapamaz, gagalasa nolcak dediğiniz hayvan, gecenin üçünde "kalk zabah oldu len" deyip, (sarhoş da yeni mi ayıldı artık bilinmez) ötebiliyor. Üstelik komşu kümeslerden, yanına bir iki kafa dengi arkadaş da buldu mu, uykunuzun içine edebiliyor. O yüzden davuk cinsinin erkeklerine pek bulaşmayın.

8- Davukların genelde psikopat olduğu konusunda ise, neredeyse kesin karara vardım.  Kümesten çıktıklarında, açık görüşe çıkmış mahkumlar gibi volta attıkları, birbirileri ile kanlı bıçaklı kavgaya tutuştukları görülüyor. Ayrıca sen koşarak hayvanın üstüne gidiyosun, hayvan da bodoslama sana koşuyor. Normalde kaçması gerekmez mi? Ama öyle olmuyor, artık hanginiz tırsarsa, o geri çekiliyor.

9- Ayrıca bu tavuk milletinin yumurtasına güvenip de yola çıkacaksanız, hemen bu işten vazgeçin derim. Kümeste yetiştirdiğiniz tavuğun yumurtası marketten aldıgınızın bi kaç katı fiyata çıkabiliyor. Üstelik hayvan zırt pırt stress oldum, ay! pms dönemine girdim ayağına yatıp, yumurtayı kesebiliyor. Ya da madem, o kadar kıçımı yırtarak bunu yumurtluyorum, o zaman üstüne de zıçarım arkadaş diyebiliyor.

10- Vee sen insan olarak, ne kadar hayvansever olursan ol, bu davuk milletinin tadı da pek güzel oluyor .Hele kendin beslemişsen, pek bir semiriyor. Fenni yem yerine, doğal arpa, buğday yedirdiğin tavukların eti, marketlerde gördüğünüz "beyaz et"in yerine adaleli ve kaslı, siyah butlar şeklinde oluyor. Tavuk suyuna çorba ise tam bir şifa kaynağı. Ayrıca "Çingene tavuğu" denilen, genelde pikniklerde yapılan bir pişirme yöntemi var ki; Üff üff...

Şimdi geldik, belgeselimizin sonuna.
-Mmmm gnam gnam. Oğlum şurdan tuzluğu uzatsana.





T.İ.O

Anonimlik de, bir yere kadar canım

Hiç yorum yok:
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?

Gündeme dair, ileri geri makara

Hiç yorum yok:

B
ak yazınca da böyle oluyor işte. Aylarca yazmayıp yazmayıp eline kalemi (klavyeyi) bir alıyorsun, şeyi tutmaza karmış çocuklar gibi "zıçtı cafer bez getir, cıvık zıçtı tez getir" modunda döktürüp duruyorsun.
Hayır ipe sapa gelen bir şeyler yazsam, hadi beni okuyun feyz alın, adam olun dicem ama nerdeee. En iyisi 2013 sularında kısa bir paparazzi turu atalım.
2013'de en belirgin şey sanırım belli bir yaşın üzerindeki sanatçıların, bir bir aramızdan ayrılmasıydı. Nerdeyse 1 ayda aramızdan gezici bir kumpanya kurmaya yetecek kadar usta tiyatrocu, şair, yazar, senarist,
sinema oyuncusu öte yakaya transfer oldu. Hani şeytanın işi gücü yok, insanın aklına getiriyor. Öbür tarafta ya dizi çekecekler ya da ... Neyse töbe töbe.

Terör kritik bir konu, mizahı zor. Kürtlerin ve Türklerin kardeş olduğunu hepimiz düşünüyoruz. Hatta bazılarımız "kardeş kavgası" diye tanımlıyor terörü. Ancak başbakan bu işe de el atıp "hadi bakalım çözebilcek miyiz" diye biraz radikal ve riskli adımlar atınca ortalık şöyle bir karıştı. İşin bir ucu, eylemsizlikten, silah bırakmaya, bir ucu da kültürel haklardan, Apo'yu "evlendirmeye" kadar gidiyor. Hayırlısı...

Kadına yönelik şiddet, tam gaz devam ediyor. "Analar oğullarını büyüyünce de dövsün ki, erkekler el kızına el kaldıramasın" önerime henüz "Başbakan" düzeyinde olumlu bir cevap alamadım. Zaten o el atmazsa, hiç bir sorunu çözmek kimsenin aklına gelmiyor. Hoş başbakan'ın işi gücü yok da "her çorbaya limon" mu sıkacak diyor insan bazen. Ama çok şükür, o hep bizi düşünüyor. Yaşasın, her an kollanıp gözetilmeye de alışacağız. Yuppi :)

Derken Amerika'lı bir amatör fotoğrafçı kadın "başı taşla ezilerek" öldürülüverdi canım memleketimde. Pek görülmedik şekilde bir arama ve tarama faaliyeti, halktan destek falan derken önce "kayıp" sonra da malesef "ceset" olarak bulundu Sierra. Bu konuya, o kadar özen gösterdik ki ABD'den gelen maktul kadının anne babası, Türk polisinden, vatandaşlara kadar hepimize çok teşekkür etmeyi ihmal etmedi.

Sonra işin ikinci perdesi başladı. Güzide basınımızın dedikodu ihtiyacı nüksetti ve  "iyi aile annesi" olarak lanse edilen ABD'li turist kadın; önce Türk erkeğinin misafirperverlik ve gücünün bir kaç kez tadına bakmış ve Türkiye'de bir kaç erkekle buluşmuş bir maceraperest olarak gösterildi. Ardından da casus ya da uyuşturucu kuryesi olduğuna kadar bir sürü varsayımda bulunuldu. Eee Türkiye'ye hoşgeldiniz. Şimdi Türk halkından sonra güzide Türk basını ile tanışma zamanı. Lincinizi nasıl alırdınız?

Ortada yine kriz söylentileri dolaşıyor. Yönetime yakın bazı insanlara da bakarsan, işler çok çok iyi. Başbakan kötü örnek oldu sanırım birilerine. Artık hiçbir AKP'liyi eleştirmeye de gelmiyor. Geçenlerde seçilmiş bir arkadaş, fırıl fırıl bir gazeteciyi arıyordu. "Arkamdan ileri geri konuşuyormuş, sıkıyosa yüzüme karşı desin" diye. Galiba en küçük meskun mahallere kadar demokrasiyi hızla yayıyoruz.

Bizde lider kopyası insanlar o kadar yaygındır ki. Anadolu'ya çıkıp dolaşsanız hala küçük Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit kopyası siyasetçilerle karşılaşırsınız. Konuşmaları, tavırları, hatta bazen sekilleri bile o liderlere benzer. Ancak artık kahir ekseriyet küçük Tayyip Erdoğan'larda.

Tanrı hepimizi korusun.
Amen.

B
ak yazınca da böyle oluyor işte. Aylarca yazmayıp yazmayıp eline kalemi (klavyeyi) bir alıyorsun, şeyi tutmaza karmış çocuklar gibi "zıçtı cafer bez getir, cıvık zıçtı tez getir" modunda döktürüp duruyorsun.
Hayır ipe sapa gelen bir şeyler yazsam, hadi beni okuyun feyz alın, adam olun dicem ama nerdeee. En iyisi 2013 sularında kısa bir paparazzi turu atalım.
2013'de en belirgin şey sanırım belli bir yaşın üzerindeki sanatçıların, bir bir aramızdan ayrılmasıydı. Nerdeyse 1 ayda aramızdan gezici bir kumpanya kurmaya yetecek kadar usta tiyatrocu, şair, yazar, senarist,
sinema oyuncusu öte yakaya transfer oldu. Hani şeytanın işi gücü yok, insanın aklına getiriyor. Öbür tarafta ya dizi çekecekler ya da ... Neyse töbe töbe.

Terör kritik bir konu, mizahı zor. Kürtlerin ve Türklerin kardeş olduğunu hepimiz düşünüyoruz. Hatta bazılarımız "kardeş kavgası" diye tanımlıyor terörü. Ancak başbakan bu işe de el atıp "hadi bakalım çözebilcek miyiz" diye biraz radikal ve riskli adımlar atınca ortalık şöyle bir karıştı. İşin bir ucu, eylemsizlikten, silah bırakmaya, bir ucu da kültürel haklardan, Apo'yu "evlendirmeye" kadar gidiyor. Hayırlısı...

Kadına yönelik şiddet, tam gaz devam ediyor. "Analar oğullarını büyüyünce de dövsün ki, erkekler el kızına el kaldıramasın" önerime henüz "Başbakan" düzeyinde olumlu bir cevap alamadım. Zaten o el atmazsa, hiç bir sorunu çözmek kimsenin aklına gelmiyor. Hoş başbakan'ın işi gücü yok da "her çorbaya limon" mu sıkacak diyor insan bazen. Ama çok şükür, o hep bizi düşünüyor. Yaşasın, her an kollanıp gözetilmeye de alışacağız. Yuppi :)

Derken Amerika'lı bir amatör fotoğrafçı kadın "başı taşla ezilerek" öldürülüverdi canım memleketimde. Pek görülmedik şekilde bir arama ve tarama faaliyeti, halktan destek falan derken önce "kayıp" sonra da malesef "ceset" olarak bulundu Sierra. Bu konuya, o kadar özen gösterdik ki ABD'den gelen maktul kadının anne babası, Türk polisinden, vatandaşlara kadar hepimize çok teşekkür etmeyi ihmal etmedi.

Sonra işin ikinci perdesi başladı. Güzide basınımızın dedikodu ihtiyacı nüksetti ve  "iyi aile annesi" olarak lanse edilen ABD'li turist kadın; önce Türk erkeğinin misafirperverlik ve gücünün bir kaç kez tadına bakmış ve Türkiye'de bir kaç erkekle buluşmuş bir maceraperest olarak gösterildi. Ardından da casus ya da uyuşturucu kuryesi olduğuna kadar bir sürü varsayımda bulunuldu. Eee Türkiye'ye hoşgeldiniz. Şimdi Türk halkından sonra güzide Türk basını ile tanışma zamanı. Lincinizi nasıl alırdınız?

Ortada yine kriz söylentileri dolaşıyor. Yönetime yakın bazı insanlara da bakarsan, işler çok çok iyi. Başbakan kötü örnek oldu sanırım birilerine. Artık hiçbir AKP'liyi eleştirmeye de gelmiyor. Geçenlerde seçilmiş bir arkadaş, fırıl fırıl bir gazeteciyi arıyordu. "Arkamdan ileri geri konuşuyormuş, sıkıyosa yüzüme karşı desin" diye. Galiba en küçük meskun mahallere kadar demokrasiyi hızla yayıyoruz.

Bizde lider kopyası insanlar o kadar yaygındır ki. Anadolu'ya çıkıp dolaşsanız hala küçük Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit kopyası siyasetçilerle karşılaşırsınız. Konuşmaları, tavırları, hatta bazen sekilleri bile o liderlere benzer. Ancak artık kahir ekseriyet küçük Tayyip Erdoğan'larda.

Tanrı hepimizi korusun.
Amen.

Feysbook'umda geçen hafta

Hiç yorum yok:
  • "Evren sana mesaj gönderdi." Gönderdi göndermesine de sen almadın o mesajı. İlla dürtmesi mi lazım.

  • Ben bu elemanı USB 2.0 bağlantı noktasına bağlasam, uyuzluk etmeyi bırakıp daha hızlı çalışabilir mi? Yoksa işten atıcam da.

  • Beklediğin kuyrukta her gelen önüne geçiyosa, "Susma, sustukça sıra sana gelmiycek" 

  • Doğruluğuna yanlışlığına bakmadan, bazen bir şeyi sırf sen söyledin diye kabullenmeyenler var...

  • Biliyorum taş yerinde ağırdır, istesen de bazen manivela olamazsın. İnsandır Nuh der ama Peygamber olduğuna inandıramazsın. İşte o zaman kıçını dönersin taşa, bırak taş taşlığıyla kalsın. Sen bin Nuh'un gemisine inanan inansın, inanmayan sular altında kalsın...  

  • Güzellik bakış açısına göre değişir ama kameraya bakış açısına göre değil...

  • Sevgilinizi canım, ciğerim, kuzum, gibi ifadelerle çağırmaya başlamışsanız, diyete biraz ara verme zamanı gelmiş demektir.

  • Hayatı bilmem de sinemaya hep geç kalırım. Hayatın bir film gibiyse, ihtimal sana da gecikeceğim demektir...

  • Facebook'da ellerini bırakabiliyon mu?

  • Moda insanın ihtiyacı olmadığı şeyi satın almak zorunda kalmasıdır...

  • Merak ediyorum sigaradan ekmeğin tuzuna kadar herşeydeki zararı görüp, bizi korumaya yemin etmiş devlet büyüklerimiz; bankalara, iletişim firmalarına, sağlık ve çakma ilaç sektöründeki cambazlara adeta peşkeş çekilmemize neden göz yumarlar...

  • Devir, eski bildik meseleleri, allı pullu yeni kelimelerle ifade edip, imaj yapma devri...

  • İnsanın başına her şey gelir. Hastalık kaza, bela, ölüm... Her şekilde ölebilirsin yani. Ancak yüreğimde seni bir tek sen öldürebilirsin. Eh o da biraz intihar olur...

  • Her çiçekten bal alan Arı'dır. İnsan olana koklamak yeter. Bazen o bile gerekmez.

  • Usta kısa kes. Seyrek gelelim berbere, traş parası az olsun.       

  • İnsanın, cep telefonundan iyi tarafı kırılır ama belli etmez...

  • Arkadaş, ergenlikten bu yana "şu müşteri temsilcisi bayanların" cilveli ses tonuyla konuşan bir tek sevgilim bile olmadı ya la... Pardon hangi üründe kampanya var demiştiniz?

  • İşyerinizde "İsviçre çakısı" yerine kullanılıyor olabilirsiniz. Bu önceleri hoşunuza gitse de sonraları, her angaryanın sizi bulduğu, her aklına gelenin size akıl sorduğu bir duruma dönüşür ki; pek tavsiye edilmez...

  • Herkese takacak kulbum var ama adama bir bakarım, değmez yazık yaw derim vazgeçerim...       

  • Şair burada ne demek istemiş diye kafa patlatacağına, okuduğunu anlamalı bazen insan...

  • Süper bir müşteri şikayeti: - Bu bilgisayar feysfuuda girmiyor...

  • Hepimiz kütür, kütür kültürlü olmasak da olur. İnsan olsak yetecek sanki... Asgari müşterekte birleşelim mi?

  • Kalbe, böbreklere, safra kesesine, karın ağrısına, regl sancısına, iktidarsızlığa iyi geldiği yetmedi, cep telefonu ve uçak bileti yerine bile kullanabiliyormuşsunuz ne süper ilaç mıssın sen Panax...

  • Benim 7-8 teks dosyasını flashıma kopyalayamadığım zaman diliminde bilgisayarıma 6413tane virüs nasıl bulaşır takdir etmemek mümkün değil...     
  • "Evren sana mesaj gönderdi." Gönderdi göndermesine de sen almadın o mesajı. İlla dürtmesi mi lazım.

  • Ben bu elemanı USB 2.0 bağlantı noktasına bağlasam, uyuzluk etmeyi bırakıp daha hızlı çalışabilir mi? Yoksa işten atıcam da.

  • Beklediğin kuyrukta her gelen önüne geçiyosa, "Susma, sustukça sıra sana gelmiycek" 

  • Doğruluğuna yanlışlığına bakmadan, bazen bir şeyi sırf sen söyledin diye kabullenmeyenler var...

  • Biliyorum taş yerinde ağırdır, istesen de bazen manivela olamazsın. İnsandır Nuh der ama Peygamber olduğuna inandıramazsın. İşte o zaman kıçını dönersin taşa, bırak taş taşlığıyla kalsın. Sen bin Nuh'un gemisine inanan inansın, inanmayan sular altında kalsın...  

  • Güzellik bakış açısına göre değişir ama kameraya bakış açısına göre değil...

  • Sevgilinizi canım, ciğerim, kuzum, gibi ifadelerle çağırmaya başlamışsanız, diyete biraz ara verme zamanı gelmiş demektir.

  • Hayatı bilmem de sinemaya hep geç kalırım. Hayatın bir film gibiyse, ihtimal sana da gecikeceğim demektir...

  • Facebook'da ellerini bırakabiliyon mu?

  • Moda insanın ihtiyacı olmadığı şeyi satın almak zorunda kalmasıdır...

  • Merak ediyorum sigaradan ekmeğin tuzuna kadar herşeydeki zararı görüp, bizi korumaya yemin etmiş devlet büyüklerimiz; bankalara, iletişim firmalarına, sağlık ve çakma ilaç sektöründeki cambazlara adeta peşkeş çekilmemize neden göz yumarlar...

  • Devir, eski bildik meseleleri, allı pullu yeni kelimelerle ifade edip, imaj yapma devri...

  • İnsanın başına her şey gelir. Hastalık kaza, bela, ölüm... Her şekilde ölebilirsin yani. Ancak yüreğimde seni bir tek sen öldürebilirsin. Eh o da biraz intihar olur...

  • Her çiçekten bal alan Arı'dır. İnsan olana koklamak yeter. Bazen o bile gerekmez.

  • Usta kısa kes. Seyrek gelelim berbere, traş parası az olsun.       

  • İnsanın, cep telefonundan iyi tarafı kırılır ama belli etmez...

  • Arkadaş, ergenlikten bu yana "şu müşteri temsilcisi bayanların" cilveli ses tonuyla konuşan bir tek sevgilim bile olmadı ya la... Pardon hangi üründe kampanya var demiştiniz?

  • İşyerinizde "İsviçre çakısı" yerine kullanılıyor olabilirsiniz. Bu önceleri hoşunuza gitse de sonraları, her angaryanın sizi bulduğu, her aklına gelenin size akıl sorduğu bir duruma dönüşür ki; pek tavsiye edilmez...

  • Herkese takacak kulbum var ama adama bir bakarım, değmez yazık yaw derim vazgeçerim...       

  • Şair burada ne demek istemiş diye kafa patlatacağına, okuduğunu anlamalı bazen insan...

  • Süper bir müşteri şikayeti: - Bu bilgisayar feysfuuda girmiyor...

  • Hepimiz kütür, kütür kültürlü olmasak da olur. İnsan olsak yetecek sanki... Asgari müşterekte birleşelim mi?

  • Kalbe, böbreklere, safra kesesine, karın ağrısına, regl sancısına, iktidarsızlığa iyi geldiği yetmedi, cep telefonu ve uçak bileti yerine bile kullanabiliyormuşsunuz ne süper ilaç mıssın sen Panax...

  • Benim 7-8 teks dosyasını flashıma kopyalayamadığım zaman diliminde bilgisayarıma 6413tane virüs nasıl bulaşır takdir etmemek mümkün değil...     

Neden blog yazmıyorum

Hiç yorum yok:
Bir kere işler iyi. "Maşallah" de yani, ama tükürmeden lütfen. İki ayak, bir pabuçta çalışıyoruz bir süredir. Haliyle boş vakitte kalmıyor o zaman. Paraları koyacak yer sıkıntısı yüzünden bir antrepo kiralamaya falan kalkmadık ama, eskiden "Ohooo ölme eşeğim ölme on senede ödenmez bu borçlar" derken, şimdilerde "1-2 senede düze çıkarız sanki" moduna girdik. İyi mi? Ee bize göre iyi. Ya her ay arabanın modelini değiştirmek zorunda kalanlar ne yapsın. Zırt pırt yeni bir model araba çıkmıyor ki. Boşa geriliyor insan. Yazık...

Ayrıca marifet iltifata tabidir demiştik ya. Haliyle herkes bloglara resimlerine bakıp okumadığı gazeteler gibi davranınca, insanın içinde bir şeyler kırılıyor be okuyucu. Yani yaz yaz, para yok pul yok nereye kadar. Üstelik blog yazmıyorum diye, hiç de bir şey yazmıyor değilim hani. Face'de döktürüyoruz, yazışarak geyiğin dibine vurduğumuz arkadaşlar da var. Serde gazetecelik de olduğundan irili ufaklı mahalli gazete ve sitelere yazıp, çiziktiriyoruz da hala.

Sen, daha tam bilmiyorsun ama; bak başka neler yapıyorum. Sabahın görünüründe kalkıp, arka bahçemdeki davuklara bakıyorum. Yemlerini, sularını veriyorum. Böylece güne stressiz başlıyorum. Bak gördün mü, emeklilik moduna iyice girdim yani. Bu da yetmiyor, günde iki kez kalorifere kömür atıp, kül alıyorum. Ne o sevgili okuyucu, sen herkesi doğal gazla mı çalışıyor sanıyorsun. O işleri kaloriferciler yapmıyor mu, dediğini duyar gibiyim ama ben iyice cimrileştim bu aralar. Yazık ya, çil çil paralara kıyamıyorum da ondan. Şşş alo. Avrupa'da kriz var demiştik di mi?

Sonra çoluk, çocuk, çombalak. Tabi sana göre herkes bekar, işsiz güçsüz, bir eli yağda bir eli balda geziyor. Baba parası yiyip, okula giderken tweet atıp, blog yazıyoruz hepimiz de mi? Yok öyle değil işte. Burda ne kadar karizmatik, ağır abi imajı çiziktirsek de "dede" diye elimizden tutan, baba diye yanağımızdan öpenler var Allah'a şükür. Kimine masal anlatıyorsun, kimini bakkala götürüyorsun. Boru mu, bu?

Tabi bunlar işin güzel yanı. Evde, gün geliyor musluk damlatıyor. Gün geliyor perdelerin takılması gerekiyor. Az iş mi, onu herkes yapıyor ama yaş kemale erince, adama zor geliyor cancazım. Ayrıca göbek denen kişi ile ilişkimiz kendisinin giderek  boya posa kaçması  yüzünden düşmanlık düzeyine ulaştığı için, diyet niyetine girdim. İşte bu yüzden, bünyede yaşanılan stress de cabası.

Sonra böyle yazıp çiziktirme işi, ya boş ya da hoş vakitte güzel oluyor. Hoş vakitten kasıt, herşeyin birbirine denk olup, k.çın can sıkıntısından trompet çaldığı zaman dilimi değil elbette. Yani diyorum ki, dışarda bahar havası olsa, kurtlar, kuşlar böcekler, kelebenkler etrafı sarsa, yeniden yine, sevdiğine aşık olma mevsimi gelse. Oh miss!. Ama eskisi gibi havadan sudan, teli açmadın, sen beni özlemedin, yan baktın, ön baktın gibi eften püften şeylerden çıkmıyor sorunlar. Bu seferkiler "pirinç bitmiş, şeker alınacak, deterjan ultra mega etkili olsun, faturaları yatırmadın mı sen" gibi sebeplerden çıkıyor haliyle. E bunlara da, oturup, roman yazılmıyor a cancazım.

Bir de yaz yaz nereye kadar. Neredeyse külliyat olmuş. Açın okuyun di mi. Kitap bastırma modası, az bir kaç arkadaş kaymağını yedikten sonra bitti galiba. Her bloggerin en az 1 kitabı olmalı diye bir kampanya da olmadığına göre. Allah'ın emri değil ya kitap yazmak. O "oku" demiş de, kutsal kitabı bile okuyan yok. Hem benim, kitap yazma işini on yıllar önce yapmışlığım var. O zaman hevesin de azalıyor işte. "N'olcak yazıcam da sanki, ibret alınacak hayat dersleri de yazmadığımıza göre, bizi okumasalar kıyamet mi kopar? Ekmek alacak paran yok, yazıcan da ne olucak. Zaten okuyup, yorum yapan mı var allasen"  diyorsun.

Şaka bir yana, insana dostlar ediyor ne ediyorsa. Sözünü de yiyorsun ve yazıyorsun birşeyler. Pabuç kardeş önce Face de dürttü; yaz diye. Sonra, blogunda aleni yazmış sağolsun. Sonrasında da işte gördüğünüz bu yazı çıktı meydana. Okuyup beğendinizse, eşe dosta tavsiye edin de başkaları da okusun. Hatta yorum yazsın da okunduğumuzdan haberimiz olsun.

Geri kafalı bir ihtiyarım ben "google analistic" ile falan uğraşamam.
Zaten andropoza giresim var.
Girerim ha...

T.İ.O





Bir kere işler iyi. "Maşallah" de yani, ama tükürmeden lütfen. İki ayak, bir pabuçta çalışıyoruz bir süredir. Haliyle boş vakitte kalmıyor o zaman. Paraları koyacak yer sıkıntısı yüzünden bir antrepo kiralamaya falan kalkmadık ama, eskiden "Ohooo ölme eşeğim ölme on senede ödenmez bu borçlar" derken, şimdilerde "1-2 senede düze çıkarız sanki" moduna girdik. İyi mi? Ee bize göre iyi. Ya her ay arabanın modelini değiştirmek zorunda kalanlar ne yapsın. Zırt pırt yeni bir model araba çıkmıyor ki. Boşa geriliyor insan. Yazık...

Ayrıca marifet iltifata tabidir demiştik ya. Haliyle herkes bloglara resimlerine bakıp okumadığı gazeteler gibi davranınca, insanın içinde bir şeyler kırılıyor be okuyucu. Yani yaz yaz, para yok pul yok nereye kadar. Üstelik blog yazmıyorum diye, hiç de bir şey yazmıyor değilim hani. Face'de döktürüyoruz, yazışarak geyiğin dibine vurduğumuz arkadaşlar da var. Serde gazetecelik de olduğundan irili ufaklı mahalli gazete ve sitelere yazıp, çiziktiriyoruz da hala.

Sen, daha tam bilmiyorsun ama; bak başka neler yapıyorum. Sabahın görünüründe kalkıp, arka bahçemdeki davuklara bakıyorum. Yemlerini, sularını veriyorum. Böylece güne stressiz başlıyorum. Bak gördün mü, emeklilik moduna iyice girdim yani. Bu da yetmiyor, günde iki kez kalorifere kömür atıp, kül alıyorum. Ne o sevgili okuyucu, sen herkesi doğal gazla mı çalışıyor sanıyorsun. O işleri kaloriferciler yapmıyor mu, dediğini duyar gibiyim ama ben iyice cimrileştim bu aralar. Yazık ya, çil çil paralara kıyamıyorum da ondan. Şşş alo. Avrupa'da kriz var demiştik di mi?

Sonra çoluk, çocuk, çombalak. Tabi sana göre herkes bekar, işsiz güçsüz, bir eli yağda bir eli balda geziyor. Baba parası yiyip, okula giderken tweet atıp, blog yazıyoruz hepimiz de mi? Yok öyle değil işte. Burda ne kadar karizmatik, ağır abi imajı çiziktirsek de "dede" diye elimizden tutan, baba diye yanağımızdan öpenler var Allah'a şükür. Kimine masal anlatıyorsun, kimini bakkala götürüyorsun. Boru mu, bu?

Tabi bunlar işin güzel yanı. Evde, gün geliyor musluk damlatıyor. Gün geliyor perdelerin takılması gerekiyor. Az iş mi, onu herkes yapıyor ama yaş kemale erince, adama zor geliyor cancazım. Ayrıca göbek denen kişi ile ilişkimiz kendisinin giderek  boya posa kaçması  yüzünden düşmanlık düzeyine ulaştığı için, diyet niyetine girdim. İşte bu yüzden, bünyede yaşanılan stress de cabası.

Sonra böyle yazıp çiziktirme işi, ya boş ya da hoş vakitte güzel oluyor. Hoş vakitten kasıt, herşeyin birbirine denk olup, k.çın can sıkıntısından trompet çaldığı zaman dilimi değil elbette. Yani diyorum ki, dışarda bahar havası olsa, kurtlar, kuşlar böcekler, kelebenkler etrafı sarsa, yeniden yine, sevdiğine aşık olma mevsimi gelse. Oh miss!. Ama eskisi gibi havadan sudan, teli açmadın, sen beni özlemedin, yan baktın, ön baktın gibi eften püften şeylerden çıkmıyor sorunlar. Bu seferkiler "pirinç bitmiş, şeker alınacak, deterjan ultra mega etkili olsun, faturaları yatırmadın mı sen" gibi sebeplerden çıkıyor haliyle. E bunlara da, oturup, roman yazılmıyor a cancazım.

Bir de yaz yaz nereye kadar. Neredeyse külliyat olmuş. Açın okuyun di mi. Kitap bastırma modası, az bir kaç arkadaş kaymağını yedikten sonra bitti galiba. Her bloggerin en az 1 kitabı olmalı diye bir kampanya da olmadığına göre. Allah'ın emri değil ya kitap yazmak. O "oku" demiş de, kutsal kitabı bile okuyan yok. Hem benim, kitap yazma işini on yıllar önce yapmışlığım var. O zaman hevesin de azalıyor işte. "N'olcak yazıcam da sanki, ibret alınacak hayat dersleri de yazmadığımıza göre, bizi okumasalar kıyamet mi kopar? Ekmek alacak paran yok, yazıcan da ne olucak. Zaten okuyup, yorum yapan mı var allasen"  diyorsun.

Şaka bir yana, insana dostlar ediyor ne ediyorsa. Sözünü de yiyorsun ve yazıyorsun birşeyler. Pabuç kardeş önce Face de dürttü; yaz diye. Sonra, blogunda aleni yazmış sağolsun. Sonrasında da işte gördüğünüz bu yazı çıktı meydana. Okuyup beğendinizse, eşe dosta tavsiye edin de başkaları da okusun. Hatta yorum yazsın da okunduğumuzdan haberimiz olsun.

Geri kafalı bir ihtiyarım ben "google analistic" ile falan uğraşamam.
Zaten andropoza giresim var.
Girerim ha...

T.İ.O