Kurcalama koku-su çıkar

11 yorum:
İnsanoğlu garip...
Eş, dost, arkadaş, herkes ilişkilerinde doğruluk, dürüstlük istiyor ama aynı oranda doğru ve dürüst mü? Bakın bu tartışılır. Kendi penceresinden bakınca herkes haklı gözüküyor ama azıcık empati yaptınız mı karşı tarafa da hak vermeniz mümkün...

Senden benzersiz kelimeler isteyen biri sana "Caaaaaaaaaaan" diye hitap edebiliyor. Lan bu kelime neredeyse "anonim" halk güftesi" oldu diyemiyorsun.

Özel bir sohbeti 3. şahısla paylaştın diye suçlanırsın bir gün, üstelik bunu yapmamışsındır ama hiç tanımadığın biri arkadaşının yanında gözlerine baka baka o sohbeti anlatır sana. Şaşar kalırsın. Karşında seni yerden yere vuran kişi "sırıtır" pişkince. Bunu ben yapsam dersin. Öfkeyle karışık söylenir; "saçını başını yolardım". Sonra misilleme kabilinden soruya soruyla cevap verir; "Ya onu ben yapsam?" Sen de dut yemiş bülbül gibi susarsın, konuşamazsın.

"Bana özel bir kelime söyle" der, arkadaşlığımızı, dostluğumuzu tanımlasın. "Sadece benim için bir cümle kur". En benim olsun, bir tek ben bileyim, kendimi özel hissedeyim. Cümleyi kurduğunun ertesi gün, bakarsın ki bunu isteyen "her kesle sen, ben olmuş" zaten. Şöyle bir bakar, acı acı gülersin. Sonrasında eni, beni olur karşındaki. Susarsınız...

"Kimseye böyle gülmedim, ilk defa senle anlamlı her şey, bir tek seni sevdim" sözlerinin sadece içinde bulunulan zaman dilimini kapsadığını "geçmiş ve geleceği içermediğini" zamanla, bir takım olaylarla karşılaştıkça öğrenirsin. "Hiç onunla konuşmadım" sözünün bazı kişiler için otomatikman "bu gün" ön ekini içerdiğini bilmen gerekmektedir. Öğrenmemişsen, öğretirler adama. Bu alemde, herkesin bir anlatılmamış öyküsü olabilir.

Dişisi erkeği yoktur bu ilişkilerin. Kadın da erkek de yapabilir bunu. En çok yanılma ihtimaliniz olan, sizden en fazlasını bekleyen dostlarınız olabilir. Bu yüzden dostlarınızı arkadaşlarınızı veya gönüldaşlarınızı seçerken çok kuralcı olmanın bir anlamı da yoktur. Siz de onlardan pek farklı değilsiniz ki. İlkeli olmak iyidir ama bu olayı abartılmış ilkel bir bencilliğe çevirip, kendi kusurlarınızı görmezlikten gelmemeniz lazım. Hiç bir arkadaşınızın her an yanında olmak istemeniz yüzünden sizden sevgilisiyle sinemaya gideceğini saklamasına gereksinimi olmamalı.

Eş dost arkadaş, sevgili... Ya da "eşi, sevgiliyi" anladık ama diğer ilişkilerinizde pek katı kurallar koymamanız ve katı kurallara uymamanız, hatta uymayacağınızı ta en başından deklare etmeniz, beklentisiz olmanız ve beklenti istemediğinizi bildirmeniz canınızın sıkılmasına da moralinizin bozulmasına da engel olur...

Asla dedikodu yapmaz dediğiniz birini, arkanızdan konuşurken görmek bazen an meselesidir. Bazense bir ömür bundan haberiniz olmaz. Veya bana asla yalan söyleme diyen birisi çatır çatır kendi penceresinden size bal gibi “kendi doğrusunu” söyler.

Bu yüzden özellikle arkadaşlarınızla olan ilişkilerinizi fazla kurcalamayın, onların özel sahalarına girmeyin. Koku-su çıkar. Rahatsız olur, üzülürsünüz. Bu yüzden ya yüksek ökçelerinizi giyip, at gözlüklerinizi takacaksınız ve mutluluk oyunu oynayacaksınız ya da her şeyi kurcalayıp, çıkan kokuya tahammül edeceksiniz. Kurcalarken de en kötü kokunun sizden en çok dürüstlük, sadakat bekleyenlerden gelebileceğini de baştan kabul edeceksiniz.

Dedik ya insanoğlu gariptir. Siz nasılsanız karşınızdaki de muhtemelen öyledir...
İnsanoğlu garip...
Eş, dost, arkadaş, herkes ilişkilerinde doğruluk, dürüstlük istiyor ama aynı oranda doğru ve dürüst mü? Bakın bu tartışılır. Kendi penceresinden bakınca herkes haklı gözüküyor ama azıcık empati yaptınız mı karşı tarafa da hak vermeniz mümkün...

Senden benzersiz kelimeler isteyen biri sana "Caaaaaaaaaaan" diye hitap edebiliyor. Lan bu kelime neredeyse "anonim" halk güftesi" oldu diyemiyorsun.

Özel bir sohbeti 3. şahısla paylaştın diye suçlanırsın bir gün, üstelik bunu yapmamışsındır ama hiç tanımadığın biri arkadaşının yanında gözlerine baka baka o sohbeti anlatır sana. Şaşar kalırsın. Karşında seni yerden yere vuran kişi "sırıtır" pişkince. Bunu ben yapsam dersin. Öfkeyle karışık söylenir; "saçını başını yolardım". Sonra misilleme kabilinden soruya soruyla cevap verir; "Ya onu ben yapsam?" Sen de dut yemiş bülbül gibi susarsın, konuşamazsın.

"Bana özel bir kelime söyle" der, arkadaşlığımızı, dostluğumuzu tanımlasın. "Sadece benim için bir cümle kur". En benim olsun, bir tek ben bileyim, kendimi özel hissedeyim. Cümleyi kurduğunun ertesi gün, bakarsın ki bunu isteyen "her kesle sen, ben olmuş" zaten. Şöyle bir bakar, acı acı gülersin. Sonrasında eni, beni olur karşındaki. Susarsınız...

"Kimseye böyle gülmedim, ilk defa senle anlamlı her şey, bir tek seni sevdim" sözlerinin sadece içinde bulunulan zaman dilimini kapsadığını "geçmiş ve geleceği içermediğini" zamanla, bir takım olaylarla karşılaştıkça öğrenirsin. "Hiç onunla konuşmadım" sözünün bazı kişiler için otomatikman "bu gün" ön ekini içerdiğini bilmen gerekmektedir. Öğrenmemişsen, öğretirler adama. Bu alemde, herkesin bir anlatılmamış öyküsü olabilir.

Dişisi erkeği yoktur bu ilişkilerin. Kadın da erkek de yapabilir bunu. En çok yanılma ihtimaliniz olan, sizden en fazlasını bekleyen dostlarınız olabilir. Bu yüzden dostlarınızı arkadaşlarınızı veya gönüldaşlarınızı seçerken çok kuralcı olmanın bir anlamı da yoktur. Siz de onlardan pek farklı değilsiniz ki. İlkeli olmak iyidir ama bu olayı abartılmış ilkel bir bencilliğe çevirip, kendi kusurlarınızı görmezlikten gelmemeniz lazım. Hiç bir arkadaşınızın her an yanında olmak istemeniz yüzünden sizden sevgilisiyle sinemaya gideceğini saklamasına gereksinimi olmamalı.

Eş dost arkadaş, sevgili... Ya da "eşi, sevgiliyi" anladık ama diğer ilişkilerinizde pek katı kurallar koymamanız ve katı kurallara uymamanız, hatta uymayacağınızı ta en başından deklare etmeniz, beklentisiz olmanız ve beklenti istemediğinizi bildirmeniz canınızın sıkılmasına da moralinizin bozulmasına da engel olur...

Asla dedikodu yapmaz dediğiniz birini, arkanızdan konuşurken görmek bazen an meselesidir. Bazense bir ömür bundan haberiniz olmaz. Veya bana asla yalan söyleme diyen birisi çatır çatır kendi penceresinden size bal gibi “kendi doğrusunu” söyler.

Bu yüzden özellikle arkadaşlarınızla olan ilişkilerinizi fazla kurcalamayın, onların özel sahalarına girmeyin. Koku-su çıkar. Rahatsız olur, üzülürsünüz. Bu yüzden ya yüksek ökçelerinizi giyip, at gözlüklerinizi takacaksınız ve mutluluk oyunu oynayacaksınız ya da her şeyi kurcalayıp, çıkan kokuya tahammül edeceksiniz. Kurcalarken de en kötü kokunun sizden en çok dürüstlük, sadakat bekleyenlerden gelebileceğini de baştan kabul edeceksiniz.

Dedik ya insanoğlu gariptir. Siz nasılsanız karşınızdaki de muhtemelen öyledir...

Peygamberimi görmek istiyorum

4 yorum:
Öyle düşte falan değil, aleni görmek istiyorum. Bir hristiyanın İsa'yı gördüğü kadar olsun en azından. Yok hayır, onu tanrılaştırmak gibi bir niyetim yok. Ne demişse inanıyorum, ne eksiğini ne  fazlasını istemiyorum, ama onu görmek istiyorum.

Biliyorum bir çok insan buna karşı çıkacak. Hele yüksek perdeden söylesem kimbilir neler diyecekler. Belki imanım sorgulanacak. Bu istek küfre yakın sayılacak. İslam dünyasında yıllardır resim ve fotoğrafa karşı olan bakış belli. O günün putperest arap toplumunda bunu anlamak mümkün olabilir. Neticede kendi hamurdan putunu yapıp, acıkınca yiyen bir toplumun eğilimlerinden bahsediyorduk.

Ama bugünün toplumunda vesikalık fotoğraf diye birşey var. Sanat fotoğrafları, portreler vb. bir çok şey. Biz Peygamberi (asv) gösteren bütün filmlerde kameraya odaklandık. Hep varlığı hissedilen ama görünmeyen oldu minyatürlerde bile ama o da bir insandı. Onu görenler oldu, onu üstün kılan aynı zamanda kul olmasıydı. Bizden biri, hayatın içinde nefes alan, yemek yiyip, su içen, saçı uzayan, traş olan içimizden biriydi. O yüzden Rasül'de bizim için güzel örnekler vardı. 

Evet aslolan onun yaşama dair öğretilerine tutunma gereği ama bir çok genç insan onu şeklen merak ettiler. Okudukları "Hilye-i Şerif"lerden öğrendikleri ile onu tanımaya çalıştılar. Bugün sorsak bir çok müslüman için Rasül "kısa saçlı, gür sakallı, başı sarıklı, heybetli" bir hayal kahramanı gibidir. Oysa onun hakkında bilgi sahibi olan gençler bir zamanlar "saçlarını ortadan ayırıp, omuzlarına düşürmeyi" eleştiri konusu yapan ebeveynlerine "Bu da sünnet" diyorlardı.

Hristiyanların İsa figürünü ve görüntüsünü nerden aldıkları, görsel kaynaklarının heykeller dışında ne olduğunu pek bilmiyorum ama Peygamberimizin şeklen görünüşünü anlatan "Hilye-i Şerif" kitaplarında göğsünde ve göbeğindeki kıllara kadar detay bellidir. Ne yapacaksın kılı tüyü, sen yaşamından örnekler alıp yaşasana diyebilir birçok insan. Ancak batıda gelişen "İslamofobi"nin bir argümanı olarak siz isteseniz de istemeseniz de bir "Muhammed" figürü zihinlere kazınıyor. Genelde karikatürler yoluyla çizilen bu görüntüde Rasül-i Ekrem (asv) "Terorist" kisvesiyle resmediliyor.

Oysa hristiyanlar için "İsa" son derece yakışıklı, hoş bir adamdır aynı zamanda. Belki de öyle değildi. Bizim elimizde ise efendimizin görüntüsü hakkında çok fazla kaynak var. Onu rüyada görmek büyük bir nimet olabilri ama günümüz teknolojisi ile artık bir robot resminin bir portresinin yapılması olası. Bence müslümanların peygamberlerini görmeye hakları var ve eğer siz bu hakkı onlara vermezseniz ne yazık ki yeni yetişen gençlerin günümüz teknolojisi ile internetten "Hristiyan ya da ateizm kaynaklı çizimlerden" bir zihinsel canlandırma yapması kaçınılmaz olacak.

Bugün karikatür olarak ortaya konan bu resimlerde "sünnet diyerek bırakılmış" sakallar ve sert mizaçlı ürkütücü resimler veren müslüman imajını (nette birkaç resme bakın) yıkmak yarın mümkün de olmayabilir. Çizgi filmlerden, karikatürlerden başlayıp yarın işte bu denilecek bir bilgisayar destekli resimin zihinlere kazınması önlemek isteyen müslüman önderlerin bu konuda fetvaları yeniden gözden geçirmeleri ve müslüman bilim adamları ve sanatçılardan oluşan bir ekibin Peygamberimizin bir robot resminin ya da hoş bir portresini oluşturması gerektiğini düşünüyorum.

Bence bunu iyi niyetinden şüphe duyacağımız yabancılar yapmadan ve nesillerimizin zihinlerine kazımadan önce, müslümanlar kendi peygamberinin resmini yapmalıdır. Hristiyan çocuklar resim defterine “İsa”nın resmini çiziyorlar mı okullarda bilmiyorum ama eğer çiziyorlarsa neden bizim çocuklarımız çizemesinler.

Yetmedi mi bu yasak.
Haydi artık biz "Peygamberimizi görmek istiyoruz"
İbrahim ORTAÇ 
Öyle düşte falan değil, aleni görmek istiyorum. Bir hristiyanın İsa'yı gördüğü kadar olsun en azından. Yok hayır, onu tanrılaştırmak gibi bir niyetim yok. Ne demişse inanıyorum, ne eksiğini ne  fazlasını istemiyorum, ama onu görmek istiyorum.

Biliyorum bir çok insan buna karşı çıkacak. Hele yüksek perdeden söylesem kimbilir neler diyecekler. Belki imanım sorgulanacak. Bu istek küfre yakın sayılacak. İslam dünyasında yıllardır resim ve fotoğrafa karşı olan bakış belli. O günün putperest arap toplumunda bunu anlamak mümkün olabilir. Neticede kendi hamurdan putunu yapıp, acıkınca yiyen bir toplumun eğilimlerinden bahsediyorduk.

Ama bugünün toplumunda vesikalık fotoğraf diye birşey var. Sanat fotoğrafları, portreler vb. bir çok şey. Biz Peygamberi (asv) gösteren bütün filmlerde kameraya odaklandık. Hep varlığı hissedilen ama görünmeyen oldu minyatürlerde bile ama o da bir insandı. Onu görenler oldu, onu üstün kılan aynı zamanda kul olmasıydı. Bizden biri, hayatın içinde nefes alan, yemek yiyip, su içen, saçı uzayan, traş olan içimizden biriydi. O yüzden Rasül'de bizim için güzel örnekler vardı. 

Evet aslolan onun yaşama dair öğretilerine tutunma gereği ama bir çok genç insan onu şeklen merak ettiler. Okudukları "Hilye-i Şerif"lerden öğrendikleri ile onu tanımaya çalıştılar. Bugün sorsak bir çok müslüman için Rasül "kısa saçlı, gür sakallı, başı sarıklı, heybetli" bir hayal kahramanı gibidir. Oysa onun hakkında bilgi sahibi olan gençler bir zamanlar "saçlarını ortadan ayırıp, omuzlarına düşürmeyi" eleştiri konusu yapan ebeveynlerine "Bu da sünnet" diyorlardı.

Hristiyanların İsa figürünü ve görüntüsünü nerden aldıkları, görsel kaynaklarının heykeller dışında ne olduğunu pek bilmiyorum ama Peygamberimizin şeklen görünüşünü anlatan "Hilye-i Şerif" kitaplarında göğsünde ve göbeğindeki kıllara kadar detay bellidir. Ne yapacaksın kılı tüyü, sen yaşamından örnekler alıp yaşasana diyebilir birçok insan. Ancak batıda gelişen "İslamofobi"nin bir argümanı olarak siz isteseniz de istemeseniz de bir "Muhammed" figürü zihinlere kazınıyor. Genelde karikatürler yoluyla çizilen bu görüntüde Rasül-i Ekrem (asv) "Terorist" kisvesiyle resmediliyor.

Oysa hristiyanlar için "İsa" son derece yakışıklı, hoş bir adamdır aynı zamanda. Belki de öyle değildi. Bizim elimizde ise efendimizin görüntüsü hakkında çok fazla kaynak var. Onu rüyada görmek büyük bir nimet olabilri ama günümüz teknolojisi ile artık bir robot resminin bir portresinin yapılması olası. Bence müslümanların peygamberlerini görmeye hakları var ve eğer siz bu hakkı onlara vermezseniz ne yazık ki yeni yetişen gençlerin günümüz teknolojisi ile internetten "Hristiyan ya da ateizm kaynaklı çizimlerden" bir zihinsel canlandırma yapması kaçınılmaz olacak.

Bugün karikatür olarak ortaya konan bu resimlerde "sünnet diyerek bırakılmış" sakallar ve sert mizaçlı ürkütücü resimler veren müslüman imajını (nette birkaç resme bakın) yıkmak yarın mümkün de olmayabilir. Çizgi filmlerden, karikatürlerden başlayıp yarın işte bu denilecek bir bilgisayar destekli resimin zihinlere kazınması önlemek isteyen müslüman önderlerin bu konuda fetvaları yeniden gözden geçirmeleri ve müslüman bilim adamları ve sanatçılardan oluşan bir ekibin Peygamberimizin bir robot resminin ya da hoş bir portresini oluşturması gerektiğini düşünüyorum.

Bence bunu iyi niyetinden şüphe duyacağımız yabancılar yapmadan ve nesillerimizin zihinlerine kazımadan önce, müslümanlar kendi peygamberinin resmini yapmalıdır. Hristiyan çocuklar resim defterine “İsa”nın resmini çiziyorlar mı okullarda bilmiyorum ama eğer çiziyorlarsa neden bizim çocuklarımız çizemesinler.

Yetmedi mi bu yasak.
Haydi artık biz "Peygamberimizi görmek istiyoruz"
İbrahim ORTAÇ 

Yürek bakıcıları - 3

6 yorum:
Bir de yürek bakanların içinde "derdimizi dinleyen" dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız var. Acılarımızı paylaştığımız, sevinçlerimize ortak olan ama aynen bizim gibi etten kemikten insan olan "can"lar. Derdimizi paylaştığımız zaman derdimizle dertlendikleri gibi, söylemesek de lisanı halimizden, sessizliğimizden anlayan ve üzülen insanlar. Hani her  zehrin panzehiri olduğu gibi "yürek yakanların" panzehiri olanlar.

Bazen onlarla dertlerimizi paylaşırken öylesine dozu kaçırıyoruz ki, onların yüreklerinin de acıyabileceğini unutuyoruz. Hatta bazen sevdamızı, aşkımızı anlattığımız o insan gizli gizli bizi seven biri olabilir. Ya da bazen o insanlar öylesine bizi benimsiyorlar ki öykülerimize ortak oluyorlar. Bizim yerimize kızıp, öfkelenip, bizim yapamadıklarımızı yapmaya kalkıyorlar. Olaylara müdahil oluyorlar. Sonra da biz onların bu "durumdan vazife çıkarmalarından" rahatsız olup, "sana ne'msi tavırlar içinde onları kırıp döküyoruz.

Bu insanların mistik güçleri yoktur ama altıncı hisleri  oldukça kuvvetlidir. Bizi hissederler, rüyalarında görürler, olmadık bir anda içlerinde bize dair bir sızı, bir korku oluşur. Anaç tabiatlıdırlar, bizi merak ederler, sorarlar.

Bazen de hayatınıza sonradan dâhil olur böyle kişiler. Şanslıysanız arkadaşınız, kankanız olurlar. Biraz daha şanslıysanız sevgiliniz, hayat arkadaşınız olabilirler.

Hayat denilen şu masal kitabında, öyküsünde ya da romanında hepimizin değişik yazgıları var. Kimimizin kaderi yalnızlık, kimimiz kıymet bilmez, kimimiz hasta, kimiz bunalmış, kimimizi bir kaza bekliyor bir yerlerde, kimimizin yaşanmış, birikmiş ama paylaşılmayan acıları var. Bu acıların kimi bizimle mezara gider, kimi de paylaştıkça hafifler. Hani "sevinçler paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır" sözünde olduğu gibi.

Yürek bakıcıların içerisindeki bu nadide gruptaki insanlarla iletişimleriniz bazen olmadık güzelliklerle, bazen olmadık kavgalar, kırgınlıklarla gelişebilir. Yüreğinize bakmalarından mutlu olduğunuz gibi, bazen rahatsızlık da duyabilirsiniz. "Öff ablaaa, yok bir şeyim" sözünü başka nasıl izah edersiniz.

Yine de dozunu kaçırmadıkları sürece "yüreğe bakan" insanlar iyi insanlardır. Hayat onlarla bazen dayanılmaz olsa da genelde güzel ve şanslı hissettirir kendinizi. Böyle dostlarınız, sevdikleriniz, sevgilileriniz varsa ne mutlu size. Başkalarının arayıp da bulamadığı bu insanların kıymetini bilin...

Bir de yürek bakanların içinde "derdimizi dinleyen" dostlarımız, arkadaşlarımız, akrabalarımız var. Acılarımızı paylaştığımız, sevinçlerimize ortak olan ama aynen bizim gibi etten kemikten insan olan "can"lar. Derdimizi paylaştığımız zaman derdimizle dertlendikleri gibi, söylemesek de lisanı halimizden, sessizliğimizden anlayan ve üzülen insanlar. Hani her  zehrin panzehiri olduğu gibi "yürek yakanların" panzehiri olanlar.

Bazen onlarla dertlerimizi paylaşırken öylesine dozu kaçırıyoruz ki, onların yüreklerinin de acıyabileceğini unutuyoruz. Hatta bazen sevdamızı, aşkımızı anlattığımız o insan gizli gizli bizi seven biri olabilir. Ya da bazen o insanlar öylesine bizi benimsiyorlar ki öykülerimize ortak oluyorlar. Bizim yerimize kızıp, öfkelenip, bizim yapamadıklarımızı yapmaya kalkıyorlar. Olaylara müdahil oluyorlar. Sonra da biz onların bu "durumdan vazife çıkarmalarından" rahatsız olup, "sana ne'msi tavırlar içinde onları kırıp döküyoruz.

Bu insanların mistik güçleri yoktur ama altıncı hisleri  oldukça kuvvetlidir. Bizi hissederler, rüyalarında görürler, olmadık bir anda içlerinde bize dair bir sızı, bir korku oluşur. Anaç tabiatlıdırlar, bizi merak ederler, sorarlar.

Bazen de hayatınıza sonradan dâhil olur böyle kişiler. Şanslıysanız arkadaşınız, kankanız olurlar. Biraz daha şanslıysanız sevgiliniz, hayat arkadaşınız olabilirler.

Hayat denilen şu masal kitabında, öyküsünde ya da romanında hepimizin değişik yazgıları var. Kimimizin kaderi yalnızlık, kimimiz kıymet bilmez, kimimiz hasta, kimiz bunalmış, kimimizi bir kaza bekliyor bir yerlerde, kimimizin yaşanmış, birikmiş ama paylaşılmayan acıları var. Bu acıların kimi bizimle mezara gider, kimi de paylaştıkça hafifler. Hani "sevinçler paylaştıkça çoğalır, acılar paylaştıkça azalır" sözünde olduğu gibi.

Yürek bakıcıların içerisindeki bu nadide gruptaki insanlarla iletişimleriniz bazen olmadık güzelliklerle, bazen olmadık kavgalar, kırgınlıklarla gelişebilir. Yüreğinize bakmalarından mutlu olduğunuz gibi, bazen rahatsızlık da duyabilirsiniz. "Öff ablaaa, yok bir şeyim" sözünü başka nasıl izah edersiniz.

Yine de dozunu kaçırmadıkları sürece "yüreğe bakan" insanlar iyi insanlardır. Hayat onlarla bazen dayanılmaz olsa da genelde güzel ve şanslı hissettirir kendinizi. Böyle dostlarınız, sevdikleriniz, sevgilileriniz varsa ne mutlu size. Başkalarının arayıp da bulamadığı bu insanların kıymetini bilin...

Yürek Bakıcıları - 2

4 yorum:

Y
ürek bakan insanların en ilginç olanları ise, kimimizin ermiş kimimizin derviş dediği insanlardır. Bunlar mistik güçleri olmasa da yüzüne bakmaktan, sohbetinden tat aldığınız, yanında bulunmaktan mutlu olduğunuz insanlardır. Bu insanlarla ilgili yazdığım daha önceki yazılarımı okuyabilirsiniz. Çünkü şu an onlardan da söz etmiyorum. Onlar ayrı bir deryadır ve ayrı bir yazı konusudur.

Benim söz ettiğim Yürek Bakanların ikinci grubu bizzat sizin ya da benim, içinde olabileceğimiz "empati" duygusu güçlü, kendini başkalarının yerine koyarak düşünebilen ya da hissedebilen insanlar. İçimizde sanatçı duyarlılığı taşıyanların çok daha fazla sahip olduğu bu özellik sayesinde, ürettikleri ile sevinip, üzülebildiğimiz insanlar.

Blogların yayılması sayesinde eskiden sadece kitap ve roman okuyanların sahip olabildiği bir lüksü, biraz kalitesinden ödün verilmiş olsa da bizler de yaşıyoruz. Eli kalem tutanlarımızın yazdığı ve çoğu zaman kendi yaşadıklarına ya da gözlemlerine dayalı paylaşımlar, ötekilerin de yüreğini titretiyor. Öyle yazılar okuyoruz ki, gözümüzden yaşlar boşanıyor. Aslında hiç tanımadığımız insanların, ortak sevinçleri, acıları olduğunu hissedip yüreğimiz titriyor. Onların eserlerini okudukça, duydukça, gördükçe hüzne garkoluyor ya da çılgınca seviniyoruz.

Aslında sırf bu yüzden içimizde eli kalem tutanlarımız, yüreğini iyi yansıtanlarımız teşekkürü hak ediyorlar. Telif hakları denen şeyin ne denli önemli olduğunu, belki bu sayede biraz daha iyi anlayabiliriz. Birinin yazdıklarını isimsiz kopyaladığınızda, aslında onun emeği kadar yüreğinden de bir şeyleri söküp alıyorsunuz. Oysa o kişi en azından bir açık teşekkürü hak ediyor, ama siz bunu esirgiyorsunuz. Ayıp da ediyorsunuz...

Dünya global bir köye döndüğünden beri, birçok sıkıntılarımız ortak. Farkında olmadığımız benzerliklerin yanında, yaşanan birçok acıların da benzeştiğini görüp şaşırıyoruz. Eskiden sadece "inanılmaz tesadüf" saydığımız şeyler aslında birçoğumuzun değişik zaman, mekân ve isimlerle paylaştığı ortak hayat hikâyelerimiz. Benzeşen, kardeş yazgılarımız.

İnsan denilen canlı neticede "60-70" yıl yaşıyor bilinci yerinde olarak. Seviyor, seviliyor, hasta oluyor, kaza geçiriyor, maddi manevi hüzünler, baskılar, işkenceler görüyor veya sevinip, neşelenip, eğleniyor. Hepimiz bir diğerinin hayat hikâyesinin çevrildiği filmde birer figüranız. Aynı romanın içerisindeki farklı karakterler gibi, adlarımız değişiyor çoğu zaman. Sadece içimizden bazıları içine akıtıyor hüzünlerini, bazıları ise bizimle paylaşabiliyor. Kendi yaşamasa bile "empati" yapıp düşünebiliyor, hissedebiliyor ve paylaşıp hissettirebiliyor.

Sırf bu özelliklerinden dolayı içimizdeki sanatçı ruhlu insanlara ne denli teşekkür etsek azdır. Onlar sayesinde hayatımızın yazılarını, öykülerini, romanlarını okuyor, şarkılarını dinliyor, filmlerinizi izliyoruz. Sağolsunlar, varolsunlar...

Not:
Bir de yürek bakanların içinde "derdimizi dinleyen" dostlarımız var. Acılarımızı paylaştığımız, sevinçlerimize ortak olan ama aynen bizim gibi etten kemikten insan olan "can"lar. Onları da 3ncü bölümde inceleyelim nasipse.

Y
ürek bakan insanların en ilginç olanları ise, kimimizin ermiş kimimizin derviş dediği insanlardır. Bunlar mistik güçleri olmasa da yüzüne bakmaktan, sohbetinden tat aldığınız, yanında bulunmaktan mutlu olduğunuz insanlardır. Bu insanlarla ilgili yazdığım daha önceki yazılarımı okuyabilirsiniz. Çünkü şu an onlardan da söz etmiyorum. Onlar ayrı bir deryadır ve ayrı bir yazı konusudur.

Benim söz ettiğim Yürek Bakanların ikinci grubu bizzat sizin ya da benim, içinde olabileceğimiz "empati" duygusu güçlü, kendini başkalarının yerine koyarak düşünebilen ya da hissedebilen insanlar. İçimizde sanatçı duyarlılığı taşıyanların çok daha fazla sahip olduğu bu özellik sayesinde, ürettikleri ile sevinip, üzülebildiğimiz insanlar.

Blogların yayılması sayesinde eskiden sadece kitap ve roman okuyanların sahip olabildiği bir lüksü, biraz kalitesinden ödün verilmiş olsa da bizler de yaşıyoruz. Eli kalem tutanlarımızın yazdığı ve çoğu zaman kendi yaşadıklarına ya da gözlemlerine dayalı paylaşımlar, ötekilerin de yüreğini titretiyor. Öyle yazılar okuyoruz ki, gözümüzden yaşlar boşanıyor. Aslında hiç tanımadığımız insanların, ortak sevinçleri, acıları olduğunu hissedip yüreğimiz titriyor. Onların eserlerini okudukça, duydukça, gördükçe hüzne garkoluyor ya da çılgınca seviniyoruz.

Aslında sırf bu yüzden içimizde eli kalem tutanlarımız, yüreğini iyi yansıtanlarımız teşekkürü hak ediyorlar. Telif hakları denen şeyin ne denli önemli olduğunu, belki bu sayede biraz daha iyi anlayabiliriz. Birinin yazdıklarını isimsiz kopyaladığınızda, aslında onun emeği kadar yüreğinden de bir şeyleri söküp alıyorsunuz. Oysa o kişi en azından bir açık teşekkürü hak ediyor, ama siz bunu esirgiyorsunuz. Ayıp da ediyorsunuz...

Dünya global bir köye döndüğünden beri, birçok sıkıntılarımız ortak. Farkında olmadığımız benzerliklerin yanında, yaşanan birçok acıların da benzeştiğini görüp şaşırıyoruz. Eskiden sadece "inanılmaz tesadüf" saydığımız şeyler aslında birçoğumuzun değişik zaman, mekân ve isimlerle paylaştığı ortak hayat hikâyelerimiz. Benzeşen, kardeş yazgılarımız.

İnsan denilen canlı neticede "60-70" yıl yaşıyor bilinci yerinde olarak. Seviyor, seviliyor, hasta oluyor, kaza geçiriyor, maddi manevi hüzünler, baskılar, işkenceler görüyor veya sevinip, neşelenip, eğleniyor. Hepimiz bir diğerinin hayat hikâyesinin çevrildiği filmde birer figüranız. Aynı romanın içerisindeki farklı karakterler gibi, adlarımız değişiyor çoğu zaman. Sadece içimizden bazıları içine akıtıyor hüzünlerini, bazıları ise bizimle paylaşabiliyor. Kendi yaşamasa bile "empati" yapıp düşünebiliyor, hissedebiliyor ve paylaşıp hissettirebiliyor.

Sırf bu özelliklerinden dolayı içimizdeki sanatçı ruhlu insanlara ne denli teşekkür etsek azdır. Onlar sayesinde hayatımızın yazılarını, öykülerini, romanlarını okuyor, şarkılarını dinliyor, filmlerinizi izliyoruz. Sağolsunlar, varolsunlar...

Not:
Bir de yürek bakanların içinde "derdimizi dinleyen" dostlarımız var. Acılarımızı paylaştığımız, sevinçlerimize ortak olan ama aynen bizim gibi etten kemikten insan olan "can"lar. Onları da 3ncü bölümde inceleyelim nasipse.

Yürek Bakıcıları - 1

1 yorum:

Yürek çoğu zaman kalp ile karıştırılır ya da kalp yerine kullanılır. Aslında yürek diye bir yer var mıdır? Çoğumuz onu da bilmeyiz, zaten ben de bildiğimden emin değilim. Benim yürek dediğim yer "midemizin üstünden göğüs kafesinin birleştiği noktadaki elimizi koyduğumuzda hissedebileceğimiz kemik'e kadar olan" yaklaşık bir yumruk büyüklüğündeki kısım.

Hani, bir korku, sıkıntı, üzüntünüz olunca ağrısını hissettiğiniz yer. Üzgün, kırgın, acı ve ızdırab çekerken oraya topaklanmış bir yumru var zannettiğiniz bölge. Orada gerçekten yürek diye bir organımız yok tabi ki. Ancak ninem yıllarca -"Allah yüreğim" derdi. Geçmişe dair çok, sıkıntı ve üzüntüleri yanında dedemden yansıyan korkuları yüzünden "yüreği hep ağzında" bir kuş kadar ürkek ve narin bir kadındı. Çektiği sıkıntıları, heyecanını, korkularını "yüreğim" dediği o bölgeye ellerini bastırarak gidermeye çalışırdı.

Yengem (Dayımın eşi), kırık çıkıktan anladığı kadar, masaj yapmasını da iyi bilirdi. İşte "yürek masajı" denilen bir masaj yapardı o bölgeye ve oradaki sıkıntı hissi, korku ve ızdırab duygusunu elleri ile dağıtırdı. Nitekim sizin de bazen "içimde bir sıkıntı var" ya da "şurama bir şey geldi oturdu" dediğiniz durumlarda bir "Yürek Masajı”na ihtiyacınız olabilir.

Bu dünya böyle, bazıları yüreğinizi yakar, bazıları bakar (iyileştirir, tedavi eder). Yine de ne mutlu ki en azından yüreğimize bakan insanlar henüz tükenmediler.

Gelecek bölümde:
Yürek bakanlar -2
Nasipse yüreğimizi ellerine emanet ettiğimiz bir başka grup, yürek bakan insanların içimizi aydınlatan öykülerini de paylaşabilmek dileğiyle...



Yürek çoğu zaman kalp ile karıştırılır ya da kalp yerine kullanılır. Aslında yürek diye bir yer var mıdır? Çoğumuz onu da bilmeyiz, zaten ben de bildiğimden emin değilim. Benim yürek dediğim yer "midemizin üstünden göğüs kafesinin birleştiği noktadaki elimizi koyduğumuzda hissedebileceğimiz kemik'e kadar olan" yaklaşık bir yumruk büyüklüğündeki kısım.

Hani, bir korku, sıkıntı, üzüntünüz olunca ağrısını hissettiğiniz yer. Üzgün, kırgın, acı ve ızdırab çekerken oraya topaklanmış bir yumru var zannettiğiniz bölge. Orada gerçekten yürek diye bir organımız yok tabi ki. Ancak ninem yıllarca -"Allah yüreğim" derdi. Geçmişe dair çok, sıkıntı ve üzüntüleri yanında dedemden yansıyan korkuları yüzünden "yüreği hep ağzında" bir kuş kadar ürkek ve narin bir kadındı. Çektiği sıkıntıları, heyecanını, korkularını "yüreğim" dediği o bölgeye ellerini bastırarak gidermeye çalışırdı.

Yengem (Dayımın eşi), kırık çıkıktan anladığı kadar, masaj yapmasını da iyi bilirdi. İşte "yürek masajı" denilen bir masaj yapardı o bölgeye ve oradaki sıkıntı hissi, korku ve ızdırab duygusunu elleri ile dağıtırdı. Nitekim sizin de bazen "içimde bir sıkıntı var" ya da "şurama bir şey geldi oturdu" dediğiniz durumlarda bir "Yürek Masajı”na ihtiyacınız olabilir.

Bu dünya böyle, bazıları yüreğinizi yakar, bazıları bakar (iyileştirir, tedavi eder). Yine de ne mutlu ki en azından yüreğimize bakan insanlar henüz tükenmediler.

Gelecek bölümde:
Yürek bakanlar -2
Nasipse yüreğimizi ellerine emanet ettiğimiz bir başka grup, yürek bakan insanların içimizi aydınlatan öykülerini de paylaşabilmek dileğiyle...


Kız kaçıran (*)

21 yorum:


Bu dünya gariptir, kovalarsınız kaçarlar uzunca bir müddet. Sonra siz pes edersiniz ama bakarsınız bu kez de kovalanan siz olmuşsunuz. Bazıları gayrı ciddi davransa da ,bazıları kaptırır gider şu sanal aleme.

Ağlayanı da olur, sızlayanı da, aşık olanı da. Ağzınız laf yaparsa, biraz biraz kaleminiz keskinse bir müddet sonra belirli bir hayran kitleniz oluşur ve şımarmaya başlarsınız.
Neşeli sohbetlerde haddinizi aşmaya başlarsınız. Aslında en iyisi yol yakınken kestirip atmaktır ama insanız hepimiz ve okşanmayı çok seven bir egomuz var. Kim ilgi görüp de şımarmasın kolay kolay.

Zor azizim zor.
Ola ki size ilgi gösterilmesinden bıkarsanız. Ya da kendi dünyanızda yalnız kalmak isterseniz , bu iş buraya kadar dersiniz. Buyrun hayran kitlenizden biraz daha yakınlaşanları uzaklaştırmak için söyleyebilecekleriniz:

Sen daha iyilere lâyıksın deyin. (Nazikçe git demektir)

Baban olacak yaştayım. (Etkili bir söylemdir. ilk başlarda çok işe yarar)

Evliyim 3-5 çocuğum var. (Etkili bir söylem. Kimseye umut vermemiş olursunuz)

Senden elektrik alamadım, frekansımız tutmadı (kırıcı olmak zorunda kaldığınızda)

İlgisiz davranın. (Mailleri geç cevaplayın. Az ve konuyla alakasız cevaplar verin)

Başkasını seviyorum. ( genelde uzaklaştırır çevrenizdekileri, bazen işe yaramaz)

Blogunuzda sevgilinizden bahsedin. ( bana bakma benim yarim var demektir.)

Çapkın imajı verin. (şımarık şımarık başka kızlardan bahsedin. sabrın da bir sonu vardır)

Kaba ve patavatsız davranın (küstah, odun bir erkek havası verin. Yanıldık desinler.)

Sahte ipuçları serpiştirin (Meraklılarda işe yarar. Başka bloglarınızı, facebook'ta sevgilinizi, yanlış forwardlanmış bir mailinizi falan görmelerini sağlayın.)

Sadece cinsel bir obje olarak bakın. (Sıradan, sapık erkek davranışları sergileyin, karşınızdakine et gibi davranın.)

Msn türü online programlar kullanıyorsanız. Tam o gelince "ben de çıkıyodum" deyin ve az bekleyip konuşmadan çıkın.

Artık kızlar da edebiyat parçalıyor. Size yazdıklarını gönderirse. "İlkokul çocukları gibi yazmışsın bebeğim" diyerek gülün.

Telefon açıyorsa. Toplantıdayım, sen kapa ben ararım deyip, unutun. Aramayın.

Zırt, pırt saçma sapan şeylerden hesap sorun (konuşurken kime yazıyodun, teli niye açmadın diyin ama suçlayıcı konuşun, incitin)

Bunalıma girin. (Kadınlar kendilerine benzeyen erkekleri sevmezler. bunalıma girin bıktırın)

Kovun!.... (can yakıcıdır. ah alıcıdır ama kesin netice veren bir yöntemdir. ikiler ama 3 olmaz)

......................................................

Not: kurgudur, üstünüze alınmayın. (*)
Not2: Karşı cinse ilgi duymuyorum, iktidarsızım, biz ayrı dünyaların insanıyız gibi mazeretler karizmayı çizdiği için listeye eklenmemiştir...


Bu dünya gariptir, kovalarsınız kaçarlar uzunca bir müddet. Sonra siz pes edersiniz ama bakarsınız bu kez de kovalanan siz olmuşsunuz. Bazıları gayrı ciddi davransa da ,bazıları kaptırır gider şu sanal aleme.

Ağlayanı da olur, sızlayanı da, aşık olanı da. Ağzınız laf yaparsa, biraz biraz kaleminiz keskinse bir müddet sonra belirli bir hayran kitleniz oluşur ve şımarmaya başlarsınız.
Neşeli sohbetlerde haddinizi aşmaya başlarsınız. Aslında en iyisi yol yakınken kestirip atmaktır ama insanız hepimiz ve okşanmayı çok seven bir egomuz var. Kim ilgi görüp de şımarmasın kolay kolay.

Zor azizim zor.
Ola ki size ilgi gösterilmesinden bıkarsanız. Ya da kendi dünyanızda yalnız kalmak isterseniz , bu iş buraya kadar dersiniz. Buyrun hayran kitlenizden biraz daha yakınlaşanları uzaklaştırmak için söyleyebilecekleriniz:

Sen daha iyilere lâyıksın deyin. (Nazikçe git demektir)

Baban olacak yaştayım. (Etkili bir söylemdir. ilk başlarda çok işe yarar)

Evliyim 3-5 çocuğum var. (Etkili bir söylem. Kimseye umut vermemiş olursunuz)

Senden elektrik alamadım, frekansımız tutmadı (kırıcı olmak zorunda kaldığınızda)

İlgisiz davranın. (Mailleri geç cevaplayın. Az ve konuyla alakasız cevaplar verin)

Başkasını seviyorum. ( genelde uzaklaştırır çevrenizdekileri, bazen işe yaramaz)

Blogunuzda sevgilinizden bahsedin. ( bana bakma benim yarim var demektir.)

Çapkın imajı verin. (şımarık şımarık başka kızlardan bahsedin. sabrın da bir sonu vardır)

Kaba ve patavatsız davranın (küstah, odun bir erkek havası verin. Yanıldık desinler.)

Sahte ipuçları serpiştirin (Meraklılarda işe yarar. Başka bloglarınızı, facebook'ta sevgilinizi, yanlış forwardlanmış bir mailinizi falan görmelerini sağlayın.)

Sadece cinsel bir obje olarak bakın. (Sıradan, sapık erkek davranışları sergileyin, karşınızdakine et gibi davranın.)

Msn türü online programlar kullanıyorsanız. Tam o gelince "ben de çıkıyodum" deyin ve az bekleyip konuşmadan çıkın.

Artık kızlar da edebiyat parçalıyor. Size yazdıklarını gönderirse. "İlkokul çocukları gibi yazmışsın bebeğim" diyerek gülün.

Telefon açıyorsa. Toplantıdayım, sen kapa ben ararım deyip, unutun. Aramayın.

Zırt, pırt saçma sapan şeylerden hesap sorun (konuşurken kime yazıyodun, teli niye açmadın diyin ama suçlayıcı konuşun, incitin)

Bunalıma girin. (Kadınlar kendilerine benzeyen erkekleri sevmezler. bunalıma girin bıktırın)

Kovun!.... (can yakıcıdır. ah alıcıdır ama kesin netice veren bir yöntemdir. ikiler ama 3 olmaz)

......................................................

Not: kurgudur, üstünüze alınmayın. (*)
Not2: Karşı cinse ilgi duymuyorum, iktidarsızım, biz ayrı dünyaların insanıyız gibi mazeretler karizmayı çizdiği için listeye eklenmemiştir...

Çok okunan yazılar