Bugünkü şansınız :

  • Bahçelievler Mahallesi Dokuz kiremit Sokak
    30/11/2015 - 0 Yorum
                        Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek. Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir. Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir…

Hizmette sınır olmalı mı? / seçtiklerim-8



O
rtaokul çağlarımda, küçük kasabamdan büyük şehre gittiğimde gözüm, gönlüm açılırdı ne yalan söyleyeyim. Arkadaş ziyareti de olsa, bu hafta sonu kaçamaklarını severdim. Gerçi arkadaşın evi olmadık bir mekâna denk geldiği için taksi şoförlerine "
beni mektebe götürür müsünüz? " diyemediğimden ve o civara otobüs servisi de olmadığından yaya giderdim onca yolu.


Sonunda mahalleli, malum yer civarına cami yaparak "bizden ırak cehenneme direk olsun " diyerek, mekânı kendilerince kurtarılmış bölge haline getirip, içindeki kadınları hidayete erdirdiler. Gerçi, ben yine tarif edemedim adresi çünkü bu sefer de semt "eski kâr hane" olarak tarif ediliyordu. Yani, yürü babam bacaklara, tabana kuvvet. Oysa, insan büyüyünce öğreniyor ki bu işler için üzülüp, sıkılmaya gerek yokmuş. Gençlere akıl fikir vermek için çırpınan bir kısım yurdum insanı ,kutsal görevlerini en ufak fırsatta yerine getirmeye hazırmış.


Liseden yeni mezun olmuştuk...
Arkadaşlarla tren turuna çıkıyoruz. Yol güzergâhındaki bir kaç ilçede tanıdıklarımız falan var. Onlara uğrayacağız. Bilirsiniz ya da bilmiyorsanız öğrenmiş oluyorsunuz; güzel ülkemde trenler eskiden beri tehirlidir. (yani aranan erkek modeli gibi; geç gelir) Zaman geçmediği için de tren beklerken azıcık laflarsınız, bekleyicilerle mecburen...


Biz zaten birkaç arkadaşız, kendi aramızda laflıyoruz. Yani kimseye ihtiyacımız yok ama az ötede bize kulak kabartan amcanın derin bir yalnızlık içinde olduğu ve öldüreceği boş vakit için arkadaş aradığı kesin. Bir müddet sonra amca yaklaştı yanımıza ve damdan düşer gibi girdi sohbete.
Nereye gidiyorsunuz gençler?
—Vilayete gidiyoruz bey amca...


Amca bir kaç soru sonra da başladı bilge tavırlarıyla "ey oğul!" tarzında bizimle sohbete.

Gençler! Siz şimdi geneleve de gidersiniz değil mi?
—Yok amca, yok bizim öyle bir niyetimiz. (Yurdum camilerini gezip, tahiyyatül mescit namazı kılacaz.) demiyoruz tabi de. "Arkadaş ziyaretine gidiyoruz amca" dedik. Amca ise ısrarlı, "bir çayımı içmeden bırakmam" kıvamında konuşuyor ve bize inanmıyor.

-
Yok, yok siz gitmişken bir uğrayın..
-Olur amca, uğrarız. (Sen yeterki başımızdan git.)


Biz sohbetinden sıkılıp, amcayı ufaktan ötelemeye başladık ama amca bize bütün deneyim ve bilgi birikimini aktarmakta ısrarlı. Büyük ihtimalle, kasabanın tüm gençlerini ilk mektebe götüren kişi olmak için çırpınıyor.
Bakın gençler. Bu işler sandığınız gibi olmaz. Sakın tecrübesiz gitmeyin oraya. Başarısız olursunuz benden söylemesi.
—Eee amca! dedik. Dur bakalım ne tavsiye edecek. (İlk Mektepte de başarısızlık büyük sorun demek ki, Ulan niye mektep orası o zaman?) Amca sonunda yumurtladı lafını; "eğitim şart" tadında baklayı çıkardı ağzından:
Önce eşekte öğrenmeniz şart...
Tepemiz attı. Zaten tren gecikti diye öfkeliydik. Amcaya bir göründük. Usturuplu birkaç küfür savurduk, o da nasıl uzaklaştığını bilemedi, kaçtı gitti aramızdan. (Adam sanki eşek kiralıyor, tövbe tövbe)


Trende ise, yerimize başka bir amca çöreklenmişti. Gayet kibarca yerini verdi bize ama kalkıp başka bir yere de oturmadı. Aynı vagonda oyalandı durdu. Bir müddet sonra ,vagonun kapısına doğru geldi. Yanımda oturan ve onun yerinden kalkma sebebi de olan arkadaşa anlamsız kaş göz hareketleri yapmaya başladı. "Kalk yerimden" manasında. Yine "Lâ havle" çektik. Ancak yaşlı amca bunu bir kaç kez tekrarladı. Her tekrar öncesinde de gelip, güzel güzel bana bakınca düştü jetonumuz. Amca resmen benim yanıma oturmak istiyordu. Arkadaş gülerek "Bu yumuşak sana göz koymuş. Ben sizi baş başa bırakayım" dediyse de ben arkadaşı bırakmadım tabi ki. Bir müddet sonra da, kondüktör daha sert uyarınca, amca kayboldu gitti...


Trenden indiğimiz şehirde hava serin ve yağışlıydı. Biz üç-dört arkadaştık. Ziyaretine gittiğimiz arkadaşla ise akşamüstü buluşacaktık. "Dur" dedik "bari boş vaktimizde şehri gezelim." Dört kişi olduğumuz için taksi parası koymaz deyip, bir taksi çevirdik. Şöföre de "Yavaş git ağabey, bize şehri gezdir. Etrafı bir görelim" dedik. O da kabul etti, sağ olsun.


Bir iki tur attık şehirde, bir yandan da şoför ile sohbet ederek. Abi tam turist rehberi gibiydi. Şehir, büyük bir şehir olmadığından kısa zamanda ünlü yerleri, alışveriş mekânları, çarşısı pazarını da tarif edip bitirmişti. Sonunda, hizmette sınır tanımadığını anlamamızı sağlayan malûm cümleyi kurdu.
Gençler, dilerseniz sizi bir de "mektebimize" götüreyim. "Hah! tamam" dedik kendi kendimize. Bu abi de bizi "abazan" gördü. Ufkumuzu ve fermuarımızı açmaya karar verdi. Oysa biz gözümüz gönlümüz açılsın diye bir yolculuğa çıkmış olsak da, bu tür konularda ağzının fermuarı bile kısıtlı cümlelere izin veren, idealist gençlerdik o zamanlar. Abiyse direk pantolon fermuarımıza hizmet vermeyi hedeflemişti bir kere.
-Tamam abi! Sen dur. Biz yolun sonuna geldik. Taksi lazımdı, başka bir şey değil" diyerek taksiden yarı sinirli, yarı pişmiş kelle gibi indik.


İnsanlar, garip ve gereksiz hizmetlere kendini adamış olabiliyorlar bazen.
Geçenlerde, bir arkadaş üniversitedeyken kız arkadaşlarına, kısa kollu giymemelerini, örtünmelerini tavsiye eden, delikanlıları namaza davet eden, hatta zorlayan esnafları olan bir şehirden söz etti de; aklıma geldi bu anılar. Kimse durumdan vazife çıkarmamalı. Önce bir karşısındakine bakıp, sonra "tebliğ" görevlisi gibi davranıp, davranmaması gerektiğine karar vermeli...


Bize de, böyleleri denk geldi işte bir dönem.
Kamusal hizmet anlayışının, boyutlarını çağ atlamak derecesinde genişleten, ilginç bir insan grubu ile tanışmış olduk. Şahsen bir taksi şoförü olsaydım, ne yapardım diye düşündüm. Herhalde kimseye "sizi şuraya da götüreyim" demezdim. Ki; hepsini tenzih ederim. Birçok taksi şoförü de "çek şuraya" denmedikçe, bu hizmeti gönüllü vermez.


Hatta, aynı fikirde misiniz bilmem ama, şahsen ben; biri yolda durdurup "Pardon abi kâr haneye nerden gidilir?" diye sorsa "Yazık lan, yolda kalmış abazana yardım etmek sevaptır" diyerek yolda kalmışa yol tarif etmem...
Bu yazıyı paylaş: :

0 yorum:

Yorum Gönder

Buraya yorum yazabilirsiniz. Niye yazmıyorsunuz?

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

  • Japonya'ya gidiyorum, belki geLemeyebilirim
    30/06/2009 - 0 Yorum
    Eğitim şart, eğitim şart diye çırpınan yurdum okumuşlarına saygım sonsuz. Ancak her zaman herşeyde de eğitim şart değil hani. Bu iş böyle yapılırın eğitiminin okuyarak verilebileceğine inancım var. Hadi olmadı görsel örnekleme, eğitim vcd'leri falan:). Sağdıçlık, nedimelik de bi yere kadar canım. Japonlar işi iyice pratiğe dökmüşler. 500 kişilik gruplar halinde "kap kızı gel"e dönmüş iş. Hani illa derse damlı mı giriliyor? Yoksa ben kursa solo katılcam, nasılsa bir arkadaş bulurum denilebiliyor mu? Yoksa sololar arasında kurra çekilip, hadi çocuklar siz de birlikte ders çalışın…
  • Hayatı roman olamamış kadınlar -Aliye
    29/09/2011 - 0 Yorum
    Herkes kendi yaşadığı acıyı bilir. Kaderdir, yazgıdır ama bana kalsa şiddet suçlarına en ağır cezalar verilmeli ve can alanın canı alınmalı derim. Münevver KARABULUT olayını hatırlarsınız. Bir genç kız çığlık ata, ata öldürüldü ve cesedinin kolu bacağı kesilerek, çöpe atıldı. Buna benzer başka olaylar ve başka acılar da var. Sevdiği, seviştiği kızın cesedini havalandırma boşluğundan atandan, töre diye kızını, torununu tavuk kümesinin altına gömen insanlara kadar ne olaylar yaşandı bu ülkede. Mağduru hep kadınlar olan, baskı şiddet gören, ölen, öldürülen hayat hikayeleri yaktı…
  • Goodmorning bana
    16/01/2010 - 2 Yorum
    Computer denen şu illeti, pardon aleti karmaşık xls ile cad dosyaları dışında kullanmazken yorgun argın kendimi attığım odamda kahvem ve televizyonumla sessiz sakin dizilerimi izlerken arkadaşım ve can düşmanım (dostum kulakların çınlasın!) ALPer beyin değerli katkılarıyla mail almak vermekten ve google ile wiki de serseri takılmaktan bıkarak blog kabilesine katılıyorum. bunun için bir takım kabile gelenekleri varmıdır yokmudur bilmediğimden yol yordam bilmeden aranızdaysam affedin... kendi kuyruğumu, pardon kurdelamı kendim kestim anlayacağınız. blog denilen şu yazıtlara mısır…