Bugünkü şansınız :

Dötü pamuklu internet candır

Hiç yorum yok:

Eskiden, taa çok eskiden; çocukken şu cigara denilen merete merak sardığım günlerden bir gün, yerlerden izmarit toplayıp içmeye çalışırken, tanıdık bir abi beni gördü ve iki tokat yapıştırdı yüzüme. İşte benim aydınlanma maceram taa o gün başlar.

Sigara alışkanlığı kazanamamış olmamda bu abinin etkisi nedir bilmiyorum ama değerli büyüğümün sarf ettiği şu veciz söz hala kulaklarımdadır. “Lan utanmıyon mu yerden izmarit alıp içmeye, içeceksen götü pamuklu (filtreli) cigara içeceksin.”

Bu veciz söz ve sağlam tokat içimde o kadar yer etmiş olmalı ki; sağlığımı değil kariyerimi ve imajımı düşünen bu değerli abimizin tavsiyesine uydum ve hemen gidip bir paket uzun samsun cigarası aldım.


Herkesden gizli girdim bir bodrum kapağının altına. Kıçımı zor sığdırabildiğim o yerde ,yaktım peş peşe cigaraları. İçime çekmesini bilmediğimden, duman altı olmama rağmen kısa zamanda içtim 20 dal cigarayı peş peşe. İçtim mi, piç mi ettim cigaraları orası tartışılır pek tabiî ki.


İşte o menfur olay benim cigaradan nefret etmemi sağladı ve çikolataya merak sarıp göbek yapmama vesile oldu.


Şimdi size de acizane tavsiyem; şu filtreler, yasaklar daha fazla yayılmadan, mübarek üçaylar gelmeden, seçim kasetleri piyasası henüz bitmeden. Herhangi bir gün bulabildiğiniz yasaklanma ihtimali yüksek, en abartılı sitelere peşpeşe girin, çıkın.


Hatta bu hafta sonu hemen yapın bunu, unutmadan. Kusana kadar, en tiksindiricilerini bile izleyin ne varsa, ne çıkarsa şansınıza artık.


Sonra, grip olunca sigaradan nefret eden tiryakiler gibi, bir bakmışsınız filtreli interneti davulla zurnayla karşılayıp, modeminizin dötüne pamuğu kendi ellerinizle taktırmaya koşacaksınız.


Hoş, Türkçemizde dötü pamuklu olan sadece sigara değil. Ölünce insana da pamuk tıkıyorlar. Ee fena mı işte; siz de sınırsız download yapıp, pcnizi boş yere kastırmaktan ya da kotalı internete abone olup da, kazara yüksek internet faturaları ödemekten de kurtulmuş olursunuz.


Lütfen olaylara bir de iyi yönünden bakın sevgili kardeşlerim. Bakın bu yasaklar ne güzel hayırlara vesile olacak, inşallah. Lütfen düşünüp incelemeden, öyle olur olmaz yere her proje de karşı çıkmayın. Siz büyüklerimizden daha mı iyi bileceksiniz.


Hemen gidin, şimdiden gönüllü olun, pamuğunuzu sağlığınızda kendiniz taktırın. Dirinizden bıktık, bizi bir de ölünüzle uğraştırmayın lütfen .

T.İ.O

Eskiden, taa çok eskiden; çocukken şu cigara denilen merete merak sardığım günlerden bir gün, yerlerden izmarit toplayıp içmeye çalışırken, tanıdık bir abi beni gördü ve iki tokat yapıştırdı yüzüme. İşte benim aydınlanma maceram taa o gün başlar.

Sigara alışkanlığı kazanamamış olmamda bu abinin etkisi nedir bilmiyorum ama değerli büyüğümün sarf ettiği şu veciz söz hala kulaklarımdadır. “Lan utanmıyon mu yerden izmarit alıp içmeye, içeceksen götü pamuklu (filtreli) cigara içeceksin.”

Bu veciz söz ve sağlam tokat içimde o kadar yer etmiş olmalı ki; sağlığımı değil kariyerimi ve imajımı düşünen bu değerli abimizin tavsiyesine uydum ve hemen gidip bir paket uzun samsun cigarası aldım.


Herkesden gizli girdim bir bodrum kapağının altına. Kıçımı zor sığdırabildiğim o yerde ,yaktım peş peşe cigaraları. İçime çekmesini bilmediğimden, duman altı olmama rağmen kısa zamanda içtim 20 dal cigarayı peş peşe. İçtim mi, piç mi ettim cigaraları orası tartışılır pek tabiî ki.


İşte o menfur olay benim cigaradan nefret etmemi sağladı ve çikolataya merak sarıp göbek yapmama vesile oldu.


Şimdi size de acizane tavsiyem; şu filtreler, yasaklar daha fazla yayılmadan, mübarek üçaylar gelmeden, seçim kasetleri piyasası henüz bitmeden. Herhangi bir gün bulabildiğiniz yasaklanma ihtimali yüksek, en abartılı sitelere peşpeşe girin, çıkın.


Hatta bu hafta sonu hemen yapın bunu, unutmadan. Kusana kadar, en tiksindiricilerini bile izleyin ne varsa, ne çıkarsa şansınıza artık.


Sonra, grip olunca sigaradan nefret eden tiryakiler gibi, bir bakmışsınız filtreli interneti davulla zurnayla karşılayıp, modeminizin dötüne pamuğu kendi ellerinizle taktırmaya koşacaksınız.


Hoş, Türkçemizde dötü pamuklu olan sadece sigara değil. Ölünce insana da pamuk tıkıyorlar. Ee fena mı işte; siz de sınırsız download yapıp, pcnizi boş yere kastırmaktan ya da kotalı internete abone olup da, kazara yüksek internet faturaları ödemekten de kurtulmuş olursunuz.


Lütfen olaylara bir de iyi yönünden bakın sevgili kardeşlerim. Bakın bu yasaklar ne güzel hayırlara vesile olacak, inşallah. Lütfen düşünüp incelemeden, öyle olur olmaz yere her proje de karşı çıkmayın. Siz büyüklerimizden daha mı iyi bileceksiniz.


Hemen gidin, şimdiden gönüllü olun, pamuğunuzu sağlığınızda kendiniz taktırın. Dirinizden bıktık, bizi bir de ölünüzle uğraştırmayın lütfen .

T.İ.O

Foto fal: Anlamaya çalışmayı reddediyorum

Hiç yorum yok:

Mazereti ne olursa olsun. Hiç kimse bana şu masum çocukların çektiği acıların sebebini izah edemez.
Anlamıyorum, anlamak istemiyorum, Anlamaya çalışmayı reddediyorum.

Mazereti ne olursa olsun. Hiç kimse bana şu masum çocukların çektiği acıların sebebini izah edemez.
Anlamıyorum, anlamak istemiyorum, Anlamaya çalışmayı reddediyorum.

Foto fal: Kalbin temizlik ve saflığı

Hiç yorum yok:

Translate et kazı yanmasın

Hiç yorum yok:

Bugün koluma bir kuş pisledi. Ben de bilet almak yerine kolumu yıkamak için lavaboya gittim, ben de oraya pisledim, derken her zamanki gibi türkün aklı helada devreye girdi. Aklıma düşenleri paylaştım. Buyrun okuyalım.

Bence fazla uzun sürmez google gtalk üzerinden farklı dildeki arkadaşlarınızla sohbet imkanı sunacak gibi geliyor. Bu devrim niteliğinde bir şey olur, iş görüşmeleri dahil ticaret her alanda kolaylaşır ama bence biz türkler önce ve daima herşeyi olduğu gibi bunu da kız arkadaş arayıp, bulmakta kullanırız.

Şu sıralar bir kaç arkadaşım ingilizce öğreniyor, özendim ben de kendi kendime öğrenim şunu dedim. izlediğim x filmler ve altyazılar sayesinde geldiğim nokta yadsınamaz. telaffuzu beceremesem de bu işi kotarıyorum.

Özetlersek; ingilizce öğrenme olayı benim acımdan
suck la fuck  / ya da lick ile dick arasında  gidip geliyor diyebiliriz.

Sanırım tercüme olayının en zor yanı deyimleri çevirmek. ciddi bir bilgi birikimi ya da deyimler sözlüğü gerektiriyor. broken my water‘in wet pussy’e denk geldiğini başka türlü nereden bileceksiniz.

Bazen tercümeler öyle beceriksizce yapılıyor ki bir çok edebi eseri okunamaz hale getirebiliyor. Bu yüzden edebi metinleri kesinlikle edebiyatçılar çevirmeli bence .

Mesela bunu en iyi google translate ile oynarken görebiliyorsunuz.  Aynı anda iki translate sayfası açın. birinde ingilizceden türkçeye çevirdiğiniz bir metni diğerinde türkçeden ingilizceye çevirin bakın ne komik şeyler çıkıyor ortaya. 

Yine de teknolojinin geldiği aşama açısından güzel bir gelişme google translate. Beğenerek kullanıyorum.

Son söz olarak;
Görelim bakalım teknoloji cini insanları dünyanın öbür ucundaki insanlarla yakınlaştırayım derken, daha ne kadar yanıbaşlarındaki insanlardan fersah fersah uzaklaştıracak…

Bugün koluma bir kuş pisledi. Ben de bilet almak yerine kolumu yıkamak için lavaboya gittim, ben de oraya pisledim, derken her zamanki gibi türkün aklı helada devreye girdi. Aklıma düşenleri paylaştım. Buyrun okuyalım.

Bence fazla uzun sürmez google gtalk üzerinden farklı dildeki arkadaşlarınızla sohbet imkanı sunacak gibi geliyor. Bu devrim niteliğinde bir şey olur, iş görüşmeleri dahil ticaret her alanda kolaylaşır ama bence biz türkler önce ve daima herşeyi olduğu gibi bunu da kız arkadaş arayıp, bulmakta kullanırız.

Şu sıralar bir kaç arkadaşım ingilizce öğreniyor, özendim ben de kendi kendime öğrenim şunu dedim. izlediğim x filmler ve altyazılar sayesinde geldiğim nokta yadsınamaz. telaffuzu beceremesem de bu işi kotarıyorum.

Özetlersek; ingilizce öğrenme olayı benim acımdan
suck la fuck  / ya da lick ile dick arasında  gidip geliyor diyebiliriz.

Sanırım tercüme olayının en zor yanı deyimleri çevirmek. ciddi bir bilgi birikimi ya da deyimler sözlüğü gerektiriyor. broken my water‘in wet pussy’e denk geldiğini başka türlü nereden bileceksiniz.

Bazen tercümeler öyle beceriksizce yapılıyor ki bir çok edebi eseri okunamaz hale getirebiliyor. Bu yüzden edebi metinleri kesinlikle edebiyatçılar çevirmeli bence .

Mesela bunu en iyi google translate ile oynarken görebiliyorsunuz.  Aynı anda iki translate sayfası açın. birinde ingilizceden türkçeye çevirdiğiniz bir metni diğerinde türkçeden ingilizceye çevirin bakın ne komik şeyler çıkıyor ortaya. 

Yine de teknolojinin geldiği aşama açısından güzel bir gelişme google translate. Beğenerek kullanıyorum.

Son söz olarak;
Görelim bakalım teknoloji cini insanları dünyanın öbür ucundaki insanlarla yakınlaştırayım derken, daha ne kadar yanıbaşlarındaki insanlardan fersah fersah uzaklaştıracak…

Çok sıkıştım, kasetim geldi

Hiç yorum yok:

Kamera hazır mı, kayıtta mıyız. OK!
Birazdan sevişicem hadi bakalım hayırlısı. Gelecek seçimlerde aday adayıyım. İyi çıksın görüntüler ona göre. Artık meşhur olmanın yolu IMÇ’de kaset çıkarmaktan değil, seçim zamanı ortaya dökülen seks kasetlerinden geçiyor…

Ankara’dan Melda, Buse, Naz ve Öykü hanımlar SPA- Harem masajı için SPAM mail göndermişler. Üstelik 50 tl gibi bir fiyata sabun kese ve VCD dahil. DVD’de istersek fark isterler mi bilmem. Ayrıntılar şöyle devam ediyor. “DİGER SALONLARDAKI GIBI ŞİŞKO PORSUMUZ KIZLARIMIZ YOKTUR YAŞLARI 20-23-29.VE SON DERECE BAKIMLI KIZLARDIR ” Ne diyeyim ben almim ama alana da mani olmim. Allah çarşınıza göre pazar versin.

Seçimler yaklaştıkça belaltına vurma modası başladı. Farkındasınızdır. Hele bazıları kraldan çok kralcı oldular. Oysa işin sonunun nerelere gidebileceğinin farkında bile değiller. Onun için naçizane diyorum ki. “Hiçbir iktidar gücünün viagrası olmayın. körü körüne desteklediğiniz her iktidar sahibi siz dahil herkesi düzeltme hakkını kendinde görmeye başlar. Sizin sayenizde…”

O yüzden siz siz olun, bilip bilmediğiniz insanlara takılmayın. Hele hele siyasi istikbal peşindeyseniz uçkurunuzun ayarı ile hiç oynamayın. sonunda kasetiniz çıkıyor bir şekilde. Ayrıca size sunum yapan o tip arkadaşlarınızın dost, kanki falan değil düpedüz pezevenklik mesleğini ifa ettiklerini düşünürseniz daha sağlıklı adımlar atarsınız. Yani kısaca aklınızda bulunsun “Bırakın kurtla kuzuyu, koyunların, kuzuların kardeş değil kalleş olduğu bir dünya bu, ne koynuna almaya geliyor koyununu ne de yavrum, kuzum deyip sevmeye geliyor tanıyıp bilmediğin birini…”

Bahar geldi gelecek derken, kış uzatmaları oynuyor ve vücutlar uyuşukluk, rehavet, melankoli içinde yoğruluyor. Bu arada biz de blog yazmasak da, bir kaç söz demişiz sağda solda.. Buyrun okuyalım.

-Sokakları süpüren rüzgar, dükkana çikolata ambalajlarını sokuyorsun. sonra her gören ben yedim sanıyor. yapma bunu…

-Hızırla, ilyas kavuşmuş leyla ile mecnun ise hala ayrı. onun için hüzün kokar bizim öyküler onun için seyran samanlık yerine yaşar gideriz haremlik selamlık…

-Sizin de bazen yönetenler, yönetilenler açısından kendinizi şanssız hissettiğiniz oluyor mu şöyle: Aslında hepimiz armuduz, hem de en iyisinden. Aliler değil ayılar yiyor hepimizi…”

-Herkesin sevdiği bir sevgilim olsun istemem. Eksik olsun öyle bişi istemem…
-Bir kadının 9 ay 10 gün karnında taşıyıp doğurduğunu, bir başka kadın 9 ay 10 gün koynununda taşımadan yoğuramaz.

-Sizin de klavyenizi ters çevirip silkelediğinizde, içinden 3 fakiri 3 gün doyurcak erzak çıktığı oluyor mu?

-Altın çilek, elma krom. sen ne biçim diyetsin. Yemeyin ulan bizi.

-Arkadaş listimizdeki kalabalıklar, daha da yalnızlaştırmıyor mu gün geçtikçe hepimizi?
-Birden çok kadın fantezisi kuran erkekler, kayınvalideniz bir kaç ay sizde kalsın. İşin pratiğini görmüş olursunuz, İnanın ikisi de aynı şey.
-Eskiden apartman çocukları vardı, şimdi acayip abartan çocuklar var her tarafta.

-Yaz gelirken üzerime çöken rehavet ve uyuzluğu görünce, tarihte kölelik acaba ben gibi uyuzları çalıştırmak için mi icad edildi diye kendime sormadan edemiyorum.

-Kim seni senden daha iyi tanıyabilir ki, kim dindirebilir biçare acılarını, o zaman kes artık sızlanmayı, bir köpek gibi kendin yalamaya devam et, kendi yaralarını.

– Birgün bir şiir yazacağım ayrılıklar üstüne ve sonra utanacak cennetteki elmalar düştüğüne dalından…

Sağlıcakla kalın.

Kamera hazır mı, kayıtta mıyız. OK!
Birazdan sevişicem hadi bakalım hayırlısı. Gelecek seçimlerde aday adayıyım. İyi çıksın görüntüler ona göre. Artık meşhur olmanın yolu IMÇ’de kaset çıkarmaktan değil, seçim zamanı ortaya dökülen seks kasetlerinden geçiyor…

Ankara’dan Melda, Buse, Naz ve Öykü hanımlar SPA- Harem masajı için SPAM mail göndermişler. Üstelik 50 tl gibi bir fiyata sabun kese ve VCD dahil. DVD’de istersek fark isterler mi bilmem. Ayrıntılar şöyle devam ediyor. “DİGER SALONLARDAKI GIBI ŞİŞKO PORSUMUZ KIZLARIMIZ YOKTUR YAŞLARI 20-23-29.VE SON DERECE BAKIMLI KIZLARDIR ” Ne diyeyim ben almim ama alana da mani olmim. Allah çarşınıza göre pazar versin.

Seçimler yaklaştıkça belaltına vurma modası başladı. Farkındasınızdır. Hele bazıları kraldan çok kralcı oldular. Oysa işin sonunun nerelere gidebileceğinin farkında bile değiller. Onun için naçizane diyorum ki. “Hiçbir iktidar gücünün viagrası olmayın. körü körüne desteklediğiniz her iktidar sahibi siz dahil herkesi düzeltme hakkını kendinde görmeye başlar. Sizin sayenizde…”

O yüzden siz siz olun, bilip bilmediğiniz insanlara takılmayın. Hele hele siyasi istikbal peşindeyseniz uçkurunuzun ayarı ile hiç oynamayın. sonunda kasetiniz çıkıyor bir şekilde. Ayrıca size sunum yapan o tip arkadaşlarınızın dost, kanki falan değil düpedüz pezevenklik mesleğini ifa ettiklerini düşünürseniz daha sağlıklı adımlar atarsınız. Yani kısaca aklınızda bulunsun “Bırakın kurtla kuzuyu, koyunların, kuzuların kardeş değil kalleş olduğu bir dünya bu, ne koynuna almaya geliyor koyununu ne de yavrum, kuzum deyip sevmeye geliyor tanıyıp bilmediğin birini…”

Bahar geldi gelecek derken, kış uzatmaları oynuyor ve vücutlar uyuşukluk, rehavet, melankoli içinde yoğruluyor. Bu arada biz de blog yazmasak da, bir kaç söz demişiz sağda solda.. Buyrun okuyalım.

-Sokakları süpüren rüzgar, dükkana çikolata ambalajlarını sokuyorsun. sonra her gören ben yedim sanıyor. yapma bunu…

-Hızırla, ilyas kavuşmuş leyla ile mecnun ise hala ayrı. onun için hüzün kokar bizim öyküler onun için seyran samanlık yerine yaşar gideriz haremlik selamlık…

-Sizin de bazen yönetenler, yönetilenler açısından kendinizi şanssız hissettiğiniz oluyor mu şöyle: Aslında hepimiz armuduz, hem de en iyisinden. Aliler değil ayılar yiyor hepimizi…”

-Herkesin sevdiği bir sevgilim olsun istemem. Eksik olsun öyle bişi istemem…
-Bir kadının 9 ay 10 gün karnında taşıyıp doğurduğunu, bir başka kadın 9 ay 10 gün koynununda taşımadan yoğuramaz.

-Sizin de klavyenizi ters çevirip silkelediğinizde, içinden 3 fakiri 3 gün doyurcak erzak çıktığı oluyor mu?

-Altın çilek, elma krom. sen ne biçim diyetsin. Yemeyin ulan bizi.

-Arkadaş listimizdeki kalabalıklar, daha da yalnızlaştırmıyor mu gün geçtikçe hepimizi?
-Birden çok kadın fantezisi kuran erkekler, kayınvalideniz bir kaç ay sizde kalsın. İşin pratiğini görmüş olursunuz, İnanın ikisi de aynı şey.
-Eskiden apartman çocukları vardı, şimdi acayip abartan çocuklar var her tarafta.

-Yaz gelirken üzerime çöken rehavet ve uyuzluğu görünce, tarihte kölelik acaba ben gibi uyuzları çalıştırmak için mi icad edildi diye kendime sormadan edemiyorum.

-Kim seni senden daha iyi tanıyabilir ki, kim dindirebilir biçare acılarını, o zaman kes artık sızlanmayı, bir köpek gibi kendin yalamaya devam et, kendi yaralarını.

– Birgün bir şiir yazacağım ayrılıklar üstüne ve sonra utanacak cennetteki elmalar düştüğüne dalından…

Sağlıcakla kalın.

Sesime gel Houston!

Hiç yorum yok:

Uzun süren ayrılıktan sonra İbram abiniz yeniden blog dünyasına dönmeye karar verdi. Gerçi ışık hızında gidip aşık hızında geri dönemedik ama olsun hoş görün.

Yerden kalkmış, ayaklarımı ve bilimum diğer azalarımı da indirdikten sonra şimdi ufaktan ufaktan birşeyler paylaşalım. Paylaşalım ki zaman kaybından dolayı soğuyan çaydanlığın altını ısıtmaya başlayalım. Kaynayıp fokurdaması zaman alsa da ilişkimize kaldığımız yerden devam edelim sevgili okuyucularım.

* Herkesin bir yazma, bir de yazmama sebebi var. Benim de vardı nitekim. Şevkimi kıran bir sürü lüzumsuz olay ve kişi. Sonrasında blogger yasağı ve farklı mecralarda seyreden bir kaç yazı denemesinden sonra geldik kürkçü dükkanına kurulduk işte. Yazalım çizelim diye.

* Aşk, meşk konuları nasıl blog aleminde habersizim ama size söz bir gün yine kendimden başkasını seversem romantik birşeyler de karalarım.

* Haberlere baktım. Kaddafi, Ladin ve sonrasına dair intikam yemini eden militanlar vs. Eli silah tutan insanların şunu anlaması gerek. Ne kadar kendinizce haklı sebepleriniz olursa olsun eğer siz masum insanları hedef alarak saldırılar gerçekleştiriyor ve ölümlere yol açıyorsanız, size de bu dünyayı dar ederler. Defterinizi dürerler. Amerika ne kadar bir çok olayda suçlu olursa olsun. Kendi taşeronunu ya da düşmanını bir şekilde ortadan kaldırmıştır. Kaddafi de dangalaklığına doymasın.
* Yazmadığım zamanlarda sağda solda küçük şeyler paylaştım. Onları derler toplar belki bir blog yazısı yaparım. Okuruz nasipse, fena şeyler değildi.

* Bu aralar oyuna merak sarıcam sanki. İşi gücü hallettik de bi o kaldı. Farmville – Cityville konusunda dersler alıyorum. İlk ders konu komşuna yan bakma. Komşun Çin’de de olsa yardım et bahçesindeki çiçekleri sula.

* Aslında sanal alemde vakit geçirmek. Kalabalıklar içerisindeki yalnızlığın da göstergesiydi. Fişiniz çekildiğinde bir hiçken şimdi ufaktan ama hızla yayılan Mobilleşme ile sosyal medyanın gücü de bir hayli arttı. Artık ana, babanızın yüzüne bile bakmadan yataktan kalkıp, cebinize gelen mesaja göre “Starbuck”a kahve içmeye gelen takip listinizdeki sanal arkadaşlarınızla buluşmaya koşuyorsunuz. Hadi hayırlısı, arada bize de uğrayın…
* İtiraf etmeliyim ki son zamanlarda CHP’nin seçim vaadleri ve çözüm önerilerine biraz daha hoşgörü ile bakıyor ve takdir ediyorum. Ekonomi kurmayları, toplum bilimcileri herhalde biraz daha iyi çalışıyor veya kendilerini dinleyen bir liderleri var. Ne yazık ki  Kemal bey’in beklenen kurtarıcı olmadığı ve içinin boş, ağzının da en az diğer liderler kadar ayarsız olduğu meydana çıksa da CHP’nin yıllar sonra adındaki HALK’ı hatırlaması iyi birşey bence. Aferim.
* İktidar partisinin mağduriyet üzerinden iktidara geldiği bu noktada her ne kadar başbakan “kimin içmesine, sıçmasına karışmışız” demeye getirdiyse de işi, AKP’lilerin iktidar gücünün verdiği keyif ve sarhoşluktan uzak durmayı başarmaları gerekiyor. Yoksa insanların üzerindeki “yaşam tarzımıza müdahale” edecekler sözünü yalanlamakla iş bitmiyor. Aksine bu konudaki endişeler artıyor.
* İnternet’i kısıtlama üzerine gün be gün ortaya çıkan gelişmeler ise daha da düşündürücü. Bir kere donkişot’un yeldeğirmenleri ile savaşmasından daha akıllıca gelmiyor bana internete savaş açmak. Ayar vermeye çalışmak.

Mutlaka insanların kendilerinin ailelerini korumak adına alabilecekleri önlemler var ama işte bunu kendilerinin yapmaları gerekiyor “big brother”liğin alemi yok. Oysa evde ana babaların yapması gerekeni maşallah işyerinde patronlardan, kurumlarda amirlere kadar herkesin bir görev addettiği ortada.

Bir de işin başkalarının özelini merak edip, röntgencilik türü bir sapıklığa yol açma riskiniz var ki; bu faydadan çok zarar getirir. Yani müdürünüzün internetinizi denetlicem derken, dairede hangi kız yollu, kim kimle chatleşiyor, ben istesem bana da verir mi türü bir sapkınlığa düşmeyeceğini kim garanti edebilir?

* Sanal alem, romantizm, sanal aşkların toplum ve kişiler üzerindeki etkileri konusunu kendinizden başlayarak bir değerlendirme yaparsanız herkes gibi siz de “ya böyle bişey olmaz, bu kötü, yanıltıcı, insanı hataya düşürüyor” diyebilirsiniz ya da abartıp üzerine övgüler de dizebilirsiniz.

Oysa bana göre bir çok sakıncası yanında özellikle hayal kurmaya cidden ihtiyaçları olan “obezler, özürlü kardeşlerimiz, çeşitli sağlık sorunları olan insanlar” için sanal alemin birazı yalan da olsa ruhu iyileştirici etkileri olduğu kanısındayım. Ömründe sevgiyi sanal da olsa bulması, yaşaması zor olan bazı insanların, beyaz atlı bir prense veya uyuyan pamuk prensese kavuşması fikri bana çok da ters gelmiyor. Tabi işin doğrusunu uzmanlar daha iyi bilir.

* Sosyal medya üzerinden para kazanma fikrine hala kafa yoruyorum. Acaba blogumu okuyanlardan 1 lira okumayanlardan döve döve 10 lira alsamköşeyi dönebilir miyim diye düşünüyorum.
* Blogcuların kitap yazma işinin de boku çıktı ve fırtına, yayın furyası bitti sanırım. Ben de işte tam şimdi 10 yıllık birikimim olan 7 kitabı ufaktan yayınlasam artık diyorum. Hiç okunma kaygım yok, gidip kitapçılarda da aramayın. Denk gelirse alırsınız. Burdan size külliyatın listesini veririm bir gün nasipse.
* Yaz geldi gelecek derken, kış gitmek bilmiyor. Serçeler, köy kuşları yavruladı bile, kediler de dombili dombili geziyor. Yerlerde uçamayıp hızla koşan ve kedilere yiyecek olmaktan kaçmaya çalışan serçe yavrularını görünce aklıma geldi. “Uçmayı bilmiyorsan bari hızlı koş İbram dedim kendi kendime. Uyuz uyuz yürüme!”
* Yaş ilerliyor artık, toprak çekiyor bizi de. O yüzden ölmeden önce çiftçiliğe merak sarıp Farmvilleden başladık işe. Ama insan kıçını yerden kaldırmalı, ayaklarını gerçekten toprağa değdirmeli. Harcadığı zamanın tükettiği kalbur samanın en kıymetli hazinesi olduğunun farkına varmalı. Bir gün bu masal da bitecek ve İbram da bu dünyadan gidecek.

Kalanlara selam olsun. 


Uzun süren ayrılıktan sonra İbram abiniz yeniden blog dünyasına dönmeye karar verdi. Gerçi ışık hızında gidip aşık hızında geri dönemedik ama olsun hoş görün.

Yerden kalkmış, ayaklarımı ve bilimum diğer azalarımı da indirdikten sonra şimdi ufaktan ufaktan birşeyler paylaşalım. Paylaşalım ki zaman kaybından dolayı soğuyan çaydanlığın altını ısıtmaya başlayalım. Kaynayıp fokurdaması zaman alsa da ilişkimize kaldığımız yerden devam edelim sevgili okuyucularım.

* Herkesin bir yazma, bir de yazmama sebebi var. Benim de vardı nitekim. Şevkimi kıran bir sürü lüzumsuz olay ve kişi. Sonrasında blogger yasağı ve farklı mecralarda seyreden bir kaç yazı denemesinden sonra geldik kürkçü dükkanına kurulduk işte. Yazalım çizelim diye.

* Aşk, meşk konuları nasıl blog aleminde habersizim ama size söz bir gün yine kendimden başkasını seversem romantik birşeyler de karalarım.

* Haberlere baktım. Kaddafi, Ladin ve sonrasına dair intikam yemini eden militanlar vs. Eli silah tutan insanların şunu anlaması gerek. Ne kadar kendinizce haklı sebepleriniz olursa olsun eğer siz masum insanları hedef alarak saldırılar gerçekleştiriyor ve ölümlere yol açıyorsanız, size de bu dünyayı dar ederler. Defterinizi dürerler. Amerika ne kadar bir çok olayda suçlu olursa olsun. Kendi taşeronunu ya da düşmanını bir şekilde ortadan kaldırmıştır. Kaddafi de dangalaklığına doymasın.
* Yazmadığım zamanlarda sağda solda küçük şeyler paylaştım. Onları derler toplar belki bir blog yazısı yaparım. Okuruz nasipse, fena şeyler değildi.

* Bu aralar oyuna merak sarıcam sanki. İşi gücü hallettik de bi o kaldı. Farmville – Cityville konusunda dersler alıyorum. İlk ders konu komşuna yan bakma. Komşun Çin’de de olsa yardım et bahçesindeki çiçekleri sula.

* Aslında sanal alemde vakit geçirmek. Kalabalıklar içerisindeki yalnızlığın da göstergesiydi. Fişiniz çekildiğinde bir hiçken şimdi ufaktan ama hızla yayılan Mobilleşme ile sosyal medyanın gücü de bir hayli arttı. Artık ana, babanızın yüzüne bile bakmadan yataktan kalkıp, cebinize gelen mesaja göre “Starbuck”a kahve içmeye gelen takip listinizdeki sanal arkadaşlarınızla buluşmaya koşuyorsunuz. Hadi hayırlısı, arada bize de uğrayın…
* İtiraf etmeliyim ki son zamanlarda CHP’nin seçim vaadleri ve çözüm önerilerine biraz daha hoşgörü ile bakıyor ve takdir ediyorum. Ekonomi kurmayları, toplum bilimcileri herhalde biraz daha iyi çalışıyor veya kendilerini dinleyen bir liderleri var. Ne yazık ki  Kemal bey’in beklenen kurtarıcı olmadığı ve içinin boş, ağzının da en az diğer liderler kadar ayarsız olduğu meydana çıksa da CHP’nin yıllar sonra adındaki HALK’ı hatırlaması iyi birşey bence. Aferim.
* İktidar partisinin mağduriyet üzerinden iktidara geldiği bu noktada her ne kadar başbakan “kimin içmesine, sıçmasına karışmışız” demeye getirdiyse de işi, AKP’lilerin iktidar gücünün verdiği keyif ve sarhoşluktan uzak durmayı başarmaları gerekiyor. Yoksa insanların üzerindeki “yaşam tarzımıza müdahale” edecekler sözünü yalanlamakla iş bitmiyor. Aksine bu konudaki endişeler artıyor.
* İnternet’i kısıtlama üzerine gün be gün ortaya çıkan gelişmeler ise daha da düşündürücü. Bir kere donkişot’un yeldeğirmenleri ile savaşmasından daha akıllıca gelmiyor bana internete savaş açmak. Ayar vermeye çalışmak.

Mutlaka insanların kendilerinin ailelerini korumak adına alabilecekleri önlemler var ama işte bunu kendilerinin yapmaları gerekiyor “big brother”liğin alemi yok. Oysa evde ana babaların yapması gerekeni maşallah işyerinde patronlardan, kurumlarda amirlere kadar herkesin bir görev addettiği ortada.

Bir de işin başkalarının özelini merak edip, röntgencilik türü bir sapıklığa yol açma riskiniz var ki; bu faydadan çok zarar getirir. Yani müdürünüzün internetinizi denetlicem derken, dairede hangi kız yollu, kim kimle chatleşiyor, ben istesem bana da verir mi türü bir sapkınlığa düşmeyeceğini kim garanti edebilir?

* Sanal alem, romantizm, sanal aşkların toplum ve kişiler üzerindeki etkileri konusunu kendinizden başlayarak bir değerlendirme yaparsanız herkes gibi siz de “ya böyle bişey olmaz, bu kötü, yanıltıcı, insanı hataya düşürüyor” diyebilirsiniz ya da abartıp üzerine övgüler de dizebilirsiniz.

Oysa bana göre bir çok sakıncası yanında özellikle hayal kurmaya cidden ihtiyaçları olan “obezler, özürlü kardeşlerimiz, çeşitli sağlık sorunları olan insanlar” için sanal alemin birazı yalan da olsa ruhu iyileştirici etkileri olduğu kanısındayım. Ömründe sevgiyi sanal da olsa bulması, yaşaması zor olan bazı insanların, beyaz atlı bir prense veya uyuyan pamuk prensese kavuşması fikri bana çok da ters gelmiyor. Tabi işin doğrusunu uzmanlar daha iyi bilir.

* Sosyal medya üzerinden para kazanma fikrine hala kafa yoruyorum. Acaba blogumu okuyanlardan 1 lira okumayanlardan döve döve 10 lira alsamköşeyi dönebilir miyim diye düşünüyorum.
* Blogcuların kitap yazma işinin de boku çıktı ve fırtına, yayın furyası bitti sanırım. Ben de işte tam şimdi 10 yıllık birikimim olan 7 kitabı ufaktan yayınlasam artık diyorum. Hiç okunma kaygım yok, gidip kitapçılarda da aramayın. Denk gelirse alırsınız. Burdan size külliyatın listesini veririm bir gün nasipse.
* Yaz geldi gelecek derken, kış gitmek bilmiyor. Serçeler, köy kuşları yavruladı bile, kediler de dombili dombili geziyor. Yerlerde uçamayıp hızla koşan ve kedilere yiyecek olmaktan kaçmaya çalışan serçe yavrularını görünce aklıma geldi. “Uçmayı bilmiyorsan bari hızlı koş İbram dedim kendi kendime. Uyuz uyuz yürüme!”
* Yaş ilerliyor artık, toprak çekiyor bizi de. O yüzden ölmeden önce çiftçiliğe merak sarıp Farmvilleden başladık işe. Ama insan kıçını yerden kaldırmalı, ayaklarını gerçekten toprağa değdirmeli. Harcadığı zamanın tükettiği kalbur samanın en kıymetli hazinesi olduğunun farkına varmalı. Bir gün bu masal da bitecek ve İbram da bu dünyadan gidecek.

Kalanlara selam olsun. 

İlk cinsel deneyim

Hiç yorum yok:

İtiraf ediyorum ki “rating” kaygısı taşıyorum. Yurdum insanı, kahir ekseriyetle ve değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez biçimde, bu konulara meraklı, “cinsellik” her daim rating alıyor.

Ne zaman “akıllı uslu, oturaklı” bir şeyler yazayım desem ratinglerim sürünüyor. Bir kaç hatırlı dost dışında okuyanım olsa da yorumlayanım çıkmıyor. Orasını burasını, kılını tüyünü dünyanın merkezine alan, “çiğ ya da pişmiş yediği, içtiği kadar, yedirip içirdiğini de yazan” insanları kıskanıyorum arkadaş. Ne yalan söylemim.

Oysa ne zaman ipin ucunu kaçırsam, “deniz seviyesinin altına insem” aranan blog yazarı olup çıkıyorum. Demek ki “halk” bunu istiyor. Kendimi assolist kompleksine kaptırıp “siz istediniz de ben vermedim mi” canlarım havasında yazasım geliyor. Sonra tırsıyorum.

Oysa, “benim boyum kimin oğlundan kısa” değil mi? Gerçi canım memleketimde ratingler dağların yüksekliğine göre değil, kuyuların çukurluğuna göre ölçülüyor. Yani bu konuda bir kadın , erkek eşitsizliği söz konusu. Dişi kişiler daha çok okunuyor konu cinsellikse. Öte yandan “Ört ki ölem” kabilinden görmezden geldiğimiz bir sürü toplumsal kabahatimiz “kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı” rating almazken, “açılım“ın her türlüsü pek moda. Aç da, istersen ülke sınırlarını, istersen etek altını aç. Geçer akçe madem bu, bizim de az çok o taraklarda bezimiz olmuştur geçmişte. Buyurun işte bugün yazıyorum, meraklıları da okusun.

İlk cinsel deneyim herkesin aksine çok geç vuku buldu. Önceleri gerek korkaklıktan, gerekse denk gelmediğinden bu konulara eğilemedim. Gerçi içimde, uyanan bir ilgi hep vardı ama kısmet 30’lu yaşlara imiş. Ne yapalım, geç de olsa tecrübe sahibi olduk.

Karlı bir kış günü, taşradaki yeğenim bize misafir gelmişti. Elektriklerin kesilmesinin çok da anormal olmadığı günlerdi. O akşam bir arkadaşım da vardı aramızda. Yani 3kişi bir arada sohbet ediyorduk mum ışığında. Ortam biraz kasvetli duruyordu. Laf lafı açtı ,derken yeğenim dedi ki ” Abi benim bir Cin’im var.” Öyle de kasılarak söylüyor ki eşek herif zannedersin “limuzin”im var diyor. “Hadi len!” demedik, “anlat hacı” modunda devam ettik.

Bizimkisi başladı anlatmaya. Biz sordukça o gazı alamadı salladı da salladı. Daha doğrusu biz salladığını düşünüyorduk. Neymiş efendim “kız” mış “cin” arkadaşı, ama sadece “arkadaşlarmış. Adı “cannuyeş mi, matubeş”mi öyle sallama garip birşeydi. Meğer zaten “cin”lerin adları bizimki gibi olmazmış. Bu “3 harfli” arkadaşlarla bir kere kanka oldun mu, çağırınca kolayca gelirmiş aslında.

Sohbet ilerledikçe bizim canımız sıkılmaya başladı. Tamam, elektrik yok diye TV izleyemiyoruz ama “cin tonik” kadar kafa yapmaya başladı olay. Tabi o zamanlarda “Turkcell henüz – Cincell ya da Cinephone” hizmeti de vermiyor. Ortalıkta cirit atan “Medyum Memiş’le Keto'”dan başka bu konuda tek bildiğimiz “Cine5” onu da elektrikler kesik olduğundan izleyemiyoruz. “Yetti be hacı” dedik sonunda. Ama yeğen durmuyor “Abi istersen çıkarıp göstereyim” dedi. “Hop, ne oluyoruz” derken, “hani göster nerde?”ye çevirdik biz olayı.

Orta yere bir sehpa koydu bizimkisi, klasik ritüeller, kâğıda alfabedeki harfleri yazıp dizdi sehpaya, ortasına yerleştirdi rakamları, en ortaya da bir kahve fincanını ters kapatıp koydu. Ortam zaten karanlık, mumu da biraz öteye koyduk.

Yeğen önce bir kaç dua okudu, kısa birşeyler. Dediğine göre “3 kulhu, bi elham” ile bile gelirlermiş. Derken soru cümleleri kurmaya başladı. Geldin mi, geliyon mu? tarzında. Sonra üstünde üçümüzün işaret parmağı olan fincan başladı hareket etmeye…

Devam Edecek…
———————-
Not: Olay sallama değil, gerçektir.

İtiraf ediyorum ki “rating” kaygısı taşıyorum. Yurdum insanı, kahir ekseriyetle ve değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez biçimde, bu konulara meraklı, “cinsellik” her daim rating alıyor.

Ne zaman “akıllı uslu, oturaklı” bir şeyler yazayım desem ratinglerim sürünüyor. Bir kaç hatırlı dost dışında okuyanım olsa da yorumlayanım çıkmıyor. Orasını burasını, kılını tüyünü dünyanın merkezine alan, “çiğ ya da pişmiş yediği, içtiği kadar, yedirip içirdiğini de yazan” insanları kıskanıyorum arkadaş. Ne yalan söylemim.

Oysa ne zaman ipin ucunu kaçırsam, “deniz seviyesinin altına insem” aranan blog yazarı olup çıkıyorum. Demek ki “halk” bunu istiyor. Kendimi assolist kompleksine kaptırıp “siz istediniz de ben vermedim mi” canlarım havasında yazasım geliyor. Sonra tırsıyorum.

Oysa, “benim boyum kimin oğlundan kısa” değil mi? Gerçi canım memleketimde ratingler dağların yüksekliğine göre değil, kuyuların çukurluğuna göre ölçülüyor. Yani bu konuda bir kadın , erkek eşitsizliği söz konusu. Dişi kişiler daha çok okunuyor konu cinsellikse. Öte yandan “Ört ki ölem” kabilinden görmezden geldiğimiz bir sürü toplumsal kabahatimiz “kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı” rating almazken, “açılım“ın her türlüsü pek moda. Aç da, istersen ülke sınırlarını, istersen etek altını aç. Geçer akçe madem bu, bizim de az çok o taraklarda bezimiz olmuştur geçmişte. Buyurun işte bugün yazıyorum, meraklıları da okusun.

İlk cinsel deneyim herkesin aksine çok geç vuku buldu. Önceleri gerek korkaklıktan, gerekse denk gelmediğinden bu konulara eğilemedim. Gerçi içimde, uyanan bir ilgi hep vardı ama kısmet 30’lu yaşlara imiş. Ne yapalım, geç de olsa tecrübe sahibi olduk.

Karlı bir kış günü, taşradaki yeğenim bize misafir gelmişti. Elektriklerin kesilmesinin çok da anormal olmadığı günlerdi. O akşam bir arkadaşım da vardı aramızda. Yani 3kişi bir arada sohbet ediyorduk mum ışığında. Ortam biraz kasvetli duruyordu. Laf lafı açtı ,derken yeğenim dedi ki ” Abi benim bir Cin’im var.” Öyle de kasılarak söylüyor ki eşek herif zannedersin “limuzin”im var diyor. “Hadi len!” demedik, “anlat hacı” modunda devam ettik.

Bizimkisi başladı anlatmaya. Biz sordukça o gazı alamadı salladı da salladı. Daha doğrusu biz salladığını düşünüyorduk. Neymiş efendim “kız” mış “cin” arkadaşı, ama sadece “arkadaşlarmış. Adı “cannuyeş mi, matubeş”mi öyle sallama garip birşeydi. Meğer zaten “cin”lerin adları bizimki gibi olmazmış. Bu “3 harfli” arkadaşlarla bir kere kanka oldun mu, çağırınca kolayca gelirmiş aslında.

Sohbet ilerledikçe bizim canımız sıkılmaya başladı. Tamam, elektrik yok diye TV izleyemiyoruz ama “cin tonik” kadar kafa yapmaya başladı olay. Tabi o zamanlarda “Turkcell henüz – Cincell ya da Cinephone” hizmeti de vermiyor. Ortalıkta cirit atan “Medyum Memiş’le Keto'”dan başka bu konuda tek bildiğimiz “Cine5” onu da elektrikler kesik olduğundan izleyemiyoruz. “Yetti be hacı” dedik sonunda. Ama yeğen durmuyor “Abi istersen çıkarıp göstereyim” dedi. “Hop, ne oluyoruz” derken, “hani göster nerde?”ye çevirdik biz olayı.

Orta yere bir sehpa koydu bizimkisi, klasik ritüeller, kâğıda alfabedeki harfleri yazıp dizdi sehpaya, ortasına yerleştirdi rakamları, en ortaya da bir kahve fincanını ters kapatıp koydu. Ortam zaten karanlık, mumu da biraz öteye koyduk.

Yeğen önce bir kaç dua okudu, kısa birşeyler. Dediğine göre “3 kulhu, bi elham” ile bile gelirlermiş. Derken soru cümleleri kurmaya başladı. Geldin mi, geliyon mu? tarzında. Sonra üstünde üçümüzün işaret parmağı olan fincan başladı hareket etmeye…

Devam Edecek…
———————-
Not: Olay sallama değil, gerçektir.

Sıfırdan başlama hakkı

Hiç yorum yok:

Kimilerimiz hayata şanslı başlıyor kimilerimiz ise futbol deyimi ile 1-0 mağlup başlıyoruz.
Geçenlerde oğlum en azından ‘Sıfırdan başlama hakkı olmalı her insanın‘ dedi. Üzerinde düşünülmesi gereken bir söz dedim kendi kendime ve düşündüm. Şanslılarımızın geçmişten gelen bir takım zenginliklere sahip olduğu, sağlık, sıhhatinin yerinde olduğu, iyi bir işi, iyi bir evliliği ve güzel çocukları olduğunu düşünebiliriz. Yenik başlayanlarımızın ise sırtlarında bir borç yükü ile doğdukları, hayatta özendikleri bir çok şeye kavuşamadıklarını, daha iyi koşullarda yaşamak, daha iyi koşullarda yiyip, içmek, eğitim görmek gibi isteklerine kavuşamadıklarından yakındıklarını görürüz.
Oysa hayatın çok daha dramatik imtihanları vardır insanlar için. Hepimiz bizden daha kötü durumda olan insanları düşünüp, kendi durumumuza şükredebilmeliyiz.
Belki bir otomobiliniz olmayabilir, ancak ne doğumdan ne de daha sonra oluşmuş bir özrünüz yoksa hayat size torpil geçmiş demektir. Söyleneni anlayabiliyor, kendi ihtiyaçlarınızı giderebiliyorsanız; şanslı insanlar içerisinde sayabilirsiniz kendinizi.
Maddi düzeyiniz ne olursa olsun, başınıza gelecek bir kaza kaderinizde dönülmez çizgiler oluşturabilir. Eksik bir parmağınız veya fazladan 6ncı parmağınızın olması bile sizin dünyanızda paranın sağlayacağı huzurdan çok daha derin yaralar açabilir.
Zengin saydığımız bir çok insanın nasıl evlat hasreti ile yandığını düşünen 3 çocuklu fakir bir ailenin fertleri de asıl zengin olanın kendileri olduğuna hükmedebilir.
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın özürlü çocuğunun yüzüne bakıp nasıl içinin eridiğini, fabrikalarında çalışan kaç işçi kardeşimiz hissetmiş olabilir acaba?
Hayatın insanı hem fakirlik, hem hastalık, hem özür, hem kaza ile sınadığı zamanlardan Yüce Mevla’ya sığınmak lazımdır. Gerçekten bir insan için en zor olan belki de hem hastalık, hem özür, hem de fakirlik ile boğuşuyor olmak, sevdiklerinin gözünün önünde eridiğini göre göre bir şeyler yapamamanın ızdırabını yaşamaktır. Rabbim her kulun imtihanını ayrı yazmış olsa da böyle dramatik alın yazılarından, taşıyamayacağımız yükler ve büyük imtihanlara muhatap olmaktan bizi korusun.
Sosyal devlete düşen görev işte bu konumdaki insanlara hepimizin ortak eli olarak hizmet götürmek, o kişilerin hem ruhuna, hem ekonomik durumuna katkı sağlayacak en iyi desteği vermektir. Çaresiz hastalıklara düşenlerimizi, başına olmadık kaza gelenlerimizi fert olarak kucaklamaya yetmediğimiz durumlarda sosyal devlet olmazsa olmazımızdır. Devletten malımızı, canımızı, namusumuzun bekçisi olmasını bekler, hasta olduğumuzda, çaresiz kaldığımızda elimizden tutmasını ve bunu doğal bir görev olarak yapmasını bekleriz.
Bu yüzden Türkler devletsiz kalmamış ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ diyerek kendi siyasi görüşü ne olursa olsun devletine sahip çıkmıştır. Onun için severek askerlik yapar, elimizden geldiğince vergilerimizi öder ve devlet malını korur, kollar gözetiriz.
Son yıllarda gördüğümüz kadarı ile birileri ne millete, ne devlete acımadan hırsızlığın saltanatını yaşamışlar ve şimdi birer birer yargı önüne çıkmaktalar. Hergün bir yerlerden usulsüzlük çetelerinin haberlerini duymaktayız. Öyle ki bu çetelerin ergenekon çetesinden tek farkı silah çekip adam vurmamaları…
Devletin malını çalıp yiyenler, bu milletin fakirinin, yetiminin malını yediklerini ve yedikleri dünyada yanlarına kar kalsa bile öbür dünyada burunlarından fitil fitil geleceğini unutmamalılar… Tüyü bitmedik yetimin hakkı kolay yutulan bir lokma gibi gelse de gün gelir adamın boğazına durur…

Kimilerimiz hayata şanslı başlıyor kimilerimiz ise futbol deyimi ile 1-0 mağlup başlıyoruz.
Geçenlerde oğlum en azından ‘Sıfırdan başlama hakkı olmalı her insanın‘ dedi. Üzerinde düşünülmesi gereken bir söz dedim kendi kendime ve düşündüm. Şanslılarımızın geçmişten gelen bir takım zenginliklere sahip olduğu, sağlık, sıhhatinin yerinde olduğu, iyi bir işi, iyi bir evliliği ve güzel çocukları olduğunu düşünebiliriz. Yenik başlayanlarımızın ise sırtlarında bir borç yükü ile doğdukları, hayatta özendikleri bir çok şeye kavuşamadıklarını, daha iyi koşullarda yaşamak, daha iyi koşullarda yiyip, içmek, eğitim görmek gibi isteklerine kavuşamadıklarından yakındıklarını görürüz.
Oysa hayatın çok daha dramatik imtihanları vardır insanlar için. Hepimiz bizden daha kötü durumda olan insanları düşünüp, kendi durumumuza şükredebilmeliyiz.
Belki bir otomobiliniz olmayabilir, ancak ne doğumdan ne de daha sonra oluşmuş bir özrünüz yoksa hayat size torpil geçmiş demektir. Söyleneni anlayabiliyor, kendi ihtiyaçlarınızı giderebiliyorsanız; şanslı insanlar içerisinde sayabilirsiniz kendinizi.
Maddi düzeyiniz ne olursa olsun, başınıza gelecek bir kaza kaderinizde dönülmez çizgiler oluşturabilir. Eksik bir parmağınız veya fazladan 6ncı parmağınızın olması bile sizin dünyanızda paranın sağlayacağı huzurdan çok daha derin yaralar açabilir.
Zengin saydığımız bir çok insanın nasıl evlat hasreti ile yandığını düşünen 3 çocuklu fakir bir ailenin fertleri de asıl zengin olanın kendileri olduğuna hükmedebilir.
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın özürlü çocuğunun yüzüne bakıp nasıl içinin eridiğini, fabrikalarında çalışan kaç işçi kardeşimiz hissetmiş olabilir acaba?
Hayatın insanı hem fakirlik, hem hastalık, hem özür, hem kaza ile sınadığı zamanlardan Yüce Mevla’ya sığınmak lazımdır. Gerçekten bir insan için en zor olan belki de hem hastalık, hem özür, hem de fakirlik ile boğuşuyor olmak, sevdiklerinin gözünün önünde eridiğini göre göre bir şeyler yapamamanın ızdırabını yaşamaktır. Rabbim her kulun imtihanını ayrı yazmış olsa da böyle dramatik alın yazılarından, taşıyamayacağımız yükler ve büyük imtihanlara muhatap olmaktan bizi korusun.
Sosyal devlete düşen görev işte bu konumdaki insanlara hepimizin ortak eli olarak hizmet götürmek, o kişilerin hem ruhuna, hem ekonomik durumuna katkı sağlayacak en iyi desteği vermektir. Çaresiz hastalıklara düşenlerimizi, başına olmadık kaza gelenlerimizi fert olarak kucaklamaya yetmediğimiz durumlarda sosyal devlet olmazsa olmazımızdır. Devletten malımızı, canımızı, namusumuzun bekçisi olmasını bekler, hasta olduğumuzda, çaresiz kaldığımızda elimizden tutmasını ve bunu doğal bir görev olarak yapmasını bekleriz.
Bu yüzden Türkler devletsiz kalmamış ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ diyerek kendi siyasi görüşü ne olursa olsun devletine sahip çıkmıştır. Onun için severek askerlik yapar, elimizden geldiğince vergilerimizi öder ve devlet malını korur, kollar gözetiriz.
Son yıllarda gördüğümüz kadarı ile birileri ne millete, ne devlete acımadan hırsızlığın saltanatını yaşamışlar ve şimdi birer birer yargı önüne çıkmaktalar. Hergün bir yerlerden usulsüzlük çetelerinin haberlerini duymaktayız. Öyle ki bu çetelerin ergenekon çetesinden tek farkı silah çekip adam vurmamaları…
Devletin malını çalıp yiyenler, bu milletin fakirinin, yetiminin malını yediklerini ve yedikleri dünyada yanlarına kar kalsa bile öbür dünyada burunlarından fitil fitil geleceğini unutmamalılar… Tüyü bitmedik yetimin hakkı kolay yutulan bir lokma gibi gelse de gün gelir adamın boğazına durur…

Google'dan sonra ben, Blogger'den sonra kızlar

Hiç yorum yok:

D
eğişim kaçınılmaz bir gerçeği dünyanın.
Üstelik değişirken dönüşüyoruz da aynı zamanda. Bir melek’e mi bir canavara mı dönüştüğümüz ise muamma henüz. Ancak birçok ilke, değer veya kriter değişmekte bunun hepimiz farkındayız..
Eskiden daha güzeldi diyenlerden olup nostaljik takılmayacağım. Biz camiye gitmeden önce TAN gazetesini alıp, Helga resimlerine “ohş” çeken ihtiyar amcaları da biliriz. Toplumsal açlığımızı bir kültür ve bilgi bombardımanı ile tıka basa doyurduğumuz günlerdeyiz.
Konu sadece cinsellik değil. Her anlamda insan beyninin Terrabyte’larla ölçülemeyen ve evren gibi durmadan genişleyen bilgi alma kapasitesini hayranlık ve biraz da dehşetle izliyorum. Küçücük çocukların ellerinde oyuncak haline gelmiş cep telefonları, bilgisayarlar, TV kumandaları. İnsan aklının gelebildiği noktaları görmemiz açısından inanılmaz fırsatlar sunuyor.
Öte yandan köyde koyunlara kaval çalan sıradan bir çoban olmanın dayanılmaz cazibesi de durmadan artıyor. “Bağdat’ta bombalı saldırı” haberini okumuyorsanız. TV izlemiyor, radyo dinlemiyorsanız sizden mutlusu yok. Diğer insanların dertleri ile dertlenmek güzel şey, ancak yanı başımızda aç ölen komşuları unutuyoruz, farkında olmadan. Kuzey kutbundaki fokları görüp üzülürken, sokak köpekleri artık yüksek çöp tenekelerinde de bir şey bulamıyor yiyecek. Farkında değiliz…
Google’dan sonra hepimiz birer bilgi hazinesi olduk çıktık. Anında arayıp sorarak dini konular da dâhil olmak üzere ahkâm kesiyoruz. Google’dan sonra ben zihnimi kurcalayan gerekli gereksiz herşeyi bulabilir olmuştum. Tabi her yurdum erkeği gibi “Celebrity X” hazinelerini keşfettim önce. Sonrasında “faideli bilgiler” için de kullandım tabi ki.
Blogger sayesinde birbirlerimizin ruhlarından, bazen de gerçek yaşamlarından haberdarız. Herkeste bir teşhir merakıdır sürüp gidiyor. Birbirimize ruhumuzu açmak yetmedi, yüzümüzü gözümüzü ve göğsümüzü açıyoruz. Birileri bizimle konuşmazsa yalnızlık çekiyoruz ama yanı başımızdaki dostların halini hatırını sormuyoruz. En mutaassıp aile kızlarının bilmediği erkek argosu yok. Bir söyleme cesaretinde veya yüz yırtılmasında artık sorun.
Faydasız bilgiden sakınmak lazım. Bazı şeyleri öğrenmesen de olur hani ama faydasız bilgiden sığındığımız bir adresimiz bile yok. Açlık krizine girmiş obezler gibi durmadan sepetimize, çer çöp ne varsa dolduruyoruz. Bazılarımız tarzım böyle diyerek “X” ip, “x”uyor satırlarında. Üstelik kazara buna tepki koyan birine de hepimiz birden çullanıyoruz. “Aaaaa o çok iyi bir insan, onun tarzı böyle “x”meden duramaz. Ağzındadır onun her şey, sen aldanma gibilerden. İyi insan kriterimiz de kendimize göre. Elimizde hepimizi tartan bir mihenk taşı, değişmez bir ölçü yok artık.
Bekri Mustafa gibi, ben bile buralarda “adam”dan sayılıyorum. Rating olsun diye sizlerle bildiğim bir küfürü paylaşayım mesela. “nın nmına jeeple girer, beton döker çıkarım” İlk askerde duymuştum bu küfürü ve hayal gücüne hayran kalmıştım küfreden vatandaşın. Tabi muhatabı olmadığım için moralimi bozmasam da “edep ya hu!” denilecek bir küfür.
İnternet ve online iletişim kanalları her türlü merakımızı bir şekilde giderdiğimiz, ruhlarımızın ve bedenlerimizin aracı kurumları oldu çıktı. Tabi ki güzel şeyler de oluyor. Ancak henüz samanlıkta iğne aramak misali karşılaşıyoruz bu tür etkinlik ve zenginliklerle. Boş vakitlerimizi katletmek ve bir dakika da olsa “ünlü” olmak adına, egomuzun pohpohlanması adına harcadığımız ömrümüzün bu yitik zamanlarını arada güzel şeyler için de harcamak gerek sanırım…
Engellilere yönelik siteler, iyilik hareketleri, çocuk istismarını önlemeye yönelik çalışmalar, çeşitli dayanışma platformları, edebiyat ve sanata dair paylaşım ortamları, el hünerlerini paylaşan ve insanlara bir takım şeyler öğretmeye de çalışan siteler vs vs… Hatta moda blogları bile bizlere fikir vermek, ufkumuzu açmak açısından yardımcı olabilir.
Dünyada ve ülkemizde internetten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Google’dan sonra internet de eskisi gibi kalmadı. Blogger, Ffeed ve Facebook’tan sonra sosyal iletişimin boyutları değişti, aynı kalmadı. Her şey değişiyor ve dönüşüyor. Biz de değişip, dönüşeceğiz. Altından bakıra doğru mu, şekerden kömüre doğru mu ya da tam aksi yönde mi, onu biraz bizim tercihlerimiz, biraz da zaman gösterecek.

D
eğişim kaçınılmaz bir gerçeği dünyanın.
Üstelik değişirken dönüşüyoruz da aynı zamanda. Bir melek’e mi bir canavara mı dönüştüğümüz ise muamma henüz. Ancak birçok ilke, değer veya kriter değişmekte bunun hepimiz farkındayız..
Eskiden daha güzeldi diyenlerden olup nostaljik takılmayacağım. Biz camiye gitmeden önce TAN gazetesini alıp, Helga resimlerine “ohş” çeken ihtiyar amcaları da biliriz. Toplumsal açlığımızı bir kültür ve bilgi bombardımanı ile tıka basa doyurduğumuz günlerdeyiz.
Konu sadece cinsellik değil. Her anlamda insan beyninin Terrabyte’larla ölçülemeyen ve evren gibi durmadan genişleyen bilgi alma kapasitesini hayranlık ve biraz da dehşetle izliyorum. Küçücük çocukların ellerinde oyuncak haline gelmiş cep telefonları, bilgisayarlar, TV kumandaları. İnsan aklının gelebildiği noktaları görmemiz açısından inanılmaz fırsatlar sunuyor.
Öte yandan köyde koyunlara kaval çalan sıradan bir çoban olmanın dayanılmaz cazibesi de durmadan artıyor. “Bağdat’ta bombalı saldırı” haberini okumuyorsanız. TV izlemiyor, radyo dinlemiyorsanız sizden mutlusu yok. Diğer insanların dertleri ile dertlenmek güzel şey, ancak yanı başımızda aç ölen komşuları unutuyoruz, farkında olmadan. Kuzey kutbundaki fokları görüp üzülürken, sokak köpekleri artık yüksek çöp tenekelerinde de bir şey bulamıyor yiyecek. Farkında değiliz…
Google’dan sonra hepimiz birer bilgi hazinesi olduk çıktık. Anında arayıp sorarak dini konular da dâhil olmak üzere ahkâm kesiyoruz. Google’dan sonra ben zihnimi kurcalayan gerekli gereksiz herşeyi bulabilir olmuştum. Tabi her yurdum erkeği gibi “Celebrity X” hazinelerini keşfettim önce. Sonrasında “faideli bilgiler” için de kullandım tabi ki.
Blogger sayesinde birbirlerimizin ruhlarından, bazen de gerçek yaşamlarından haberdarız. Herkeste bir teşhir merakıdır sürüp gidiyor. Birbirimize ruhumuzu açmak yetmedi, yüzümüzü gözümüzü ve göğsümüzü açıyoruz. Birileri bizimle konuşmazsa yalnızlık çekiyoruz ama yanı başımızdaki dostların halini hatırını sormuyoruz. En mutaassıp aile kızlarının bilmediği erkek argosu yok. Bir söyleme cesaretinde veya yüz yırtılmasında artık sorun.
Faydasız bilgiden sakınmak lazım. Bazı şeyleri öğrenmesen de olur hani ama faydasız bilgiden sığındığımız bir adresimiz bile yok. Açlık krizine girmiş obezler gibi durmadan sepetimize, çer çöp ne varsa dolduruyoruz. Bazılarımız tarzım böyle diyerek “X” ip, “x”uyor satırlarında. Üstelik kazara buna tepki koyan birine de hepimiz birden çullanıyoruz. “Aaaaa o çok iyi bir insan, onun tarzı böyle “x”meden duramaz. Ağzındadır onun her şey, sen aldanma gibilerden. İyi insan kriterimiz de kendimize göre. Elimizde hepimizi tartan bir mihenk taşı, değişmez bir ölçü yok artık.
Bekri Mustafa gibi, ben bile buralarda “adam”dan sayılıyorum. Rating olsun diye sizlerle bildiğim bir küfürü paylaşayım mesela. “nın nmına jeeple girer, beton döker çıkarım” İlk askerde duymuştum bu küfürü ve hayal gücüne hayran kalmıştım küfreden vatandaşın. Tabi muhatabı olmadığım için moralimi bozmasam da “edep ya hu!” denilecek bir küfür.
İnternet ve online iletişim kanalları her türlü merakımızı bir şekilde giderdiğimiz, ruhlarımızın ve bedenlerimizin aracı kurumları oldu çıktı. Tabi ki güzel şeyler de oluyor. Ancak henüz samanlıkta iğne aramak misali karşılaşıyoruz bu tür etkinlik ve zenginliklerle. Boş vakitlerimizi katletmek ve bir dakika da olsa “ünlü” olmak adına, egomuzun pohpohlanması adına harcadığımız ömrümüzün bu yitik zamanlarını arada güzel şeyler için de harcamak gerek sanırım…
Engellilere yönelik siteler, iyilik hareketleri, çocuk istismarını önlemeye yönelik çalışmalar, çeşitli dayanışma platformları, edebiyat ve sanata dair paylaşım ortamları, el hünerlerini paylaşan ve insanlara bir takım şeyler öğretmeye de çalışan siteler vs vs… Hatta moda blogları bile bizlere fikir vermek, ufkumuzu açmak açısından yardımcı olabilir.
Dünyada ve ülkemizde internetten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Google’dan sonra internet de eskisi gibi kalmadı. Blogger, Ffeed ve Facebook’tan sonra sosyal iletişimin boyutları değişti, aynı kalmadı. Her şey değişiyor ve dönüşüyor. Biz de değişip, dönüşeceğiz. Altından bakıra doğru mu, şekerden kömüre doğru mu ya da tam aksi yönde mi, onu biraz bizim tercihlerimiz, biraz da zaman gösterecek.