Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

ibrahim sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
ibrahim sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

Kapıyı çalan kimdir?

Hiç yorum yok:
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...
Tamam, biliyoruz bazı yazar ağabeylerimiz müstear (takma ad)larla şair ağabeylerimiz (mahlas)larla yazıp çiziyorlar. Yazarlar farklı bir üslupla yazarak farklı bir kimlik oluştururken, şairler mahlası genelde bir nam (unvan) olarak kullanıyorlar.
Ancak internet âlemi ile birlikte artık
başka kelimeler kavramlar da girdi kültürümüze. Avı- Avatar - Nick- Nickname de normal
kullanıcıların bu amaçla kullandıkları kimlikler. Avatarlar farklı isimde olabildikleri gibi kendi adınızla da açıp bir takıp şekil ve ifadelerle de tanımlanırken nickler bir çeşit takma ad görevi görüyor.

Bir de ortalığı karıştırmak için üretilen sahte kimlikler var. Kısaca "trol" denilen bu sanal karakterler medeni cesareti olmayan insanlarca oto boka yorum yapmak, milleti gaza getirmek kandırmak amacı ile de kullanılıyor. Bazen Fake' de denilen bu kimlikler internette oluşturduğunuz kimliğinizin sanalı, çakması Çin işi olanı. Kısaca tavşanın suyunun suyu. Fakeler her zaman "trol"ler gibi hareket etmiyor. Bulunduğu ortamdan bunalan insanlar bazen farklı kimliklerle biraz daha rahat sohbet edebilmek için bu yola başvurabiliyor.

Eminim daha birçok yeni terim girmiştir hayatımıza. Kim bilir hangisi ne anlama geliyor. Ben de zaman zaman farklı sanal kimlikler oluşturup çeşitli blog yazıları yazdım. Nitekim İbrahim Ortaç bunlardan en popüleriydi bir zamanlar. "Sazan efendi" ve "Leyla Metin" de buna örnek verilebilir.

Aynı şekilde Facebook'da bana şaka yapan bir kaç arkadaşa şaka öyle değil böyle yapılır diyerek yüklendiğim "Kürşad Efendi - Murat Bey" tiplemeleri de boş vaktin nasıl katledildiğine örnek teşkil edebilecek fuzuli işlerdendir.

Zaman zaman yazılarıma yorup yapıp, bana da çeşitli Ali Cengiz oyunlarıyla yaklaşan, kafa bulmaya uğraşan insanlar ya da kendini özenle saklayan gizli hayranlar (eski veya yeni dostlar) olmuştur.
Nitekim bunlardan varlığına bir türlü inanmadığım "Ziynet Hanım"ı TC kimlik numarası ve hüviyet fotokopisi isteyecek kadar üzmüşlüğüm var.

Ancak yazılarıma ilginç yorumlar yapan, sohbeti keyif veren öğretmen "Esma Hoca"nın eski bir arkadaş olduğunu öğrendiğimde kendisine söylediğim bir söz var. "Yahu ben Esma'dan hoşlanmıştım, keşke söylemeseydin..."

Sohbet buraya neden mi geldi? Ne bileyim, bayram öncesi bir şeyler yazmak isterken söz uzadı da uzadı işte. Bugünlerde, yine kimliğinde şüpheye düştüğüm hoş sohbet bir arkadaş var. Tanıdık birine benziyor. Bak gözüm hanginiz iseniz çıkın ortaya. Kızmıcam söz, ya da iş uzadıkça fena kızıcam ha!.. Söylemedi demeyin...

Anonimlik de, bir yere kadar canım

Hiç yorum yok:
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?

Evcilik Oyunu (MiM - Anket)

Hiç yorum yok:
Mim rüzgarı çoktan bitmiş olsa da, blog dünyasındaki durgunluğun aşılmasında olumlu katkısı olabilir diyerek, bence ilginç bir MiM daha yazdım.

Aslında bu bir test : "Evcilik Oyunu". Bu testi, eşiniz, hayat arkadaşınız, sevgiliniz, erkek ya da kız arkadaşınızla birlikte deneyebilirsiniz.

Sorulardan önce kurallar kısaca şöyle.

(Önce test sorularının bir yazıcı çıktısını alıp, cevapları elle doldurunuz).
 
1- Testteki sorulara içtenlikle cevap vermeniz gerekiyor.

2- Testi bitirdikten sonra aynısını "Bence (eşim, sevgilim) bu sorulara şöyle cevap vermiştir diyerek ikinci kez cevaplayınız.

3- Sonra bu teste verdiğiniz cevapları yazdığınız kağıdı katlayıp bir zarfın içine koyunuz ve ağzını yapıştırınız ve cevaplarınızı değiştirmek için asla açmayınız.
4- Bir gün sonra, zarfı açmadan (eşinize, sevgilinize) verin. O da kendi cevaplarını size versin.

5- Cevapları okuyunca lütfen kavga etmeyiniz:))
 
Olayın MİM kısmı ise testi çözen herkes, testi çözdükten sonraki gelişmeleri blogunda paylaşsın.

Hadi Bakalım.
 
The İbrahim ORTAÇ (T.i.O)




LÜTFEN BU SORULARI Samimiyetle CEVAPLAYINIZ?
 
Eşiniz hakkında şikayetleriniz nelerdir?
 
Kendiniz hakkında nelerden şikayetçisiniz?
 
Varsa ailevi sorunlarınız sizce nasıl çözülür?
 
Hayatta en çok yapmak isteğiniz şeyler nelerdir?
 
Fırsat olsa eşinizle birlikte neler yapmak isterdiniz?
 
Şu an hangi haberi alsanız çok sevinirdiniz?
 
Sizi en çok rahatsız eden kaygı ve korkular nelerdir?
 
Elinizde sihirli bir değnek olsa neleri değiştirirdiniz?
 
Sadece 1 tek soru sorabilecek olsanız eşinize ne sorardınız?
 
Ona olan duygularınızı nasıl ifade edersiniz?
(sevgi-aşk-nefret-hiçbiri)
 
Eşinize öfkelenince yapmayı düşündüğünüz en kötü şey nedir?
 
Sinirli ve üzgün olduğunuz zamanlarda nasıl sakinleşirsiniz?
 
Yalnızlığı mı, yoksa kalabalık ortamları mı seversiniz?
 
Eşinizle yaptığınız sizi mutlu eden en son şey nedir?
 
En çok sevdiğiniz, üç kişiyi (arkadaş, aile) yazar mısınız?
 
Sizi en iyi tanıdığını düşündüğünüz üç kişiyi yazar mısınız?
 
Nefret ettiğiniz üç kişiyi ya da insan tipini yazar mısınız.
 

SİZCE EŞİNİZ YUKARIDAKİ SORULARA NASIL CEVAP VERMİŞTİR?
LÜTFEN AYNI SORULARI ONA GÖRE DE CEVAPLAYINIZ.

 
Mim rüzgarı çoktan bitmiş olsa da, blog dünyasındaki durgunluğun aşılmasında olumlu katkısı olabilir diyerek, bence ilginç bir MiM daha yazdım.

Aslında bu bir test : "Evcilik Oyunu". Bu testi, eşiniz, hayat arkadaşınız, sevgiliniz, erkek ya da kız arkadaşınızla birlikte deneyebilirsiniz.

Sorulardan önce kurallar kısaca şöyle.

(Önce test sorularının bir yazıcı çıktısını alıp, cevapları elle doldurunuz).
 
1- Testteki sorulara içtenlikle cevap vermeniz gerekiyor.

2- Testi bitirdikten sonra aynısını "Bence (eşim, sevgilim) bu sorulara şöyle cevap vermiştir diyerek ikinci kez cevaplayınız.

3- Sonra bu teste verdiğiniz cevapları yazdığınız kağıdı katlayıp bir zarfın içine koyunuz ve ağzını yapıştırınız ve cevaplarınızı değiştirmek için asla açmayınız.
4- Bir gün sonra, zarfı açmadan (eşinize, sevgilinize) verin. O da kendi cevaplarını size versin.

5- Cevapları okuyunca lütfen kavga etmeyiniz:))
 
Olayın MİM kısmı ise testi çözen herkes, testi çözdükten sonraki gelişmeleri blogunda paylaşsın.

Hadi Bakalım.
 
The İbrahim ORTAÇ (T.i.O)




LÜTFEN BU SORULARI Samimiyetle CEVAPLAYINIZ?
 
Eşiniz hakkında şikayetleriniz nelerdir?
 
Kendiniz hakkında nelerden şikayetçisiniz?
 
Varsa ailevi sorunlarınız sizce nasıl çözülür?
 
Hayatta en çok yapmak isteğiniz şeyler nelerdir?
 
Fırsat olsa eşinizle birlikte neler yapmak isterdiniz?
 
Şu an hangi haberi alsanız çok sevinirdiniz?
 
Sizi en çok rahatsız eden kaygı ve korkular nelerdir?
 
Elinizde sihirli bir değnek olsa neleri değiştirirdiniz?
 
Sadece 1 tek soru sorabilecek olsanız eşinize ne sorardınız?
 
Ona olan duygularınızı nasıl ifade edersiniz?
(sevgi-aşk-nefret-hiçbiri)
 
Eşinize öfkelenince yapmayı düşündüğünüz en kötü şey nedir?
 
Sinirli ve üzgün olduğunuz zamanlarda nasıl sakinleşirsiniz?
 
Yalnızlığı mı, yoksa kalabalık ortamları mı seversiniz?
 
Eşinizle yaptığınız sizi mutlu eden en son şey nedir?
 
En çok sevdiğiniz, üç kişiyi (arkadaş, aile) yazar mısınız?
 
Sizi en iyi tanıdığını düşündüğünüz üç kişiyi yazar mısınız?
 
Nefret ettiğiniz üç kişiyi ya da insan tipini yazar mısınız.
 

SİZCE EŞİNİZ YUKARIDAKİ SORULARA NASIL CEVAP VERMİŞTİR?
LÜTFEN AYNI SORULARI ONA GÖRE DE CEVAPLAYINIZ.

 

Peygamberimi görmek istiyorum

Hiç yorum yok:
Öyle düşte falan değil, aleni görmek istiyorum. Bir hristiyanın İsa'yı gördüğü kadar olsun en azından. Yok hayır, onu tanrılaştırmak gibi bir niyetim yok. Ne demişse inanıyorum, ne eksiğini ne  fazlasını istemiyorum, ama onu görmek istiyorum.

Biliyorum bir çok insan buna karşı çıkacak. Hele yüksek perdeden söylesem kimbilir neler diyecekler. Belki imanım sorgulanacak. Bu istek küfre yakın sayılacak. İslam dünyasında yıllardır resim ve fotoğrafa karşı olan bakış belli. O günün putperest arap toplumunda bunu anlamak mümkün olabilir. Neticede kendi hamurdan putunu yapıp, acıkınca yiyen bir toplumun eğilimlerinden bahsediyorduk.

Ama bugünün toplumunda vesikalık fotoğraf diye birşey var. Sanat fotoğrafları, portreler vb. bir çok şey. Biz Peygamberi (asv) gösteren bütün filmlerde kameraya odaklandık. Hep varlığı hissedilen ama görünmeyen oldu minyatürlerde bile ama o da bir insandı. Onu görenler oldu, onu üstün kılan aynı zamanda kul olmasıydı. Bizden biri, hayatın içinde nefes alan, yemek yiyip, su içen, saçı uzayan, traş olan içimizden biriydi. O yüzden Rasül'de bizim için güzel örnekler vardı. 

Evet aslolan onun yaşama dair öğretilerine tutunma gereği ama bir çok genç insan onu şeklen merak ettiler. Okudukları "Hilye-i Şerif"lerden öğrendikleri ile onu tanımaya çalıştılar. Bugün sorsak bir çok müslüman için Rasül "kısa saçlı, gür sakallı, başı sarıklı, heybetli" bir hayal kahramanı gibidir. Oysa onun hakkında bilgi sahibi olan gençler bir zamanlar "saçlarını ortadan ayırıp, omuzlarına düşürmeyi" eleştiri konusu yapan ebeveynlerine "Bu da sünnet" diyorlardı.

Hristiyanların İsa figürünü ve görüntüsünü nerden aldıkları, görsel kaynaklarının heykeller dışında ne olduğunu pek bilmiyorum ama Peygamberimizin şeklen görünüşünü anlatan "Hilye-i Şerif" kitaplarında göğsünde ve göbeğindeki kıllara kadar detay bellidir. Ne yapacaksın kılı tüyü, sen yaşamından örnekler alıp yaşasana diyebilir birçok insan. Ancak batıda gelişen "İslamofobi"nin bir argümanı olarak siz isteseniz de istemeseniz de bir "Muhammed" figürü zihinlere kazınıyor. Genelde karikatürler yoluyla çizilen bu görüntüde Rasül-i Ekrem (asv) "Terorist" kisvesiyle resmediliyor.

Oysa hristiyanlar için "İsa" son derece yakışıklı, hoş bir adamdır aynı zamanda. Belki de öyle değildi. Bizim elimizde ise efendimizin görüntüsü hakkında çok fazla kaynak var. Onu rüyada görmek büyük bir nimet olabilri ama günümüz teknolojisi ile artık bir robot resminin bir portresinin yapılması olası. Bence müslümanların peygamberlerini görmeye hakları var ve eğer siz bu hakkı onlara vermezseniz ne yazık ki yeni yetişen gençlerin günümüz teknolojisi ile internetten "Hristiyan ya da ateizm kaynaklı çizimlerden" bir zihinsel canlandırma yapması kaçınılmaz olacak.

Bugün karikatür olarak ortaya konan bu resimlerde "sünnet diyerek bırakılmış" sakallar ve sert mizaçlı ürkütücü resimler veren müslüman imajını (nette birkaç resme bakın) yıkmak yarın mümkün de olmayabilir. Çizgi filmlerden, karikatürlerden başlayıp yarın işte bu denilecek bir bilgisayar destekli resimin zihinlere kazınması önlemek isteyen müslüman önderlerin bu konuda fetvaları yeniden gözden geçirmeleri ve müslüman bilim adamları ve sanatçılardan oluşan bir ekibin Peygamberimizin bir robot resminin ya da hoş bir portresini oluşturması gerektiğini düşünüyorum.

Bence bunu iyi niyetinden şüphe duyacağımız yabancılar yapmadan ve nesillerimizin zihinlerine kazımadan önce, müslümanlar kendi peygamberinin resmini yapmalıdır. Hristiyan çocuklar resim defterine “İsa”nın resmini çiziyorlar mı okullarda bilmiyorum ama eğer çiziyorlarsa neden bizim çocuklarımız çizemesinler.

Yetmedi mi bu yasak.
Haydi artık biz "Peygamberimizi görmek istiyoruz"
İbrahim ORTAÇ 
Öyle düşte falan değil, aleni görmek istiyorum. Bir hristiyanın İsa'yı gördüğü kadar olsun en azından. Yok hayır, onu tanrılaştırmak gibi bir niyetim yok. Ne demişse inanıyorum, ne eksiğini ne  fazlasını istemiyorum, ama onu görmek istiyorum.

Biliyorum bir çok insan buna karşı çıkacak. Hele yüksek perdeden söylesem kimbilir neler diyecekler. Belki imanım sorgulanacak. Bu istek küfre yakın sayılacak. İslam dünyasında yıllardır resim ve fotoğrafa karşı olan bakış belli. O günün putperest arap toplumunda bunu anlamak mümkün olabilir. Neticede kendi hamurdan putunu yapıp, acıkınca yiyen bir toplumun eğilimlerinden bahsediyorduk.

Ama bugünün toplumunda vesikalık fotoğraf diye birşey var. Sanat fotoğrafları, portreler vb. bir çok şey. Biz Peygamberi (asv) gösteren bütün filmlerde kameraya odaklandık. Hep varlığı hissedilen ama görünmeyen oldu minyatürlerde bile ama o da bir insandı. Onu görenler oldu, onu üstün kılan aynı zamanda kul olmasıydı. Bizden biri, hayatın içinde nefes alan, yemek yiyip, su içen, saçı uzayan, traş olan içimizden biriydi. O yüzden Rasül'de bizim için güzel örnekler vardı. 

Evet aslolan onun yaşama dair öğretilerine tutunma gereği ama bir çok genç insan onu şeklen merak ettiler. Okudukları "Hilye-i Şerif"lerden öğrendikleri ile onu tanımaya çalıştılar. Bugün sorsak bir çok müslüman için Rasül "kısa saçlı, gür sakallı, başı sarıklı, heybetli" bir hayal kahramanı gibidir. Oysa onun hakkında bilgi sahibi olan gençler bir zamanlar "saçlarını ortadan ayırıp, omuzlarına düşürmeyi" eleştiri konusu yapan ebeveynlerine "Bu da sünnet" diyorlardı.

Hristiyanların İsa figürünü ve görüntüsünü nerden aldıkları, görsel kaynaklarının heykeller dışında ne olduğunu pek bilmiyorum ama Peygamberimizin şeklen görünüşünü anlatan "Hilye-i Şerif" kitaplarında göğsünde ve göbeğindeki kıllara kadar detay bellidir. Ne yapacaksın kılı tüyü, sen yaşamından örnekler alıp yaşasana diyebilir birçok insan. Ancak batıda gelişen "İslamofobi"nin bir argümanı olarak siz isteseniz de istemeseniz de bir "Muhammed" figürü zihinlere kazınıyor. Genelde karikatürler yoluyla çizilen bu görüntüde Rasül-i Ekrem (asv) "Terorist" kisvesiyle resmediliyor.

Oysa hristiyanlar için "İsa" son derece yakışıklı, hoş bir adamdır aynı zamanda. Belki de öyle değildi. Bizim elimizde ise efendimizin görüntüsü hakkında çok fazla kaynak var. Onu rüyada görmek büyük bir nimet olabilri ama günümüz teknolojisi ile artık bir robot resminin bir portresinin yapılması olası. Bence müslümanların peygamberlerini görmeye hakları var ve eğer siz bu hakkı onlara vermezseniz ne yazık ki yeni yetişen gençlerin günümüz teknolojisi ile internetten "Hristiyan ya da ateizm kaynaklı çizimlerden" bir zihinsel canlandırma yapması kaçınılmaz olacak.

Bugün karikatür olarak ortaya konan bu resimlerde "sünnet diyerek bırakılmış" sakallar ve sert mizaçlı ürkütücü resimler veren müslüman imajını (nette birkaç resme bakın) yıkmak yarın mümkün de olmayabilir. Çizgi filmlerden, karikatürlerden başlayıp yarın işte bu denilecek bir bilgisayar destekli resimin zihinlere kazınması önlemek isteyen müslüman önderlerin bu konuda fetvaları yeniden gözden geçirmeleri ve müslüman bilim adamları ve sanatçılardan oluşan bir ekibin Peygamberimizin bir robot resminin ya da hoş bir portresini oluşturması gerektiğini düşünüyorum.

Bence bunu iyi niyetinden şüphe duyacağımız yabancılar yapmadan ve nesillerimizin zihinlerine kazımadan önce, müslümanlar kendi peygamberinin resmini yapmalıdır. Hristiyan çocuklar resim defterine “İsa”nın resmini çiziyorlar mı okullarda bilmiyorum ama eğer çiziyorlarsa neden bizim çocuklarımız çizemesinler.

Yetmedi mi bu yasak.
Haydi artık biz "Peygamberimizi görmek istiyoruz"
İbrahim ORTAÇ 

İbram yaparsa, alâsını yapar

Hiç yorum yok:

İ
nsanın adı çıkmaya görsün. Kötüsü berbat bir şey Allah korusun da iyisi de duruma göre çok da iyi bir şey olmayabiliyor. İşte Amerika'nın 11 Eylül'ü Türkiye'nin 12 Eylül'ü var. Benin neyim eksik di mi? Kimin kızından neyim kısa. The İbrahim Ortach'ın da 12 Ekim'i var bu günden sonra:

Sabah keyifli uyandık. Pazartesi sendromundan eser de yok. Ancak işe gelene kadar. Geldik...
Yine anormal bir durum sayılmaz. Sadece adres şaşıran çaresiz insanların çare türbesi olacağımız bir günmüş...

1- İmam Efendi cemaatle mahkemelik olmuş ama sonrasında affetmiş. Davasını geri çekecekmiş. Dilekçe yazacak printerı arızalıymış, bizimkinde yazmalıymış. E o işlere bakmıyoruz desek de nafile arzuhalcilik de yaptık... İmam efendi giderken özenle masanın üstüne elindeki paralar arasında kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra 50 kuruş yerine 25 kuruş bıraktı. Biz de öğrenmiş olduk kaç paralık adam olduğumuzu...

2- Arkadaş anlaşmalı evlilik yapmış Almanya'da bir bayanla şimdi ayrılmak istiyormuş. Ancak noterden anlaşma evrakı çıkarmak pahalıymış. Mail adresinde kadının gönderdiği evrakın bir print'i alınacakmış. Printer baba türbesi olduk o kesin. Kafelere yönlendirdik "Abi yaparsan sen yaparsın" dedi. Dayanamadık. Yapıcı bir adama çıkmış namımız memlekette.

3- Mühendis arkadaş Autocad dosyasını flash'a alacakmış. İnterneti arızalı imiş. Benim pc'den çektik verdik. İyi de bana ne. İnternet kafe yok mu memlekette. O işi de biz yaptık.

4- Şımarık çocuk dedesini kapmış da gelmiş. Sınıf başkanlığına adaymış. Seçim broşürü dizayn edilecek ve 100 adet basılacakmış. Az dinleyip kırmadan incitmeden bir matbaaya yönlendirdik. Tabi ona da yaparsa İbram yapar demişler. Ne yapıcı adammışım da haberim yokmuş.

5- Servisteki yeni arkadaşlar 2 tane PC’yi onara edeyim derken göçürmüşler. El atmak bize düştü. Yaparsa İbram yapar tabi. Yapalım bakalım ha iki ha on iki ne farkeder.

6- Arkadaşın biri gereksiz yere fiyat politikamız hakkında ipucu vermiş müşteriye. Adam işimizi hafife alıyor ve verdiği parayı çok görüyor. Münasip dille anlattım. Biz yaparsak iyi sini yaparız...

7- İnternetimiz kesintili bağlanmaya başladı. Bir yerde bir cinslik var. Bulacam. Kendi himmete muhtaç dede, âleme himmet ede'yiz ama hala angarya fırtınası sürüyor.

8- Yazıcımız da çalışmadı. Network çuvalladı... Bir bakmak lazım..Onu da yapıver İbram dedi patron. Tabi efendim benden başka kim yapıcak.

9-Kargo'dan gelen ürün 3ncü kez yanlış gönderilmiş. Telefonu ve ağzımı açtım, gözümü yumdum. Yapacağınız işi adam gibi yapın dedim. Herkes ben değil ki tabi.

10- Komşu çiçek saksısı taşırken üstüne su döktüğü laptopumuzdan sonra bugün de bir tanesinin üstüne standını düşürdü. Adamın güneş şemsiyesi Resmen geldi standına çarptı aldığı rüzgârla. Stant sürüklendi bizim dükkâna girdi. Masanın üstündeki laptopun ön kısmına çarptı. Laptop çalışmıyor:(

11- Selamın aleyküm diye biri bağırdı az önce bu saatte. Aklımı aldı kapının önünde. Üstelik sarhoş gibi bir ağız yuvarlaması ile "yazıcı var mı" çocuğun dersini çıkarttıracaktım dedi. Tek kelime "yok" dedim. Allah Allah biri "elektronik sebili" olduğum yalanını yayıyor herhalde sokakta...

12- Biri kız arkadaşının bloğuna yorum yaptım diye beni engellemiş. Nasıl oluyorsa, aman kızlar gözünüzü seveyim. Bana bakmayın benim yârim var. Yorumlarım hoşunuza da gitse sırıtıp gülümsemeyin. Kimsenin tavuğuna kış demiyorum. Rahat olun arkadaşlar. Relax lütfen...

13- Bir ihbar aldım. Her an yine yaptığım bir yorum dolayısıyla hakaretengiz bir mail alabilir mişim. Ne oluyor ya... Teker teker gelin. Hem ben yorum yaparsam da iyisini yaparım.

14- Taksiye atlayıp bir kaç koli malzeme alıp getirdim işyerine. Yolda ihtiyar taksici amca bir kısmını sonra alalım bunlar çok dedi... Şaşkınım taksiye mi çok geldi, Amcaya mı bilmem ama bir kısmını bıraktım diye ikinci kez taksiye ödenecek 8 lira maaşımdan kesilecek. Bunu biliyorum. Taksici amca da en az ben kadar iyi yapıyor.

Hayır, anlamıyorum, en masum halimde bugün bunlar başıma geliyor. Sevgilim diyecek ki: Yine neler yaptın? Yapmadım sevgilim, canım, cicim. Ama o da diyecek ki ;yaparsa İbram yapar diyorlar. Hem ben de biliyorum malımı dicek. Eh pek de yanılmayacak...

Yaaaa! Kurşun döktüreyim diyecem birisi 14lüyü kapıp gelecek diye korkuyorum. Lütfen okuyun bana, üfleyin anacığım. Nazar mı değdi ne. Şu blog dünyasında burç yazanlar, fal bakanlar hangi yükselenim ebesinin hangi burcuna girdi de aksine aksine gidiyor işlerim. Azıcık bir bakın da akıl verin yahu...

Ya sabır hacı, ya sabır! Bunaldım resmen...

.......................................
Hamiş: Her gün aksatmadan gelen hayırcım, bu gece ancak şimdi geldi. Bir ton fırça attım sabah niye gelmedin, aksattın mesai diye. Normal verdiğimin 2 katı hayır verdim kendisine. Ne demişler “bir sadaka bin bela defeder” Eder bence de… Elemterefiş….

İ
nsanın adı çıkmaya görsün. Kötüsü berbat bir şey Allah korusun da iyisi de duruma göre çok da iyi bir şey olmayabiliyor. İşte Amerika'nın 11 Eylül'ü Türkiye'nin 12 Eylül'ü var. Benin neyim eksik di mi? Kimin kızından neyim kısa. The İbrahim Ortach'ın da 12 Ekim'i var bu günden sonra:

Sabah keyifli uyandık. Pazartesi sendromundan eser de yok. Ancak işe gelene kadar. Geldik...
Yine anormal bir durum sayılmaz. Sadece adres şaşıran çaresiz insanların çare türbesi olacağımız bir günmüş...

1- İmam Efendi cemaatle mahkemelik olmuş ama sonrasında affetmiş. Davasını geri çekecekmiş. Dilekçe yazacak printerı arızalıymış, bizimkinde yazmalıymış. E o işlere bakmıyoruz desek de nafile arzuhalcilik de yaptık... İmam efendi giderken özenle masanın üstüne elindeki paralar arasında kısa bir tereddüt yaşadıktan sonra 50 kuruş yerine 25 kuruş bıraktı. Biz de öğrenmiş olduk kaç paralık adam olduğumuzu...

2- Arkadaş anlaşmalı evlilik yapmış Almanya'da bir bayanla şimdi ayrılmak istiyormuş. Ancak noterden anlaşma evrakı çıkarmak pahalıymış. Mail adresinde kadının gönderdiği evrakın bir print'i alınacakmış. Printer baba türbesi olduk o kesin. Kafelere yönlendirdik "Abi yaparsan sen yaparsın" dedi. Dayanamadık. Yapıcı bir adama çıkmış namımız memlekette.

3- Mühendis arkadaş Autocad dosyasını flash'a alacakmış. İnterneti arızalı imiş. Benim pc'den çektik verdik. İyi de bana ne. İnternet kafe yok mu memlekette. O işi de biz yaptık.

4- Şımarık çocuk dedesini kapmış da gelmiş. Sınıf başkanlığına adaymış. Seçim broşürü dizayn edilecek ve 100 adet basılacakmış. Az dinleyip kırmadan incitmeden bir matbaaya yönlendirdik. Tabi ona da yaparsa İbram yapar demişler. Ne yapıcı adammışım da haberim yokmuş.

5- Servisteki yeni arkadaşlar 2 tane PC’yi onara edeyim derken göçürmüşler. El atmak bize düştü. Yaparsa İbram yapar tabi. Yapalım bakalım ha iki ha on iki ne farkeder.

6- Arkadaşın biri gereksiz yere fiyat politikamız hakkında ipucu vermiş müşteriye. Adam işimizi hafife alıyor ve verdiği parayı çok görüyor. Münasip dille anlattım. Biz yaparsak iyi sini yaparız...

7- İnternetimiz kesintili bağlanmaya başladı. Bir yerde bir cinslik var. Bulacam. Kendi himmete muhtaç dede, âleme himmet ede'yiz ama hala angarya fırtınası sürüyor.

8- Yazıcımız da çalışmadı. Network çuvalladı... Bir bakmak lazım..Onu da yapıver İbram dedi patron. Tabi efendim benden başka kim yapıcak.

9-Kargo'dan gelen ürün 3ncü kez yanlış gönderilmiş. Telefonu ve ağzımı açtım, gözümü yumdum. Yapacağınız işi adam gibi yapın dedim. Herkes ben değil ki tabi.

10- Komşu çiçek saksısı taşırken üstüne su döktüğü laptopumuzdan sonra bugün de bir tanesinin üstüne standını düşürdü. Adamın güneş şemsiyesi Resmen geldi standına çarptı aldığı rüzgârla. Stant sürüklendi bizim dükkâna girdi. Masanın üstündeki laptopun ön kısmına çarptı. Laptop çalışmıyor:(

11- Selamın aleyküm diye biri bağırdı az önce bu saatte. Aklımı aldı kapının önünde. Üstelik sarhoş gibi bir ağız yuvarlaması ile "yazıcı var mı" çocuğun dersini çıkarttıracaktım dedi. Tek kelime "yok" dedim. Allah Allah biri "elektronik sebili" olduğum yalanını yayıyor herhalde sokakta...

12- Biri kız arkadaşının bloğuna yorum yaptım diye beni engellemiş. Nasıl oluyorsa, aman kızlar gözünüzü seveyim. Bana bakmayın benim yârim var. Yorumlarım hoşunuza da gitse sırıtıp gülümsemeyin. Kimsenin tavuğuna kış demiyorum. Rahat olun arkadaşlar. Relax lütfen...

13- Bir ihbar aldım. Her an yine yaptığım bir yorum dolayısıyla hakaretengiz bir mail alabilir mişim. Ne oluyor ya... Teker teker gelin. Hem ben yorum yaparsam da iyisini yaparım.

14- Taksiye atlayıp bir kaç koli malzeme alıp getirdim işyerine. Yolda ihtiyar taksici amca bir kısmını sonra alalım bunlar çok dedi... Şaşkınım taksiye mi çok geldi, Amcaya mı bilmem ama bir kısmını bıraktım diye ikinci kez taksiye ödenecek 8 lira maaşımdan kesilecek. Bunu biliyorum. Taksici amca da en az ben kadar iyi yapıyor.

Hayır, anlamıyorum, en masum halimde bugün bunlar başıma geliyor. Sevgilim diyecek ki: Yine neler yaptın? Yapmadım sevgilim, canım, cicim. Ama o da diyecek ki ;yaparsa İbram yapar diyorlar. Hem ben de biliyorum malımı dicek. Eh pek de yanılmayacak...

Yaaaa! Kurşun döktüreyim diyecem birisi 14lüyü kapıp gelecek diye korkuyorum. Lütfen okuyun bana, üfleyin anacığım. Nazar mı değdi ne. Şu blog dünyasında burç yazanlar, fal bakanlar hangi yükselenim ebesinin hangi burcuna girdi de aksine aksine gidiyor işlerim. Azıcık bir bakın da akıl verin yahu...

Ya sabır hacı, ya sabır! Bunaldım resmen...

.......................................
Hamiş: Her gün aksatmadan gelen hayırcım, bu gece ancak şimdi geldi. Bir ton fırça attım sabah niye gelmedin, aksattın mesai diye. Normal verdiğimin 2 katı hayır verdim kendisine. Ne demişler “bir sadaka bin bela defeder” Eder bence de… Elemterefiş….

G noktası yalanı bitiyor mu?

Hiç yorum yok:

Düşündüm, taşındım şu G noktası olayının abartıldığı kanısına vardım.
Yani hatunun biri tutmuş önsevişme kesmemiş, iyice bir tadını çıkaralım olayın diyerek yememiş, içmemiş uydurmuş böyle bişeyi. Aslında ben bu regl ağrısı olayına, başım, kıçım ağrıyo olayına nasıl inanmıyosam G noktasına da inanmıyorum. Şeyinizden uyduruyosunuz kızlar, yok! öyle bişi.

Bizi bedava köle gibi çalıştırıyonuz. Eskiden beri geleneksel hakkımız olan; gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, 5 dakkada beşiktaş, cigaramı yakarım, keyfime bakarım olayımızın içine ettiniz. Canınız istemeyince "başım ağrıyo" yu nasıl icad ettiyseniz, işin keyfini çıkaralım, erkekler bi güzel dil döksün diyerek de "G" noktasını icad ettiniz kanımca...

Uyanın! ey erkek milleti uyanın. İpin ucunu kaçırdık, kumandayı kaptırdık. Bu regl ağrısı, baş ağrısı, mm sızısı, düz duvara tırmanma sendromu, G noktası, yalan bunların hepsi yalan. Kızlar keyif yapıyo biz amelelik. Ne zaman akıllancanız olm. G noktası bulunmadı diye, veremden ölen kız mı var? İşletiyorlar oğlum sizi.

"Olur mu İbrahim bey, ben araştırmacı gazeteciyimdir, fazla mesaiden çekinmem, G noktası aramak definecilik gibi bir hastalıktır. Çalışır, çabalarım" mı diyosunuz? İyi halt yiyosunuz. Biz 3-5 tanesini bulduk da noldu? 6ncı yine "ara ibram ara" diyo...

Kızlar eskiden, ne güsel orgazm taklidi yaparken, şimdi de orgazm olamama taklidi yapıyor. Siz başınızı eğmiş, eşşek gibim çalışırken, yalvar, yakar dil dökerken, sanki kare bulmaca çözüyonuz, ya da iç hastalıkları uzmanı Operatör dr. oldunuz da hasta muayene ediyonus gibi: "Yok orası dil, hah şurası, az ağrıyo, az daha ilerde, dur yavaş, tamam yaklaştın, falan filan" millet keyfinde, küreğinde siz erkekler işletildiğinizi anlamıyorsunuz ki.

El, etek öpmekle dil aşınmaz diyen sevgili hemcinslerim artık uyanın!.. Bitsin artık bu G noktası yalanı. Eski güzel günlerimiz geri gelsin. Köle gibi çalışıp, fazla mesai yapmayalım..
Bizim de canımız istemeyince (oluyo mu öyle bişi bilmem gerçi de) kıçımız ağrıyamaz mı mesela? Ya da ne bilim: "istedim de vermedin, musluk damlattı ama sular akmadı, ağrıdan kıvranıyom, çabuk çocuğa ilgi göster" diyemez miyiz? (zaten öyle diyerek mi ikna ediyonus - aferim, sizi köftehorlar sizi)

Bir link verelim de azıcık da kızlar okusun yaa!..
Bizim de bir sürü sıkıntılarımız var. Bizim de parmak basılması gereken noktalarımız var. Biz de insanız, azcık abartılmış ilgi beklemek bizim de hakkımız. Zaten neslimiz tükenmek üzere, di mi ama kızlar?

Yemişim "G" noktanızı, bizde noktadan bol ne var...

Faideli link:
Her kadının bilmesi gereken, hayati öneme haiz olmazsa olmaz noktalar:p



Düşündüm, taşındım şu G noktası olayının abartıldığı kanısına vardım.
Yani hatunun biri tutmuş önsevişme kesmemiş, iyice bir tadını çıkaralım olayın diyerek yememiş, içmemiş uydurmuş böyle bişeyi. Aslında ben bu regl ağrısı olayına, başım, kıçım ağrıyo olayına nasıl inanmıyosam G noktasına da inanmıyorum. Şeyinizden uyduruyosunuz kızlar, yok! öyle bişi.

Bizi bedava köle gibi çalıştırıyonuz. Eskiden beri geleneksel hakkımız olan; gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, 5 dakkada beşiktaş, cigaramı yakarım, keyfime bakarım olayımızın içine ettiniz. Canınız istemeyince "başım ağrıyo" yu nasıl icad ettiyseniz, işin keyfini çıkaralım, erkekler bi güzel dil döksün diyerek de "G" noktasını icad ettiniz kanımca...

Uyanın! ey erkek milleti uyanın. İpin ucunu kaçırdık, kumandayı kaptırdık. Bu regl ağrısı, baş ağrısı, mm sızısı, düz duvara tırmanma sendromu, G noktası, yalan bunların hepsi yalan. Kızlar keyif yapıyo biz amelelik. Ne zaman akıllancanız olm. G noktası bulunmadı diye, veremden ölen kız mı var? İşletiyorlar oğlum sizi.

"Olur mu İbrahim bey, ben araştırmacı gazeteciyimdir, fazla mesaiden çekinmem, G noktası aramak definecilik gibi bir hastalıktır. Çalışır, çabalarım" mı diyosunuz? İyi halt yiyosunuz. Biz 3-5 tanesini bulduk da noldu? 6ncı yine "ara ibram ara" diyo...

Kızlar eskiden, ne güsel orgazm taklidi yaparken, şimdi de orgazm olamama taklidi yapıyor. Siz başınızı eğmiş, eşşek gibim çalışırken, yalvar, yakar dil dökerken, sanki kare bulmaca çözüyonuz, ya da iç hastalıkları uzmanı Operatör dr. oldunuz da hasta muayene ediyonus gibi: "Yok orası dil, hah şurası, az ağrıyo, az daha ilerde, dur yavaş, tamam yaklaştın, falan filan" millet keyfinde, küreğinde siz erkekler işletildiğinizi anlamıyorsunuz ki.

El, etek öpmekle dil aşınmaz diyen sevgili hemcinslerim artık uyanın!.. Bitsin artık bu G noktası yalanı. Eski güzel günlerimiz geri gelsin. Köle gibi çalışıp, fazla mesai yapmayalım..
Bizim de canımız istemeyince (oluyo mu öyle bişi bilmem gerçi de) kıçımız ağrıyamaz mı mesela? Ya da ne bilim: "istedim de vermedin, musluk damlattı ama sular akmadı, ağrıdan kıvranıyom, çabuk çocuğa ilgi göster" diyemez miyiz? (zaten öyle diyerek mi ikna ediyonus - aferim, sizi köftehorlar sizi)

Bir link verelim de azıcık da kızlar okusun yaa!..
Bizim de bir sürü sıkıntılarımız var. Bizim de parmak basılması gereken noktalarımız var. Biz de insanız, azcık abartılmış ilgi beklemek bizim de hakkımız. Zaten neslimiz tükenmek üzere, di mi ama kızlar?

Yemişim "G" noktanızı, bizde noktadan bol ne var...

Faideli link:
Her kadının bilmesi gereken, hayati öneme haiz olmazsa olmaz noktalar:p


Komik abiler, ağır ablalar

Hiç yorum yok:

Cemiyette ve sosyal medyada komik abiler işi götürüyor. Bakmayın siz hergün bayanların biskolata erkekli, andonis kaslı resimler paylaşıp "Ah, ah" diye iç geçirdiklerine. Aslında hafif göbekli, biraz kel bile olsa komik abiler piyasada kesinlikle daha iyi iş yapıyor. Bakınız: Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, İbrahim Ortaç :p

Ağır ablalarsa sanılanın aksine "taş yerinde ağırdır" sözüne bel bağladıklarından genelde kız kurusu modunda bir köşede kalıyorlar. Gerçi bazı aptal aşıklar (erkeğin aklı sarışınları) bu tip ablaların etki alanına girip de yana yakıla aşık modunda içli türküler çığırsalar da, bu durumun kadın cephesini uzun süre mutlu ettiği kanısında değilim.

Ulaşılmaz kadın olmak; "Burcumun özelliklerine göre seçiciyimdir. Tam burcum gibi titiz ve .... bla bla, ben seçilmem seçerim, erkeğim beni haketmeli"  ayaklarına yatmak güzel birşey olsa gerek de, neyi seçeceksin elde kalan bir kaç yağcı, aptal şaşkın, yaşlı göbekli abi işte....

Zaten onlardan da akıllı olanları seni erişilmezlik tribinle bilerek başbaşa bırakır. Hatta bilerek bu huyunu gazlar ki, kendisinden sonra gelecek erkeklere de extra eziyet olsun. Ağır ablamız "bay ex bile şöyle över, böyle yüceltirdi diye" açmazlara düşsün.

O yüzden bir komik abi, asla erişilmezi oynayan bir kadına uzun süreli takılmaz, iş olsun diye onun egosunu okşarken için için güler. Bu tip abiler genelde armudun iyisini yerler. Ara sırada sarışınları sevseler de, kendi ile barışık tüm hoş kadınlarla iyi anlaşabilirler.

Öte yandan, komik ablaların ne yazık ki böyle bir şansları yoktur. Kendileri ne kadar komik olursa olsun, bu özellik karizmalarına + olarak yansımaz. Sanatçı kişiliklerine diyecek sözümüz olmamasına rağmen, bakınız; Adile Naşit, Ayşen Gruda, Yasemin Yalçın. Son derece hoş ve komik kadınlar olmalarına rağmen erkek komiklerin yediği gibi armudun iyisi pek bu tip komik kadınlara düşmez. Kişiliklerine yansıyan beğeni, dişiliklerine yansımaz nedense...

Özetle; kadınlar karizmatik, yakışıklı erkekler kadar, hatta belki daha fazla komik erkeklerden de hoşlanırken, erkekler ne ağır ablaları ne de komik ablaları tercih etmezler. Aklı başında erkekler için ortalama, sorunsuz, dırdır etmeyen, hatta biraz sarışın kadın her zaman en iyi ve tercih edilecek kadındır...

Not: gözlemler bağlayıcı değildir.

Cemiyette ve sosyal medyada komik abiler işi götürüyor. Bakmayın siz hergün bayanların biskolata erkekli, andonis kaslı resimler paylaşıp "Ah, ah" diye iç geçirdiklerine. Aslında hafif göbekli, biraz kel bile olsa komik abiler piyasada kesinlikle daha iyi iş yapıyor. Bakınız: Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, İbrahim Ortaç :p

Ağır ablalarsa sanılanın aksine "taş yerinde ağırdır" sözüne bel bağladıklarından genelde kız kurusu modunda bir köşede kalıyorlar. Gerçi bazı aptal aşıklar (erkeğin aklı sarışınları) bu tip ablaların etki alanına girip de yana yakıla aşık modunda içli türküler çığırsalar da, bu durumun kadın cephesini uzun süre mutlu ettiği kanısında değilim.

Ulaşılmaz kadın olmak; "Burcumun özelliklerine göre seçiciyimdir. Tam burcum gibi titiz ve .... bla bla, ben seçilmem seçerim, erkeğim beni haketmeli"  ayaklarına yatmak güzel birşey olsa gerek de, neyi seçeceksin elde kalan bir kaç yağcı, aptal şaşkın, yaşlı göbekli abi işte....

Zaten onlardan da akıllı olanları seni erişilmezlik tribinle bilerek başbaşa bırakır. Hatta bilerek bu huyunu gazlar ki, kendisinden sonra gelecek erkeklere de extra eziyet olsun. Ağır ablamız "bay ex bile şöyle över, böyle yüceltirdi diye" açmazlara düşsün.

O yüzden bir komik abi, asla erişilmezi oynayan bir kadına uzun süreli takılmaz, iş olsun diye onun egosunu okşarken için için güler. Bu tip abiler genelde armudun iyisini yerler. Ara sırada sarışınları sevseler de, kendi ile barışık tüm hoş kadınlarla iyi anlaşabilirler.

Öte yandan, komik ablaların ne yazık ki böyle bir şansları yoktur. Kendileri ne kadar komik olursa olsun, bu özellik karizmalarına + olarak yansımaz. Sanatçı kişiliklerine diyecek sözümüz olmamasına rağmen, bakınız; Adile Naşit, Ayşen Gruda, Yasemin Yalçın. Son derece hoş ve komik kadınlar olmalarına rağmen erkek komiklerin yediği gibi armudun iyisi pek bu tip komik kadınlara düşmez. Kişiliklerine yansıyan beğeni, dişiliklerine yansımaz nedense...

Özetle; kadınlar karizmatik, yakışıklı erkekler kadar, hatta belki daha fazla komik erkeklerden de hoşlanırken, erkekler ne ağır ablaları ne de komik ablaları tercih etmezler. Aklı başında erkekler için ortalama, sorunsuz, dırdır etmeyen, hatta biraz sarışın kadın her zaman en iyi ve tercih edilecek kadındır...

Not: gözlemler bağlayıcı değildir.

Kral çıplak'taki ürkek prenses

Hiç yorum yok:
Kral Çıplak'tan bir Pucca geçti. Program biraz "Abi kız arkadaşımı senin programa çıkarsak" görüntüsü verse de "Okan BAYÜLGEN"i bilenler hatır için çok da fazla "çiğ tavuk" yemeğeceğini de tahmin ederler.

Pucca blogcular arasından çıkmış en ünlü kişi şu anda. Kitapları satılıyor, okunuyor da ihtimal. Röportajları yayınlanıyor ve iyi kötü bir kariyer sahibi oluyor. Sosyal medya'nın kendisine ilgisi ortadayken bir TV programında yer almasından doğal da bir şey yok. Bu anlamda rating açısından da doğru bir tercih.

Kişisel kanaatim "Kral Çıplak" (formatı biraz esnemiş olduğundan tölere edilebilir ama) Pucca'mıza bir beden büyük gelmiş gibi durdu. Belki Disko Kralı'nda konuklar arasında kaynamak daha iyi de olabilirdi. Ancak doğal davranışı, mütevaziliği ve asla şımarık bir görüntü vermemesiyle gerek Okan BAYÜLGEN, gerek de eleştirmenler tarafından hoşgörülen bir sohbet olduğunu düşünüyorum. Bilenler iyi bilir Okan BAYÜLGEN Kral Çıplak'da konuklarını kollar zaten. Ancak Pucca'da şımarıklık, kibir ve kapasite üstü bir böbürlenme görseydi  ufaktan iğnelemekten geri durmazdı diye düşünüyorum.

Heyecan, amatör ruh taşıyan insanlar için kaçınılmaz birşey ve profesyonel dünyada aksi düşünülse de, o heyecanı taşımak, onunla yaşamak çok güzel bir duygu. Pucca'da bunu gördük. Gördüğümüz bir başka şey'de blog yazarlığının bizzat Pucca'nın deyimiyle bir edebiyatçı kimliği olmadığı. (ki bir yazımda bunu hepimiz için söylemiştim). Tabi ki aramızda kalem tutan eli, edebi metinler yazan kişiler de var. Ya da gazeteci - yazar olabilecek kapasitede üretken insanlar da var. Pucca'da aslında kendisini yazılarından ve bir zamanlar bir iki DM alışverişinden tanıdığım kadarıyla böyle bir potansiyele sahip bir arkadaşımız. Merak edenler pek dikkat etmemiş olsalar da onun "az okunan" ama bence "daha sağlam" yazdığı diğer bloglarını ve şiirlerini okusunlar.

Ben şahsen o bloglarını daha çok severek okuduğum Pucca'nın biraz daha düşünce yapısını, entellektüel yanını yansıtabildiği bir sohbet olsun isterdim. Ancak gerek heyecanı, gerek bir tercih olarak popüler olan ve kendine para kazandıracak olan yanını yansıtması kaçınılmaz oldu. Nitekim programa telefonla katılan arkadaşlarımız da onun bu yanından başka bir yanına vurgu yapmadılar. Zaten benim sevdiğim bloglarının güncellenme tarihlerine bakarsanız Pucca'nın da beklentimin aksine ama doğru yönde bir tercih yapmış olduğunu görürsünüz.

Fiziki görüntüsü "Pamuk Prenses yada Marlyn Monro" bekleyenleri yine hayal kırıklığına uğratmış olsa da Okan BAYÜLGEN'in de vurguladığı gibi güzellik göreceli ve bir yazardan beklenen güzel olması değil, güzel yazması. Üstelik eniştemiz beğenmiş bize "ot" yemek düşer diyerek o konudaki eleştirileri dikkate almamak gerektiği kanısındayım. Öte yandan bu durumun Pucca'nın kariyerini "Pucca soyundu, orasını burasını açtı" türü magazin haberleri yerine "Pucca şunu da yazdı" türünde geliştirmesi için herkes adına hayırlı bir şey olduğunu düşünmekteyim.

Benim beklentim şahsen "Rus Edebiyatı'nı" okumuş bir kızın, diğer bloglarındaki gibi, popüler kültürden biraz daha uzak, elle tutulur cümleler kurmasıydı. Bu beklentimi kendisinden önceki konuk: Üstad "Toron KARACAOĞLU" yükseltti haliyle. Doğuş ya da Nihat DOĞAN'dan sonra bir Pucca sohbeti dinlemenin tadı ile "Üstad"ın o enfes sohbeti üstüne dinlemek aynı etkiyi yapmadı tabi ki bende. Bunda Pucca'nın bir suçu yok. Okan BAYÜLGEN'de "bence bu kadar yeter" diyerek sohbeti zihinlerde "Pucca'da bu muymuş?" sorusunun sorulmasına fırsat vermeyecek iyi bir zamanda kesti. 

Bence Kral ÇIPLAK'a çıkıyor olmak Pucca gibi içimizden gelen bir blogger ve sosyal medya ünlüsü için azımsanmayacak bir değer ifade ediyor. Genel'de Okan BAYÜLGEN'in programlarına "seyirci" olarak katılmak bile bir kıvanç sebebi iken konuk olmak elbette önemli. Kutlarım.

İleride sevgili arkadaşımıza başarılarının devamını dilerken, bir DM'de kendisine söylediğim gibi "marka"sını bir takım tüketim ürünleri ile taçlandırmasını (bir parfüm markası, bir iç giyim markası vs)tavsiye ederim. Kendisinin de bildiği gibi günümüzde çok çabuk tüketilen, yanıp sönen bir yıldıza dönüşmeden önce tahminen "3.kitaptan sonra" tutmayacağını bilse bile bizlere daha "sağlam" bir edebi ürün sunmasını bekliyorum.

Ayrıca, mümkünse kendisini popüler kültürden (blog yazan, tweet atan bir yıldızdan) biraz daha öteye bir "yazar"a dönüştürme yolunda, zaten var olan potansiyelini harekete geçirecek (eğitim vb.) adımlar atması yararına olacaktır diye düşünüyorum.

İbrahim ORTAÇ
Kral Çıplak'tan bir Pucca geçti. Program biraz "Abi kız arkadaşımı senin programa çıkarsak" görüntüsü verse de "Okan BAYÜLGEN"i bilenler hatır için çok da fazla "çiğ tavuk" yemeğeceğini de tahmin ederler.

Pucca blogcular arasından çıkmış en ünlü kişi şu anda. Kitapları satılıyor, okunuyor da ihtimal. Röportajları yayınlanıyor ve iyi kötü bir kariyer sahibi oluyor. Sosyal medya'nın kendisine ilgisi ortadayken bir TV programında yer almasından doğal da bir şey yok. Bu anlamda rating açısından da doğru bir tercih.

Kişisel kanaatim "Kral Çıplak" (formatı biraz esnemiş olduğundan tölere edilebilir ama) Pucca'mıza bir beden büyük gelmiş gibi durdu. Belki Disko Kralı'nda konuklar arasında kaynamak daha iyi de olabilirdi. Ancak doğal davranışı, mütevaziliği ve asla şımarık bir görüntü vermemesiyle gerek Okan BAYÜLGEN, gerek de eleştirmenler tarafından hoşgörülen bir sohbet olduğunu düşünüyorum. Bilenler iyi bilir Okan BAYÜLGEN Kral Çıplak'da konuklarını kollar zaten. Ancak Pucca'da şımarıklık, kibir ve kapasite üstü bir böbürlenme görseydi  ufaktan iğnelemekten geri durmazdı diye düşünüyorum.

Heyecan, amatör ruh taşıyan insanlar için kaçınılmaz birşey ve profesyonel dünyada aksi düşünülse de, o heyecanı taşımak, onunla yaşamak çok güzel bir duygu. Pucca'da bunu gördük. Gördüğümüz bir başka şey'de blog yazarlığının bizzat Pucca'nın deyimiyle bir edebiyatçı kimliği olmadığı. (ki bir yazımda bunu hepimiz için söylemiştim). Tabi ki aramızda kalem tutan eli, edebi metinler yazan kişiler de var. Ya da gazeteci - yazar olabilecek kapasitede üretken insanlar da var. Pucca'da aslında kendisini yazılarından ve bir zamanlar bir iki DM alışverişinden tanıdığım kadarıyla böyle bir potansiyele sahip bir arkadaşımız. Merak edenler pek dikkat etmemiş olsalar da onun "az okunan" ama bence "daha sağlam" yazdığı diğer bloglarını ve şiirlerini okusunlar.

Ben şahsen o bloglarını daha çok severek okuduğum Pucca'nın biraz daha düşünce yapısını, entellektüel yanını yansıtabildiği bir sohbet olsun isterdim. Ancak gerek heyecanı, gerek bir tercih olarak popüler olan ve kendine para kazandıracak olan yanını yansıtması kaçınılmaz oldu. Nitekim programa telefonla katılan arkadaşlarımız da onun bu yanından başka bir yanına vurgu yapmadılar. Zaten benim sevdiğim bloglarının güncellenme tarihlerine bakarsanız Pucca'nın da beklentimin aksine ama doğru yönde bir tercih yapmış olduğunu görürsünüz.

Fiziki görüntüsü "Pamuk Prenses yada Marlyn Monro" bekleyenleri yine hayal kırıklığına uğratmış olsa da Okan BAYÜLGEN'in de vurguladığı gibi güzellik göreceli ve bir yazardan beklenen güzel olması değil, güzel yazması. Üstelik eniştemiz beğenmiş bize "ot" yemek düşer diyerek o konudaki eleştirileri dikkate almamak gerektiği kanısındayım. Öte yandan bu durumun Pucca'nın kariyerini "Pucca soyundu, orasını burasını açtı" türü magazin haberleri yerine "Pucca şunu da yazdı" türünde geliştirmesi için herkes adına hayırlı bir şey olduğunu düşünmekteyim.

Benim beklentim şahsen "Rus Edebiyatı'nı" okumuş bir kızın, diğer bloglarındaki gibi, popüler kültürden biraz daha uzak, elle tutulur cümleler kurmasıydı. Bu beklentimi kendisinden önceki konuk: Üstad "Toron KARACAOĞLU" yükseltti haliyle. Doğuş ya da Nihat DOĞAN'dan sonra bir Pucca sohbeti dinlemenin tadı ile "Üstad"ın o enfes sohbeti üstüne dinlemek aynı etkiyi yapmadı tabi ki bende. Bunda Pucca'nın bir suçu yok. Okan BAYÜLGEN'de "bence bu kadar yeter" diyerek sohbeti zihinlerde "Pucca'da bu muymuş?" sorusunun sorulmasına fırsat vermeyecek iyi bir zamanda kesti. 

Bence Kral ÇIPLAK'a çıkıyor olmak Pucca gibi içimizden gelen bir blogger ve sosyal medya ünlüsü için azımsanmayacak bir değer ifade ediyor. Genel'de Okan BAYÜLGEN'in programlarına "seyirci" olarak katılmak bile bir kıvanç sebebi iken konuk olmak elbette önemli. Kutlarım.

İleride sevgili arkadaşımıza başarılarının devamını dilerken, bir DM'de kendisine söylediğim gibi "marka"sını bir takım tüketim ürünleri ile taçlandırmasını (bir parfüm markası, bir iç giyim markası vs)tavsiye ederim. Kendisinin de bildiği gibi günümüzde çok çabuk tüketilen, yanıp sönen bir yıldıza dönüşmeden önce tahminen "3.kitaptan sonra" tutmayacağını bilse bile bizlere daha "sağlam" bir edebi ürün sunmasını bekliyorum.

Ayrıca, mümkünse kendisini popüler kültürden (blog yazan, tweet atan bir yıldızdan) biraz daha öteye bir "yazar"a dönüştürme yolunda, zaten var olan potansiyelini harekete geçirecek (eğitim vb.) adımlar atması yararına olacaktır diye düşünüyorum.

İbrahim ORTAÇ

Küçük, küçük şeyler kor, büyüdükçe adama

Hiç yorum yok:
Hayatta en çok sevindiğiniz şeylerin bir yalan olduğunu bilmek ve cefasını çektiğiniz şeylerin, sefasının sürüldüğünü görmek koyar genelde adama. Umursamaz hıyarın teki değilseniz, erkek de olsanız az çok duygularınız vardır. Alıngan olursunuz, PMS dönemleriniz yoksa da zaman zaman ergen triplerine girersiniz. Arada eski günlere dönüp alzemair ile nostalji arasında gidip gelirsiniz.

İşte o günlerden bir gün çok sevgili dedem evimizin arka bahçesine mini mini civcivler almış onlara küçük bir kafes yapmış onlarla oyalanıyordu. Çocuktum, hoşuma gitmişti, ben de bir tane istiyorum dedim. Ertesi gün bir karton kutu içinde minik sarı bir civciv getirdi dedem. Çok sevdim onu, dedeme teşekkür ettim boynuna sarıldım. Birkaç gün geçti aradan bir gün babamla dedemi tartışırken gördüm ve babam cebinden birşey çıkarıp dedeme verdi dedem de aldı cebine koydu.

Gidip babama sordum ne olduğunu, dedemle neden tartışıyorsunuz diye. Sinirli olduğu kadar üzgün olduğunu farkettiğim babam: - Yok bir şey İbrahim! dedi. Deden sana aldığı civcivin parasını istiyor "2TL".

O an içimde "civcive" "sevgiye" "dedeme" dair birşeyler yıkıldı. Şimdi ne zaman pazarda götü boklu bir civciv görsem o anı hatırlayıp üzülüyorum. Ne zaman avucuma birisi "2 TL" para üstü koysa babamın dedeme verdiği "2 TL" aklıma geliyor elimde olmadan yine üzülüyorum. Ah! be dede, cimri olman birşey değil de o "2 TL" ile neleri yıktın içimde bir bilsen.
Hayatta en çok sevindiğiniz şeylerin bir yalan olduğunu bilmek ve cefasını çektiğiniz şeylerin, sefasının sürüldüğünü görmek koyar genelde adama. Umursamaz hıyarın teki değilseniz, erkek de olsanız az çok duygularınız vardır. Alıngan olursunuz, PMS dönemleriniz yoksa da zaman zaman ergen triplerine girersiniz. Arada eski günlere dönüp alzemair ile nostalji arasında gidip gelirsiniz.

İşte o günlerden bir gün çok sevgili dedem evimizin arka bahçesine mini mini civcivler almış onlara küçük bir kafes yapmış onlarla oyalanıyordu. Çocuktum, hoşuma gitmişti, ben de bir tane istiyorum dedim. Ertesi gün bir karton kutu içinde minik sarı bir civciv getirdi dedem. Çok sevdim onu, dedeme teşekkür ettim boynuna sarıldım. Birkaç gün geçti aradan bir gün babamla dedemi tartışırken gördüm ve babam cebinden birşey çıkarıp dedeme verdi dedem de aldı cebine koydu.

Gidip babama sordum ne olduğunu, dedemle neden tartışıyorsunuz diye. Sinirli olduğu kadar üzgün olduğunu farkettiğim babam: - Yok bir şey İbrahim! dedi. Deden sana aldığı civcivin parasını istiyor "2TL".

O an içimde "civcive" "sevgiye" "dedeme" dair birşeyler yıkıldı. Şimdi ne zaman pazarda götü boklu bir civciv görsem o anı hatırlayıp üzülüyorum. Ne zaman avucuma birisi "2 TL" para üstü koysa babamın dedeme verdiği "2 TL" aklıma geliyor elimde olmadan yine üzülüyorum. Ah! be dede, cimri olman birşey değil de o "2 TL" ile neleri yıktın içimde bir bilsen.

Şahsında bütün öküzlere kaldırıyorum kadehimi

Hiç yorum yok:

8 Mart dünya kadınlar gününü kutladığım dostlardan birinden bir mail geldi. Cüretine hayran olduğum gibi bir de cesaretimi sınayıp "sıkıyorsa yayınla" demeye getirmiş. Virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.

Sevgili İbrahim.
Öncelikle 8 Mart dolayısı ile bile olsa bir kadın olarak beni hatırladığın için teşekkür etmek isterdim ama içimden ve senin gibilere öylesine öfke doluyumki kusura bakma bunu yapamayacağım.

Bir kadın olarak doğum günleri, evlilik yıldönümleri bir de yalancı meme gibi 8 Mart kadınlar gününde hatırlanıyor olmak koyuyor açıkçası. Siz erkekler peşimizden koşarken, arkamızdan dil dökerken pek bir zekisiniz maşallah. Ancak istediğinizi aldıktan sonra unutmakta da üstünüze yok. Doğum günümüzü hatırlıyor olmanız bile bir lütuf gibi geliyor size.

Dünyada kadının çilesini falan anlatıp feministlik yapacak değilim. Biliyorum ki siz erkekler feministliği de bize bırakmazsınız. Bir şekilde bize yanaşmak için yapamayacağınız yalakalık yok. Bakıyorum da dünya da kadın hareketlerinde bile başı nedense erkekler çekiyor. Oysa ezilen, horlanan, aşağılan hep kadın. Tecavüze uğrayan, baskı şiddet gören hep kadın.

Ülkemizde töre cinayetleri, namus cinayetleri, ensest, sübyancılık konularında orta sayfa haberleri ile yarışacak da değilim. Hepsi sizin gibi öküzlerin sakat bakış açısından kaynaklanmıyor mu? Hangi aşağılık baba küçük kızım beni tahrik etti diyebilir? Ama mahkeme çıkıp diyebiliyor değil mi. Hangi rezil insan öz kızını kümesin altına gömebilir ama gömüyorsunuz değil mi? Tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu ilan edilen yine kadınlar. Geçtim bunları bir kalem. Bu yazgı korkarım hiç değişmeyecek. Kadının çilesi bitmeyecek.

Anneniz, bacılarınız başınızın tacı ama yoldan geçen bir kadın gördünüz mü, kıçına başına bakıp laf atmaktan taciz etmekten vazgeçmiyorsunuz değil mi? Kadına mal ya da eşya gibi bakmaktan. Gerektiğinde kullanıp atmaktan geri durmuyorsunuz. Ekonomik özgürlüğünü kazanmasına, sizden eğitimli, kültürlü bilgili olmasına katlanamıyorsunuz değil mi?

Evlerinizde ahçınız, bulaşıkçınız biziz. Hasta olsanız hasta bakıcınız. Çayı koymak, sofrayı hazırlamak hanginizin aklına ne zaman geliyor? Ne zaman elinizde (bir suçunuz yoksa ya da bir beklentiniz yoksa) bir sinema bileti, bir demet çiçek ile geldiniz kapımıza. Ne zaman arayıp sordunuz, sevgilisiz kalmadıkça. Hadi çekinmeyin itiraf edin. Bırakın çiçek getirmeyi, yiyeceği salatanın marulunu pazardan alıp, akşama salatayı bari ben hazırlayayım diyen kaç kişi var içinizde?

8 Mart dünya kadınlar gününde mi aklına geldim senin mesela? Hasta mıydım? Aradın sordun mu. Sen gittikten sonra ne acılar çektim umursadın mı? Ya bir kaza geçirseydim? Ya bir köşede cesedimi bulsalardı? Bir öküzün tecavüzüne uğramış olsaydım. Umrunda mıydı? Kaç gün ağlardın arkamdan sahi? Kendi çapkınlığını umursamayıp, tecavüze uğradı diye sevgilisini, nişanlısını, karısını terkeden öküzler yok mu sanki içinizde?

Alınma ama senin gibi ağzı laf yapan adamların yüreği nerde onu da merak ediyorum. İnsan seviyorsa sahip çıkar, benimsin dediği kadar seninim demeyi de becerir. En ufak zorlukta sıvışıp, en ufak dargınlıkta küserek başka kollarda teselli aramaz. Bir kadını sadece 8 Mart'ta hatırlamanın Mart'tan marta azıp ta sevişme derdine düşen mart kedilerinin davranışlarından ne farkı kalır? Ne oldu cicim? Sevgilinle mi darıldın da ben aklına geldim. Siz erkekler en ufak bir mesajınızda hemen gel kollarıma dememizi mi bekliyorsunuz?

Oysa sizi doğurup, büyüten analar da biziz. Çocuklarınızın kahrını çeken de. Koynunuza giren sevgililer de biziz. Peşimizden yanık türküler yaktığınız, uğrumuza (sözde) aşk acısı çektiğiniz. Bizim için birbirinizle kavgalar edip savaştığınız ve ne yazık ki istediğinize ulaştıktan sonra bir köşeye attığınız. Ulaşamadığınızda her türlü pisliği atmaktan, yaftalayıp damgalamaktan çekinmediğiniz de biziz, biz kadınlarız.

Kusura bakma İbrahimciğim. Bir ara dünya erkekler gününde ben de seni hatırlarım. Belki sevgililerim terkeder. Belki ben de sana iki şiir, bir kaç güzel söz söylerim. Çiçek alır kapına dayanırım senede bir gün. Sonra mart kedileri gibi sevişir unuturum bir dahaki 8 mart abazan bayramına kadar. Doğum gününü outlooka kaydettim artık hatırlarım. Telefonunu silmiştim. Bi çaldır kapa ben seni ararım.

Hadi öptüm İbrahimciğim senin ve senin gibi tüm öküzlerin 8 Mart kadın tavlama gününü kutlarım.

Seni çok seven
Leyla Metin

(kahretsin biz kadınlar yine unutamıyoruz değil mi?)


8 Mart dünya kadınlar gününü kutladığım dostlardan birinden bir mail geldi. Cüretine hayran olduğum gibi bir de cesaretimi sınayıp "sıkıyorsa yayınla" demeye getirmiş. Virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.

Sevgili İbrahim.
Öncelikle 8 Mart dolayısı ile bile olsa bir kadın olarak beni hatırladığın için teşekkür etmek isterdim ama içimden ve senin gibilere öylesine öfke doluyumki kusura bakma bunu yapamayacağım.

Bir kadın olarak doğum günleri, evlilik yıldönümleri bir de yalancı meme gibi 8 Mart kadınlar gününde hatırlanıyor olmak koyuyor açıkçası. Siz erkekler peşimizden koşarken, arkamızdan dil dökerken pek bir zekisiniz maşallah. Ancak istediğinizi aldıktan sonra unutmakta da üstünüze yok. Doğum günümüzü hatırlıyor olmanız bile bir lütuf gibi geliyor size.

Dünyada kadının çilesini falan anlatıp feministlik yapacak değilim. Biliyorum ki siz erkekler feministliği de bize bırakmazsınız. Bir şekilde bize yanaşmak için yapamayacağınız yalakalık yok. Bakıyorum da dünya da kadın hareketlerinde bile başı nedense erkekler çekiyor. Oysa ezilen, horlanan, aşağılan hep kadın. Tecavüze uğrayan, baskı şiddet gören hep kadın.

Ülkemizde töre cinayetleri, namus cinayetleri, ensest, sübyancılık konularında orta sayfa haberleri ile yarışacak da değilim. Hepsi sizin gibi öküzlerin sakat bakış açısından kaynaklanmıyor mu? Hangi aşağılık baba küçük kızım beni tahrik etti diyebilir? Ama mahkeme çıkıp diyebiliyor değil mi. Hangi rezil insan öz kızını kümesin altına gömebilir ama gömüyorsunuz değil mi? Tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu ilan edilen yine kadınlar. Geçtim bunları bir kalem. Bu yazgı korkarım hiç değişmeyecek. Kadının çilesi bitmeyecek.

Anneniz, bacılarınız başınızın tacı ama yoldan geçen bir kadın gördünüz mü, kıçına başına bakıp laf atmaktan taciz etmekten vazgeçmiyorsunuz değil mi? Kadına mal ya da eşya gibi bakmaktan. Gerektiğinde kullanıp atmaktan geri durmuyorsunuz. Ekonomik özgürlüğünü kazanmasına, sizden eğitimli, kültürlü bilgili olmasına katlanamıyorsunuz değil mi?

Evlerinizde ahçınız, bulaşıkçınız biziz. Hasta olsanız hasta bakıcınız. Çayı koymak, sofrayı hazırlamak hanginizin aklına ne zaman geliyor? Ne zaman elinizde (bir suçunuz yoksa ya da bir beklentiniz yoksa) bir sinema bileti, bir demet çiçek ile geldiniz kapımıza. Ne zaman arayıp sordunuz, sevgilisiz kalmadıkça. Hadi çekinmeyin itiraf edin. Bırakın çiçek getirmeyi, yiyeceği salatanın marulunu pazardan alıp, akşama salatayı bari ben hazırlayayım diyen kaç kişi var içinizde?

8 Mart dünya kadınlar gününde mi aklına geldim senin mesela? Hasta mıydım? Aradın sordun mu. Sen gittikten sonra ne acılar çektim umursadın mı? Ya bir kaza geçirseydim? Ya bir köşede cesedimi bulsalardı? Bir öküzün tecavüzüne uğramış olsaydım. Umrunda mıydı? Kaç gün ağlardın arkamdan sahi? Kendi çapkınlığını umursamayıp, tecavüze uğradı diye sevgilisini, nişanlısını, karısını terkeden öküzler yok mu sanki içinizde?

Alınma ama senin gibi ağzı laf yapan adamların yüreği nerde onu da merak ediyorum. İnsan seviyorsa sahip çıkar, benimsin dediği kadar seninim demeyi de becerir. En ufak zorlukta sıvışıp, en ufak dargınlıkta küserek başka kollarda teselli aramaz. Bir kadını sadece 8 Mart'ta hatırlamanın Mart'tan marta azıp ta sevişme derdine düşen mart kedilerinin davranışlarından ne farkı kalır? Ne oldu cicim? Sevgilinle mi darıldın da ben aklına geldim. Siz erkekler en ufak bir mesajınızda hemen gel kollarıma dememizi mi bekliyorsunuz?

Oysa sizi doğurup, büyüten analar da biziz. Çocuklarınızın kahrını çeken de. Koynunuza giren sevgililer de biziz. Peşimizden yanık türküler yaktığınız, uğrumuza (sözde) aşk acısı çektiğiniz. Bizim için birbirinizle kavgalar edip savaştığınız ve ne yazık ki istediğinize ulaştıktan sonra bir köşeye attığınız. Ulaşamadığınızda her türlü pisliği atmaktan, yaftalayıp damgalamaktan çekinmediğiniz de biziz, biz kadınlarız.

Kusura bakma İbrahimciğim. Bir ara dünya erkekler gününde ben de seni hatırlarım. Belki sevgililerim terkeder. Belki ben de sana iki şiir, bir kaç güzel söz söylerim. Çiçek alır kapına dayanırım senede bir gün. Sonra mart kedileri gibi sevişir unuturum bir dahaki 8 mart abazan bayramına kadar. Doğum gününü outlooka kaydettim artık hatırlarım. Telefonunu silmiştim. Bi çaldır kapa ben seni ararım.

Hadi öptüm İbrahimciğim senin ve senin gibi tüm öküzlerin 8 Mart kadın tavlama gününü kutlarım.

Seni çok seven
Leyla Metin

(kahretsin biz kadınlar yine unutamıyoruz değil mi?)

Size ne, ibrahimcim beni çok mutlu ediyor

Hiç yorum yok:

eX
sevgililerim de demezdi böyle bişi... yeni sevgilimin ve potansiyel sevgili aday adaylarımdan da söyleyen çıkacağını sanmıyorum... nerdeee egosu sürünen kızlar hiç denkgelmez ki bana. hepsinin bir yeri kalkıktır. inadına demezler ,yine demezler...

bunu bizzat ben kendime söylüyorum. sebebi de yazdıklarım. blogda neşeli şeyler yazmayı, hafiften taşlamayı seviyorum. ama saygıda kusur etmemeye de çalışıyorum. yani işin dozunu bilerek kaçırıyorsam o da bir yere kadar. inanıyorum ki sanal da olsa şu alemde kimsenin kimsenin keyfini kaçırmaya hakkı yok.
kimileri enini uzun tut, kimileri yazının boyunu kısa tut dese de.. kimileri ay çokkk banal.. kimileri seni edepsiz diye ahlak polisi kesilse de sizlerle yazdıklarımı paylaşmayı seviyorum.

yazdıklarımız bir çeşit doyum, zihinsel orgazma yol açıyor belki. az edepsiz oldu ama insanın beğenilme duygusu en çok kendini beğenme ile tavan yapabiliyor. ben beni alkışlarsam alem yuhlasa da umursamam. Tehlikeli bir şey. Adrenalinle kafa bulma yöntemine benziyor.

nitekim kredi kartı düzenbazı elektronik hırsızları görüyorsunuz.. ben sıradan biri değilim diyor. bana herhangi bir suçlu gibi davranamazsınız diyor. yani devlet töreniyle assan adam razı çoktan. hepsi özel statü istiyor neredeyse. okumuş katillerimiz bile birer dexter olma hayali kuruyor.
Sıradan olmak hiçkimseyi kesmiyor. Oysa sıradanlıkta müthiş bir şey. Aşağıya da yukarıdakilere de küfredebilirsin kolayca. Herkes EN olacak. Peki sağlıklı bir durum mu bu. Evet. egosuz insan olmaz ama ego da bir yere kadar tabi ki.

Bir kız arkadaşım, terkeden ben olmalıydım diye trip yapmıştı kulakları çınlasın. Onun için ayrılmak önemsizdi ama terkedilmek koyuyordu.

Eleştirilere de saygı duyuyorum, bir yere kadar ama ondan sonra iş kantarın topuzunu kaçırmaya geldi mi onlara da her blog yazarının demesi gereken şu kibar cümleyi söylüyorum. çünkü niçin yazıyorsun sorusunun cevabı insanın kendi iç dünyasında gizlidir.
Ve şu cevap açıklama yapmaya çalışmaktan çok daha basittir:
-Size ne... ibrahim'cim beni mutlu ediyor...
biz çok sevişiyoruz onunla...











eX
sevgililerim de demezdi böyle bişi... yeni sevgilimin ve potansiyel sevgili aday adaylarımdan da söyleyen çıkacağını sanmıyorum... nerdeee egosu sürünen kızlar hiç denkgelmez ki bana. hepsinin bir yeri kalkıktır. inadına demezler ,yine demezler...

bunu bizzat ben kendime söylüyorum. sebebi de yazdıklarım. blogda neşeli şeyler yazmayı, hafiften taşlamayı seviyorum. ama saygıda kusur etmemeye de çalışıyorum. yani işin dozunu bilerek kaçırıyorsam o da bir yere kadar. inanıyorum ki sanal da olsa şu alemde kimsenin kimsenin keyfini kaçırmaya hakkı yok.
kimileri enini uzun tut, kimileri yazının boyunu kısa tut dese de.. kimileri ay çokkk banal.. kimileri seni edepsiz diye ahlak polisi kesilse de sizlerle yazdıklarımı paylaşmayı seviyorum.

yazdıklarımız bir çeşit doyum, zihinsel orgazma yol açıyor belki. az edepsiz oldu ama insanın beğenilme duygusu en çok kendini beğenme ile tavan yapabiliyor. ben beni alkışlarsam alem yuhlasa da umursamam. Tehlikeli bir şey. Adrenalinle kafa bulma yöntemine benziyor.

nitekim kredi kartı düzenbazı elektronik hırsızları görüyorsunuz.. ben sıradan biri değilim diyor. bana herhangi bir suçlu gibi davranamazsınız diyor. yani devlet töreniyle assan adam razı çoktan. hepsi özel statü istiyor neredeyse. okumuş katillerimiz bile birer dexter olma hayali kuruyor.
Sıradan olmak hiçkimseyi kesmiyor. Oysa sıradanlıkta müthiş bir şey. Aşağıya da yukarıdakilere de küfredebilirsin kolayca. Herkes EN olacak. Peki sağlıklı bir durum mu bu. Evet. egosuz insan olmaz ama ego da bir yere kadar tabi ki.

Bir kız arkadaşım, terkeden ben olmalıydım diye trip yapmıştı kulakları çınlasın. Onun için ayrılmak önemsizdi ama terkedilmek koyuyordu.

Eleştirilere de saygı duyuyorum, bir yere kadar ama ondan sonra iş kantarın topuzunu kaçırmaya geldi mi onlara da her blog yazarının demesi gereken şu kibar cümleyi söylüyorum. çünkü niçin yazıyorsun sorusunun cevabı insanın kendi iç dünyasında gizlidir.
Ve şu cevap açıklama yapmaya çalışmaktan çok daha basittir:
-Size ne... ibrahim'cim beni mutlu ediyor...
biz çok sevişiyoruz onunla...










İbram ibram diye yanıp tutuşan kızlara

Hiç yorum yok:

Her fani gibi Michael Jackson'da öldü. Farah Facwett'ten sonra bu olay moralimi daha da bozdu. Düşündüm her fani gibi ben de her an ölebilirim. Ya size n'olcak o zaman? Bir depresyon yaşamamanız için karar verdim. Artık hayallerinizin İbram'ı olmaktan vazgeçiyorum kızlar. Üzgünüm, beni affedin.

Boşuna yanıp, tutuşmayın. İbram kimbilir nasıl yakışıklıdır, nası erkek güzelidir? Nası kültür o yarabbim kütür kütür. Ne güssel esprili çocuk diye hayaller kurmayın. Uzun mudur, kısa mıdır boyu, güzel midir, çirkin midir huyu ve ne kadar 'levseldir meyve suyu diyerek kafa yormayın. Hayallerimin erkeği olabilir mi? Benimle ev'cillik oynayabilir mi? diye ham heveslere kapılmayın. Görüyonus işte, ölümlü dünya. Bu gün pop kralı olsan, yarın motorun nerde stop edeceği belli değil. Sonunda imam ya da papaz pandiği basacak. Halka malolmuş Gossip İbram, senin İbram'ın olsa ne yazar.(biliyorum yine de deli gönül yazar)

Ay kızz! İbram bana bir ümit versin (biz kendi aramızda ona ümit diyos:p) hakkatten o zaman blogumun kadını olurum. Kırar klavyemi oturur, dantel oya örer bloguma koyarım. Blogumda kek, pasta, börek pişirir, tarifini herkeşlere veririm. Windows'umdan dört gözle (dual msn) İbrahim'cimi beklerim felam demeyin... Bugün var, yarın yok. İbram'da bakmışsın imamın kayığına binmiş, gitti gider.

Bırakın bu hayalleri. İbram kapı komşunuz olsa günde 3 posta sevişirsiniz en fazla. Aşkınız olsa, İbram'dan sevgili yapsanız hadi hergün, hergün ama o da nereye kadar. Süper İbram değil ya. O kadar Viagra'ya ne bütçe ne bünye dayanır. Hele .NET'den tanıdınızsa İbram'ı en fazla 7 gün chattirsiniz. 15 gün birlikte top sekstirirsiniz. Oturduk çay içtik, baklava börek yedik derken oldu da İbram'ı yatağa atayım, sonra üstüne çıkıp keyif çatayım dediniz ve muradınıza erdiniz diyelim. Üstüne de "İbram şöyle tatlı, böyle ballı, SKDoyamadım, etini budunu, iliğini, kemiğini yedim bitirdim diye blogunuza yazarsınız en fazla. Sonrası sen sağ, İbram selamet...

"Senden bi çocuğum olsun İbram!" deseniz, "kendi kendinize beddua etmeyin" derim gerçi ama hadi ola ki gaza gelip peki dedim. Bi güzel emek çektiniz. Bankadan alıcama İbram'a veririm dediniz. Güzel bir hatundan hamile kalsam, ahanda yukarıdaki resimdeki gibi bi hale gelirim en fazla... Gece gündüz, yüzüme bakıp bakıp, "ne zaman doğuracak bu adam? fantezimin içine etti" der durursunuz. Size de yazık bana da yazık kızlar...

Tamam. maillerime gelen fantezilerinize saygı duyuyorum. Tabi ki İbram'ın da ruhu var, erkektir (şeyi de olduğuna göre) yazdıklarınızdan etkilenebilir ama neticede onun da 1 sevdiği var (her ne kadar bütün kadınları seveyim, hepsine gül vereyim gibi hümanist bir düşüncesi olsa bile) Hayata dair umutları, düşünceleri, beklentileri var. İbram'da bir insan yani, eti kemiği, kıkırdak, bıngıldak'ı eciği, cücüğü kabilinden bir takım şeyleri var...

Artık rahat bırakın İbram'ı kızlar. Ondan size yâr olmaz (kime hayrı olmuş ki). Hatta net alemindeki hiçbir adamdan bi xXim bişi olmaz. (kadınlardan oluyo mu? Test etmem lazım, peşinen bişi diyemem) Siz de İbram gibi etine, kemiğine, gıdısına, bıngıldağına dokunabildiğiniz, akşam olunca birlikte yatağına sokulabildiğiniz insanlar düşleyin. Hayatı ve mutluluğu sanal değil, gerçek dünyada arayın... Öyle bi adam sevin ki; her an varlığını içinizde hissedin. Sizi öyle sevsin ki; yanında hiç kimse size yan bakmasın. Net'te eğleniyorum derken, yüreğinizin oltasına takılıverdiği birisi canınızı yakmasın...
......
Hamiş: Pucca'yla Siminya sevişiyo da İbram abazan geziyo değil... İbram da sevişir. Onun'da eriği, üzümü, kirazı, çileği var tabi ki. Lâkin bunu reklam malzemesi yapmaz. Fakir ve gururlu bir gençken motora, dolmuşa, elarabasına binmişliği de olduğundan hiçbir yurdum abazanına hor gözle bakmaz, aşırı doz sexy içerik kullanıp, abazanlıklarını arttırmaz. Er kişi olduğundan malesef İbram'ın blogları Viagra değil bilakis ŞAP etkisi yapar.

Her fani gibi Michael Jackson'da öldü. Farah Facwett'ten sonra bu olay moralimi daha da bozdu. Düşündüm her fani gibi ben de her an ölebilirim. Ya size n'olcak o zaman? Bir depresyon yaşamamanız için karar verdim. Artık hayallerinizin İbram'ı olmaktan vazgeçiyorum kızlar. Üzgünüm, beni affedin.

Boşuna yanıp, tutuşmayın. İbram kimbilir nasıl yakışıklıdır, nası erkek güzelidir? Nası kültür o yarabbim kütür kütür. Ne güssel esprili çocuk diye hayaller kurmayın. Uzun mudur, kısa mıdır boyu, güzel midir, çirkin midir huyu ve ne kadar 'levseldir meyve suyu diyerek kafa yormayın. Hayallerimin erkeği olabilir mi? Benimle ev'cillik oynayabilir mi? diye ham heveslere kapılmayın. Görüyonus işte, ölümlü dünya. Bu gün pop kralı olsan, yarın motorun nerde stop edeceği belli değil. Sonunda imam ya da papaz pandiği basacak. Halka malolmuş Gossip İbram, senin İbram'ın olsa ne yazar.(biliyorum yine de deli gönül yazar)

Ay kızz! İbram bana bir ümit versin (biz kendi aramızda ona ümit diyos:p) hakkatten o zaman blogumun kadını olurum. Kırar klavyemi oturur, dantel oya örer bloguma koyarım. Blogumda kek, pasta, börek pişirir, tarifini herkeşlere veririm. Windows'umdan dört gözle (dual msn) İbrahim'cimi beklerim felam demeyin... Bugün var, yarın yok. İbram'da bakmışsın imamın kayığına binmiş, gitti gider.

Bırakın bu hayalleri. İbram kapı komşunuz olsa günde 3 posta sevişirsiniz en fazla. Aşkınız olsa, İbram'dan sevgili yapsanız hadi hergün, hergün ama o da nereye kadar. Süper İbram değil ya. O kadar Viagra'ya ne bütçe ne bünye dayanır. Hele .NET'den tanıdınızsa İbram'ı en fazla 7 gün chattirsiniz. 15 gün birlikte top sekstirirsiniz. Oturduk çay içtik, baklava börek yedik derken oldu da İbram'ı yatağa atayım, sonra üstüne çıkıp keyif çatayım dediniz ve muradınıza erdiniz diyelim. Üstüne de "İbram şöyle tatlı, böyle ballı, SKDoyamadım, etini budunu, iliğini, kemiğini yedim bitirdim diye blogunuza yazarsınız en fazla. Sonrası sen sağ, İbram selamet...

"Senden bi çocuğum olsun İbram!" deseniz, "kendi kendinize beddua etmeyin" derim gerçi ama hadi ola ki gaza gelip peki dedim. Bi güzel emek çektiniz. Bankadan alıcama İbram'a veririm dediniz. Güzel bir hatundan hamile kalsam, ahanda yukarıdaki resimdeki gibi bi hale gelirim en fazla... Gece gündüz, yüzüme bakıp bakıp, "ne zaman doğuracak bu adam? fantezimin içine etti" der durursunuz. Size de yazık bana da yazık kızlar...

Tamam. maillerime gelen fantezilerinize saygı duyuyorum. Tabi ki İbram'ın da ruhu var, erkektir (şeyi de olduğuna göre) yazdıklarınızdan etkilenebilir ama neticede onun da 1 sevdiği var (her ne kadar bütün kadınları seveyim, hepsine gül vereyim gibi hümanist bir düşüncesi olsa bile) Hayata dair umutları, düşünceleri, beklentileri var. İbram'da bir insan yani, eti kemiği, kıkırdak, bıngıldak'ı eciği, cücüğü kabilinden bir takım şeyleri var...

Artık rahat bırakın İbram'ı kızlar. Ondan size yâr olmaz (kime hayrı olmuş ki). Hatta net alemindeki hiçbir adamdan bi xXim bişi olmaz. (kadınlardan oluyo mu? Test etmem lazım, peşinen bişi diyemem) Siz de İbram gibi etine, kemiğine, gıdısına, bıngıldağına dokunabildiğiniz, akşam olunca birlikte yatağına sokulabildiğiniz insanlar düşleyin. Hayatı ve mutluluğu sanal değil, gerçek dünyada arayın... Öyle bi adam sevin ki; her an varlığını içinizde hissedin. Sizi öyle sevsin ki; yanında hiç kimse size yan bakmasın. Net'te eğleniyorum derken, yüreğinizin oltasına takılıverdiği birisi canınızı yakmasın...
......
Hamiş: Pucca'yla Siminya sevişiyo da İbram abazan geziyo değil... İbram da sevişir. Onun'da eriği, üzümü, kirazı, çileği var tabi ki. Lâkin bunu reklam malzemesi yapmaz. Fakir ve gururlu bir gençken motora, dolmuşa, elarabasına binmişliği de olduğundan hiçbir yurdum abazanına hor gözle bakmaz, aşırı doz sexy içerik kullanıp, abazanlıklarını arttırmaz. Er kişi olduğundan malesef İbram'ın blogları Viagra değil bilakis ŞAP etkisi yapar.