Kodumun Cağaloglu yokuşu / Hatıra defterimden
Hey gidi Marmara Üniversitesi.
İnek olmaya gönüllü girmiştim Fakülteye. Takıntısız sınıf atlayacak ve kız arkadaşım bile olmadan bitirecektim okulu. İlk gün öğleye kadar da tuttum sözümü. Öğle yemeğinden önce ilk kankamla oturmuş yemek yiyorduk. Kızlar gelip karşımıza oturdu. Tam biz tanışırken masadaki fazla ekmekleri gözüne kestirmiş bir öğrenci bana alabilir miyim tarzı işaret yaptı.
Kızlar yeni gelmişti ve ben de bana ne tarzında dudak büktüm. O da kızların üzerinden iki eliyle abanıp önlerinden ekmekleri aldı gitti. Bir anda bir kahkaha patladı. Öküze bak kabilinden ve yemekte tanıştık kızlarla.
Öğleden sonra girdiğimiz derste (ki okula yeni başladığımız için o gün tüm derslere girmekteydik) hocalardan biri Ne olum bu. İlkokul mu burası? Sınıfımda 15 kişiden fazla olursa ders anlatmam ben. Hadi çıkın gidin. Ben sınava yakın soruları veririm deyince. İlk günden dersleri de astık.
Öğle tatilinde kafeleri ve kahveleri keşfeden arkadaşlar olmuş. Kızlarla birlikte bir kahveye (onlar kafe dese de bence kahveydi) gittik. Duman altı bir ortamda bir kaç kişi bilardo masasına, bir kaçı okeye, bir kaçı da tavlaya oturdu. Ben de kızların bir kaçı ile seyirciler arasında yer aldım. Ancak kısa sürede canım sıkıldı. Bir bahane olsun diye beklerken aklıma ders kitaplarını edinme bahanesi geldi. Söyleyip arkadaşlardan ayrılmaya niyetlenmişken kızlardan biri de kitap almak için gelmek istediğini söyledi. (tesadüfe bakın ki, benim de içim ona ısınmıştı zaten)
Yol boyu birlikte yürüdük, konuştuk, biraz daha tanıştık. Kitapları edinmek amacıyla geldiğimiz Cağaloğlu yokuşunu çıkmaya başladık. O pek bilmiyordu buraları, ben ise her zamanki şapsal halimle, bilsem de (şehir şehre, semt semte benzer diyerek) caddeleri, dükkânları karıştıracağımın farkında değildim. İnsan salak olur da nasıl benimki kadar uzun ve sürekli olur mu bu salaklık bilemiyorum.
Kodumun Cağaloğlu yokuşu. Hayatımda bana en büyük keleklerden birini atan yerdir... İlk sorduğumuz kitapçıda kitapların çoğu yoktu biz de almadık ve ben kızı yokuşta yormayayım diye sağ cenaha saptım. Ne bileyim Sirkeci - Mahmutpaşa istikametine döndüğümüzü. Çok kısa süre sonra kitapçıların yerini don gömlek fanilacılar almaya başladı. Dur geri dönelim deme cesaretini gösteremediğimden (ben beceriksizim diyemeyen erkekler böyledir genelde) ha bire kızı sürükledim Çakmakçılar yokuşunda falan. Kız baktı ki; ne yol bitiyor ne de İbrahim'in kitapçı bulma ihtimali var.
Benim eve gitmem lazım. Daha karşıya geçicem dedi. Ben de dur az ötede bir sokak daha var onu geçince buluruz demekten vazgeçtim tabi ki. Akıl işte. Napıcan ders kitaplarını kızı götür bir pastaneye ya da sinemaya di mi. İnek olmak istiyordun ya, al işte sana ineğin alası oldun.
Peki dedim. Vedalaştık ve okulda 2–3 saat önce tanıştığım ilk kız arkadaşımı evine uğurladım. Daha doğrusu orada ayrıldık. O kendi gitti. Bense inatla kitap aramaya devam ettim. Çık, çık yokuşu sonunda doğru yolu buldum ve oradan da aşağı inerken sorduğum her kitapçıdan istediğim kitapları buldum. Üstelik de üç takım aldım. Biri potansiyel kız arkadaşıma diğeri kankama bir de bana. Kodumun yokuşunu sırtımda kitaplarla indim.
Ve kızı Sirkeci'den Karaköy'e götürmeyi, evine bırakmayı akıl etmeyen salak kafama dur şu kitapları götüreyim belki evinin önünden geçerim kazara diye bir fikir geldi. Yaptım da valla. Salak gibi akşamın karanlığı çökmeden bindim vapura... Kız sanki iskelede kollarını açmış kitap getirecek İbram'ı bekliyor. Cep teli icat edilmemiş. İcat edilmiş olsa da kızdan istememişsin zaten. Dahası ne adresini biliyorsun, ne de başka bir şey. Bir tek aklında adı kalmış e onu da kime sorsan söylerler sanki...
Aptal gibi dolaştım caddelerde sokaklarda. Öyle bir batıl inancım var. Kısmetse denk gelir diye. Geldiğini de gördüm ama o kısmet bu kısmet değildi. Kitaplar sırtımda döndüm geri. Yorgun argın, yemeğimi yiyip yattım. Sabah okula gittiğimde en azından elimde onun için aldığım kitaplar vardı. Ama okulun karşısındaki kitapçıya kitaplar sabahtan gelmişti çoktan ve az derse geç kalan benden önce birçok kişi gibi o da almıştı kitabını. Sap gibi kaldım ortada. Sadece kankam aldı ve bana ilk günden borç taktı. Ödemedi de borcunu. Babamın yolladığı harçlıkla 3–5 takım kitap almış, bir de kızı bir yere götüreceğime, eşek gibi sırtımda kitapları götürmüştüm okula. Aferimdi, oh olsundu bana.
Ders çıkışı kankamla potansiyel kız arkadaşımın samimiyeti ilerletmiş olduklarını görmek sürpriz olmadı benim için. O sene elimde 2 takım ders kitabım ve kankam tarafından ödenmeyen cari alacaklarımın yanında ayrıca elimden kapılmış potansiyel bir kız arkadaşım vardı.
Eeee. İktisat okuyorduk.
Ve Ekrem hocamın derste örneklediği birçok şey gibi iktisat işte aynen böyle bir şey idi. Hesap işiydi, kitap işiydi. Dangalaklara göre bişi dildi...
Yazar
The İbrahim Ortaç (e.b)
:
27.9.09
Etiketler
akıllı ol ibram akıllı ol,
biz eskiden su bile içmeyi beceremezdik testiden,
İşi bilcen işe gitmicen

Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
- 26/05/2012 - 0 YorumOlmaz ki beyler. Böyle de olmaz ki. İnsanın kapı dibine bakkal açılmaz ki. Süpermarketlere kanun çıkarıyorsunuz da bakkalları unutuyorsunuz. Bakkal insanın evine, işine ne kadar mesafede olmalı yok mu bunun bir kanunu, hesabı kitabı, ölçüsü tartısı. Yahu, ne olacak mahallemizin bakkalı mümkünse apartmanın alt katında olsun diyorsunuz eminim hepiniz. Tabi tabi ben de öyle diyordum. Bakalım bu yazıyı okuduktan sonra da öyle diyebilecek misiniz? Evimin alt katında dükkânım var. Yani bu dünyada bulunması zor nimetlerden birisine sahibim. Evden işe, işten eve asgarisi,…
- 11/01/2012 - 0 YorumBazı arkadaşlar son gelişmeler üzerine zil takıp oynamadığım için tutumumu eleştiriyorlar. Tek tek anlatmaktan bıktığım için özetle düşüncelerimi ifade edeyim. 1- Temelde bırakın tutukluluğu suçluların bile "hapis" yöntemi ile cezalandırılması geride kalanlar için hayatın çekilmez olması demektir. O yüzden prensip olarak sıradan vatandaşlar için bile yargılamaların tutuksuz olması gerektiğini düşünenlerdenim. 2- Bir ülkenin en üst düzey subaylarının bir takıp darbe girişimlerinde adının olması hoş değildir ve darbeyi kim yapar, yapmaya niyetlenirse yasalar yakasına yapışmalıdır…
- 04/05/2010 - 0 Yorumtamam beyaz et sağlıklıdır ama, sucukta işi nedir? tavuk köftesi, tavuk adana, tavuk sucuk türü icadlara ne gerek var? ben kırmızı etli bir ürün seçmişsem, zaten beyaz et istemiyorum demektir. ben sana para verirken yarısını da selpak mendil olarak vereyim diyor muyum? demiyorum. o zaman neymiş; sucuk diye bize sucukladığın şey tavuk, ve hindi eti olmasın please...
0 yorum:
Yorum Gönder
Buraya yorum yazabilirsiniz. Niye yazmıyorsunuz?
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.