Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

şiir sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
şiir sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

Anılarınızı kaydedin, yoksa kaybedersiniz

Hiç yorum yok:
Size bir akıllı telefon vb cihaz reklamı falan yapıyor değilim. Bilakis bu tip cihazların bir uyaran olarak var olduğu sohbetleri "hack"lediği kanısındayım.

Hepimizin bir hayatı var. Bu hayatı paylaştığımız arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, çocuklarımız, sevdiğimiz insanlar. Teknoloji ve sanayileşme çağında iş güç derken ancak evde baş başa kalabildiğimiz daha doğrusu öyle sandığımız insanlar.

Oysa öyle mi? Günün yorgunluğu ile eve geldiğinizde telefonunuz peşinizi bırakıyor mu? Ya evde sizi açık bir televizyon karşılıyor olmasın. Bilgisayarınız gün boyu zaten sizinleydi ama evde de bir tane var belki de.

Bir sohbete başladığınızda, sabah kalktığınız andan, gece uykuya gidene kadar beynimiz anılarımızı kaydeder. Bizim için anlamlı olayları saklar. Kişiliğimizi, geleceğimizi oluşturmak adına yaşadığımız yakın geçmişi kaydeder.

Ceketinizi askıya astığınızda burnunuza gelen yemek kokusunu, belki yemek yaparken annenizin, eşinizin mırıldandığı bir şarkıyı, belki güne karışmış kuş seslerini, belki bir kapı gıcırtısını, damlatan bir musluğu... Ama o kayıt esnasında açık televizyonda bir dizi repliği, izlemekten bıktığınız bir deterjan reklamı da araya karışır.

Çocuğunuzu kucaklar, torununuzu sever, ya da derslerinize bir göz atmak istersiniz. Belki de günün heyecanı ile okulda yaşadığınız bir kaç anı günlüğünüze yazmak, bir kaç dize şiir bir dörtlük karalamak ama ne mümkün muhabbet kuşlarının bile cep telefonu melodisi gibi öttüğü bir ortamda birden cebinize gelen bir mesajla irkilirsiniz. Kim bilir hangi firmaya satılmış telefon numaranıza istenmeyen bir reklam, ya da hangi whatsapp grubundan duyarlılık mesajları..

Hani telefonu elinize almışken bir facebook hesabınıza, twitter ve instagram'a bakmadan geçemezsiniz. Siz bunu yaparken evdeki diğer bireyler de benzer şeyler yapmaktadır. O yüzden sohbetleriniz derinlik kazanamaz. Birinin içtenlikle anlattığını diğeri aklı telefonunda ya da televizyondaki bir reklamda olduğu için kaçırır.

Hele kuşak farkı olan yaşlılarla biriktirmeniz gereken çok daha değerli anılar bu reklam ve dijital bombardıman arasında silik birer ses olarak kalır.

Bu durum bir pikniğe gittiğinizde de peşinizi bırakmaz. Kapsama alanında olduğunuz sürece teknoloji sizin anılarınızı kaydetmenize imkân vermez. Üstelik de anılarınızı kaydetme iddiası ile "özçekim"ler yaparken. Mangalda tüten köfteyi anlamlı kılan damak tadınız değil "selfie"leriniz olur.
En iyi arkadaşınızla dostluğunuzu gösteren de yaşadıklarınız değil sahte gülümsemelerle çektiğiniz fotoğraflarınız.

Allah'tan ki beynimiz ne kadar yorulursa yorulsun bu tür verileri, yani sapla samanı ayrıştıracak güçtedir. Gereksiz olanları filtreler ve zamanın çöplüğüne yollar. Ancak o kadar yoğun bombardıman altındasınızdır ki, beyninizin kayıt esnasında veri alacağı gözleriniz kulaklarınız ve duygularınız ya televizyonda ya elinizdeki telefonda bilgisayarda kaybolup gitmiştir.

Teknoloji bununla da yetinmez, size sanal gözlüklerle sanal hikâyeler sunar. İzlediğiniz diziler filmler yetmez hayatınızı şekillendirmek için gerçeğe yakın sunumlarla aklınızı çeler. Böylece kaydetmeniz gereken anılar kaybedilir. Hatırlamakta güçlük çekmenize gerek yok çünkü beyninize onları kaydedecek fırsatı bile tanımamışsınızdır. Sohbetleriniz vardır, kelimeleriniz eksiktir. Kelimeleriniz vardır, hisler, duygular eksiktir.

Yapmayın. Elinizde fırsat varken içtiğiniz su, soluduğunuz hava gibi anılarınızı da saf ve duru kaydetmeye bakın. Sevdiklerinizle sohbet ederken kısa süreli de olsa telefonu elinizden bırakın televizyonu kapatın. Günde 15-20 dakika bile olsa arı duru zamanlar ayırın kendinize, ailenize sevdiklerinize...

Bunu yıllarca teknolojiyi ve teknolojik ürünleri yoğun olarak kullanmış birisi olarak söylüyorum. Sigarayı bir türlü bırakamayıp da sevdiklerine aman içmeyin diyen biri gibi, yol yakınken kendinize ve sevdiklerinize "duru zamanlar" ayırın. Ayırın ki anılarınız kaydedilsin. Hem de akıllı cihazlar tarafından bilmem kaç mega piksellik fotoğraflar olarak değil, kanlı canlı hisli, duygu yüklü zamanlar olarak...
Size bir akıllı telefon vb cihaz reklamı falan yapıyor değilim. Bilakis bu tip cihazların bir uyaran olarak var olduğu sohbetleri "hack"lediği kanısındayım.

Hepimizin bir hayatı var. Bu hayatı paylaştığımız arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, çocuklarımız, sevdiğimiz insanlar. Teknoloji ve sanayileşme çağında iş güç derken ancak evde baş başa kalabildiğimiz daha doğrusu öyle sandığımız insanlar.

Oysa öyle mi? Günün yorgunluğu ile eve geldiğinizde telefonunuz peşinizi bırakıyor mu? Ya evde sizi açık bir televizyon karşılıyor olmasın. Bilgisayarınız gün boyu zaten sizinleydi ama evde de bir tane var belki de.

Bir sohbete başladığınızda, sabah kalktığınız andan, gece uykuya gidene kadar beynimiz anılarımızı kaydeder. Bizim için anlamlı olayları saklar. Kişiliğimizi, geleceğimizi oluşturmak adına yaşadığımız yakın geçmişi kaydeder.

Ceketinizi askıya astığınızda burnunuza gelen yemek kokusunu, belki yemek yaparken annenizin, eşinizin mırıldandığı bir şarkıyı, belki güne karışmış kuş seslerini, belki bir kapı gıcırtısını, damlatan bir musluğu... Ama o kayıt esnasında açık televizyonda bir dizi repliği, izlemekten bıktığınız bir deterjan reklamı da araya karışır.

Çocuğunuzu kucaklar, torununuzu sever, ya da derslerinize bir göz atmak istersiniz. Belki de günün heyecanı ile okulda yaşadığınız bir kaç anı günlüğünüze yazmak, bir kaç dize şiir bir dörtlük karalamak ama ne mümkün muhabbet kuşlarının bile cep telefonu melodisi gibi öttüğü bir ortamda birden cebinize gelen bir mesajla irkilirsiniz. Kim bilir hangi firmaya satılmış telefon numaranıza istenmeyen bir reklam, ya da hangi whatsapp grubundan duyarlılık mesajları..

Hani telefonu elinize almışken bir facebook hesabınıza, twitter ve instagram'a bakmadan geçemezsiniz. Siz bunu yaparken evdeki diğer bireyler de benzer şeyler yapmaktadır. O yüzden sohbetleriniz derinlik kazanamaz. Birinin içtenlikle anlattığını diğeri aklı telefonunda ya da televizyondaki bir reklamda olduğu için kaçırır.

Hele kuşak farkı olan yaşlılarla biriktirmeniz gereken çok daha değerli anılar bu reklam ve dijital bombardıman arasında silik birer ses olarak kalır.

Bu durum bir pikniğe gittiğinizde de peşinizi bırakmaz. Kapsama alanında olduğunuz sürece teknoloji sizin anılarınızı kaydetmenize imkân vermez. Üstelik de anılarınızı kaydetme iddiası ile "özçekim"ler yaparken. Mangalda tüten köfteyi anlamlı kılan damak tadınız değil "selfie"leriniz olur.
En iyi arkadaşınızla dostluğunuzu gösteren de yaşadıklarınız değil sahte gülümsemelerle çektiğiniz fotoğraflarınız.

Allah'tan ki beynimiz ne kadar yorulursa yorulsun bu tür verileri, yani sapla samanı ayrıştıracak güçtedir. Gereksiz olanları filtreler ve zamanın çöplüğüne yollar. Ancak o kadar yoğun bombardıman altındasınızdır ki, beyninizin kayıt esnasında veri alacağı gözleriniz kulaklarınız ve duygularınız ya televizyonda ya elinizdeki telefonda bilgisayarda kaybolup gitmiştir.

Teknoloji bununla da yetinmez, size sanal gözlüklerle sanal hikâyeler sunar. İzlediğiniz diziler filmler yetmez hayatınızı şekillendirmek için gerçeğe yakın sunumlarla aklınızı çeler. Böylece kaydetmeniz gereken anılar kaybedilir. Hatırlamakta güçlük çekmenize gerek yok çünkü beyninize onları kaydedecek fırsatı bile tanımamışsınızdır. Sohbetleriniz vardır, kelimeleriniz eksiktir. Kelimeleriniz vardır, hisler, duygular eksiktir.

Yapmayın. Elinizde fırsat varken içtiğiniz su, soluduğunuz hava gibi anılarınızı da saf ve duru kaydetmeye bakın. Sevdiklerinizle sohbet ederken kısa süreli de olsa telefonu elinizden bırakın televizyonu kapatın. Günde 15-20 dakika bile olsa arı duru zamanlar ayırın kendinize, ailenize sevdiklerinize...

Bunu yıllarca teknolojiyi ve teknolojik ürünleri yoğun olarak kullanmış birisi olarak söylüyorum. Sigarayı bir türlü bırakamayıp da sevdiklerine aman içmeyin diyen biri gibi, yol yakınken kendinize ve sevdiklerinize "duru zamanlar" ayırın. Ayırın ki anılarınız kaydedilsin. Hem de akıllı cihazlar tarafından bilmem kaç mega piksellik fotoğraflar olarak değil, kanlı canlı hisli, duygu yüklü zamanlar olarak...

Bunu kadınlara asla yapmayın

Hiç yorum yok:

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

KADINLARI UYUZ ETMENİN YOLLARI

1- Ödenecek herhangi bir elektrik su kredi taksidiniz varsa. asla bütün para vermeyin.. bozdurun.
2- Başka bir kadından asla söz etmeyin
3- Şiir olarak: seviyorum ama kimi/ çok güzel birisini diye başlayan akroştikli bir şiir bile okusalar pek  güzelmiş diyin
4- erotizm kokan bir sohbetin sonunda döviz kurları, küresel ısınma ve teröre ani geçiş yapmayın eli böğründe kalırsa fena söverler
5- Ad soyad sorsalar bile boy kilo sormayın
6- Oje sürüyorsa asla cinsel içerikli sohbete başlamayın
7-hoşlandığı bir şeyden hergün hoşlanacanı sanarak tekrarlamayın.
8- başka kadınlar iması ile kıskandırmayın. siz zararlı çıkarsınız
9-onlardan daha fazla ağlamayın. sevmezler
11-marul aldım yeriz çiçeğe ne gerek var demeyin. öküz sevgileri geçicidir.
12- iki eliniz kanda dahi olsa randevunuza geç gitmeyin...

Anonimlik de, bir yere kadar canım

Hiç yorum yok:
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?
Kim, beni nasıl bilmek isterse ben O'yum. Bu kadar ilkesizlik içinde, eskiden beri ilke edindiğim bir şey var. Bir insan beni nasıl tanıyorsa, kim olarak biliyorsa hiç itiraz etmeden kabullenirim. Yani bana "Mahmut amca" da dese "Ayşe teyze" de ben itiraz etmem ve hafızamın kenarına not ederim "İşte bu beni Mahmut diye bilen mal!"
Ne var yani bunda? deyip geçmeyin. Gerçek hayatta, özellikle küçük yerlerde ticarette çok işinize yarar.
Kapıdan biri girer gayet samimi:


-Naber Selami abi ya, ne zamandır görüşemiyoruz, bir çayını da içmedik çoktandır.
Sonra laf veresiye gelesiyeye veya bedava iş yaptırmaya gelir. Hatta o kadar ki "100süz" abimizin yanında arkadaşı varsa, sana kıyak çeker gibi yapıp; "-Selami abi bizdendir, çekinme bir ihtiyacın olursa, başka yere gitme, çek senet istemez" bla bla. Sanırsın müşteri buluyor sana. Sen adama güvenmiyorsun, adam sana kefil oluyor:)

Hal böyle olunca, bir çok insan nezdinde bir çok ismin oluyor. Ali, Veli, Selami ve tınmıyorsun, düzeltme ihtiyacı hissetmiyorsun. Yoksa kendinden başlayıp, cümle alemi düzeltmen lazım.

Gel zaman git zaman elin, kağıda kaleme gidiyor. Birşeyler karalıyorsun, şiir vs. Ancak mahalle baskısı evde başladığından babam kızar, annem ne der diye başlayan süreç, iyi kötü bir şeyler yazdığın mahalle gazetelerinde de mahlas (nick) kullanmaya itiyor seni. Neden? Doğru ama sert bir yazı yazarsın, konu, komşu, mahallin ileri gelenleri ne der. Ayıp olmasın, ona buna bla bla...

Böylece, doğduğunda en fazla üç tane olan adın (adın, 2nci adın, göbek adın) çoğalmaya başlıyor. Sonra internette çakma msn adresleri, yaa herkese de iş adresi verilmez ki ile başlayan, yeni mailler neticesinde bir de bakıyorsun ki, Sabri bey, Dursun bey, Ali bey, Veli bey oluvermişsin.

O nick senin, bu nick benim derken; bazen face'deki ya da twitterdeki Fake hesabından kendini arkadaş olarak ekliyorsun ve bir yerden sonra, durum işin içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor.
Msn adresini
herkese versen, tıpkı cep telini alıp, olur olmaz arayanlar gibi, ücretsiz danışma hattına dönüyorsun. Öte yandan yüzünü bile görmediğim, görmek istemediğim, görünce yolumu değiştirdiğim insanlar neden facebook'ta beni eklesin ki. Aynı coğrafi bölgedeki havayı soluyoruz diye düşünüyorsun.


Gayet masum niyetlerle başlayan bu yolculuk, bazen de "dur şuna bir ayak çekeyim", "şunu kafaya alayım", yaa ilk defa tanıdığım insana niye doğru adres vereyim, o patavatsızca istedi diye ben de vermeli miyim? şeklinde devam ediyor. Ardından bir bakıyorsunuz; kim kimdir, ben kimim, burası neresi durumları.

Geçen gün, eski bir müşteri temsilcisi arıyor, msn adresinden aklında kaldığı kadarıyla:
-Sabri bey ile görüşecektim. "-Yok" diyorum kendisi.

Bir başkası:
-İbrahim beyi soruyor.  "-Şehir dışına" gittiler.
-Dursun bey ile görüşecektik. "-Az önce" çıktı.
-Aydın bey nerdeler? "Toplantıda"
-Sizle görüşsek, siz kimdiniz?.
"-Ben yetkili değilim" Çaycıyım, hanımefendi. Mümkünse sonra arasanız.

Çok ortaklı şirkete döndüm anlayacağınız.
-Ben mi? kim miyim?
-Şşşt birader "ben kimdim" yahu?

Acemaşiran

Hiç yorum yok:


Sevgili günlük

kalkamam dedim ama zoruma gitti
biz eskiden böyle değildik ki
sabahları erken kalkar
sabahçı kahvelerinde fırından yeni çıkmış sıcacık pidenin yanında yudumlardık çaylarımızı


kalk dedim oğlum!
böyle olmaz uykuda olsa yenilmemen gerek
gerçi kuşlar da yardım etti kalkmam için
yine de elimde çalar saat öylece uyumuşum bir süre daha.


aslında sokağa çıkınca biraz mahcupdum
benden erkenciler vardı
zaten ben "hep erken yada geç kalırdım hayata."


şöyle bır adımlayayım kasabayı
sabah sabah şu tatlı su akan çeşmede
avuçlarıma tatlı bırkaç yudumda alayım senı kimseler yokken


hayret çarşıda eskiden sabahçı lokantaları açık olurdu.
ya, ben şimdi çorba içmeden mi gidip eve yatıcam.
yatmak mı yatmamam gerek
iyi de gece de uyumadım doğru dürüst
Olsun Türk milleti çalışkandır.


hımm bak buldum işte
elleri sarmısak temizliyor ustanın.
Sarmısak kokulu ellere umutsuz soruyorum
-usta çorban hazırlanmadı mı daha.
hazır hazır gel...


girdim içeri ocaktaki ne çorbası sormadım ki
yaz serınliği henüz ama içimi ısıtacak birşey olsun da.
Aa kelle geldı sirkeli terbiyeli
keşke yumurtayla da yapsaydı terbiyesini az da yanına biber turşusu
Allaah. klasik Türk mutfağı geyiği
Ağzı çorba kokan bir milletiz hala annem annem.


İşler nasıl usta diyorum,
ya dıyor kimse kalmadı ki sabah gelen
geçen yıla göre bile yarı yarıya azaldı. evet haklı
ben çorbamı içene kadar da kimse gelmedi
Ey halkım sabahları çorba içmiyormusun..
ben bıle içiyorum uyuma halkım
sen de uyuma can dost.


zaten üzgünüm kalkamam dedim diye.
uyan günlüğüm uyan.
kasabalı karabasanın geldi


şimdi çorbamızı içtik 5 lira verdim
usta geriye 3 çevirdi
demek ki sabah bir porsiyon çorba 2 lira
yine birşeyler öğrendin oğlum şanslısın ve de bahtiyar
1 bardak çay kaç para acaba? "sabah fiatı yani" onu da öğreniriz
iyi de sen nerden çıkardın sabahları çayın ve çorbanın fiatının değiştiğini.
Ne bileyim abi burası Türkiye.


selam verdim
kahvede 3-5 kişi. selamımı aldılar
ya bunlar hep ihtiyar delikanlı.
merhabaa dediler sıradan. merhaba abisi merhaba
ya ne güzel eskiden imrenirdim
ihtiyarlar kendı aralarında böyle yapardı.
Ama bana da dediler, bende mi ihtiyarladım acaba.


oysa ben
sabahleyin çiğ damlasını taze bahar kokusunu
kuş seslerini duymak ve birde seni*N*için uyandım


sabah baktımda 5 ila 9 arasında
koca bir 4 saat ben boşuna yaşamışım yıllardır
noldu bana ya...


neyse bir bardak çay kırk kuruşmuş
kasabalar da çay ucuz olur
hayatı gibi insanların
ya büyük şehirde yaşasam mesela İstanbul'da


Aslında bunlardan çok fazlasını da öğrendim
bir kere oduncu Ahmet ağa o odunları ihtiyaç ayaklarına kesip getirmiş
Üç yılda zor satmış. yoksa ticari dese izin vermezlermiş
üstelik traktörcü Hasan'ın da kendi kabahati
binlira yeter demiş nakliye, traktör başına
-kendi aptallığı az istedi dedi adam.
düşündüm adam haklı.


sonra şöyle birşey en son bir adam tutmuş
incecik incecik mangallık kıydırmış bir traktörünü kendine
üstelik işçi parasını bile oduncuya ödetmiş.
Ehlikeyf Hasan yahu çıtır çıtır odun
bence oduncu kesin haklı üstelik traktörcü de burda yok.


sonra biliyormusun
uçakları bağlarlarmış o kalın halatlarla rüzgar alıp gitmesin diye
Amerika'dan ne paralar verip geiırmişiz
iyi ki Amerika varmış.


ya kelebekleri neden bağlarlar?
O halatlarla bir kuyunun içine birşey bağlayıp atsan
elli sene sonra çektin mi sapasağlam çıkarırmış.
beni de böyle assana incir dalına.

hava çok rüzgarlı olursa üç halat bağlanıyor bir uçağa.
ben hep gemileri bağlarlar sanırdım
iskele babası derken başka babalar da görmek varmış nasipde


güzel sohbet yahu sevdim
elimde çayın üstü demir on kuruşla oynarken aklıma geldi.
bu gün ödemeler var para kazanmalıyım ben de.
iyi de sen niye aklıma geliyorsun?
gel tabi de ama uslu dur biraz.


Offffffff ! caddeler boş ama hava güzel.
kuşlara bak, yıllardır aynı güzel şarkı.
Bilmem ki hiç mi unutmazlar
bir kuş kaç yıl yaşar şiirannem.?


ya ben, sence ben kolay ölürmüyüm. hayalimdeyken sen...
Sabah sabah hüzün yok oğlum! düşün hele, uyuduğun zamana yazık.


sen klasik bır Türk'sün.
bir de Light ve Gold'u oluyor bunun
Light'ının sakalı ve bıyığı olmaz herhalde. Fatih Sultan Mehmet light mıydı gold mu. Ya, soft u o da olur mu ki. şşştt suss be güpegündüz düşüme girme
delii....  seni köfte hor seni.


bak dükkana doğru geldim kumrular selamladı yine
yuvadan yeni kalkmışlar
birazdan yavrular da uyanır
peki ama şurdakinin eşi nerde?


hımm evet gördüm o da birşeyler arıyor rızk endişesi işte
biraz ekmek kırıntısı mı alsaydım lokantadan cebime.
hadi be ağzın çorba kokar senin. şiir softtur oğlum.
ağzım ne kokacak supangle mi.
ne bileyim abi?


bak bu bir günlük öyküsü sabahın
sen her sabah erken kalksan neler yazarsın kımbilir.
öyle haklsın da gece uyuyamıyorum ki sensiz, sabah kalkayım.


son birşey daha öğrendim
bu traktörcü var ya abi
Sosyalistmiş.
Sosyalistler yaramaz abi
öyle dedi ihtiyar amcam sosyalistse at gitsin yaramaz
gerçi o da sende yürü İran'a diyormuş ama
Amcam diyor ki İran zaten hapı yutmuş
bu memleket İran olmaz ama İran bu memlekete benzeyebilirmiş bir gün.


İyi de İran'da mollalar sevmez mi abi!.
ki gencecik fidanları kessinler
Peki o zaman neden eski şiirler Farsça?
neden peki "Acemaşiran?"
...
ya Prag'da bahar..?



Sevgili günlük

kalkamam dedim ama zoruma gitti
biz eskiden böyle değildik ki
sabahları erken kalkar
sabahçı kahvelerinde fırından yeni çıkmış sıcacık pidenin yanında yudumlardık çaylarımızı


kalk dedim oğlum!
böyle olmaz uykuda olsa yenilmemen gerek
gerçi kuşlar da yardım etti kalkmam için
yine de elimde çalar saat öylece uyumuşum bir süre daha.


aslında sokağa çıkınca biraz mahcupdum
benden erkenciler vardı
zaten ben "hep erken yada geç kalırdım hayata."


şöyle bır adımlayayım kasabayı
sabah sabah şu tatlı su akan çeşmede
avuçlarıma tatlı bırkaç yudumda alayım senı kimseler yokken


hayret çarşıda eskiden sabahçı lokantaları açık olurdu.
ya, ben şimdi çorba içmeden mi gidip eve yatıcam.
yatmak mı yatmamam gerek
iyi de gece de uyumadım doğru dürüst
Olsun Türk milleti çalışkandır.


hımm bak buldum işte
elleri sarmısak temizliyor ustanın.
Sarmısak kokulu ellere umutsuz soruyorum
-usta çorban hazırlanmadı mı daha.
hazır hazır gel...


girdim içeri ocaktaki ne çorbası sormadım ki
yaz serınliği henüz ama içimi ısıtacak birşey olsun da.
Aa kelle geldı sirkeli terbiyeli
keşke yumurtayla da yapsaydı terbiyesini az da yanına biber turşusu
Allaah. klasik Türk mutfağı geyiği
Ağzı çorba kokan bir milletiz hala annem annem.


İşler nasıl usta diyorum,
ya dıyor kimse kalmadı ki sabah gelen
geçen yıla göre bile yarı yarıya azaldı. evet haklı
ben çorbamı içene kadar da kimse gelmedi
Ey halkım sabahları çorba içmiyormusun..
ben bıle içiyorum uyuma halkım
sen de uyuma can dost.


zaten üzgünüm kalkamam dedim diye.
uyan günlüğüm uyan.
kasabalı karabasanın geldi


şimdi çorbamızı içtik 5 lira verdim
usta geriye 3 çevirdi
demek ki sabah bir porsiyon çorba 2 lira
yine birşeyler öğrendin oğlum şanslısın ve de bahtiyar
1 bardak çay kaç para acaba? "sabah fiatı yani" onu da öğreniriz
iyi de sen nerden çıkardın sabahları çayın ve çorbanın fiatının değiştiğini.
Ne bileyim abi burası Türkiye.


selam verdim
kahvede 3-5 kişi. selamımı aldılar
ya bunlar hep ihtiyar delikanlı.
merhabaa dediler sıradan. merhaba abisi merhaba
ya ne güzel eskiden imrenirdim
ihtiyarlar kendı aralarında böyle yapardı.
Ama bana da dediler, bende mi ihtiyarladım acaba.


oysa ben
sabahleyin çiğ damlasını taze bahar kokusunu
kuş seslerini duymak ve birde seni*N*için uyandım


sabah baktımda 5 ila 9 arasında
koca bir 4 saat ben boşuna yaşamışım yıllardır
noldu bana ya...


neyse bir bardak çay kırk kuruşmuş
kasabalar da çay ucuz olur
hayatı gibi insanların
ya büyük şehirde yaşasam mesela İstanbul'da


Aslında bunlardan çok fazlasını da öğrendim
bir kere oduncu Ahmet ağa o odunları ihtiyaç ayaklarına kesip getirmiş
Üç yılda zor satmış. yoksa ticari dese izin vermezlermiş
üstelik traktörcü Hasan'ın da kendi kabahati
binlira yeter demiş nakliye, traktör başına
-kendi aptallığı az istedi dedi adam.
düşündüm adam haklı.


sonra şöyle birşey en son bir adam tutmuş
incecik incecik mangallık kıydırmış bir traktörünü kendine
üstelik işçi parasını bile oduncuya ödetmiş.
Ehlikeyf Hasan yahu çıtır çıtır odun
bence oduncu kesin haklı üstelik traktörcü de burda yok.


sonra biliyormusun
uçakları bağlarlarmış o kalın halatlarla rüzgar alıp gitmesin diye
Amerika'dan ne paralar verip geiırmişiz
iyi ki Amerika varmış.


ya kelebekleri neden bağlarlar?
O halatlarla bir kuyunun içine birşey bağlayıp atsan
elli sene sonra çektin mi sapasağlam çıkarırmış.
beni de böyle assana incir dalına.

hava çok rüzgarlı olursa üç halat bağlanıyor bir uçağa.
ben hep gemileri bağlarlar sanırdım
iskele babası derken başka babalar da görmek varmış nasipde


güzel sohbet yahu sevdim
elimde çayın üstü demir on kuruşla oynarken aklıma geldi.
bu gün ödemeler var para kazanmalıyım ben de.
iyi de sen niye aklıma geliyorsun?
gel tabi de ama uslu dur biraz.


Offffffff ! caddeler boş ama hava güzel.
kuşlara bak, yıllardır aynı güzel şarkı.
Bilmem ki hiç mi unutmazlar
bir kuş kaç yıl yaşar şiirannem.?


ya ben, sence ben kolay ölürmüyüm. hayalimdeyken sen...
Sabah sabah hüzün yok oğlum! düşün hele, uyuduğun zamana yazık.


sen klasik bır Türk'sün.
bir de Light ve Gold'u oluyor bunun
Light'ının sakalı ve bıyığı olmaz herhalde. Fatih Sultan Mehmet light mıydı gold mu. Ya, soft u o da olur mu ki. şşştt suss be güpegündüz düşüme girme
delii....  seni köfte hor seni.


bak dükkana doğru geldim kumrular selamladı yine
yuvadan yeni kalkmışlar
birazdan yavrular da uyanır
peki ama şurdakinin eşi nerde?


hımm evet gördüm o da birşeyler arıyor rızk endişesi işte
biraz ekmek kırıntısı mı alsaydım lokantadan cebime.
hadi be ağzın çorba kokar senin. şiir softtur oğlum.
ağzım ne kokacak supangle mi.
ne bileyim abi?


bak bu bir günlük öyküsü sabahın
sen her sabah erken kalksan neler yazarsın kımbilir.
öyle haklsın da gece uyuyamıyorum ki sensiz, sabah kalkayım.


son birşey daha öğrendim
bu traktörcü var ya abi
Sosyalistmiş.
Sosyalistler yaramaz abi
öyle dedi ihtiyar amcam sosyalistse at gitsin yaramaz
gerçi o da sende yürü İran'a diyormuş ama
Amcam diyor ki İran zaten hapı yutmuş
bu memleket İran olmaz ama İran bu memlekete benzeyebilirmiş bir gün.


İyi de İran'da mollalar sevmez mi abi!.
ki gencecik fidanları kessinler
Peki o zaman neden eski şiirler Farsça?
neden peki "Acemaşiran?"
...
ya Prag'da bahar..?

Sarılıp öpsen olmaz

3 yorum:

Sağdan saysan 29 soldan saysan 29.
bir kaç ingilizce harf de kullanıyoruz. toplasan 32 dişin kadar harfin var işte kullandığın. smileyleri ekle. biraz inilti, of puf ses efekti.. şşşş ler oha ve çüşş...leri de eklesen yok işte neticede eldeki malzeme bu.

iki harfi yanyana getirip hece, hecelerden bilmece yapıyoruz. eski günlerdeki hece tabloları gibi sen ab diyorsun ben ba veya her ikimizde ma_ma diyoruz mecburen. hece tablosunun yasaklı ilk hecesi yüzünden. üç harflilere geliyor sonra sıra al_lar artık mor oluyor. sen rom diyorsun ben pis sarhoş diye sırıtıyorum. cin gibi nic ler buluyoruz. yarı türkçe yarı ingilizcemizle..
sonra sen kelimelere anlam katmaya başlıyorsun. aşk diyorsun birdenbire kelimeler tutuşuyor dilinde. ben kekeliyorum sev_gi de kalıyorum. sonra kuş dilince be_ge ne_gen se_ge ni_gi....
böyle sürüyor dilimizde kelimelerin yolculuğu...
cümleler çıkıyor ortaya ardından. havadan sudan ve Sudan'dan konuşabiliyoruz böylece.

bir fırsatını bulup sonra sarılıyorum sana harf harf hece hece cümlelerimle . gündüz ve her gece kollarıma ve koynuma alıyorum...
yağmur yağıyor diyorsun, hava soğuk diyorsun ve üşüyorsun... ısıtmayı diliyorum. uf! o luyorum....

böyle kalmıyor. herkesle konuşuyoruz yanıbaşımızdakinden başlayarak. hal hatır soruyoruz. birbirimizi öğreniyoruz. oturduğumuz semtleri. caddeleri sokakları. blog oluyoruz sonra okunuyoruz. roman öykü ve şiir. kelimeler kelimeler kelimeler...

oysa ne kadar kolay bir sen olsak bu dünyada ve bir ben 1D olmasa mesafeler.

kelimelere de ihtiyaç duymazdık seslere de. hatta gözlerimizi de kapardık karanlık gecelerde bile.
nefesin yeterdi...
ellerin yeterdi
kokun yeterdi
dokun yeterdi...
ama gel gör ki şimdi...

hal hatır sormak için bile seni sokak ortasında (kelimesiz) sarılıp öpsemmm olmaz....
not: niye öpemicekmişsin diyen sayın okuyucu.
aslında bu yazının konusu insanın kelimelere ihtiyaç duymadığı kurgusal bir dünyada sadece dokunarak iletişim kurması üzerine bir kurmacaydı... ve sarılıp öpsem olmaz ifadesi kadın erkek farketmeden herhangi bir insanla dokunarak iletişim kurmak üzerine söylenmişti. ancak romantizm ağır bastı ve yazı romantizmin kurbanı oldu. siz bi de öbür türlü kurgulandığını düşünüverin bi zahmet...

Sağdan saysan 29 soldan saysan 29.
bir kaç ingilizce harf de kullanıyoruz. toplasan 32 dişin kadar harfin var işte kullandığın. smileyleri ekle. biraz inilti, of puf ses efekti.. şşşş ler oha ve çüşş...leri de eklesen yok işte neticede eldeki malzeme bu.

iki harfi yanyana getirip hece, hecelerden bilmece yapıyoruz. eski günlerdeki hece tabloları gibi sen ab diyorsun ben ba veya her ikimizde ma_ma diyoruz mecburen. hece tablosunun yasaklı ilk hecesi yüzünden. üç harflilere geliyor sonra sıra al_lar artık mor oluyor. sen rom diyorsun ben pis sarhoş diye sırıtıyorum. cin gibi nic ler buluyoruz. yarı türkçe yarı ingilizcemizle..
sonra sen kelimelere anlam katmaya başlıyorsun. aşk diyorsun birdenbire kelimeler tutuşuyor dilinde. ben kekeliyorum sev_gi de kalıyorum. sonra kuş dilince be_ge ne_gen se_ge ni_gi....
böyle sürüyor dilimizde kelimelerin yolculuğu...
cümleler çıkıyor ortaya ardından. havadan sudan ve Sudan'dan konuşabiliyoruz böylece.

bir fırsatını bulup sonra sarılıyorum sana harf harf hece hece cümlelerimle . gündüz ve her gece kollarıma ve koynuma alıyorum...
yağmur yağıyor diyorsun, hava soğuk diyorsun ve üşüyorsun... ısıtmayı diliyorum. uf! o luyorum....

böyle kalmıyor. herkesle konuşuyoruz yanıbaşımızdakinden başlayarak. hal hatır soruyoruz. birbirimizi öğreniyoruz. oturduğumuz semtleri. caddeleri sokakları. blog oluyoruz sonra okunuyoruz. roman öykü ve şiir. kelimeler kelimeler kelimeler...

oysa ne kadar kolay bir sen olsak bu dünyada ve bir ben 1D olmasa mesafeler.

kelimelere de ihtiyaç duymazdık seslere de. hatta gözlerimizi de kapardık karanlık gecelerde bile.
nefesin yeterdi...
ellerin yeterdi
kokun yeterdi
dokun yeterdi...
ama gel gör ki şimdi...

hal hatır sormak için bile seni sokak ortasında (kelimesiz) sarılıp öpsemmm olmaz....
not: niye öpemicekmişsin diyen sayın okuyucu.
aslında bu yazının konusu insanın kelimelere ihtiyaç duymadığı kurgusal bir dünyada sadece dokunarak iletişim kurması üzerine bir kurmacaydı... ve sarılıp öpsem olmaz ifadesi kadın erkek farketmeden herhangi bir insanla dokunarak iletişim kurmak üzerine söylenmişti. ancak romantizm ağır bastı ve yazı romantizmin kurbanı oldu. siz bi de öbür türlü kurgulandığını düşünüverin bi zahmet...

Çekip gidesim var dünyanızdan

Hiç yorum yok:
Ne kadar zamandır spor yapmadım bilmiyorum. Kıç üstü oturmaktan kıçım, belim, boynum omuzun ağrıdığından olsa gerek spor yapayım hadi biraz dedim. Üstüne biraz ev işleri. Duş aldım yağmurda sokağa çıktım. Gece uyuyamadım, ağrıdan. Sabah boğazlarım şişmiş ne kadar güzel dimi bloğcuğum.

Masaüstü pclerde piyasadan çekildi. Artık bir pc tamiri için bile yerinden kalkmayacak kıçımız. İşyerinde her şeyi birbirinden uzağa koymaya başladım. Kahveci diafonunu söktüm. Gidip kendim söyleyeyim. Kilo almamam lazım. Noluyoruz be. Oturduğumuz yerde çürüyeceğiz bu gidişle..

Kasabada dolaşamıyorum. Dışarı çıkıyorum. Şu herifin 3 senedir, bu itin 5 senedir borcu var diyorum gördükçe insanları asabım bozuluyor. Hala açık hesap veresiye almak için uğraşan insanlar var. Onlar öpe öpe bıkmadılar, ben söve söve yoruldum. Rüyama bile giriyorlar blogcuğum yani, düşün...

Duygusalım. Çocukluktan beri Türk filmi izlemenin getirisi işte. Bünye gözü yaşlı birini görünce dayanamıyor. Göz göre göre dilencilere, dolandırıcılara kanıyorum. Birisini sevsem, üzülüp ağlıyorum. Haberlere baksam, kötü birşey izlesem günlerce aklıma takılıp kalıyor. Bir erkek için çok da takdir edilecek bir durum değil. Daha sert, daha katı olmazsan hayatta başarıyı elde etmek zor. Elini vicdanına değil başka yerine koyacaksın. Anladım ben onu anladım.

Dünyada yarım kalmış projeler arasında Guinness rekorlar kitabına girecek bir potansiyele sahibim. Manyak beynim sürekli projeler üretiyor ama birini bile doğru düzgün hayata geçirebildiğim yok. Yine de taslak aşamalarını bitirip, hayata geçirme aşamasına kadar geliyorum. Sonra içimdeki suikastçı devreye giriyor. Mazeretler üretiyor. Zorlukları daha işe başlamadan önüme koyuyor ve bir bakıyorum ki ben işi süründürürken birisi o projenin bir benzerini hayata geçirmiş. Kime söveyim kendimden başka.


Maymun iştahlıyım. Tutkuyla bağlandığım işler, hobiler hatta aşklardan bile bıkabiliyorum. Hele bir de içimin almadığı sindiremediğim bir şey olursa tamamen sıdkım sıyrılıyor. Bir gün önce başımın üstünde taşıdıklarımı hiç bir zaman ayağımın altına almasam da, oracığa bırakıp gidiveriyorum. Ölümüne bağlı olduğumu sandığım arzu, heva ve hevesler tükeniveriyor bir anda. 3 fakülteden sadece birini bitirebildim desem ne demek istediğim anlaşılır sanırım.


Uyuşuğum, uyuzum. Aklımla çalışmayı seviyorum. Zekâmla para kazanmayı. Az iş yapıp, çok kazamasam da mutlu oluyorum. Tozlu raflara, kirli camlara bön bön bakıp elim bir toz bezine gitmiyor. Ajandamdaki notlara bakıp, bakıp bir tanesini dahi yapmıyorum. Çok saldım bu ara kendimi çook. Sanırım ihtiyarlıyorum.

Hırsım yok. Hayatta belki başarısızlıklardan olsa gerek, yeniden deneyip, yine yenilmeye gücüm yok gibi hissediyorum artık. Kolay başarıları sevmesem de yenil, yenil, yenil de nereye kadar. Park yeri arayıp, oradan oraya çekmek zorunda kalmaktansa arabamı sattım. Zaten gideceğim her yere yürüyerek gidebiliyorum. Neden bir de araç kullanayım. Dahası otomobil kullanmak hiç zevk olmadı benim için. Yan koltukta yatar giderim daha iyi:)


İçimde giderek toprakla uğraşma isteği artıyor. Kapatsam laptopu, üzerimdeki tembelliği atsam, gündemi düşünmesem, çıplak ayakla toprağa bassam.  Bir şeyler ekip biçsem. Bir iki kuzu, dağ evi, kuşlar çiçekler böcekler ooo, lalalaa... Bahar mı geliyor.

Aşk yeniden.
Şiir..............................?


Can Bonomo - "Ban Bir Saz Verin" ile musicplay
Ne kadar zamandır spor yapmadım bilmiyorum. Kıç üstü oturmaktan kıçım, belim, boynum omuzun ağrıdığından olsa gerek spor yapayım hadi biraz dedim. Üstüne biraz ev işleri. Duş aldım yağmurda sokağa çıktım. Gece uyuyamadım, ağrıdan. Sabah boğazlarım şişmiş ne kadar güzel dimi bloğcuğum.

Masaüstü pclerde piyasadan çekildi. Artık bir pc tamiri için bile yerinden kalkmayacak kıçımız. İşyerinde her şeyi birbirinden uzağa koymaya başladım. Kahveci diafonunu söktüm. Gidip kendim söyleyeyim. Kilo almamam lazım. Noluyoruz be. Oturduğumuz yerde çürüyeceğiz bu gidişle..

Kasabada dolaşamıyorum. Dışarı çıkıyorum. Şu herifin 3 senedir, bu itin 5 senedir borcu var diyorum gördükçe insanları asabım bozuluyor. Hala açık hesap veresiye almak için uğraşan insanlar var. Onlar öpe öpe bıkmadılar, ben söve söve yoruldum. Rüyama bile giriyorlar blogcuğum yani, düşün...

Duygusalım. Çocukluktan beri Türk filmi izlemenin getirisi işte. Bünye gözü yaşlı birini görünce dayanamıyor. Göz göre göre dilencilere, dolandırıcılara kanıyorum. Birisini sevsem, üzülüp ağlıyorum. Haberlere baksam, kötü birşey izlesem günlerce aklıma takılıp kalıyor. Bir erkek için çok da takdir edilecek bir durum değil. Daha sert, daha katı olmazsan hayatta başarıyı elde etmek zor. Elini vicdanına değil başka yerine koyacaksın. Anladım ben onu anladım.

Dünyada yarım kalmış projeler arasında Guinness rekorlar kitabına girecek bir potansiyele sahibim. Manyak beynim sürekli projeler üretiyor ama birini bile doğru düzgün hayata geçirebildiğim yok. Yine de taslak aşamalarını bitirip, hayata geçirme aşamasına kadar geliyorum. Sonra içimdeki suikastçı devreye giriyor. Mazeretler üretiyor. Zorlukları daha işe başlamadan önüme koyuyor ve bir bakıyorum ki ben işi süründürürken birisi o projenin bir benzerini hayata geçirmiş. Kime söveyim kendimden başka.


Maymun iştahlıyım. Tutkuyla bağlandığım işler, hobiler hatta aşklardan bile bıkabiliyorum. Hele bir de içimin almadığı sindiremediğim bir şey olursa tamamen sıdkım sıyrılıyor. Bir gün önce başımın üstünde taşıdıklarımı hiç bir zaman ayağımın altına almasam da, oracığa bırakıp gidiveriyorum. Ölümüne bağlı olduğumu sandığım arzu, heva ve hevesler tükeniveriyor bir anda. 3 fakülteden sadece birini bitirebildim desem ne demek istediğim anlaşılır sanırım.


Uyuşuğum, uyuzum. Aklımla çalışmayı seviyorum. Zekâmla para kazanmayı. Az iş yapıp, çok kazamasam da mutlu oluyorum. Tozlu raflara, kirli camlara bön bön bakıp elim bir toz bezine gitmiyor. Ajandamdaki notlara bakıp, bakıp bir tanesini dahi yapmıyorum. Çok saldım bu ara kendimi çook. Sanırım ihtiyarlıyorum.

Hırsım yok. Hayatta belki başarısızlıklardan olsa gerek, yeniden deneyip, yine yenilmeye gücüm yok gibi hissediyorum artık. Kolay başarıları sevmesem de yenil, yenil, yenil de nereye kadar. Park yeri arayıp, oradan oraya çekmek zorunda kalmaktansa arabamı sattım. Zaten gideceğim her yere yürüyerek gidebiliyorum. Neden bir de araç kullanayım. Dahası otomobil kullanmak hiç zevk olmadı benim için. Yan koltukta yatar giderim daha iyi:)


İçimde giderek toprakla uğraşma isteği artıyor. Kapatsam laptopu, üzerimdeki tembelliği atsam, gündemi düşünmesem, çıplak ayakla toprağa bassam.  Bir şeyler ekip biçsem. Bir iki kuzu, dağ evi, kuşlar çiçekler böcekler ooo, lalalaa... Bahar mı geliyor.

Aşk yeniden.
Şiir..............................?


Can Bonomo - "Ban Bir Saz Verin" ile musicplay

2011 yılı hesap özeti

Hiç yorum yok:

Bendeniz uzun yıllardır yeni yılı bırak kutlamayı çekirdek çıtlatarak bile girmem. Hesap kitap yaparım yılın son ayında hayata dair. İşlere dair. Son hafta bu daha da artar. Ne kazandık, ne kaybettik. Neler oldu neler geldi, kimler geçti gitti. Size de tavsiye ederim. İçip, sıçıp ne kadar rezil olursak o kadar iyi demekten iyidir.

Öncelikle memleketin hali ekonomi hariç pek de hoşuma gitmiyor. Mazallah dış düşman sayısı arttı. Sıfır sorun politikası başına 1 eklenip en az 10 olmuş durumda. Terör belası ile mücadele derken, 30-40 g.doğulu vatandaşımızı bombalamamızın şoku ise hepimizin üzerinde. Tabi bu şok geçince anlıyoruz ki vatandaşlarımız kaçakçı imiş, buna göz yumuluyormuş geçim kaynakları yok diye. Düşünmesi bile üzücü, can sıkıcı.

Net alemi blogdan face'ye ordan twittere doğru akıyor. Ben TV programlarında twitter adresleri görmek dışında pek birşey anlamıyorum hala twitterden. İhtimal ki öyle de ölüp gidicem. Napim bir yanım da eksik kalsın. Face ve blog mesajlarım oraya otomatik gidiyor zaten. Üzücü ama blog dünyası kan kaybediyor, su üstüne yazılan yazılar daha rağbet görüyor.

İşler, güçler dersen ülkemiz acayip kalkınıyormuş ama nedense bu bana pek yansımıyor. Kötü giderken acayip kalın yansırdı. Her krizde bir yerime batmış kıymık izleri var. Yara, bereleri de saracağız ama bankacılık sektörünün hiç arkamızı boş bıraktığı yok ki. Buna bir de telekom sektörünü eklemek gerek. Şimdi elektrik sektörü de sıraya girmiş durumda. Hepimizi öpen öpene, yeni yıllarda bu ilişkiden doğacak çocukların babaları belli olmayacak bu gidişle.

Yaş ilerliyor. Henüz romatizmalarım azmadı ama romantizm cephesinde biraz azalma var. Hayata daha mı gerçekçi bakıyorum bugünlerde bilmem. Şiir miir yazamıyorum mesela. Güzel aşk, meşk sözleri gelip gidiyor bazen. O da muhatabına ulaşmadan havada asılıp kalıyor.

Karın doyuran işlere doğru bir meyil var bende. Giderayak paracı bir moruk olup çıkmaktan korkuyorum. Bu yılbaşında kimse bilet almasın diye bir sürü umut kırıcı mesaj yazdım Face'de. Bana çıkçak siz almayın diye. Umarım MP beni dava etmez:)) Zaten bana çıkarsa da yarısını Face arkadaşlarıma dağıtacağımı söylemiştim. Bazıları bilet almayı unuttuğumu duyarlarsa çok kızacaklar:)

Kilo veremiyorum. Sağlıklı bir bünye için vermek şartmış ama bu yaştan sonra cinsel tercihimi mi değiştireyim canım. Veremiyorum işte. Eskiden olsa veresiye bile verirdim. Ona güven buna güven, ne satarsan sat alan geri gelmiyor. Artık veresiyeyi de kestik. Yeni yılın ilk icraatı dükkana bir veresiye verilmez yazısı asmak olacak. 

Yarım kalmış bir sürü blog yazım var. Yeni yılda gaza gelir, bir heyecanla belki hepsini tamamlarım. Belki de bu iştahsızlıkla sürünür dururlar bir gün bu adam bize ne zaman bir el atıp yazacak diye.


Hayatta en kötü şey, umutsuzluk, heyecansızlık, yeni birşeyler yapma arzusunu yitirmek. Zaman geçtikçe de ruh haliniz o oluyor zaten. Hatta bazen hayatın size yüklediği dertler sıkıntılar bile ona tutunmak için bir ilaç gibi gelebiliyor. En azından başınızdan atmanız gereken bir derdiniz sizi meşgul ediyor.

Yeni bir yıl, bir bebek, bir genç kız ya da erkek ile temsil edilir. Buyursun gelsin hoşgelsin. Biliyoruz olay bir takvim hareketinden ibaret. Duvardaki takvimi değiştireceğiz hepsi o. Bugün ne ise yarın da o olacak. Ancak özel günlerin, gecelerin icad edilmesinin kapitalist beklentiler dışında, insan ruhunda bir tazelenme, hayata tutunma gibi işlevleri de olduğu aşikar.

O zaman buyursun gelsin arkadaşımız. Nasıl olsa birlikte 365gün geçireceğiz. Şimdilik başımızın üstünde yeri var. Zaten zaman geçtikçe, o başımızdan    aşağı inip bizi kucağına oturtacak.


Hamiş: Küçük bir not da Yeni yıl kutlamalarına karşı olup, Mekke'nin fethini bazen rumi, bazen miladi, bazen hicri takvime göre bu işe bahane etmek isteyen kardeşlere; Gidin evinize yatın kardeşim...

Bendeniz uzun yıllardır yeni yılı bırak kutlamayı çekirdek çıtlatarak bile girmem. Hesap kitap yaparım yılın son ayında hayata dair. İşlere dair. Son hafta bu daha da artar. Ne kazandık, ne kaybettik. Neler oldu neler geldi, kimler geçti gitti. Size de tavsiye ederim. İçip, sıçıp ne kadar rezil olursak o kadar iyi demekten iyidir.

Öncelikle memleketin hali ekonomi hariç pek de hoşuma gitmiyor. Mazallah dış düşman sayısı arttı. Sıfır sorun politikası başına 1 eklenip en az 10 olmuş durumda. Terör belası ile mücadele derken, 30-40 g.doğulu vatandaşımızı bombalamamızın şoku ise hepimizin üzerinde. Tabi bu şok geçince anlıyoruz ki vatandaşlarımız kaçakçı imiş, buna göz yumuluyormuş geçim kaynakları yok diye. Düşünmesi bile üzücü, can sıkıcı.

Net alemi blogdan face'ye ordan twittere doğru akıyor. Ben TV programlarında twitter adresleri görmek dışında pek birşey anlamıyorum hala twitterden. İhtimal ki öyle de ölüp gidicem. Napim bir yanım da eksik kalsın. Face ve blog mesajlarım oraya otomatik gidiyor zaten. Üzücü ama blog dünyası kan kaybediyor, su üstüne yazılan yazılar daha rağbet görüyor.

İşler, güçler dersen ülkemiz acayip kalkınıyormuş ama nedense bu bana pek yansımıyor. Kötü giderken acayip kalın yansırdı. Her krizde bir yerime batmış kıymık izleri var. Yara, bereleri de saracağız ama bankacılık sektörünün hiç arkamızı boş bıraktığı yok ki. Buna bir de telekom sektörünü eklemek gerek. Şimdi elektrik sektörü de sıraya girmiş durumda. Hepimizi öpen öpene, yeni yıllarda bu ilişkiden doğacak çocukların babaları belli olmayacak bu gidişle.

Yaş ilerliyor. Henüz romatizmalarım azmadı ama romantizm cephesinde biraz azalma var. Hayata daha mı gerçekçi bakıyorum bugünlerde bilmem. Şiir miir yazamıyorum mesela. Güzel aşk, meşk sözleri gelip gidiyor bazen. O da muhatabına ulaşmadan havada asılıp kalıyor.

Karın doyuran işlere doğru bir meyil var bende. Giderayak paracı bir moruk olup çıkmaktan korkuyorum. Bu yılbaşında kimse bilet almasın diye bir sürü umut kırıcı mesaj yazdım Face'de. Bana çıkçak siz almayın diye. Umarım MP beni dava etmez:)) Zaten bana çıkarsa da yarısını Face arkadaşlarıma dağıtacağımı söylemiştim. Bazıları bilet almayı unuttuğumu duyarlarsa çok kızacaklar:)

Kilo veremiyorum. Sağlıklı bir bünye için vermek şartmış ama bu yaştan sonra cinsel tercihimi mi değiştireyim canım. Veremiyorum işte. Eskiden olsa veresiye bile verirdim. Ona güven buna güven, ne satarsan sat alan geri gelmiyor. Artık veresiyeyi de kestik. Yeni yılın ilk icraatı dükkana bir veresiye verilmez yazısı asmak olacak. 

Yarım kalmış bir sürü blog yazım var. Yeni yılda gaza gelir, bir heyecanla belki hepsini tamamlarım. Belki de bu iştahsızlıkla sürünür dururlar bir gün bu adam bize ne zaman bir el atıp yazacak diye.


Hayatta en kötü şey, umutsuzluk, heyecansızlık, yeni birşeyler yapma arzusunu yitirmek. Zaman geçtikçe de ruh haliniz o oluyor zaten. Hatta bazen hayatın size yüklediği dertler sıkıntılar bile ona tutunmak için bir ilaç gibi gelebiliyor. En azından başınızdan atmanız gereken bir derdiniz sizi meşgul ediyor.

Yeni bir yıl, bir bebek, bir genç kız ya da erkek ile temsil edilir. Buyursun gelsin hoşgelsin. Biliyoruz olay bir takvim hareketinden ibaret. Duvardaki takvimi değiştireceğiz hepsi o. Bugün ne ise yarın da o olacak. Ancak özel günlerin, gecelerin icad edilmesinin kapitalist beklentiler dışında, insan ruhunda bir tazelenme, hayata tutunma gibi işlevleri de olduğu aşikar.

O zaman buyursun gelsin arkadaşımız. Nasıl olsa birlikte 365gün geçireceğiz. Şimdilik başımızın üstünde yeri var. Zaten zaman geçtikçe, o başımızdan    aşağı inip bizi kucağına oturtacak.


Hamiş: Küçük bir not da Yeni yıl kutlamalarına karşı olup, Mekke'nin fethini bazen rumi, bazen miladi, bazen hicri takvime göre bu işe bahane etmek isteyen kardeşlere; Gidin evinize yatın kardeşim...

Kitapsız

Hiç yorum yok:
Kendimi bildim bileli birşeyler yazıyorum. 
Yazıyorum
dedimse sadece internet alemini ve blogları kasdetmiyorum. Yazıyorum diye kızıldığı, o yüzden yorganı tepemden çekip kör karanlıkta şiirler karaladığım ergenlik günlerinden beri. Mahalli gazetelerde köşe yazarlığı yaptığım günlerden beri... yazıyorum işte.

İlk şiir kitabımı arkadaşlarla (1987)'de bastıktan sonra, birisi gelip üste para vermedikçe kitap basmamaya and içmiştim. Çok şükür o da oldu. Geçenlerde severek katkıda bulunduğum  yakında 2.baskısı da yapılacak bir kitap için küçük de olsa telif ücreti aldım. Demek ki artık baskıyı bekleyen TİO külliyatı için birşeyler yapma zamanı geldi.

Bloggerlerin kitap bastırması malum günümüzün modası. Ancak blog yazılarından derlermiş bir kitabı insanlara "alın kitap yazdım" diyerek sunmak "HBBA" dostumuzun da dediği gibi pek de ilginç gelmiyor bana. Yazılarımın bir kısmını blog yazma olaylarından önce gazete köşelerinde yayınladığımdan olsa gerek, derli toplu bir çalışma olarak elimde bulunmasını da istiyorum.

Okunur, okunmaz alınır alınmaz açıkçası çok da önemsediğimi söyleyemem. Ancak madem ki yazıyoruz, madem ki üretiyoruz. Hoş bir sada'yı samanlı kağıt kokuları arasında da sunmak gerek.

Allah kimseyi kitapsız bırakmasın. Zihnimdeki ilk adım bir şiir, bir de köşe yazılarımdan derlenmiş kitap ile okuyucunun karşısına, elini uzattığında bulabileceği raflardan birine çıkmak. İmza gününde sıkıntı ve izdiham olmasın diye kitabın ilk sayfasını MKA  formatında imzalı olarak sunmayı düşünüyorum. O yüzden telaşa gerek yok. Şimdiden ayırtmak için yayınevlerini rahatsız etmenize de.

Ebat konusunda ise en azından satılmadığında, kuruyemişçilerde ayçiçeği külahı yapmaya uygun bir ebat düşünmeli ki; kağıt israfı olmasın. Kapağını geri dönüşümlü kağıttan seçmeli. Hatta arka yaprakları boş bırakıp, okuyucunun ilerde yemek tarifi veya notlar alabilmesi için müsvedde olarak kullanmasına imkân tanımalı.

Sanırım abarttım. Ben bastırayım da siz ne yaparsanız yapın canım. İster alın atın, isterse arada çıkarıp okursunuz, artık orası size kalmış. Ciddi fiyatlarla satılan kitaplardan gelen telif ücretlerinin komikliğini gördükten sonra, kitabımın ücretini de 1 TL yapıp bakkallarda, marketlerde sakız gibi para üstü niyetine vermek de, tiraj açısından iyi bir fikir olabilir.

Tamam tamam, sustum:)))))
Kendimi bildim bileli birşeyler yazıyorum. 
Yazıyorum
dedimse sadece internet alemini ve blogları kasdetmiyorum. Yazıyorum diye kızıldığı, o yüzden yorganı tepemden çekip kör karanlıkta şiirler karaladığım ergenlik günlerinden beri. Mahalli gazetelerde köşe yazarlığı yaptığım günlerden beri... yazıyorum işte.

İlk şiir kitabımı arkadaşlarla (1987)'de bastıktan sonra, birisi gelip üste para vermedikçe kitap basmamaya and içmiştim. Çok şükür o da oldu. Geçenlerde severek katkıda bulunduğum  yakında 2.baskısı da yapılacak bir kitap için küçük de olsa telif ücreti aldım. Demek ki artık baskıyı bekleyen TİO külliyatı için birşeyler yapma zamanı geldi.

Bloggerlerin kitap bastırması malum günümüzün modası. Ancak blog yazılarından derlermiş bir kitabı insanlara "alın kitap yazdım" diyerek sunmak "HBBA" dostumuzun da dediği gibi pek de ilginç gelmiyor bana. Yazılarımın bir kısmını blog yazma olaylarından önce gazete köşelerinde yayınladığımdan olsa gerek, derli toplu bir çalışma olarak elimde bulunmasını da istiyorum.

Okunur, okunmaz alınır alınmaz açıkçası çok da önemsediğimi söyleyemem. Ancak madem ki yazıyoruz, madem ki üretiyoruz. Hoş bir sada'yı samanlı kağıt kokuları arasında da sunmak gerek.

Allah kimseyi kitapsız bırakmasın. Zihnimdeki ilk adım bir şiir, bir de köşe yazılarımdan derlenmiş kitap ile okuyucunun karşısına, elini uzattığında bulabileceği raflardan birine çıkmak. İmza gününde sıkıntı ve izdiham olmasın diye kitabın ilk sayfasını MKA  formatında imzalı olarak sunmayı düşünüyorum. O yüzden telaşa gerek yok. Şimdiden ayırtmak için yayınevlerini rahatsız etmenize de.

Ebat konusunda ise en azından satılmadığında, kuruyemişçilerde ayçiçeği külahı yapmaya uygun bir ebat düşünmeli ki; kağıt israfı olmasın. Kapağını geri dönüşümlü kağıttan seçmeli. Hatta arka yaprakları boş bırakıp, okuyucunun ilerde yemek tarifi veya notlar alabilmesi için müsvedde olarak kullanmasına imkân tanımalı.

Sanırım abarttım. Ben bastırayım da siz ne yaparsanız yapın canım. İster alın atın, isterse arada çıkarıp okursunuz, artık orası size kalmış. Ciddi fiyatlarla satılan kitaplardan gelen telif ücretlerinin komikliğini gördükten sonra, kitabımın ücretini de 1 TL yapıp bakkallarda, marketlerde sakız gibi para üstü niyetine vermek de, tiraj açısından iyi bir fikir olabilir.

Tamam tamam, sustum:)))))

Çok sıkıştım, kasetim geldi

Hiç yorum yok:

Kamera hazır mı, kayıtta mıyız. OK!
Birazdan sevişicem hadi bakalım hayırlısı. Gelecek seçimlerde aday adayıyım. İyi çıksın görüntüler ona göre. Artık meşhur olmanın yolu IMÇ'de kaset çıkarmaktan değil, seçim zamanı ortaya dökülen seks kasetlerinden geçiyor...


Ankara'dan Melda, Buse, Naz ve Öykü hanımlar SPA- Harem masajı için SPAM mail göndermişler. Üstelik 50 tl gibi bir fiyata sabun kese ve VCD dahil. DVD'de istersek fark isterler mi bilmem. Ayrıntılar şöyle devam ediyor. "DİGER SALONLARDAKI GIBI ŞİŞKO PORSUMUZ KIZLARIMIZ YOKTUR YAŞLARI 20-23-29.VE SON DERECE BAKIMLI KIZLARDIR " Ne diyeyim ben almim ama alana da mani olmim. Allah çarşınıza göre pazar versin.

Seçimler yaklaştıkça belaltına vurma modası başladı. Farkındasınızdır. Hele bazıları kraldan çok kralcı oldular. Oysa işin sonunun nerelere gidebileceğinin farkında bile değiller. Onun için naçizane diyorum ki. "H
içbir iktidar gücünün viagrası olmayın. körü körüne desteklediğiniz her iktidar sahibi siz dahil herkesi düzeltme hakkını kendinde görmeye başlar. Sizin sayenizde..."

O yüzden siz siz olun, bilip bilmediğiniz insanlara takılmayın. Hele hele siyasi istikbal peşindeyseniz uçkurunuzun ayarı ile hiç oynamayın. sonunda kasetiniz çıkıyor bir şekilde. Ayrıca size sunum yapan o tip arkadaşlarınızın dost, kanki falan değil düpedüz pezevenklik mesleğini ifa ettiklerini düşünürseniz daha sağlıklı adımlar atarsınız. Yani kısaca aklınızda bulunsun "Bırakın kurtla kuzuyu, koyunların, kuzuların kardeş değil kalleş olduğu bir dünya bu, ne koynuna almaya geliyor koyununu ne de yavrum, kuzum deyip sevmeye geliyor tanıyıp bilmediğin birini..."


Bahar geldi gelecek derken, kış uzatmaları oynuyor ve vücutlar uyuşukluk, rehavet, melankoli içinde yoğruluyor. Bu arada biz de blog yazmasak da, bir kaç söz demişiz sağda solda.. Buyrun okuyalım.

-Sokakları süpüren rüzgar, dükkana çikolata ambalajlarını sokuyorsun. sonra her gören ben yedim sanıyor. yapma bunu...


-Hızırla, ilyas kavuşmuş leyla ile mecnun ise hala ayrı. onun için hüzün kokar bizim öyküler onun için seyran samanlık yerine yaşar gideriz haremlik selamlık...

-Sizin de bazen yönetenler, yönetilenler açısından kendinizi şanssız hissettiğiniz oluyor mu şöyle:
"Aslında hepimiz armuduz, hem de en iyisinden. Aliler değil ayılar yiyor hepimizi..."

-Herkesin sevdiği bir sevgilim olsun istemem. Eksik olsun öyle bişi istemem...
-Bir kadının 9 ay 10 gün karnında taşıyıp doğurduğunu, bir başka kadın 9 ay 10 gün koynununda taşımadan yoğuramaz.

-S
izin de klavyenizi ters çevirip silkelediğinizde, içinden 3 fakiri 3 gün doyurcak erzak çıktığı oluyor mu?

-Altın çilek, elma krom. sen ne biçim diyetsin. Yemeyin ulan bizi.


-Arkadaş listimizdeki kalabalıklar, daha da yalnızlaştırmıyor mu gün geçtikçe hepimizi?
-Birden çok kadın fantezisi kuran erkekler, kayınvalideniz bir kaç ay sizde kalsın. İşin pratiğini görmüş olursunuz, İnanın ikisi de aynı şey.
-Eskiden apartman çocukları vardı, şimdi acayip abartan çocuklar var her tarafta.

-Yaz gelirken üzerime çöken rehavet ve uyuzluğu görünce, tarihte kölelik acaba ben gibi uyuzları çalıştırmak için mi icad edildi diye kendime sormadan edemiyorum.


-Kim seni senden daha iyi tanıyabilir ki, kim dindirebilir biçare acılarını, o zaman kes artık sızlanmayı, bir köpek gibi kendin yalamaya devam et, kendi yaralarını.

- Birgün bir şiir yazacağım ayrılıklar üstüne ve sonra utanacak cennetteki elmalar düştüğüne dalından...


Sağlıcakla kalın.

Kamera hazır mı, kayıtta mıyız. OK!
Birazdan sevişicem hadi bakalım hayırlısı. Gelecek seçimlerde aday adayıyım. İyi çıksın görüntüler ona göre. Artık meşhur olmanın yolu IMÇ'de kaset çıkarmaktan değil, seçim zamanı ortaya dökülen seks kasetlerinden geçiyor...


Ankara'dan Melda, Buse, Naz ve Öykü hanımlar SPA- Harem masajı için SPAM mail göndermişler. Üstelik 50 tl gibi bir fiyata sabun kese ve VCD dahil. DVD'de istersek fark isterler mi bilmem. Ayrıntılar şöyle devam ediyor. "DİGER SALONLARDAKI GIBI ŞİŞKO PORSUMUZ KIZLARIMIZ YOKTUR YAŞLARI 20-23-29.VE SON DERECE BAKIMLI KIZLARDIR " Ne diyeyim ben almim ama alana da mani olmim. Allah çarşınıza göre pazar versin.

Seçimler yaklaştıkça belaltına vurma modası başladı. Farkındasınızdır. Hele bazıları kraldan çok kralcı oldular. Oysa işin sonunun nerelere gidebileceğinin farkında bile değiller. Onun için naçizane diyorum ki. "H
içbir iktidar gücünün viagrası olmayın. körü körüne desteklediğiniz her iktidar sahibi siz dahil herkesi düzeltme hakkını kendinde görmeye başlar. Sizin sayenizde..."

O yüzden siz siz olun, bilip bilmediğiniz insanlara takılmayın. Hele hele siyasi istikbal peşindeyseniz uçkurunuzun ayarı ile hiç oynamayın. sonunda kasetiniz çıkıyor bir şekilde. Ayrıca size sunum yapan o tip arkadaşlarınızın dost, kanki falan değil düpedüz pezevenklik mesleğini ifa ettiklerini düşünürseniz daha sağlıklı adımlar atarsınız. Yani kısaca aklınızda bulunsun "Bırakın kurtla kuzuyu, koyunların, kuzuların kardeş değil kalleş olduğu bir dünya bu, ne koynuna almaya geliyor koyununu ne de yavrum, kuzum deyip sevmeye geliyor tanıyıp bilmediğin birini..."


Bahar geldi gelecek derken, kış uzatmaları oynuyor ve vücutlar uyuşukluk, rehavet, melankoli içinde yoğruluyor. Bu arada biz de blog yazmasak da, bir kaç söz demişiz sağda solda.. Buyrun okuyalım.

-Sokakları süpüren rüzgar, dükkana çikolata ambalajlarını sokuyorsun. sonra her gören ben yedim sanıyor. yapma bunu...


-Hızırla, ilyas kavuşmuş leyla ile mecnun ise hala ayrı. onun için hüzün kokar bizim öyküler onun için seyran samanlık yerine yaşar gideriz haremlik selamlık...

-Sizin de bazen yönetenler, yönetilenler açısından kendinizi şanssız hissettiğiniz oluyor mu şöyle:
"Aslında hepimiz armuduz, hem de en iyisinden. Aliler değil ayılar yiyor hepimizi..."

-Herkesin sevdiği bir sevgilim olsun istemem. Eksik olsun öyle bişi istemem...
-Bir kadının 9 ay 10 gün karnında taşıyıp doğurduğunu, bir başka kadın 9 ay 10 gün koynununda taşımadan yoğuramaz.

-S
izin de klavyenizi ters çevirip silkelediğinizde, içinden 3 fakiri 3 gün doyurcak erzak çıktığı oluyor mu?

-Altın çilek, elma krom. sen ne biçim diyetsin. Yemeyin ulan bizi.


-Arkadaş listimizdeki kalabalıklar, daha da yalnızlaştırmıyor mu gün geçtikçe hepimizi?
-Birden çok kadın fantezisi kuran erkekler, kayınvalideniz bir kaç ay sizde kalsın. İşin pratiğini görmüş olursunuz, İnanın ikisi de aynı şey.
-Eskiden apartman çocukları vardı, şimdi acayip abartan çocuklar var her tarafta.

-Yaz gelirken üzerime çöken rehavet ve uyuzluğu görünce, tarihte kölelik acaba ben gibi uyuzları çalıştırmak için mi icad edildi diye kendime sormadan edemiyorum.


-Kim seni senden daha iyi tanıyabilir ki, kim dindirebilir biçare acılarını, o zaman kes artık sızlanmayı, bir köpek gibi kendin yalamaya devam et, kendi yaralarını.

- Birgün bir şiir yazacağım ayrılıklar üstüne ve sonra utanacak cennetteki elmalar düştüğüne dalından...


Sağlıcakla kalın.

Şahsında bütün öküzlere kaldırıyorum kadehimi

Hiç yorum yok:

8 Mart dünya kadınlar gününü kutladığım dostlardan birinden bir mail geldi. Cüretine hayran olduğum gibi bir de cesaretimi sınayıp "sıkıyorsa yayınla" demeye getirmiş. Virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.

Sevgili İbrahim.
Öncelikle 8 Mart dolayısı ile bile olsa bir kadın olarak beni hatırladığın için teşekkür etmek isterdim ama içimden ve senin gibilere öylesine öfke doluyumki kusura bakma bunu yapamayacağım.

Bir kadın olarak doğum günleri, evlilik yıldönümleri bir de yalancı meme gibi 8 Mart kadınlar gününde hatırlanıyor olmak koyuyor açıkçası. Siz erkekler peşimizden koşarken, arkamızdan dil dökerken pek bir zekisiniz maşallah. Ancak istediğinizi aldıktan sonra unutmakta da üstünüze yok. Doğum günümüzü hatırlıyor olmanız bile bir lütuf gibi geliyor size.

Dünyada kadının çilesini falan anlatıp feministlik yapacak değilim. Biliyorum ki siz erkekler feministliği de bize bırakmazsınız. Bir şekilde bize yanaşmak için yapamayacağınız yalakalık yok. Bakıyorum da dünya da kadın hareketlerinde bile başı nedense erkekler çekiyor. Oysa ezilen, horlanan, aşağılan hep kadın. Tecavüze uğrayan, baskı şiddet gören hep kadın.

Ülkemizde töre cinayetleri, namus cinayetleri, ensest, sübyancılık konularında orta sayfa haberleri ile yarışacak da değilim. Hepsi sizin gibi öküzlerin sakat bakış açısından kaynaklanmıyor mu? Hangi aşağılık baba küçük kızım beni tahrik etti diyebilir? Ama mahkeme çıkıp diyebiliyor değil mi. Hangi rezil insan öz kızını kümesin altına gömebilir ama gömüyorsunuz değil mi? Tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu ilan edilen yine kadınlar. Geçtim bunları bir kalem. Bu yazgı korkarım hiç değişmeyecek. Kadının çilesi bitmeyecek.

Anneniz, bacılarınız başınızın tacı ama yoldan geçen bir kadın gördünüz mü, kıçına başına bakıp laf atmaktan taciz etmekten vazgeçmiyorsunuz değil mi? Kadına mal ya da eşya gibi bakmaktan. Gerektiğinde kullanıp atmaktan geri durmuyorsunuz. Ekonomik özgürlüğünü kazanmasına, sizden eğitimli, kültürlü bilgili olmasına katlanamıyorsunuz değil mi?

Evlerinizde ahçınız, bulaşıkçınız biziz. Hasta olsanız hasta bakıcınız. Çayı koymak, sofrayı hazırlamak hanginizin aklına ne zaman geliyor? Ne zaman elinizde (bir suçunuz yoksa ya da bir beklentiniz yoksa) bir sinema bileti, bir demet çiçek ile geldiniz kapımıza. Ne zaman arayıp sordunuz, sevgilisiz kalmadıkça. Hadi çekinmeyin itiraf edin. Bırakın çiçek getirmeyi, yiyeceği salatanın marulunu pazardan alıp, akşama salatayı bari ben hazırlayayım diyen kaç kişi var içinizde?

8 Mart dünya kadınlar gününde mi aklına geldim senin mesela? Hasta mıydım? Aradın sordun mu. Sen gittikten sonra ne acılar çektim umursadın mı? Ya bir kaza geçirseydim? Ya bir köşede cesedimi bulsalardı? Bir öküzün tecavüzüne uğramış olsaydım. Umrunda mıydı? Kaç gün ağlardın arkamdan sahi? Kendi çapkınlığını umursamayıp, tecavüze uğradı diye sevgilisini, nişanlısını, karısını terkeden öküzler yok mu sanki içinizde?

Alınma ama senin gibi ağzı laf yapan adamların yüreği nerde onu da merak ediyorum. İnsan seviyorsa sahip çıkar, benimsin dediği kadar seninim demeyi de becerir. En ufak zorlukta sıvışıp, en ufak dargınlıkta küserek başka kollarda teselli aramaz. Bir kadını sadece 8 Mart'ta hatırlamanın Mart'tan marta azıp ta sevişme derdine düşen mart kedilerinin davranışlarından ne farkı kalır? Ne oldu cicim? Sevgilinle mi darıldın da ben aklına geldim. Siz erkekler en ufak bir mesajınızda hemen gel kollarıma dememizi mi bekliyorsunuz?

Oysa sizi doğurup, büyüten analar da biziz. Çocuklarınızın kahrını çeken de. Koynunuza giren sevgililer de biziz. Peşimizden yanık türküler yaktığınız, uğrumuza (sözde) aşk acısı çektiğiniz. Bizim için birbirinizle kavgalar edip savaştığınız ve ne yazık ki istediğinize ulaştıktan sonra bir köşeye attığınız. Ulaşamadığınızda her türlü pisliği atmaktan, yaftalayıp damgalamaktan çekinmediğiniz de biziz, biz kadınlarız.

Kusura bakma İbrahimciğim. Bir ara dünya erkekler gününde ben de seni hatırlarım. Belki sevgililerim terkeder. Belki ben de sana iki şiir, bir kaç güzel söz söylerim. Çiçek alır kapına dayanırım senede bir gün. Sonra mart kedileri gibi sevişir unuturum bir dahaki 8 mart abazan bayramına kadar. Doğum gününü outlooka kaydettim artık hatırlarım. Telefonunu silmiştim. Bi çaldır kapa ben seni ararım.

Hadi öptüm İbrahimciğim senin ve senin gibi tüm öküzlerin 8 Mart kadın tavlama gününü kutlarım.

Seni çok seven
Leyla Metin

(kahretsin biz kadınlar yine unutamıyoruz değil mi?)


8 Mart dünya kadınlar gününü kutladığım dostlardan birinden bir mail geldi. Cüretine hayran olduğum gibi bir de cesaretimi sınayıp "sıkıyorsa yayınla" demeye getirmiş. Virgülüne dokunmadan yayınlıyorum.

Sevgili İbrahim.
Öncelikle 8 Mart dolayısı ile bile olsa bir kadın olarak beni hatırladığın için teşekkür etmek isterdim ama içimden ve senin gibilere öylesine öfke doluyumki kusura bakma bunu yapamayacağım.

Bir kadın olarak doğum günleri, evlilik yıldönümleri bir de yalancı meme gibi 8 Mart kadınlar gününde hatırlanıyor olmak koyuyor açıkçası. Siz erkekler peşimizden koşarken, arkamızdan dil dökerken pek bir zekisiniz maşallah. Ancak istediğinizi aldıktan sonra unutmakta da üstünüze yok. Doğum günümüzü hatırlıyor olmanız bile bir lütuf gibi geliyor size.

Dünyada kadının çilesini falan anlatıp feministlik yapacak değilim. Biliyorum ki siz erkekler feministliği de bize bırakmazsınız. Bir şekilde bize yanaşmak için yapamayacağınız yalakalık yok. Bakıyorum da dünya da kadın hareketlerinde bile başı nedense erkekler çekiyor. Oysa ezilen, horlanan, aşağılan hep kadın. Tecavüze uğrayan, baskı şiddet gören hep kadın.

Ülkemizde töre cinayetleri, namus cinayetleri, ensest, sübyancılık konularında orta sayfa haberleri ile yarışacak da değilim. Hepsi sizin gibi öküzlerin sakat bakış açısından kaynaklanmıyor mu? Hangi aşağılık baba küçük kızım beni tahrik etti diyebilir? Ama mahkeme çıkıp diyebiliyor değil mi. Hangi rezil insan öz kızını kümesin altına gömebilir ama gömüyorsunuz değil mi? Tecavüze uğrayan kadınlar, suçlu ilan edilen yine kadınlar. Geçtim bunları bir kalem. Bu yazgı korkarım hiç değişmeyecek. Kadının çilesi bitmeyecek.

Anneniz, bacılarınız başınızın tacı ama yoldan geçen bir kadın gördünüz mü, kıçına başına bakıp laf atmaktan taciz etmekten vazgeçmiyorsunuz değil mi? Kadına mal ya da eşya gibi bakmaktan. Gerektiğinde kullanıp atmaktan geri durmuyorsunuz. Ekonomik özgürlüğünü kazanmasına, sizden eğitimli, kültürlü bilgili olmasına katlanamıyorsunuz değil mi?

Evlerinizde ahçınız, bulaşıkçınız biziz. Hasta olsanız hasta bakıcınız. Çayı koymak, sofrayı hazırlamak hanginizin aklına ne zaman geliyor? Ne zaman elinizde (bir suçunuz yoksa ya da bir beklentiniz yoksa) bir sinema bileti, bir demet çiçek ile geldiniz kapımıza. Ne zaman arayıp sordunuz, sevgilisiz kalmadıkça. Hadi çekinmeyin itiraf edin. Bırakın çiçek getirmeyi, yiyeceği salatanın marulunu pazardan alıp, akşama salatayı bari ben hazırlayayım diyen kaç kişi var içinizde?

8 Mart dünya kadınlar gününde mi aklına geldim senin mesela? Hasta mıydım? Aradın sordun mu. Sen gittikten sonra ne acılar çektim umursadın mı? Ya bir kaza geçirseydim? Ya bir köşede cesedimi bulsalardı? Bir öküzün tecavüzüne uğramış olsaydım. Umrunda mıydı? Kaç gün ağlardın arkamdan sahi? Kendi çapkınlığını umursamayıp, tecavüze uğradı diye sevgilisini, nişanlısını, karısını terkeden öküzler yok mu sanki içinizde?

Alınma ama senin gibi ağzı laf yapan adamların yüreği nerde onu da merak ediyorum. İnsan seviyorsa sahip çıkar, benimsin dediği kadar seninim demeyi de becerir. En ufak zorlukta sıvışıp, en ufak dargınlıkta küserek başka kollarda teselli aramaz. Bir kadını sadece 8 Mart'ta hatırlamanın Mart'tan marta azıp ta sevişme derdine düşen mart kedilerinin davranışlarından ne farkı kalır? Ne oldu cicim? Sevgilinle mi darıldın da ben aklına geldim. Siz erkekler en ufak bir mesajınızda hemen gel kollarıma dememizi mi bekliyorsunuz?

Oysa sizi doğurup, büyüten analar da biziz. Çocuklarınızın kahrını çeken de. Koynunuza giren sevgililer de biziz. Peşimizden yanık türküler yaktığınız, uğrumuza (sözde) aşk acısı çektiğiniz. Bizim için birbirinizle kavgalar edip savaştığınız ve ne yazık ki istediğinize ulaştıktan sonra bir köşeye attığınız. Ulaşamadığınızda her türlü pisliği atmaktan, yaftalayıp damgalamaktan çekinmediğiniz de biziz, biz kadınlarız.

Kusura bakma İbrahimciğim. Bir ara dünya erkekler gününde ben de seni hatırlarım. Belki sevgililerim terkeder. Belki ben de sana iki şiir, bir kaç güzel söz söylerim. Çiçek alır kapına dayanırım senede bir gün. Sonra mart kedileri gibi sevişir unuturum bir dahaki 8 mart abazan bayramına kadar. Doğum gününü outlooka kaydettim artık hatırlarım. Telefonunu silmiştim. Bi çaldır kapa ben seni ararım.

Hadi öptüm İbrahimciğim senin ve senin gibi tüm öküzlerin 8 Mart kadın tavlama gününü kutlarım.

Seni çok seven
Leyla Metin

(kahretsin biz kadınlar yine unutamıyoruz değil mi?)

Meleklerle iletişim kurmaya doğru giderken

Hiç yorum yok:


Her insanın iletişim macerası ana karnına tekme attığı anlarla başlar, hişt birader bana bak diye omzunuzu dürten ayıların ana karnındaki o ilk gelişim evresinde kaldığını düşünebilirsiniz çünkü iletişimin ilk yolu dürtmektir. Nitekim facebook’da içimizdeki öküz için dürtme düğmesini koymuştur oraya…

Doğduktan sonra, avazımız çıktığı kadar bağırarak iletişim kurma yolunu deneriz. Gerçi erkeklerin daha o anda bazı hemşirelerin kendilerine gösterdikleri ilgi yüzünden başka bir iletişim yolu daha keşfettikleri söylenirse de inanmayın, laf-ı güzaftır.

Karnımız acıkınca zırlarız. Henüz iletişimin kendisi bir ihtiyaç haline gelmediğinden o yıllarda iletişimi ihtiyaçlarımızın giderilmesinde kullanırız. Nitekim ağlamayan çocuğa meme vermezler sözü oradan gelir.

Zaman geçtikçe biz de büyürüz. Elimizle kolumuzla, orta parmağımızla iletişim kurmayı öğreniriz. Sonrasında ise ağzımız laf yapmaya başlar. Parmağımızla işaret ederek istediklerimizi, dilimizin döndüğünce ifade edip, derdimizi anlatmak için dilimizi kullanmaya başlarız.

Dilimizi kullandığımız farklı bir iletişim kanalı daha olsa da, o cinsel bilgiler dersinin alanına girdiğinden konumuz dışıdır. Altı da üstü de Fransızca demekle yetinelim. Bahsettiğimiz Fransızca'nın da yabancı bir dil olmadığını, kendi dilinizi kullanmanız gerektiğini belirtelim yeter.

Okumayı ve yazmayı, dürtmek ve konuşmaktan sonra öğreniriz. Hangisi önce gelişir bilinmez ama okuyup yazamayanlarımız olduğuna göre demek ki okumayı önce öğreniriz. Bu sayede kitaplar, dergiler, TV'ler, bilgisayarlar ile iletişim kurmayı öğreniriz. Artık bizim için iletişim bir araç olmanın yanında, yavaş yavaş  olmazsa olmaz bir ihtiyaç halini almıştır.

İşte bu fakirin bu aşamalardan sonraki iletişim macerası :

1- Ortaokul’da beğendiği kızlara mektup yazıp, defterlerinin arasına ve paltolarının ceplerine koymak, yazdığı mektupları içine taş sarıp balkonlarına atmak.

2- Yabancı dil ayağına “pen friend” amaçlı kız arkadaş edinmek için yurtdışına mektup atma denemeleri yapmak.

2a- Tmeditasyon teknikleri ile zihinlere ulaşmaya çalışmak. Bir gece önceden yatmadan planlanmış rüyalar görmeye çalışmak.

3- Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir, yazı, makale ve fıkralar yazmak. İnsanlara bir şeyler söyleyeyip, meramını anlatmak.

3a- Okuyup, üfleyen bazı hocamsı vatandaşlara takılıp, iyi kötü cinlerle çat pat iletişim kurmak. Öbür âlemden mesajlar almaya çalışmak.

4- Çanak antenler yokken çatılara Yunanistan kanallarını izleyecek antenler kurmak. Elde anten, kiremit tepelerinde deli gibi gezmek.

5- İlk halk bandı telsizimi alsam da elde telsiz “break, break bayan arkadaş arıyorum diyemeyip utanmak” yüzünden telsizleri satmak.

5a- FM radyolar kurup, amatör radyoculuk yapmak. Bunu daha sonra PC üzerinden sürdürüp, MP3 radyoları açmak. Canlı yayınlara çıkmak.

6- Bilgisayarla ve internetle tanışma evresi:
Mirc sohbet programından siyah text metinlerle insanlarla iletişim kurmaya çalışmak. Hoş sohbetlerde söz söylemek, ağustos böceği gibi şiirler yazmak.

7- SWC Superonline Word Club’da bugünün bloglarına benzer sayfalar düzenlemek. İnsanlarla swc kulüp üzerinden letişim kurmak.

8- İlk online sohbet programlarından yeşil çiçekli ICQ ile tanışmak. Küçük icq numaralarının revaçta olduğu ortamlarda insanlarla geyiksel iletişimler kurmak. İcq numarasını ezberlemek yüzünden,  bankada SGK numaram bu diye görevlilerle tartışmak. Sonra, aptal durumuna düşmek.

9-Yahoo Messenger, Aol, odigo vb. programları denemek. Aynı anda birden çok iletişim kanalını kullanarak parmaklarını ve beynini lüzumsuz yere yormak. Sakız çiğnerken yolda da yürüyebilirim, ayaklarım da dolaşmaz diyerek bir nevi multitasking'le övünmek.

10- Msn, SKYPE ile, iş dışında da sohbet amaçlı iletişimler kurmak. Ses ve görüntünün keşfi ile yeni ufuklar, yeni umutlar ve hayal kırıklıkları ile tanışmak. Sormaktan bıktığı bazı şeyleri görerek zıvanadan çıkmak.

11-Gtalk ile mail sayfasından iletişim kurmanın rahatlığını yaşamak. Bir veya birkaç arkadaş ile sohbet ederken, iş de yapabilmenin rahatlığını yaşamak.

12- Blogger öncesi Wordpress ile bloglar hazırlamak, arkadaş grupları oluşturmak. Ardından bloglar ile halka açılmak. Kaleminden kan ve bal damlatıp, arada yorumlar da yaparak sosyal medyada yer almaya başlamak. Bol bol iş ve laf üretmek. Lafı daha bolca üretmek. Blog üstüne blog açıp, okuyucuyu da bıktırmak. Tacizlere uğrayıp blog kapamak, sonra yeniden açmak.

13-Twitter’e birkaç defa katılıp, bir halt anlayamayınca boş vermek. Hâlâ, ne işe yarıyor len bu twitter? Diyenler arasında mahsur ve mahzun kalmış olmak.

14- Facebook’tan uzak durmaya çalışıp sonunda ipin ucunu koyuvermek. 3-5-10 derken bir kaç 100 hiç tanımadığı arkadaş edinmek. Sonunda Facebook’a biraz biraz ısınmak. Bu aralar gündemine face'i daha fazla almak.

15- Friendfeed belasına bir kaç kez bulaşıp, geceleri uykusuz kalmak, gereksiz sinir harbi yaşamak ve sonunda FF'i terk etmek.

16-Yahoo Meme, google buzz vb. servislerden bir halt anlamamak. Denemeye bile yeltenmemek. 


17- Formspring. me ye göz kırpmak ama bir türlü hesap açmamak. Tumblr ile ilgilense de bu konuda kararsız kalmak. Paylaşacak resimlerin belden aşağı olmazsa bir işe yaramayacağı gibi bir ön yargı sahibi olmak. Vazcaymak.

18- Tüm bunları yaparken reel arkadaşlarından sürekli şikâyetler almak. Arkadaşların "Lan, niye kendi kendine gülüyon oğlum. Bir yüzümüze bak lan. Kestin iyice muhabbeti ha. Kıçını kaldırsan o koltuktan da, bir ziyaretimize gelsen" türü sitemlerine muhatap olmak.

19- İşlevsel cep telefonlarını bir türlü öğrenemezken sonunda yolculuklar yüzünden pes edip 3g, wap, cepten msn ile tanışmak ve beceremese de kullanır gibi yapmak.

20- Arada kaynamış irili ufaklı birkaç yöntem ve uygulama daha saymak mümkün tabi ki. Neticede boşa geçmiş zamanların yanında, bir kaç iyi dost, arkadaş edinmek. İnsanlarla çeşitli kültürel, edebi veya edepsiz sohbetler yapmak.

Say say bitmiyor bu konular değil mi?
Şahsen sizin de benzer hikâyeleriniz vardır, bundan eminim.

Ben şöyle 10 yıl içerisinde aklıma ve başıma gelenleri bir bir sıralayıverdim. Mutlaka siz de bu listeye "online sohbet programları, sesli chatler, radyo chatler, siber âlemler, çeşitli gruplar, forumlar, sözlükler, itiraf.com'lar" ya da aklınıza gelen bir sürü uygulamaları ekleyebilirsiniz.

Neticede hepsi insanlar tarafından, insanlar için üretilmiş iletişim kanalları. Ama hangisin 21'nci yüzyılın "kendini kalabalıklar içinde yalnız hissetme hastalı"ğına çare bulduğunu sorarsanız, cevabı tabi ki E şıkkı. Hiçbiri.

Ben artık bu işin sonunun nereye varacağını biliyorum.
Uzaylılarla iletişim kuramadık ama en sonunda meleklerle iletişim kuracağımızı düşünüyorum.

Tabi sandığınız gibi, adı melek olan ya da yukarıdaki resimde gördüğünüz hayali fıstıklarla değil. Eğer sonumuz topluca gelirse önce İsrafil’le ardından da Azrail’le. Ondan sonra kabir melekleri, sorgu sual melekleri, huriler, gılmanlar, cehennem zebanileri


Aştık artık olayı hepimiz.
Yanıbaşımızdakilerle giderek uzaklaşsak da, sonunda başkalarıyla iletişimin dibine vuracağız bu gidişle.
Hadi bakalım hayırlısı.


Her insanın iletişim macerası ana karnına tekme attığı anlarla başlar, hişt birader bana bak diye omzunuzu dürten ayıların ana karnındaki o ilk gelişim evresinde kaldığını düşünebilirsiniz çünkü iletişimin ilk yolu dürtmektir. Nitekim facebook’da içimizdeki öküz için dürtme düğmesini koymuştur oraya…

Doğduktan sonra, avazımız çıktığı kadar bağırarak iletişim kurma yolunu deneriz. Gerçi erkeklerin daha o anda bazı hemşirelerin kendilerine gösterdikleri ilgi yüzünden başka bir iletişim yolu daha keşfettikleri söylenirse de inanmayın, laf-ı güzaftır.

Karnımız acıkınca zırlarız. Henüz iletişimin kendisi bir ihtiyaç haline gelmediğinden o yıllarda iletişimi ihtiyaçlarımızın giderilmesinde kullanırız. Nitekim ağlamayan çocuğa meme vermezler sözü oradan gelir.

Zaman geçtikçe biz de büyürüz. Elimizle kolumuzla, orta parmağımızla iletişim kurmayı öğreniriz. Sonrasında ise ağzımız laf yapmaya başlar. Parmağımızla işaret ederek istediklerimizi, dilimizin döndüğünce ifade edip, derdimizi anlatmak için dilimizi kullanmaya başlarız.

Dilimizi kullandığımız farklı bir iletişim kanalı daha olsa da, o cinsel bilgiler dersinin alanına girdiğinden konumuz dışıdır. Altı da üstü de Fransızca demekle yetinelim. Bahsettiğimiz Fransızca'nın da yabancı bir dil olmadığını, kendi dilinizi kullanmanız gerektiğini belirtelim yeter.

Okumayı ve yazmayı, dürtmek ve konuşmaktan sonra öğreniriz. Hangisi önce gelişir bilinmez ama okuyup yazamayanlarımız olduğuna göre demek ki okumayı önce öğreniriz. Bu sayede kitaplar, dergiler, TV'ler, bilgisayarlar ile iletişim kurmayı öğreniriz. Artık bizim için iletişim bir araç olmanın yanında, yavaş yavaş  olmazsa olmaz bir ihtiyaç halini almıştır.

İşte bu fakirin bu aşamalardan sonraki iletişim macerası :

1- Ortaokul’da beğendiği kızlara mektup yazıp, defterlerinin arasına ve paltolarının ceplerine koymak, yazdığı mektupları içine taş sarıp balkonlarına atmak.

2- Yabancı dil ayağına “pen friend” amaçlı kız arkadaş edinmek için yurtdışına mektup atma denemeleri yapmak.

2a- Tmeditasyon teknikleri ile zihinlere ulaşmaya çalışmak. Bir gece önceden yatmadan planlanmış rüyalar görmeye çalışmak.

3- Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir, yazı, makale ve fıkralar yazmak. İnsanlara bir şeyler söyleyeyip, meramını anlatmak.

3a- Okuyup, üfleyen bazı hocamsı vatandaşlara takılıp, iyi kötü cinlerle çat pat iletişim kurmak. Öbür âlemden mesajlar almaya çalışmak.

4- Çanak antenler yokken çatılara Yunanistan kanallarını izleyecek antenler kurmak. Elde anten, kiremit tepelerinde deli gibi gezmek.

5- İlk halk bandı telsizimi alsam da elde telsiz “break, break bayan arkadaş arıyorum diyemeyip utanmak” yüzünden telsizleri satmak.

5a- FM radyolar kurup, amatör radyoculuk yapmak. Bunu daha sonra PC üzerinden sürdürüp, MP3 radyoları açmak. Canlı yayınlara çıkmak.

6- Bilgisayarla ve internetle tanışma evresi:
Mirc sohbet programından siyah text metinlerle insanlarla iletişim kurmaya çalışmak. Hoş sohbetlerde söz söylemek, ağustos böceği gibi şiirler yazmak.

7- SWC Superonline Word Club’da bugünün bloglarına benzer sayfalar düzenlemek. İnsanlarla swc kulüp üzerinden letişim kurmak.

8- İlk online sohbet programlarından yeşil çiçekli ICQ ile tanışmak. Küçük icq numaralarının revaçta olduğu ortamlarda insanlarla geyiksel iletişimler kurmak. İcq numarasını ezberlemek yüzünden,  bankada SGK numaram bu diye görevlilerle tartışmak. Sonra, aptal durumuna düşmek.

9-Yahoo Messenger, Aol, odigo vb. programları denemek. Aynı anda birden çok iletişim kanalını kullanarak parmaklarını ve beynini lüzumsuz yere yormak. Sakız çiğnerken yolda da yürüyebilirim, ayaklarım da dolaşmaz diyerek bir nevi multitasking'le övünmek.

10- Msn, SKYPE ile, iş dışında da sohbet amaçlı iletişimler kurmak. Ses ve görüntünün keşfi ile yeni ufuklar, yeni umutlar ve hayal kırıklıkları ile tanışmak. Sormaktan bıktığı bazı şeyleri görerek zıvanadan çıkmak.

11-Gtalk ile mail sayfasından iletişim kurmanın rahatlığını yaşamak. Bir veya birkaç arkadaş ile sohbet ederken, iş de yapabilmenin rahatlığını yaşamak.

12- Blogger öncesi Wordpress ile bloglar hazırlamak, arkadaş grupları oluşturmak. Ardından bloglar ile halka açılmak. Kaleminden kan ve bal damlatıp, arada yorumlar da yaparak sosyal medyada yer almaya başlamak. Bol bol iş ve laf üretmek. Lafı daha bolca üretmek. Blog üstüne blog açıp, okuyucuyu da bıktırmak. Tacizlere uğrayıp blog kapamak, sonra yeniden açmak.

13-Twitter’e birkaç defa katılıp, bir halt anlayamayınca boş vermek. Hâlâ, ne işe yarıyor len bu twitter? Diyenler arasında mahsur ve mahzun kalmış olmak.

14- Facebook’tan uzak durmaya çalışıp sonunda ipin ucunu koyuvermek. 3-5-10 derken bir kaç 100 hiç tanımadığı arkadaş edinmek. Sonunda Facebook’a biraz biraz ısınmak. Bu aralar gündemine face'i daha fazla almak.

15- Friendfeed belasına bir kaç kez bulaşıp, geceleri uykusuz kalmak, gereksiz sinir harbi yaşamak ve sonunda FF'i terk etmek.

16-Yahoo Meme, google buzz vb. servislerden bir halt anlamamak. Denemeye bile yeltenmemek. 


17- Formspring. me ye göz kırpmak ama bir türlü hesap açmamak. Tumblr ile ilgilense de bu konuda kararsız kalmak. Paylaşacak resimlerin belden aşağı olmazsa bir işe yaramayacağı gibi bir ön yargı sahibi olmak. Vazcaymak.

18- Tüm bunları yaparken reel arkadaşlarından sürekli şikâyetler almak. Arkadaşların "Lan, niye kendi kendine gülüyon oğlum. Bir yüzümüze bak lan. Kestin iyice muhabbeti ha. Kıçını kaldırsan o koltuktan da, bir ziyaretimize gelsen" türü sitemlerine muhatap olmak.

19- İşlevsel cep telefonlarını bir türlü öğrenemezken sonunda yolculuklar yüzünden pes edip 3g, wap, cepten msn ile tanışmak ve beceremese de kullanır gibi yapmak.

20- Arada kaynamış irili ufaklı birkaç yöntem ve uygulama daha saymak mümkün tabi ki. Neticede boşa geçmiş zamanların yanında, bir kaç iyi dost, arkadaş edinmek. İnsanlarla çeşitli kültürel, edebi veya edepsiz sohbetler yapmak.

Say say bitmiyor bu konular değil mi?
Şahsen sizin de benzer hikâyeleriniz vardır, bundan eminim.

Ben şöyle 10 yıl içerisinde aklıma ve başıma gelenleri bir bir sıralayıverdim. Mutlaka siz de bu listeye "online sohbet programları, sesli chatler, radyo chatler, siber âlemler, çeşitli gruplar, forumlar, sözlükler, itiraf.com'lar" ya da aklınıza gelen bir sürü uygulamaları ekleyebilirsiniz.

Neticede hepsi insanlar tarafından, insanlar için üretilmiş iletişim kanalları. Ama hangisin 21'nci yüzyılın "kendini kalabalıklar içinde yalnız hissetme hastalı"ğına çare bulduğunu sorarsanız, cevabı tabi ki E şıkkı. Hiçbiri.

Ben artık bu işin sonunun nereye varacağını biliyorum.
Uzaylılarla iletişim kuramadık ama en sonunda meleklerle iletişim kuracağımızı düşünüyorum.

Tabi sandığınız gibi, adı melek olan ya da yukarıdaki resimde gördüğünüz hayali fıstıklarla değil. Eğer sonumuz topluca gelirse önce İsrafil’le ardından da Azrail’le. Ondan sonra kabir melekleri, sorgu sual melekleri, huriler, gılmanlar, cehennem zebanileri


Aştık artık olayı hepimiz.
Yanıbaşımızdakilerle giderek uzaklaşsak da, sonunda başkalarıyla iletişimin dibine vuracağız bu gidişle.
Hadi bakalım hayırlısı.

Takkeler düşüyor artık beyler / seçtiklerim-7

Hiç yorum yok:

Özgünlük güzel şey, tıpkı özgürlük gibi...

Paylaştığınız bir şeyin kaynağını hatırlamıyorsanız "bir yerlerde okumuştum" deme kibarlığını bari göstermelisiniz. Yoksa tırtıkladıklarınızdan hoşlarına giden bir cümleyi kopyalar, yapıştırır Google'da search yaparlar da, rezil rüsva olursunuz haberiniz olsun.

Son dönemin gözde adiliklerinden biri de "fikir ve sanat" eseri hırsızlığı. Kelime değil cümle değil, düpedüz eser çalmak. Üstelik bunu "korsana hayır" tarzı bağıran sözde sanatçılar bile yapıyor. Üretmiyorlar, düpedüz çalıyorlar.

Nette kendi yazdıklarımı (10 yıl öncesi - blogumla ilgisi yok) arıyorum. İsimsiz yayınlayan onlarcası var. Bazılarını kafaya takarsam mail atıp uyarıyorum. Teşekkür edip adımı ekleyen de var, mailime cevap vermeye tenezzül etmeyen de.

Eskiden de çoktu bu tipler. Ordan, burdan tırtıkladıkları romantik yazıları, şiirleri kendileri yazmış gibi kızlara gönderir etiket yaparlardı. Bir tanesi bizzat şahsıma demiştir: -Şiirlerinle 3–5 kız götürdüm abi diye. Nereye götürdüyse?
-İyi de evladım biz onlara yüreğimizi koyduk, gözyaşımızı koyduk, alın terimizi ekledik. Sen kızların şeyine tampon yap diye mi?

Bu tiplerin elinden biraz webmasterlik, site yapmak, tema edit'lemek de gelir. Yazı ve şiirler kadar geniş bir resim ve sunu arşivleri de vardır. Nete yeni giren gözü açılmamış kızlara (kaldıysa) gelir gelmez bu şiirlerle hoş geldin derler. Çapraz kur yaparlar, kızın aklı başından gitsin ve balık zokayı yutsun diye. Eh! halkımızın genel kültür düzeyinin bu haliyle şansları da yok değil hani. Gerçi bu biraz "el şeyiyle gerdeğe girmek" oluyor ama arkadaşların o tip bir sıkıntısı olduğunu da sanmıyorum.

Tabi bunu sadece erkekler yapmıyor. Bir yazı, bir şiir okuyorum. Bakıyorum ki karşımdaki kız şiir gibi konuşuyor. Öldüğünü bilmesem Nazım'ın ruhuyla ince sohbetteyim sanıcam. Tabi Nazım usta, kızlardan geçtim biraz dil dökse, edebiyat parçalasa beni bile götürürdü. Kızcağız bunun farkında değil.

Oysa şu bloglar çıktı çıkalı; para(!) eden tek gerçek şey: özgünlüğünüz. Eski devirler kapandı beyler/bayanlar. Nette isteğini arayıp, bulma özgürlüğünüzü, çalıp çırpmak için heba etmeyin. Bazen eleştiririm ama dilerseniz karnınızın ağrısını yazın, reglinizi anlatın. Ağdanızı epilasyonunuzu, tırnak törpünüzü, çiçeğinizi, böceğinizi, köpeciğinizi yazın. Kapınızı açanı, hanenize girip çıkanı yazın. Ama çalmayın!

Hiç yapamadınız, alıntıladığınız yazının altında küçücük bir yere o yazıya emeğini, yüreğini koymuş insanın adını sıkıştırıverin. Biliyorum doktora tezlerinin bile intihalle yazıldığı bu dünyada size çok lüks ve zahmetli geliyor bu durum ama sıkıştırıverin en küçük yazı tipiyle sağ alt köşeye "alıntıdır" diye bir zahmet.

Birkaç kitap denemem vardı: Adları bir dizi şiiri kapsadığı için özgün kaldı yıllarca nette. Hani Google'un görsel aramasına bile sorsan, bilmem kaç yüz sahifede telifi bana çıkar. Antoloji'den de tescillidir ama geçenlerde bir search edeyim dedim: Yuh! adam yazısına manşet yapmış, aşağıya da eklemiş güzelce. Yazık ya! Üstelik benden çaldıklarının sonuna güzel de bir kaç satır eklemiş. Ona bari yazık etme, di mi? (tabi onu da başka yerden araklamadıysa) Bu kadar birebir kopyalamaya ne gerek var? Hiç mi kendinizi yazacak kadar siz yok sizde?

Şunu anlayın artık beyler: Google diye bir şey var. Icığınızı, cıcığınızı buluyor. Siz nasıl nette çalacak bir şeyler buluyorsanız, Google'da sizin hırsızlığınızı tescilliyor. "Sen kendini akıllı , âlemi sersem mi sanırsın?" diye bir lafı hiç duymadınız mı? Artık kızlar da Google'a bakabiliyor malesef;)

Tamam, anladık. netten karı/kız götürmek derdine düştünüz ama minareyi çalıyorsunuz , bari kılıfını hazırlayın. Ne demiş eskiler: "Erbabı yaparsa, yorgan bile titremez"

*
Hamiş: İbram abiniz hiç bir işin erbabı değildir, durumdan vazife çıkarmayın:p

Özgünlük güzel şey, tıpkı özgürlük gibi...

Paylaştığınız bir şeyin kaynağını hatırlamıyorsanız "bir yerlerde okumuştum" deme kibarlığını bari göstermelisiniz. Yoksa tırtıkladıklarınızdan hoşlarına giden bir cümleyi kopyalar, yapıştırır Google'da search yaparlar da, rezil rüsva olursunuz haberiniz olsun.

Son dönemin gözde adiliklerinden biri de "fikir ve sanat" eseri hırsızlığı. Kelime değil cümle değil, düpedüz eser çalmak. Üstelik bunu "korsana hayır" tarzı bağıran sözde sanatçılar bile yapıyor. Üretmiyorlar, düpedüz çalıyorlar.

Nette kendi yazdıklarımı (10 yıl öncesi - blogumla ilgisi yok) arıyorum. İsimsiz yayınlayan onlarcası var. Bazılarını kafaya takarsam mail atıp uyarıyorum. Teşekkür edip adımı ekleyen de var, mailime cevap vermeye tenezzül etmeyen de.

Eskiden de çoktu bu tipler. Ordan, burdan tırtıkladıkları romantik yazıları, şiirleri kendileri yazmış gibi kızlara gönderir etiket yaparlardı. Bir tanesi bizzat şahsıma demiştir: -Şiirlerinle 3–5 kız götürdüm abi diye. Nereye götürdüyse?
-İyi de evladım biz onlara yüreğimizi koyduk, gözyaşımızı koyduk, alın terimizi ekledik. Sen kızların şeyine tampon yap diye mi?

Bu tiplerin elinden biraz webmasterlik, site yapmak, tema edit'lemek de gelir. Yazı ve şiirler kadar geniş bir resim ve sunu arşivleri de vardır. Nete yeni giren gözü açılmamış kızlara (kaldıysa) gelir gelmez bu şiirlerle hoş geldin derler. Çapraz kur yaparlar, kızın aklı başından gitsin ve balık zokayı yutsun diye. Eh! halkımızın genel kültür düzeyinin bu haliyle şansları da yok değil hani. Gerçi bu biraz "el şeyiyle gerdeğe girmek" oluyor ama arkadaşların o tip bir sıkıntısı olduğunu da sanmıyorum.

Tabi bunu sadece erkekler yapmıyor. Bir yazı, bir şiir okuyorum. Bakıyorum ki karşımdaki kız şiir gibi konuşuyor. Öldüğünü bilmesem Nazım'ın ruhuyla ince sohbetteyim sanıcam. Tabi Nazım usta, kızlardan geçtim biraz dil dökse, edebiyat parçalasa beni bile götürürdü. Kızcağız bunun farkında değil.

Oysa şu bloglar çıktı çıkalı; para(!) eden tek gerçek şey: özgünlüğünüz. Eski devirler kapandı beyler/bayanlar. Nette isteğini arayıp, bulma özgürlüğünüzü, çalıp çırpmak için heba etmeyin. Bazen eleştiririm ama dilerseniz karnınızın ağrısını yazın, reglinizi anlatın. Ağdanızı epilasyonunuzu, tırnak törpünüzü, çiçeğinizi, böceğinizi, köpeciğinizi yazın. Kapınızı açanı, hanenize girip çıkanı yazın. Ama çalmayın!

Hiç yapamadınız, alıntıladığınız yazının altında küçücük bir yere o yazıya emeğini, yüreğini koymuş insanın adını sıkıştırıverin. Biliyorum doktora tezlerinin bile intihalle yazıldığı bu dünyada size çok lüks ve zahmetli geliyor bu durum ama sıkıştırıverin en küçük yazı tipiyle sağ alt köşeye "alıntıdır" diye bir zahmet.

Birkaç kitap denemem vardı: Adları bir dizi şiiri kapsadığı için özgün kaldı yıllarca nette. Hani Google'un görsel aramasına bile sorsan, bilmem kaç yüz sahifede telifi bana çıkar. Antoloji'den de tescillidir ama geçenlerde bir search edeyim dedim: Yuh! adam yazısına manşet yapmış, aşağıya da eklemiş güzelce. Yazık ya! Üstelik benden çaldıklarının sonuna güzel de bir kaç satır eklemiş. Ona bari yazık etme, di mi? (tabi onu da başka yerden araklamadıysa) Bu kadar birebir kopyalamaya ne gerek var? Hiç mi kendinizi yazacak kadar siz yok sizde?

Şunu anlayın artık beyler: Google diye bir şey var. Icığınızı, cıcığınızı buluyor. Siz nasıl nette çalacak bir şeyler buluyorsanız, Google'da sizin hırsızlığınızı tescilliyor. "Sen kendini akıllı , âlemi sersem mi sanırsın?" diye bir lafı hiç duymadınız mı? Artık kızlar da Google'a bakabiliyor malesef;)

Tamam, anladık. netten karı/kız götürmek derdine düştünüz ama minareyi çalıyorsunuz , bari kılıfını hazırlayın. Ne demiş eskiler: "Erbabı yaparsa, yorgan bile titremez"

*
Hamiş: İbram abiniz hiç bir işin erbabı değildir, durumdan vazife çıkarmayın:p

Burcum, neydi senin burcun?

Hiç yorum yok:

İnsan ilişkilerinde statü delisi insanlar vardır. Oturacakları, kalkacakları, konuşup arkadaş hatta sevgili olacakları insanları statülerine göre seçerler. Haliyle bu insanların en azından egolarının yüksek dahası kendilerini beğenmiş tipler olduğunu söylemekte bir sakınca yok.

Sözüm tabi ki insani ve ilkesel bir takım değerleri olanlar ve bu kriterleri ön kabul sayanlara değil. Ben tamamen saçma sapan, statü veya anlamsız kriterler icad edenlere diyorum diyeceğimi.

Eskiden internet ortamında (Age / Sex / Localation) takıntısı olanlar vardı. Ya da koloni kültürü üyesi insanlar. Şiir sevmeyenlerle konuşmam yada şiir sevenlerle konuşmam. Şucularla, konuşmam, bucularla oturup kalkmam türü yaklaşımlar komik geliyor bana.

Bunların gerçek hayatta da her türlüsü bulunuyor. Daha arkadaş ortamına girerken bile , üstünüze başınıza bakılıp, kenar mahalle çocuğu muamelesi görmeniz mümkün. Ancak sanal alemde en azından insanların zihinlerinin önyargılardan kurtulmuş olmasını ümid ediyorsunuz ama heyhat. Nafile..

Hele işi abartıp karşı cinste işi sakallı mısın, bıyıklımısın, gözünün üstünde kaşın varmı? karnıbahar sever misin, ayakların kokar mı ya götürenler çıktı mı gülermisin, ağlar mısın durumları oluyor. Yani ne yapıcaksın iki kelime konuşuyorsun, ya da bir ortama girdin diye "karı, koca" muhabbeti nedir yani. Selam verdin ya da selam aldın diye dünür mü geldik evinize?

Hani ruh ikizi, ruh öküzü kavramları ne kadar komikse, sizi en iyi anladığını düşündüğünüz insan bir müddet sonra öküzün önde gideni olabiliyorsa, ya da sizin gözünüzü bürümüş perde 3 gün 3 ay ya da 3 yıl içinde nihayet
açılınca "amma da safmışım, nelere inanmışım, kendimi kandırmışım" diyorsanız, tıpkı ona benzer şekilde, herhangi bir iletişimde ön kabul ve yargılar da anlamsız geliyor bana...

-İbrahim bey yazılarınızı çok beğeniyorum.
Acaba tanışabilir miyiz. Ama önce size bir sorum olacaktı?

-Tanışmamıza gerek var mı?
Profilimde yazıyor zaten ne malın gözü olduğum. Ama buyrun merak ettim ben, soruyu alayım.

-Çok şakacısınız. Şey burcunuz neydi acaba?
-Yengeç efendim. Şu evcil olan su grubu hayvanlardanım.

-Ah olmadı tüh rüh.. Anlaşamayız ki biz sizle?  Burçlarımız uymaz bir kere.
-Hayrola neyde anlaşamıyoruz bacım. Fiyatta mı?

-Ay! terbiyesizleşmeyin lütfen.
-Belki yükselenimiz uyabilir. Yükselen burcunuz neydi?

-Yükselen şu anda sadece asabım efendim.
Haydi selametle, selametle...

Karşınızdaki insan, kültür düzeyiniz, hayata bakışınız vs. konularda bu kadar seçici olsa anlarsınız tamam. Gerçi okuduğunuz kitaplarda da anlaşamanız mümkün. Bugünlerde profiline herkes "Elif Şafak'ın aşkını okudum" yazıyordur eminim. Eh! kültürlü görünmek lazım, pek kitap okumuyorum deseniz "sanki memleketin %90 ı kitap okuyormuş gibi" siz ölüzden sayarlar.. Gez dolaş alemi şimdi, herkes Şems herkes Mevlana'dır. Romeo Jüliet olmamız ise bir dahaki çok satan kitaba kaldı malesef.

Daha bismillah deyip selam veren bir insan tuttuğunuz futbol takımı, yükselen burcunuz, saçınız, başınız, giydiğiniz, çıkardığınız, yediğiniz, içtiğiniz ya da içmediğinizle bu kadar ilgili olunca haliyle şaşırıyorsunuz. Sana ne diyesiniz geliyor. Hele bir de arkasından şu cümle gelince temelli dumur oluyorsunuz:

-İbrahim sahi sen neden evlenmiyorsun?
-Bir kez yetmedi bir  daha mı evleneyim? Sen söyle kiminle evleneyim mesala burcu?
-...................

-Burcuuuuuuu!.. dur gitme. Beni terk etmeee.
Durrr Burcuuuuu. Senin burcun neydi be Burcu?


İnsan ilişkilerinde statü delisi insanlar vardır. Oturacakları, kalkacakları, konuşup arkadaş hatta sevgili olacakları insanları statülerine göre seçerler. Haliyle bu insanların en azından egolarının yüksek dahası kendilerini beğenmiş tipler olduğunu söylemekte bir sakınca yok.

Sözüm tabi ki insani ve ilkesel bir takım değerleri olanlar ve bu kriterleri ön kabul sayanlara değil. Ben tamamen saçma sapan, statü veya anlamsız kriterler icad edenlere diyorum diyeceğimi.

Eskiden internet ortamında (Age / Sex / Localation) takıntısı olanlar vardı. Ya da koloni kültürü üyesi insanlar. Şiir sevmeyenlerle konuşmam yada şiir sevenlerle konuşmam. Şucularla, konuşmam, bucularla oturup kalkmam türü yaklaşımlar komik geliyor bana.

Bunların gerçek hayatta da her türlüsü bulunuyor. Daha arkadaş ortamına girerken bile , üstünüze başınıza bakılıp, kenar mahalle çocuğu muamelesi görmeniz mümkün. Ancak sanal alemde en azından insanların zihinlerinin önyargılardan kurtulmuş olmasını ümid ediyorsunuz ama heyhat. Nafile..

Hele işi abartıp karşı cinste işi sakallı mısın, bıyıklımısın, gözünün üstünde kaşın varmı? karnıbahar sever misin, ayakların kokar mı ya götürenler çıktı mı gülermisin, ağlar mısın durumları oluyor. Yani ne yapıcaksın iki kelime konuşuyorsun, ya da bir ortama girdin diye "karı, koca" muhabbeti nedir yani. Selam verdin ya da selam aldın diye dünür mü geldik evinize?

Hani ruh ikizi, ruh öküzü kavramları ne kadar komikse, sizi en iyi anladığını düşündüğünüz insan bir müddet sonra öküzün önde gideni olabiliyorsa, ya da sizin gözünüzü bürümüş perde 3 gün 3 ay ya da 3 yıl içinde nihayet
açılınca "amma da safmışım, nelere inanmışım, kendimi kandırmışım" diyorsanız, tıpkı ona benzer şekilde, herhangi bir iletişimde ön kabul ve yargılar da anlamsız geliyor bana...

-İbrahim bey yazılarınızı çok beğeniyorum.
Acaba tanışabilir miyiz. Ama önce size bir sorum olacaktı?

-Tanışmamıza gerek var mı?
Profilimde yazıyor zaten ne malın gözü olduğum. Ama buyrun merak ettim ben, soruyu alayım.

-Çok şakacısınız. Şey burcunuz neydi acaba?
-Yengeç efendim. Şu evcil olan su grubu hayvanlardanım.

-Ah olmadı tüh rüh.. Anlaşamayız ki biz sizle?  Burçlarımız uymaz bir kere.
-Hayrola neyde anlaşamıyoruz bacım. Fiyatta mı?

-Ay! terbiyesizleşmeyin lütfen.
-Belki yükselenimiz uyabilir. Yükselen burcunuz neydi?

-Yükselen şu anda sadece asabım efendim.
Haydi selametle, selametle...

Karşınızdaki insan, kültür düzeyiniz, hayata bakışınız vs. konularda bu kadar seçici olsa anlarsınız tamam. Gerçi okuduğunuz kitaplarda da anlaşamanız mümkün. Bugünlerde profiline herkes "Elif Şafak'ın aşkını okudum" yazıyordur eminim. Eh! kültürlü görünmek lazım, pek kitap okumuyorum deseniz "sanki memleketin %90 ı kitap okuyormuş gibi" siz ölüzden sayarlar.. Gez dolaş alemi şimdi, herkes Şems herkes Mevlana'dır. Romeo Jüliet olmamız ise bir dahaki çok satan kitaba kaldı malesef.

Daha bismillah deyip selam veren bir insan tuttuğunuz futbol takımı, yükselen burcunuz, saçınız, başınız, giydiğiniz, çıkardığınız, yediğiniz, içtiğiniz ya da içmediğinizle bu kadar ilgili olunca haliyle şaşırıyorsunuz. Sana ne diyesiniz geliyor. Hele bir de arkasından şu cümle gelince temelli dumur oluyorsunuz:

-İbrahim sahi sen neden evlenmiyorsun?
-Bir kez yetmedi bir  daha mı evleneyim? Sen söyle kiminle evleneyim mesala burcu?
-...................

-Burcuuuuuuu!.. dur gitme. Beni terk etmeee.
Durrr Burcuuuuu. Senin burcun neydi be Burcu?