Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ölüm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yaralı

Hiç yorum yok:
Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


Bu bayrama da buruk girdik.
Seçim sürecinin peşinden gelen PKK'nın kanlı eylemleri ile sözde "barış süreci" denen ne idüğünü bilmediğimiz süreç sona erdi ve ortalık savaş alanına döndü. 

Birçok yerde bombalar mayınlar patladı. Güneydoğu'dan 10'larla ifade edilen şehit haberleri gelmeye başladı hala da devam ediyor.

Öte yandan ihanetin boyutu ve yaşananlar bir hayli düşündürücü ve ürkütücü.

Üstüne bayram trafiğinde yaşanan ölümlü kazalar bakanları bile hayrete düşürdü. Öyle ya duble yol bile yaptık niye kaza yapıyorsanız demeye getirdiler işi. Bunun üstüne Ankara'da düz yolda durakta bekleyenlerin üstüne belediye otobüsünü sürüp 12 kişiyi öldüren bir otobüs şoförü eklendi. 

Suriye'li sığınmacıların her gün Avrupa'ya gitmek uğruna denizlerde boğulmalarına, kamyon kasalarında ölüp kalmalarına neredeyse alışmıştık. Aylan bebeğin cesedi sahile vurana kadar da Avrupa'nın umurunda değildi bu durum.

Sahi ben de bu kurban bayramında parmağımı kestim. Üstelik bir hayli ciddi bir kesik ama Allah kurtardı her zamanki gibi. Yoksa Eksik bir parmakla hayata devam edebilirdim. 

Son günlerde yaşananlardan dolayı şehit ailelerinin yaşadıkları acılar, gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi akmakta. Aynı şekilde öfkemizden görmezden gelsek de, terörü seçmiş gençlerin de ailelerinin ölümler karşısında zil takıp oynamalarını bekliyor gibi bazılarımız. Oysa her ölüm zor ölüm...

Parmağım hala iyileşme sürecinde... Benimki, kedi kıçını görmüş de yara sanmış tarzı bir durum değil ama o kesik bile zaman zaman acıyor, kanıyor, sızlıyor. Moralimi ve iş performansımı etkiliyor. Bir işaret parmağının ucunun nelere yaradığını, doğal ve kolayca yapabildiklerini yapamayınca anlıyor insan...

Hep ölümlere üzülüyoruz. Kaza ve ölüm görüntüleri insan oğluna yakışmıyor ama hayatın bir gerçeği. Kolumuz bacağımız koparak, yanıp kavrularak ölüyoruz bazen. Her yer kan revan oluyor. Belki yabancılarda ölü makyajlamak bu yüzden icad edilmiş bir gelenek. Ölene kadar neler çekildiğini bilmesek de yaralı bir parmağın acısından biliyoruz ki geride kalanlar için de hayat oldukça zor.

Bütün dünyada gazilerin yaşadığı bir travma vardır ve bunun için de bir rehabilitasyon çalışması yürütülür.  Bizde de Kore Gazileri, Kıbrıs Gazileri yaşadıkları yüzünden üzülmüş, yıpranmış, psikolojik sıkıntılar yaşamışlardır. Aynı sorun yıllardır süren Güneydoğu Gazileri için de geçerlidir. Ufacık bir kaza geçiriyoruz da çektiğimiz acılar bir tarafa, yaşadıklarımız bile günlerce rüyalarımıza giriyor.



Özetle: Ölülerimize, şehitlerimize üzülürken, sanki diğerlerine hiç bir şey olmamış gibi görmezden geldiğimiz yaralılarımızı, gazilerimizi de düşünmeli, onlar için de devlet, toplum ve bireyler olarak bir şeyler yapmalıyız diye düşünüyorum...


üzerine zehirli yazılmış hıyar

4 yorum:


yer misiniz?
yemezsiniz değil mi?


ya da dikkat zehirlidir! yazan bir şişe meyva suyu.
azıcık şüphelenseniz bile içmezsiniz.


ya da şöyle kızarmış bir piliç ve üstünde bir ibare :
yerseniz çocuğunuz sakat doğabilir....
1 kez olsa bile yemezsiniz değil mi?

ama sigaranın üstüne zehirli
ç..k..nüzü kaldırmaz
spermlerinizi öldürür. evlat katili olursunuz yazsalar da nafile...

bacağı kesilme pahasına erkekler,

çocuğunu düşürme
pahasına hamile kadınlar bile içiyor...



insan sağlığını yoketmek için icad edilmiş yüzyılın değil 1000 yılın buluşu :

Tütün!...


için için, ne olacak ki? ~en fazla ölürsünüz...
dumanını da etrafa üfleyin ki; ölürken yanınızda tanıdık bir kaç insan daha götürürsünüz...


yer misiniz?
yemezsiniz değil mi?


ya da dikkat zehirlidir! yazan bir şişe meyva suyu.
azıcık şüphelenseniz bile içmezsiniz.


ya da şöyle kızarmış bir piliç ve üstünde bir ibare :
yerseniz çocuğunuz sakat doğabilir....
1 kez olsa bile yemezsiniz değil mi?

ama sigaranın üstüne zehirli
ç..k..nüzü kaldırmaz
spermlerinizi öldürür. evlat katili olursunuz yazsalar da nafile...

bacağı kesilme pahasına erkekler,

çocuğunu düşürme
pahasına hamile kadınlar bile içiyor...



insan sağlığını yoketmek için icad edilmiş yüzyılın değil 1000 yılın buluşu :

Tütün!...


için için, ne olacak ki? ~en fazla ölürsünüz...
dumanını da etrafa üfleyin ki; ölürken yanınızda tanıdık bir kaç insan daha götürürsünüz...

Hesabı ödemeden kaçmak

2 yorum:

 Ölürsem yakın beni...

Valla beni yakmayın. yakacaksa Allah yaksın. O da yakmasa çok memnun olurum ama bizde bu icraat varken işimiz zor....

Ölüsünün yakılmasını isteyenler bana hep bir yok olmak, kaybolmak sıvışmak isteğini anımsatır. Onların doğaya karışmak, külleri savrulup aramızda yaşamak söylemlerine karşın bana yok olmak istediklerine dair birşeyler hissettirirler.

Uzakdoğunun bize uzak inançları Avrupa ve Amerika sosyetesinden sonra ufaktan manevi boşluğa düşenlerimizin damarlarında dolaşmaya başlayalı çok oldu. Masum mistik öğretiler, bir müddet sonra bir inanç sisteminin zincirine dahil ediveriyor insanları. Tabi bu işte bir pazar da var. Yani üçüncü gözden, çakradan, reikiden gelir elde etmek de mümkün. Zaten pazarın öbür tarafı da farklı değil. Tekkeler ve şeyhlerle dolu bir sistemde Ali Kalkancı'lar türüyor.

Hitler'in fırınları bir kâbusu doğurdu. Şimdi insanlar başka bir inanç sisteminin (inançsızlığın) halkasına dahil olup, bu fırınlarda yakılmak için kendileri gönüllü başvuruyor.

"Ölürsem yakın beni savurun küllerimi evrene. Geri dönüştürün krematoryumlara atın cesedimi. "
Sıvışıvermek yani, hesabı ödemeden kaçmak istiyorumu güzel cümlelerle süsleyip kendini kandırıyor insanlar..Yıllarca Tanrı yok diye yaşayıp, ölüme yakın "ya varsa korkusu ile yok olmak istiyorlar" Sen beni yakmadan, ben beni yaktım! diyor içlerindeki isyan dalgaları. Oysa o kül ve toz zerresinden de seni yeniden yaratamaz mı Tanrı?. Madem ki yaratmış bir kan pıhtısından... su damlasından.. portakaldaki C vitamininden...

Yok öyle, doğaya karışıyorum, evrende küllerimle yaşıyorum demek:)
Etlerimizi lime lime kurtlar böcekler yiyince de geridönüşmüş olmuyor muyuz? Hem börtü böceğe, bitki çiçeğe de bir faydamız dokunur fena mı?...

Yok öyle hesabı ödemeden kaçmak...
Yansak da yakılsak da. Ölsek de öldürülsek de. Bir şekilde yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızın hesabını ödeyeceğiz.

En azından ben öyle düşünüyorum...

 Ölürsem yakın beni...

Valla beni yakmayın. yakacaksa Allah yaksın. O da yakmasa çok memnun olurum ama bizde bu icraat varken işimiz zor....

Ölüsünün yakılmasını isteyenler bana hep bir yok olmak, kaybolmak sıvışmak isteğini anımsatır. Onların doğaya karışmak, külleri savrulup aramızda yaşamak söylemlerine karşın bana yok olmak istediklerine dair birşeyler hissettirirler.

Uzakdoğunun bize uzak inançları Avrupa ve Amerika sosyetesinden sonra ufaktan manevi boşluğa düşenlerimizin damarlarında dolaşmaya başlayalı çok oldu. Masum mistik öğretiler, bir müddet sonra bir inanç sisteminin zincirine dahil ediveriyor insanları. Tabi bu işte bir pazar da var. Yani üçüncü gözden, çakradan, reikiden gelir elde etmek de mümkün. Zaten pazarın öbür tarafı da farklı değil. Tekkeler ve şeyhlerle dolu bir sistemde Ali Kalkancı'lar türüyor.

Hitler'in fırınları bir kâbusu doğurdu. Şimdi insanlar başka bir inanç sisteminin (inançsızlığın) halkasına dahil olup, bu fırınlarda yakılmak için kendileri gönüllü başvuruyor.

"Ölürsem yakın beni savurun küllerimi evrene. Geri dönüştürün krematoryumlara atın cesedimi. "
Sıvışıvermek yani, hesabı ödemeden kaçmak istiyorumu güzel cümlelerle süsleyip kendini kandırıyor insanlar..Yıllarca Tanrı yok diye yaşayıp, ölüme yakın "ya varsa korkusu ile yok olmak istiyorlar" Sen beni yakmadan, ben beni yaktım! diyor içlerindeki isyan dalgaları. Oysa o kül ve toz zerresinden de seni yeniden yaratamaz mı Tanrı?. Madem ki yaratmış bir kan pıhtısından... su damlasından.. portakaldaki C vitamininden...

Yok öyle, doğaya karışıyorum, evrende küllerimle yaşıyorum demek:)
Etlerimizi lime lime kurtlar böcekler yiyince de geridönüşmüş olmuyor muyuz? Hem börtü böceğe, bitki çiçeğe de bir faydamız dokunur fena mı?...

Yok öyle hesabı ödemeden kaçmak...
Yansak da yakılsak da. Ölsek de öldürülsek de. Bir şekilde yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızın hesabını ödeyeceğiz.

En azından ben öyle düşünüyorum...

an gelir, bir blogger ölür

2 yorum:
çocukluk arkadaşlarınız nerde

ilk orta, lise yüksekokul arkadaşlarımız
yurt arkadaşlarınız
arkadaşını bul işi pişir servislerinden hizmet alanlardan değilseniz özlemleriniz hep belden yukarıda kalbinizde bir yerlerdedir. insancadır. duygusaldır. romantik ve nostaljiktir.
net dünyasına daldıktan sonra irc icq msn arkadaşlarınızın yerini şimdilerde blogger arkadaşlarınız almaya başladı değil mi?
yazıyor çiziyor birlikte anılar paylaşıyorsunuz. herşeyi sanaldır diyerek kestirip atmak o kadar kolay değil. bir çok insanla en yakınlarınızla paylaşmadığınız bir çok şeyi blogger arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz. iç dünyanızı özlemlerinizi arzularınızı ruhunuzun arlanmaz ve uslanmaz yönlerini bile fütursuzca açabiliyorsunuz.
bazılarımız bu arkadaşlıkları burda sınırlı tutarken bazılarımız gerek ikili ilişkiler, arkadaşlıklar veya kolonileşerek fan kulupler halinde bir araya geliyoruz. dostlar ediniyoruz.

insan sevdiklerinin başına gelen olaylardan nasıl üzülüyorsa bu alemde de tanıdığı insanların başına birşey gelmesinden korkuyor, üzülüyor. oysa hayat devam etmekte ve tanıdığımız insanlar çoğaldıkça kaza ve ölümün tanıdıklarımıza değme riski de artıyor.
Bu ne kadar üzücü, dramatik bir durum. arada mesafeler var. hiç tanımadığınız ama kısa zamanda yorumlarıyla veya yazdıklarıyla sevdiğiniz olmuş bir insanın ölüm haberine duyarsız kalmak.

ne yapabilirsiniz. reelde görüşmüşseniz kalkıp gidersiniz, bir başsağlığı mesajı gönderirsiniz ortak tanıdıklarınıza. oysa ölen bizzat blogger dostunuzsa kime mesaj çekeceksiniz.
bloguna taziye mesajı yazıp. kendi blogunuza siyah kurdela mı takacaksınız. mesajlarınızı kim onaylayacak.
yüreğiniz acıyacak...
acıklı bir kaç satır veya şiir yazacaksınız. belki gözünüzden belli belirsiz bir kaç damla yaş gelecek...

havalar ısındı...
trafik hareketleniyor. zaten bu ülkede sebepsiz yere ölmek için sebep çok, kimvurduysa gitmeniz her an olasılık dahilinde. bakarsınız gittiğiniz bir düğünü TÖRE-ristler basar...

~an gelir:
~ bir blogger ölür.
(ölen siz de olsanız taziyeleri de siz kabul edeceksiniz mecburen)
~şimdiden başınız sağolsun.
çocukluk arkadaşlarınız nerde

ilk orta, lise yüksekokul arkadaşlarımız
yurt arkadaşlarınız
arkadaşını bul işi pişir servislerinden hizmet alanlardan değilseniz özlemleriniz hep belden yukarıda kalbinizde bir yerlerdedir. insancadır. duygusaldır. romantik ve nostaljiktir.
net dünyasına daldıktan sonra irc icq msn arkadaşlarınızın yerini şimdilerde blogger arkadaşlarınız almaya başladı değil mi?
yazıyor çiziyor birlikte anılar paylaşıyorsunuz. herşeyi sanaldır diyerek kestirip atmak o kadar kolay değil. bir çok insanla en yakınlarınızla paylaşmadığınız bir çok şeyi blogger arkadaşlarınızla paylaşıyorsunuz. iç dünyanızı özlemlerinizi arzularınızı ruhunuzun arlanmaz ve uslanmaz yönlerini bile fütursuzca açabiliyorsunuz.
bazılarımız bu arkadaşlıkları burda sınırlı tutarken bazılarımız gerek ikili ilişkiler, arkadaşlıklar veya kolonileşerek fan kulupler halinde bir araya geliyoruz. dostlar ediniyoruz.

insan sevdiklerinin başına gelen olaylardan nasıl üzülüyorsa bu alemde de tanıdığı insanların başına birşey gelmesinden korkuyor, üzülüyor. oysa hayat devam etmekte ve tanıdığımız insanlar çoğaldıkça kaza ve ölümün tanıdıklarımıza değme riski de artıyor.
Bu ne kadar üzücü, dramatik bir durum. arada mesafeler var. hiç tanımadığınız ama kısa zamanda yorumlarıyla veya yazdıklarıyla sevdiğiniz olmuş bir insanın ölüm haberine duyarsız kalmak.

ne yapabilirsiniz. reelde görüşmüşseniz kalkıp gidersiniz, bir başsağlığı mesajı gönderirsiniz ortak tanıdıklarınıza. oysa ölen bizzat blogger dostunuzsa kime mesaj çekeceksiniz.
bloguna taziye mesajı yazıp. kendi blogunuza siyah kurdela mı takacaksınız. mesajlarınızı kim onaylayacak.
yüreğiniz acıyacak...
acıklı bir kaç satır veya şiir yazacaksınız. belki gözünüzden belli belirsiz bir kaç damla yaş gelecek...

havalar ısındı...
trafik hareketleniyor. zaten bu ülkede sebepsiz yere ölmek için sebep çok, kimvurduysa gitmeniz her an olasılık dahilinde. bakarsınız gittiğiniz bir düğünü TÖRE-ristler basar...

~an gelir:
~ bir blogger ölür.
(ölen siz de olsanız taziyeleri de siz kabul edeceksiniz mecburen)
~şimdiden başınız sağolsun.