Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

ramazan sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster
ramazan sorgusu için yayınlar tarihe göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Alaka düzeyine göre sırala Tüm yayınları göster

Kış geliyor ulan kış kış

Hiç yorum yok:

Bu yaz biraz uzun sürdü.
Hal böyle olunca da kış beklentisinde olanlar bitmek bilmez sonbahardan dolayı huzursuz olmaya başladılar. Aslında bu her zaman yaşadığımız bir kısır döngü.

Vatandaşın odun, kömür ve doğalgaz faturalarına dair masrafları henüz minimum düzeyde olduğu için bu durumdan şikayeti değil memnuniyeti söz konusu tabi. Ancak bu konuda esnafın ve devletin beklentileri aynı değil.

Nitekim bu bayramda da Ramazan bayramında aldığımız kıyafetlerle idare ettik., Bu her yerde böyle mi bilmem ama sonuçları küçük yerleşim birimlerinde giyim kuşam sektörünün de beklentilerini boş çıkarmış olabilir.

Hayat böyle bir şey işte, sen bir yudum su, bir dilim ekmek için beklerken, başkaları senin sırtından para kazanmanın derdine düşüyor. Olay sadece rızk meselesiyken sorun yok da, dünyada asıl sorun zenginler doymayınca çıkıyor.

Neden mi? Sıradan bir vatandaşın hayali en fazla statüsünü biraz yükseltmek, aş, iş, kiradan kurtulup başını sokabileceği bir ev,  ayağını yerden kesecek bir araçla sınırlı iken zenginlerimiz, oğlana yat, hanıma kat, kendime helikopter, metresime şu bu... diye doymak bilmez bir iştahla saldırıyor...

Herkesin derdi, farklı anlayacağınız.
Sen kömür derdindesin, o uludağ'da kayak hayalinde.

Bu yaz biraz uzun sürdü.
Hal böyle olunca da kış beklentisinde olanlar bitmek bilmez sonbahardan dolayı huzursuz olmaya başladılar. Aslında bu her zaman yaşadığımız bir kısır döngü.

Vatandaşın odun, kömür ve doğalgaz faturalarına dair masrafları henüz minimum düzeyde olduğu için bu durumdan şikayeti değil memnuniyeti söz konusu tabi. Ancak bu konuda esnafın ve devletin beklentileri aynı değil.

Nitekim bu bayramda da Ramazan bayramında aldığımız kıyafetlerle idare ettik., Bu her yerde böyle mi bilmem ama sonuçları küçük yerleşim birimlerinde giyim kuşam sektörünün de beklentilerini boş çıkarmış olabilir.

Hayat böyle bir şey işte, sen bir yudum su, bir dilim ekmek için beklerken, başkaları senin sırtından para kazanmanın derdine düşüyor. Olay sadece rızk meselesiyken sorun yok da, dünyada asıl sorun zenginler doymayınca çıkıyor.

Neden mi? Sıradan bir vatandaşın hayali en fazla statüsünü biraz yükseltmek, aş, iş, kiradan kurtulup başını sokabileceği bir ev,  ayağını yerden kesecek bir araçla sınırlı iken zenginlerimiz, oğlana yat, hanıma kat, kendime helikopter, metresime şu bu... diye doymak bilmez bir iştahla saldırıyor...

Herkesin derdi, farklı anlayacağınız.
Sen kömür derdindesin, o uludağ'da kayak hayalinde.

İyi ki vaktiyle ölmüşsün be dede

Hiç yorum yok:
Hiç dedem olmadı benim. İyi ki de olmamış, daha doğrusu ben doğmadan iyi ki ikisi de ölmüşler. Çünkü ben ninelerimi çok severdim ve elimde imkan olsa dedelerimi döverdim.

Her ikisi de talihsiz ama benim için, talih olan kadınlardı çünkü ninelerim.

Ninelerimin ellerinde büyüdüm. Anlattıkları öyküleri dinledim. Sonra aklım biraz erdiğinde yaşam hikayelerini, çektikleri sıkıntıları dinleyerek hüzünlendim.

Bir dedem, oldukça varlıklıymış. Bu yüzden de para ya da huzur batmış olmalı ki ikinci bir eş almış. Bu yeni eşe muhabbeti çok fazla olduğundan ve ninemi çok üzdüğünden olsa gerek, bir gün ninem oturduğu yerden kalkamamış.

O günden sonra da ancak ev içinde bastonla gezerken gördüm onu. Hiç evden dışarı çıkmadı ölene kadar. Onu hep elinde bastonu ve Mona Lisa gibi oturuşuyla hatırladım.

Dedeme dair en sevmediğim öykü ise "Ramazan'da sofraya oturup, orucunu açar açmaz bir bahane bulup sofraya bir tekme atar, öbür eşinin yanına koşarmış." Geride kalanlara sofranın zehir olduğunu söylemeye gerek yok tabi. Bu yüzden, babam dedemi uzun yıllar affetmemiş, kabrine bile gitmemişti.

Diğer dedeme ait anneannemin anlattıklarından hatırladığım ise, dedemin biraz yaramaz olan dayımı "köpeğin doğurduğu" diye azarladığı. Hiç hoş bir söylem değil. Dedem eşi ölmüş yaşlı bir adamken, ikinci eş olarak aneannemi almış. Zaten dayım ve son çocuk olarak annem doğduktan sonra,  pek de uzun yaşamamış.

Anneannemin anlattıklarından hatırladığım en kötü anı ise, dedemin ilk eşinden olan oğullarının miras bölünecek diye ninemi öldüresiye dövmeleri neticesinde ninemin hayata ancak yeni kesilmiş bir koyun derisine sarılarak tutunabildiği ve yıllarca sızıntı halinde akan bir yara ile yaşadığı.

Bugünlerde hemen hemen her gün kadın cinayetlerini okuyoruz gazetelerde. İnternette ve diğer sosyal medya ortamlarında vahşet dolu haberleri duymaya alıştık artık.

Çocuğunun, anne babasının yanında, mahallesinde, çarşıda, pazarda öldürülen kadınlar. Zaten cinnet-cinayet öncesinde de o çocukların yanında dövülüyor olmalılar ki kendini erkek sanan insancıklar kadınlarına uluorta şiddet uygulamaktan, hatta çocuklarının gözü önünde öldürmekten kaçınmıyorlar eşlerini.

Herkesin bir öyküsü var. Acı, tatlı. Ama ne yazık ki bu ülkede hala kadın öyküleri daha dramatik, daha hüzün dolu ve hala çok benzer ya da aynı acılarla dolu.

Bir gün düzelmesi umuduyla...
Hiç dedem olmadı benim. İyi ki de olmamış, daha doğrusu ben doğmadan iyi ki ikisi de ölmüşler. Çünkü ben ninelerimi çok severdim ve elimde imkan olsa dedelerimi döverdim.

Her ikisi de talihsiz ama benim için, talih olan kadınlardı çünkü ninelerim.

Ninelerimin ellerinde büyüdüm. Anlattıkları öyküleri dinledim. Sonra aklım biraz erdiğinde yaşam hikayelerini, çektikleri sıkıntıları dinleyerek hüzünlendim.

Bir dedem, oldukça varlıklıymış. Bu yüzden de para ya da huzur batmış olmalı ki ikinci bir eş almış. Bu yeni eşe muhabbeti çok fazla olduğundan ve ninemi çok üzdüğünden olsa gerek, bir gün ninem oturduğu yerden kalkamamış.

O günden sonra da ancak ev içinde bastonla gezerken gördüm onu. Hiç evden dışarı çıkmadı ölene kadar. Onu hep elinde bastonu ve Mona Lisa gibi oturuşuyla hatırladım.

Dedeme dair en sevmediğim öykü ise "Ramazan'da sofraya oturup, orucunu açar açmaz bir bahane bulup sofraya bir tekme atar, öbür eşinin yanına koşarmış." Geride kalanlara sofranın zehir olduğunu söylemeye gerek yok tabi. Bu yüzden, babam dedemi uzun yıllar affetmemiş, kabrine bile gitmemişti.

Diğer dedeme ait anneannemin anlattıklarından hatırladığım ise, dedemin biraz yaramaz olan dayımı "köpeğin doğurduğu" diye azarladığı. Hiç hoş bir söylem değil. Dedem eşi ölmüş yaşlı bir adamken, ikinci eş olarak aneannemi almış. Zaten dayım ve son çocuk olarak annem doğduktan sonra,  pek de uzun yaşamamış.

Anneannemin anlattıklarından hatırladığım en kötü anı ise, dedemin ilk eşinden olan oğullarının miras bölünecek diye ninemi öldüresiye dövmeleri neticesinde ninemin hayata ancak yeni kesilmiş bir koyun derisine sarılarak tutunabildiği ve yıllarca sızıntı halinde akan bir yara ile yaşadığı.

Bugünlerde hemen hemen her gün kadın cinayetlerini okuyoruz gazetelerde. İnternette ve diğer sosyal medya ortamlarında vahşet dolu haberleri duymaya alıştık artık.

Çocuğunun, anne babasının yanında, mahallesinde, çarşıda, pazarda öldürülen kadınlar. Zaten cinnet-cinayet öncesinde de o çocukların yanında dövülüyor olmalılar ki kendini erkek sanan insancıklar kadınlarına uluorta şiddet uygulamaktan, hatta çocuklarının gözü önünde öldürmekten kaçınmıyorlar eşlerini.

Herkesin bir öyküsü var. Acı, tatlı. Ama ne yazık ki bu ülkede hala kadın öyküleri daha dramatik, daha hüzün dolu ve hala çok benzer ya da aynı acılarla dolu.

Bir gün düzelmesi umuduyla...

Bakın daha neler neler oldu

Hiç yorum yok:

Uzun süredir blog yazısı yazmıyorum. Bir çok blogger'de öyle sanırım. Arada bir günlük modunda blog tutan arkadaşları saymazsak durum bu. Ya vaktiyle çok yazdım ya da sosyal medya, Facebook şeysinde hergün aforizma yumurtlamaktan vakit bulamıyorum.

Bakın neler oldu geçen süre zarfında. Ülke gündemi malum. Bi adamı üstüste 3-5kere seçersen ister istemez kendisi ve çevresi havalanıyor. Kendi havası başımızın üstüne bir yere kadar da, iktidara oy veren %51 seçmenin hepsi sen benim kim olduğumu biliyor musun havasına girerse iyi olmuyor be abi. Demokrasi bu değil sanki. (buraya gündem de hoşunuza gitmeyen gelişmeleri ekleyebilirsiniz)


Başka neler mi oldu, siz onları biliyorsunuz. Aziz YILDIRIM hüküm giymeden hapis yattı, hüküm giydi suçlu bulunduğu halde serbest kaldı falan filan. Tabi biz bu işten birşey anlamadık bir Fenerbahçe'li olarak bile. Milletvekilleri hala içerde, yasama dönemini orda kapatacaklar sanırım ama iyi tarafı maaşlar çalışacak sanki. Öte yandan PKK'ya pembe gözlüklerle bakanlarda malum örgütün "kan" kırmızısına meraklı olduğunu görmüşlerdir sanırım. Ha bir de uçağımız düşürüldü Suriye tarafından. Ancak üstüste gelen çelişkili haberlerden biz yine ne olduğunu anlayamadık. Neyse her zamanki gibi Vatan Sağolsun.



Sonra beklenen sıcaklar geldi. Hem de bayağı iyi geldi hani. 48derece ve üstü rekorlara imza atarak. Haliyle donuyoruz nidalarının yerini yanıyoruz türünde şikayetler aldı ama yine de keyfi yerinde olanlar sosyal medya da "uzanmışım kumsala" tarzı görüntülerini paylaşmaya devam ettiler. Bu arada ben de tatile giden bir kaç arkadaşın angaryasına katlanınca dünyanın en zor işinin hatır gönül için "zoraki yapılan işler" olduğunu öğrendim.

Özgürlük kavramının da içi boşaltıldı ya da değişti. Bir zamanlar amerikan kotu ile solculuk yapma geleneğinin yerini "özgürlük=alkol" tarzı söylemler aldı. Özgür kalmak istiyorsan "birana sahip çık" türü söylemler, One Love gençlik festivali dolayısıyla bolca dile getirildi. Artık günümüzün özgürlük söylemleri, "alkol", "etnik ayrımcılık" ve bir de "cezaevindeki ergenekoncular"la sınırlı. Hani benim ekmeğim anne...

İşler güçler dersen, hiçbir zaman yandaş olmayı beceremediğimizden bu devirde de çok değişen birşey olmadı. Gerçi genel anlamda iyiye gidiş trendinden etkilendik ve biraz toparlandık ama hala delik büyük, yara derin. Bir iletimde dediğim gibi "Mutlu mesut yaşayıp gidiyorduk, sonra geldi bankanın biri kredi kartı verdi."Gerçekten de bankacılık ve iletişim sektörü sütün kaymağını yerken, bizim de iliğimizi kemiğimizi sömürüyor...

Derken Ramazan'da geliverdi. Ruhu ve bedeni yenileme mevsimi. Hayatın alışılagelmiş düzeni ya da düzensizliğine bir nefeslik ara verme zamanı. Umarım bunu isteyen herkes başarır ve gönlünce bir Ramazan geçirir. Benim de balkonu biraz küçültme şansım olur. Her ne kadar erkeğin ve marulun göbeklisi makbul dense de, bir yerden sonra iyi olmuyor. Hazır bakanlıkta sigaradan sonra, göbeğe de savaş açmışken bu fırsatı değerlendirmeli.

Bu aralar canım çok sıkılır oldu. Kendim de dahil herşeyden çabucak bıkar oldum. Sanırım havalardan. Artık çalışmak istemiyorum. Tatile çıkasım var. Ramazan gelmeden bayram hesabı yapar oldum. İhtiyarladım ya ondan. Biraz klavyeyi fareyi bırakıp, çapayı tırmığı ele alarak tarla bahçe ile uğraşmalı. Toprağa yaklaştıkça, toprağa basarak hem stresi azaltmalı, hem de havasına girmeli gidişlerin...

İşte öyle....

Not: Siminya dostumuz da kitap bastırdı. Alın okuyun. Fırsat bu fırsat.

Uzun süredir blog yazısı yazmıyorum. Bir çok blogger'de öyle sanırım. Arada bir günlük modunda blog tutan arkadaşları saymazsak durum bu. Ya vaktiyle çok yazdım ya da sosyal medya, Facebook şeysinde hergün aforizma yumurtlamaktan vakit bulamıyorum.

Bakın neler oldu geçen süre zarfında. Ülke gündemi malum. Bi adamı üstüste 3-5kere seçersen ister istemez kendisi ve çevresi havalanıyor. Kendi havası başımızın üstüne bir yere kadar da, iktidara oy veren %51 seçmenin hepsi sen benim kim olduğumu biliyor musun havasına girerse iyi olmuyor be abi. Demokrasi bu değil sanki. (buraya gündem de hoşunuza gitmeyen gelişmeleri ekleyebilirsiniz)


Başka neler mi oldu, siz onları biliyorsunuz. Aziz YILDIRIM hüküm giymeden hapis yattı, hüküm giydi suçlu bulunduğu halde serbest kaldı falan filan. Tabi biz bu işten birşey anlamadık bir Fenerbahçe'li olarak bile. Milletvekilleri hala içerde, yasama dönemini orda kapatacaklar sanırım ama iyi tarafı maaşlar çalışacak sanki. Öte yandan PKK'ya pembe gözlüklerle bakanlarda malum örgütün "kan" kırmızısına meraklı olduğunu görmüşlerdir sanırım. Ha bir de uçağımız düşürüldü Suriye tarafından. Ancak üstüste gelen çelişkili haberlerden biz yine ne olduğunu anlayamadık. Neyse her zamanki gibi Vatan Sağolsun.



Sonra beklenen sıcaklar geldi. Hem de bayağı iyi geldi hani. 48derece ve üstü rekorlara imza atarak. Haliyle donuyoruz nidalarının yerini yanıyoruz türünde şikayetler aldı ama yine de keyfi yerinde olanlar sosyal medya da "uzanmışım kumsala" tarzı görüntülerini paylaşmaya devam ettiler. Bu arada ben de tatile giden bir kaç arkadaşın angaryasına katlanınca dünyanın en zor işinin hatır gönül için "zoraki yapılan işler" olduğunu öğrendim.

Özgürlük kavramının da içi boşaltıldı ya da değişti. Bir zamanlar amerikan kotu ile solculuk yapma geleneğinin yerini "özgürlük=alkol" tarzı söylemler aldı. Özgür kalmak istiyorsan "birana sahip çık" türü söylemler, One Love gençlik festivali dolayısıyla bolca dile getirildi. Artık günümüzün özgürlük söylemleri, "alkol", "etnik ayrımcılık" ve bir de "cezaevindeki ergenekoncular"la sınırlı. Hani benim ekmeğim anne...

İşler güçler dersen, hiçbir zaman yandaş olmayı beceremediğimizden bu devirde de çok değişen birşey olmadı. Gerçi genel anlamda iyiye gidiş trendinden etkilendik ve biraz toparlandık ama hala delik büyük, yara derin. Bir iletimde dediğim gibi "Mutlu mesut yaşayıp gidiyorduk, sonra geldi bankanın biri kredi kartı verdi."Gerçekten de bankacılık ve iletişim sektörü sütün kaymağını yerken, bizim de iliğimizi kemiğimizi sömürüyor...

Derken Ramazan'da geliverdi. Ruhu ve bedeni yenileme mevsimi. Hayatın alışılagelmiş düzeni ya da düzensizliğine bir nefeslik ara verme zamanı. Umarım bunu isteyen herkes başarır ve gönlünce bir Ramazan geçirir. Benim de balkonu biraz küçültme şansım olur. Her ne kadar erkeğin ve marulun göbeklisi makbul dense de, bir yerden sonra iyi olmuyor. Hazır bakanlıkta sigaradan sonra, göbeğe de savaş açmışken bu fırsatı değerlendirmeli.

Bu aralar canım çok sıkılır oldu. Kendim de dahil herşeyden çabucak bıkar oldum. Sanırım havalardan. Artık çalışmak istemiyorum. Tatile çıkasım var. Ramazan gelmeden bayram hesabı yapar oldum. İhtiyarladım ya ondan. Biraz klavyeyi fareyi bırakıp, çapayı tırmığı ele alarak tarla bahçe ile uğraşmalı. Toprağa yaklaştıkça, toprağa basarak hem stresi azaltmalı, hem de havasına girmeli gidişlerin...

İşte öyle....

Not: Siminya dostumuz da kitap bastırdı. Alın okuyun. Fırsat bu fırsat.

ODH ile Oruç tutmak artık çok kolay

Hiç yorum yok:
Öncelikle belirtmek isterim ki bu bir marketing çalışması ya da viral bir reklam değil. Oruç tutmayı kolaylaştıran bu ürün hakkındaki bilgileri tamamen paylaşım amaçlı yazıyorum. Beğenir beğenmez, kullanır kullanmazsınız o size kalmış.

Orjinal adı UHT olan bu ürün (Ungury Help Tablette) açlık giderici bir ürün olarak aslında yıllardır NASA tarafından astronotların gıda gereksinimin giderilmesinde kullanılan bir tabletten ilham alınarak, kimyasal hiçbir katkı maddesi olmadan organik olarak üretilmiş. İthal eden firma yetkilisinden aldığım bilgiye göre ODH (Oruç destek hapı) adıyla piyasaya sürülen ürün 500 mg ve 1000mg lik kaşe tabletler halinde fiyasaya sunulmuş.

Ürün bir ilaç olmayıp, çeşitli sağlık sorunları olan vatandaşlara, doktoruna danışmadan kullanılması önerilmiyor. Yani belli bir hastalığı olanların bu yaşam destek ürününü kullanmasını istemiyor firma. Asıl amaçlarının normal ve sağlıklı vatandaşların oruç tutarken aşırı sıcak ve terlemeye bağlı su ve enerji kaybını önlemeye yönelik bir ürün sunmak olduğunu belirtiyorlar.

Ekte sundukları uluslararası gıda ürün sertikası ve el-ezherden alınan fetva ile bu ürünün kullanımının sağlıklı vatandaşlar için sorun oluşturmayacağını belgelediklerini de ifade eden firma yetkilisi Hasan Güven SALLAT bu yıl için ithalatın yasal belgeler ve ürünün labarotuar incelemeleri yüzünden gecikmesi dolayısıyla herhangi bir kar beklemediklerini ancak gelecek yıllarda ciddi bir pazar payı beklediklerini belirtti.

"Ürünün özetle kullanımı ve özelliği şöyle. ODH bir kapsül ya da kaşe tablet içerisinde. Sahurda normal yemeğinizi yedikten sonra kullanıyorsunuz. Midede erimesi 16-18 saat gibi bir sürede gerçekleşiyor. Yani ilaç aslında bir çeşit serum gibi midede yavaş çözünerek açlık hissini baskılayıp tokluk hissi yaratıyor. İçerdiği enzimler ve doğal lif dokusu oluşumu sayesinde midedeki sindirimi kısmen yavaşlatarak rahat bir şekilde susuzlukta hissetmeden oruç tutmanızı sağlıyor."

Sahurda kullanıldığı için gün içerisinde kullanılan Oruç Suyu gibi besin takviyeleri ile uzaktan yakından bir ilgisi olmayan ilacı edinmek için ilgili firmanın http://kolayoruçtut.com.tw web sitesini ziyaret ederek formu doldurmanız yeterli. Firma kendi ürünlerine çok güvendikleri için hiçbir ödeme yöntemi ile ön ödeme almadıklarını ürünü ücretsiz edinen din kardeşlerimizin 1-3 iş günü içerisinde posta çeki ya da eft ile ödeme yapabileceklerini belirtiyorlar.

İlk gönderilen üründe ancak 3-5günlük bir numune dozu bulunuyor ve siz sadece kargo ücreti ödüyorsunuz. Ürünü ücretsiz deneyip, devamını satın almanız durumunda ise ödeme ile sipariş verebiliyorsunuz. Ürünün bir diyet ilacı olmadığını belirten yetkililer, bizim insanlara kilo verdirdiğini iddia eden yarı kimyasal ilaçlarla hiç ilgimiz yok, ürünümüz tamamen doğal ve organik olup, kilo verme doğal olarak gerçekleştiğinden bir çeşit zayıflama desteği de sağlıyor ancak biz bu amaçla kullanılmasını yine dr. tavsiyesi olmadan önermiyoruz diyorlar.

Ben mi ne yaptım? İlk numune geldikten sonra 3-5 gündür kullanıyorum ve gayet rahat oruç tuttuğumu farketttim. Doğal bir serinlik veriyor ve terlemeyi de önlüyor sanki, ayrıca açlık da hissetmedim. Gerçi cimri olduğumdan ücretli sipariş vermeyi düşünmüyorum ama yine de bu bilgiyi sizlerle paylaştım.

Gerisi size kalmış.

Firma web sitesi ve sipariş adresi.

ODH Kolay oruç tutma merkezi
Sağlıklı yaşam destek ürünleri
Tel: 080056623457653


Not: Buraya kadar okuyup hala olayı anlamayan varsa yemeyin bu kadar kolay herşeyi kardeşim. Olay tamamen asparagas. Bu tür insan dolandırmaya yönelik ürünler piyasada cirit atıyor. Oruç konusunu ramazan dolayısıyla ben uydurdum ama yok kilo vericeniz, yok sağlıklı zayıflıcanız. Bir de ramazanda umut tacirleri ile duygu sömürücüleri eklenecek buna. Benden tek tavsiye kolay oruç tutmak istiyorsanız bol su içip, hurma yiyin kardeşim. Saygılar.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu bir marketing çalışması ya da viral bir reklam değil. Oruç tutmayı kolaylaştıran bu ürün hakkındaki bilgileri tamamen paylaşım amaçlı yazıyorum. Beğenir beğenmez, kullanır kullanmazsınız o size kalmış.

Orjinal adı UHT olan bu ürün (Ungury Help Tablette) açlık giderici bir ürün olarak aslında yıllardır NASA tarafından astronotların gıda gereksinimin giderilmesinde kullanılan bir tabletten ilham alınarak, kimyasal hiçbir katkı maddesi olmadan organik olarak üretilmiş. İthal eden firma yetkilisinden aldığım bilgiye göre ODH (Oruç destek hapı) adıyla piyasaya sürülen ürün 500 mg ve 1000mg lik kaşe tabletler halinde fiyasaya sunulmuş.

Ürün bir ilaç olmayıp, çeşitli sağlık sorunları olan vatandaşlara, doktoruna danışmadan kullanılması önerilmiyor. Yani belli bir hastalığı olanların bu yaşam destek ürününü kullanmasını istemiyor firma. Asıl amaçlarının normal ve sağlıklı vatandaşların oruç tutarken aşırı sıcak ve terlemeye bağlı su ve enerji kaybını önlemeye yönelik bir ürün sunmak olduğunu belirtiyorlar.

Ekte sundukları uluslararası gıda ürün sertikası ve el-ezherden alınan fetva ile bu ürünün kullanımının sağlıklı vatandaşlar için sorun oluşturmayacağını belgelediklerini de ifade eden firma yetkilisi Hasan Güven SALLAT bu yıl için ithalatın yasal belgeler ve ürünün labarotuar incelemeleri yüzünden gecikmesi dolayısıyla herhangi bir kar beklemediklerini ancak gelecek yıllarda ciddi bir pazar payı beklediklerini belirtti.

"Ürünün özetle kullanımı ve özelliği şöyle. ODH bir kapsül ya da kaşe tablet içerisinde. Sahurda normal yemeğinizi yedikten sonra kullanıyorsunuz. Midede erimesi 16-18 saat gibi bir sürede gerçekleşiyor. Yani ilaç aslında bir çeşit serum gibi midede yavaş çözünerek açlık hissini baskılayıp tokluk hissi yaratıyor. İçerdiği enzimler ve doğal lif dokusu oluşumu sayesinde midedeki sindirimi kısmen yavaşlatarak rahat bir şekilde susuzlukta hissetmeden oruç tutmanızı sağlıyor."

Sahurda kullanıldığı için gün içerisinde kullanılan Oruç Suyu gibi besin takviyeleri ile uzaktan yakından bir ilgisi olmayan ilacı edinmek için ilgili firmanın http://kolayoruçtut.com.tw web sitesini ziyaret ederek formu doldurmanız yeterli. Firma kendi ürünlerine çok güvendikleri için hiçbir ödeme yöntemi ile ön ödeme almadıklarını ürünü ücretsiz edinen din kardeşlerimizin 1-3 iş günü içerisinde posta çeki ya da eft ile ödeme yapabileceklerini belirtiyorlar.

İlk gönderilen üründe ancak 3-5günlük bir numune dozu bulunuyor ve siz sadece kargo ücreti ödüyorsunuz. Ürünü ücretsiz deneyip, devamını satın almanız durumunda ise ödeme ile sipariş verebiliyorsunuz. Ürünün bir diyet ilacı olmadığını belirten yetkililer, bizim insanlara kilo verdirdiğini iddia eden yarı kimyasal ilaçlarla hiç ilgimiz yok, ürünümüz tamamen doğal ve organik olup, kilo verme doğal olarak gerçekleştiğinden bir çeşit zayıflama desteği de sağlıyor ancak biz bu amaçla kullanılmasını yine dr. tavsiyesi olmadan önermiyoruz diyorlar.

Ben mi ne yaptım? İlk numune geldikten sonra 3-5 gündür kullanıyorum ve gayet rahat oruç tuttuğumu farketttim. Doğal bir serinlik veriyor ve terlemeyi de önlüyor sanki, ayrıca açlık da hissetmedim. Gerçi cimri olduğumdan ücretli sipariş vermeyi düşünmüyorum ama yine de bu bilgiyi sizlerle paylaştım.

Gerisi size kalmış.

Firma web sitesi ve sipariş adresi.

ODH Kolay oruç tutma merkezi
Sağlıklı yaşam destek ürünleri
Tel: 080056623457653


Not: Buraya kadar okuyup hala olayı anlamayan varsa yemeyin bu kadar kolay herşeyi kardeşim. Olay tamamen asparagas. Bu tür insan dolandırmaya yönelik ürünler piyasada cirit atıyor. Oruç konusunu ramazan dolayısıyla ben uydurdum ama yok kilo vericeniz, yok sağlıklı zayıflıcanız. Bir de ramazanda umut tacirleri ile duygu sömürücüleri eklenecek buna. Benden tek tavsiye kolay oruç tutmak istiyorsanız bol su içip, hurma yiyin kardeşim. Saygılar.

Allah belanı vermesin diye

Hiç yorum yok:

Bu sene ramazan dilencileri daha mı agresif bana mı öyle geliyor bilmiyorum. Ya artık sizler akıllandınız da vermiyorsunuz doğru düzgün üçbeş kuruş. Haliyle onlar da bizim gibi salaklara sarıyor.

Dilenci dediğim maddi durumu zorda olup da, istemek zorunda kalan insanlar değil. İşi resmen ticarete dökmüş olanlar. Profesyoneller yani. Ancak kendilerine acıktırmayı da iyi biliyorlar.

Kimi gelip boynunu büküyor, kimi karnı burnunda, kiminin yanında ufak bir çocuk, kimisi ise işi deliliğe vurmuş direk elini uzatıyor. Ver! diyor. Kimisi 5 milyon versene, kimi sen eskiden verirdin diyor.
Ayrıca cemaatlerin, özellikle birkaç cemaatin organize davrandığına hükmettiğim elemanları hergün bir başka ilçe adı ve dernek adı vererek para istiyorlar.

Ne diyeyim, neredeyse bela okuyacaklar. Damarın da bu kadarı olmaz ki. Buyrun bu sene yaşadığımız diyaloglar:

-benden büyük bi abi-

-Abi iki lira ver ordan.
~yok birader
-bir lira da mı yok.
~yok birader
-Abi sen beni bilmeyen adam değilsin. Bozma kafamı 1 lira bari ver ordan.
~Al birader


-genç bir kadın dilenci-

-Abi işler çok zor di mi?
~Zor kardeş
-Biz de de öyle, kimse para vermiyo. Sen vercen ama di mi?
~Al sana 1 lira
-Fitreleri vermedin mi abi sen?
~ Vermedim daha
-Fitreler benim ona göre. Kimseye verme tamam mı.
~ Tamam. Para kazanalım bi.

-orta yaşlı bir kadın-
-Allah rızası için bir sadaka
~….. (ceplere bozuk para bakıyom)
-Allah kaza bela vermesin
-Allah dert verip derman aratmasın
-Allah yağmurdan beladan tufandan…
-Allah çoluğuna çocuğuna, yedi sülalene….
-Allah.....

~Oha Tamam teyze tamam al şu parayı...



Bu sene ramazan dilencileri daha mı agresif bana mı öyle geliyor bilmiyorum. Ya artık sizler akıllandınız da vermiyorsunuz doğru düzgün üçbeş kuruş. Haliyle onlar da bizim gibi salaklara sarıyor.

Dilenci dediğim maddi durumu zorda olup da, istemek zorunda kalan insanlar değil. İşi resmen ticarete dökmüş olanlar. Profesyoneller yani. Ancak kendilerine acıktırmayı da iyi biliyorlar.

Kimi gelip boynunu büküyor, kimi karnı burnunda, kiminin yanında ufak bir çocuk, kimisi ise işi deliliğe vurmuş direk elini uzatıyor. Ver! diyor. Kimisi 5 milyon versene, kimi sen eskiden verirdin diyor.
Ayrıca cemaatlerin, özellikle birkaç cemaatin organize davrandığına hükmettiğim elemanları hergün bir başka ilçe adı ve dernek adı vererek para istiyorlar.

Ne diyeyim, neredeyse bela okuyacaklar. Damarın da bu kadarı olmaz ki. Buyrun bu sene yaşadığımız diyaloglar:

-benden büyük bi abi-

-Abi iki lira ver ordan.
~yok birader
-bir lira da mı yok.
~yok birader
-Abi sen beni bilmeyen adam değilsin. Bozma kafamı 1 lira bari ver ordan.
~Al birader


-genç bir kadın dilenci-

-Abi işler çok zor di mi?
~Zor kardeş
-Biz de de öyle, kimse para vermiyo. Sen vercen ama di mi?
~Al sana 1 lira
-Fitreleri vermedin mi abi sen?
~ Vermedim daha
-Fitreler benim ona göre. Kimseye verme tamam mı.
~ Tamam. Para kazanalım bi.

-orta yaşlı bir kadın-
-Allah rızası için bir sadaka
~….. (ceplere bozuk para bakıyom)
-Allah kaza bela vermesin
-Allah dert verip derman aratmasın
-Allah yağmurdan beladan tufandan…
-Allah çoluğuna çocuğuna, yedi sülalene….
-Allah.....

~Oha Tamam teyze tamam al şu parayı...


Kadın olmanın dayanılmaz cazibesi (Bulaşık - ütü)

Hiç yorum yok:


İş olsun diye yazıyorum sanıyorsunuz değil mi. Oysa Ramazan’dan bu yana bulaşık makinesine koymuyoruz bardakları. Sırf stres atmak için ben yıkıyorum hepsini. Tanrım neden bilmiyormuşum ben bu olayın güzelliğini.

Bir kere sıcak sudan elini soğuk suya sokuyorsun sokmasına ama o durulama keyfine değer be azizim. Bardakları alıyorum evyenin altına tutuyorum. İçine biraz su doluyor “şorrr” sonra azıcık çalkalıyorum “cok cok cok” sanki müzik yapar gibi serin serin oh! Birkaç tur bardağın içinde döndürüyorum suyu. Böyle dış çeperinden çıkarak ellerime çarpıyor. Ne hoş bir duygu yarabbim.

Sonra tabaklara girişiyorum. O süngerin bulaşık deterjanı ve su ile karışıp elinle sıktığındaki “fışşş hışşş” sesi inanılmaz büyüleyici. Bir tur çeviriyorsun inatçı lekeler bile ne kadar kolay çıkıyor. Hele tabakların birbirine değip “tın” laması, bardakların “çın”laması. İnanılmaz keyif verici.

Sonra elimde tabakları durularken o “vrakkk” kurbağa sesi gibi çıkan ses. Temizliğin sesi. Ne kadar etkileyici. Bardakları, Tabakları dizerken o damlayan sular. Sanki serin bir duş almışsın da teninden süzülen su damlacıkları gibi. Müthiş bir ferahlık.

Eldiven bile kullanmak gelmedi içimden. Gerçi elimi bir çay bardağı kesebilir, bir tabak düşüp kırılabilir. Bir inatçı kir lekesi canımı sıkabilirdi ama bu keyif için değer. Bir de kadınlar bulaşıktan dert yanıyorlar değil mi. Oysa ben olsam bu keyfi yaşamak için bulaşık makinesi bile kullanmam.

Şimdi biraz da ütü yapmalı. Radyosuz ütü düşünemiyorum. Daha doğrusu, müziksiz demek lazım. Hava biraz sıcak o zaman pencereleri açıp serinlemeli. Oh lala! Ütü yaparken alacağım zevki düşünüyorum, gülümsüyorum.

Sadece beyazları yıkadım makinede. Aslında bana kalsa elimle çitilemek vardı. Miss gibi leğenin içinde böyle birini gırtlaklar ya da döver gibi ite kaka yıkamak ne kadar hoş olabilirdi. Çömeldiğim yerden, arada donu falan ıslatarak.

Bir de bunu köylerde teyzeler gibi çamaşırhanelerde, dere kenarlarında miss gibi havada yapmak var ama olmadı. Kısmet değilmiş. Sadece makinede yıkayıp çamaşırlar dönerkenki o müthiş sesi ve ahengi izlemekle yetindim şimdilik.

Ütü zaten ayrı bir zevk. Bir kere o buhar fışkırtmak ne kadar güzel bir şey “pıst pıstt” üstüne hiç evin içinde gömleğini çıkarıp, don, fanila dolaşmayan biri olarak ilginç bir tecrübe olacak benim için. Renkliler ayrı ütüleniyormuş ya da her kumaşın ayrı bir derecesi varmış o beni ilgilendirmiyor çünkü beyazlarla başladım işe .Gerçi biraz sıcak oldu ortam, vantilatörü de çalıştırmalı.

Alnımdan süzülen boncuk boncuk ter, fanilamdan  içeri de süzülüyor. Islak fanilayla çok da seksi gözükmeye başladım galiba. Dur bir aynaya bakayım. Nasıl olmuşum? Hep zaten Amerika’ya gidip ıslak t-shirt yarışmasına jüri olmak istemişimdir.

Neyse ütüye dönelim. Çocukken yerde "vınn" araba sürdüğümüz oyunlar gibi. "Vınnn, eeenennn" nasıl da kayıp gidiyor fanilaların üzerinde. Zaten oyun gibi bir şey. Arada iki "fıss fıss". Omuz askıları ve dikiş yerlerinde biraz dikkatli olmak gerek. Bir de ütüyü bırakıp bir yere gitmiyoruz haliyle, ne olur olmaz.

Bu işler bana kalsa askerde öğrendiğim usulde yatak ütüsü yapar hallederdim hepsini. Hafif çamaşırları fiskeleyerek ıslıyorsun. Pantolon ve gömlekleri ütü izlerinden katlayıp o izlerini de ıslatıp yatağın altına düzgünce yerleştiriyorsun. Sonra mı, sonra sana kalan vurup kafayı yatmak. Sabaha miss gibi ütülenmiş pantolon ve gömlekleri alıyorsun yatağın altından.

Eskiden düşünürdüm, kadınlar bulaşık, çamaşır, ütü ile ne çok yoruluyorlar diye. Oysa bu iş ne  zevkliymiş, eğlenceliymiş. Strese birebirmiş, moral neşe kaynağıymış. Ütü yaparken kaç türkü söyledim, kaç kere küfredip sinirlerimi deşarj ettim ben bile bilmiyorum.

Üstelik ütünün üstüne duş da çok güzel oluyor. İnsan kendini saunadan çıkmış gibi hissediyor. Ey erkek kardeşlerim! Hepimize tavsiye ederim. Kadın milletine bıdı bıdı yaptırmayın. Kendi işinizi kendiniz yapın. Hatta kapın ütüyü ellerinden, dur sana yardım edeyim de dünya erkek görsün diyin…

Biraz da biz stres atalım ama değil mi?


İş olsun diye yazıyorum sanıyorsunuz değil mi. Oysa Ramazan’dan bu yana bulaşık makinesine koymuyoruz bardakları. Sırf stres atmak için ben yıkıyorum hepsini. Tanrım neden bilmiyormuşum ben bu olayın güzelliğini.

Bir kere sıcak sudan elini soğuk suya sokuyorsun sokmasına ama o durulama keyfine değer be azizim. Bardakları alıyorum evyenin altına tutuyorum. İçine biraz su doluyor “şorrr” sonra azıcık çalkalıyorum “cok cok cok” sanki müzik yapar gibi serin serin oh! Birkaç tur bardağın içinde döndürüyorum suyu. Böyle dış çeperinden çıkarak ellerime çarpıyor. Ne hoş bir duygu yarabbim.

Sonra tabaklara girişiyorum. O süngerin bulaşık deterjanı ve su ile karışıp elinle sıktığındaki “fışşş hışşş” sesi inanılmaz büyüleyici. Bir tur çeviriyorsun inatçı lekeler bile ne kadar kolay çıkıyor. Hele tabakların birbirine değip “tın” laması, bardakların “çın”laması. İnanılmaz keyif verici.

Sonra elimde tabakları durularken o “vrakkk” kurbağa sesi gibi çıkan ses. Temizliğin sesi. Ne kadar etkileyici. Bardakları, Tabakları dizerken o damlayan sular. Sanki serin bir duş almışsın da teninden süzülen su damlacıkları gibi. Müthiş bir ferahlık.

Eldiven bile kullanmak gelmedi içimden. Gerçi elimi bir çay bardağı kesebilir, bir tabak düşüp kırılabilir. Bir inatçı kir lekesi canımı sıkabilirdi ama bu keyif için değer. Bir de kadınlar bulaşıktan dert yanıyorlar değil mi. Oysa ben olsam bu keyfi yaşamak için bulaşık makinesi bile kullanmam.

Şimdi biraz da ütü yapmalı. Radyosuz ütü düşünemiyorum. Daha doğrusu, müziksiz demek lazım. Hava biraz sıcak o zaman pencereleri açıp serinlemeli. Oh lala! Ütü yaparken alacağım zevki düşünüyorum, gülümsüyorum.

Sadece beyazları yıkadım makinede. Aslında bana kalsa elimle çitilemek vardı. Miss gibi leğenin içinde böyle birini gırtlaklar ya da döver gibi ite kaka yıkamak ne kadar hoş olabilirdi. Çömeldiğim yerden, arada donu falan ıslatarak.

Bir de bunu köylerde teyzeler gibi çamaşırhanelerde, dere kenarlarında miss gibi havada yapmak var ama olmadı. Kısmet değilmiş. Sadece makinede yıkayıp çamaşırlar dönerkenki o müthiş sesi ve ahengi izlemekle yetindim şimdilik.

Ütü zaten ayrı bir zevk. Bir kere o buhar fışkırtmak ne kadar güzel bir şey “pıst pıstt” üstüne hiç evin içinde gömleğini çıkarıp, don, fanila dolaşmayan biri olarak ilginç bir tecrübe olacak benim için. Renkliler ayrı ütüleniyormuş ya da her kumaşın ayrı bir derecesi varmış o beni ilgilendirmiyor çünkü beyazlarla başladım işe .Gerçi biraz sıcak oldu ortam, vantilatörü de çalıştırmalı.

Alnımdan süzülen boncuk boncuk ter, fanilamdan  içeri de süzülüyor. Islak fanilayla çok da seksi gözükmeye başladım galiba. Dur bir aynaya bakayım. Nasıl olmuşum? Hep zaten Amerika’ya gidip ıslak t-shirt yarışmasına jüri olmak istemişimdir.

Neyse ütüye dönelim. Çocukken yerde "vınn" araba sürdüğümüz oyunlar gibi. "Vınnn, eeenennn" nasıl da kayıp gidiyor fanilaların üzerinde. Zaten oyun gibi bir şey. Arada iki "fıss fıss". Omuz askıları ve dikiş yerlerinde biraz dikkatli olmak gerek. Bir de ütüyü bırakıp bir yere gitmiyoruz haliyle, ne olur olmaz.

Bu işler bana kalsa askerde öğrendiğim usulde yatak ütüsü yapar hallederdim hepsini. Hafif çamaşırları fiskeleyerek ıslıyorsun. Pantolon ve gömlekleri ütü izlerinden katlayıp o izlerini de ıslatıp yatağın altına düzgünce yerleştiriyorsun. Sonra mı, sonra sana kalan vurup kafayı yatmak. Sabaha miss gibi ütülenmiş pantolon ve gömlekleri alıyorsun yatağın altından.

Eskiden düşünürdüm, kadınlar bulaşık, çamaşır, ütü ile ne çok yoruluyorlar diye. Oysa bu iş ne  zevkliymiş, eğlenceliymiş. Strese birebirmiş, moral neşe kaynağıymış. Ütü yaparken kaç türkü söyledim, kaç kere küfredip sinirlerimi deşarj ettim ben bile bilmiyorum.

Üstelik ütünün üstüne duş da çok güzel oluyor. İnsan kendini saunadan çıkmış gibi hissediyor. Ey erkek kardeşlerim! Hepimize tavsiye ederim. Kadın milletine bıdı bıdı yaptırmayın. Kendi işinizi kendiniz yapın. Hatta kapın ütüyü ellerinden, dur sana yardım edeyim de dünya erkek görsün diyin…

Biraz da biz stres atalım ama değil mi?

Kadın olmanın dayanılmaz cazibesi-2 (Alışveriş)

Hiç yorum yok:

Dün akşamdan aldım. Kısmet işte her ramazan oluyor böyle. E millet kafayı çekip akşamdan kalıyor da çakırkeyif oluyor ben de oruç keyfi olayım dedim müsaadenizle. Hani yemek bişi değil de susuzluk koyuyor gerçekten. Hele bu sene zaten su içmeye yetişemediğimiz kadar sıcak olunca hava bir de üstüne akşamdan kalınca oruç koyuyor.

Önce biraz fazlaca yattım. Çünkü sinir tepemde. Cep telefonum çalmış ama ben kapattığım için kendimden başka kızacak kimse yok evde. Sonra geldim işe elimi yüzümü yıkayıp. Hava sıcak, klima çalışsa da susuzluğu kesmiyor ki. Zar zor akşamüstü oldu. Kaldı bir kaç saat ama o zamana kadar azimle kimse ile hırlaşmadım. Sadece bir personeli işten çıkardım hepsi o. Bir de Türk Telekom görevlisiyle kapıştım. Tekme tokat birbirimize girmediğimiz için de vukuattan saymıyorum.

Akşamüstü yürüyüşe çıktım hem stres atarım diye. Binaların gölgelerinden gide gide bir süpermarkete dadandım. Aman efendim şu patlıcan közleme enfes, mezelerden de almalı. Çiğ köfteyle oruç açılabilir mi acaba. Hurma gibi yerim nolcak. İce tea buz gibi iyi gider. Sosis pişiririm, salam yerim, kavurma alsam içine yumurta kırsam. Oh!

Cola'nın reklamı var belki ramazan keyfi olur alayım. İftar sahur arası atıştırmalık çerez, minik keklerden de alayım. Aaa! kaymaklı ekmek kadayıfı... Peynirsiz olmaz peynir, yoğurt, tavukgöğsü. Ne iğrenç mide var bende de ya. Ah canımmm içli köfteyle, barbunya pilakiyi es geçmişim. Dondurma da alsam buz gibi yerim içim ferahlar. Yaprak sarma almadan olmaz. Maden suyu da almalı bu kadar şey üzerine. Noluyor oğlum İbram kendine gel. Bu ne oğlum? Hadi şimdi 2şer paket aldıklarının birerlerini geri koy. Yok, bazıları iki kalsın. Çikolata almadım daha.

Derken 1 saat geçivermiş. İçerisi de klimalı serin. Market arabasıyla gezdim Turist Ömer gibi. Tabi kasada aynı gülümseme olmuyor insanın yüzünde ancak bunların hepsi yenilecek şeyler oğlum diye kendimi teselli ettim. Şöyle bir baktım poşetler elimde, hem alışveriş keyfi, hem strese atmıştım hem de vakit geçirmiştim. Üstelik yiyeceğim şeyleri düşünürken bile karnım doymuştu.

Aldım elime poşetleri çıktım. Yan taraftaki giyim mağazasının vitrinindeki ramazan indirimine gözüm takıldı. Sonra içeriye şöyle bir göz attım. Ablalar teyzeler yengeler dolmuş. Didik didik ediyorlar her şeyi. Biri üstünde deniyor. Biri diğerinin elinden kapıyor. Oh miss dedim içimden. Aslında ben çarşı pazar gezmekten ve alışverişten pek hoşlanmam ama standart mutfak alışverişinden bu kadar zevk aldıysam kadınlar nasıl zevk alıyor olmalılar bu elbise, fanila don gömlek işlerinden.

Yoksa çarşı pazar neden bu kadar kadınla dolu olsun. O sıcakta 2 metre bez için sokaklara dökülsünler. Az uyanık değiller vallahi. Sorsan ay kardeş, gez gez yorulduk. Oğlana don aldım, kıza fistan. Kendime bir şey bakayım dedim, bulamadım bile diye dert yananı mı ararsın. Doğru düzgün üstüme giyecek bir şey mi yok diyeni ararsın. Öf sinir oldum stres oldum diyeni mi ararsın. Daha bunun ayakkabısı, iç giyimi, kozmetiği var. Oh yavrum keyfe bak... 

Anlayacağınız kadınların ikinci gizli rahatlama silahı da alışveriş. Üstelik benim anlatamadığımca inanılmaz keyif alıyorlar bundan. Yalan mı?

Dün akşamdan aldım. Kısmet işte her ramazan oluyor böyle. E millet kafayı çekip akşamdan kalıyor da çakırkeyif oluyor ben de oruç keyfi olayım dedim müsaadenizle. Hani yemek bişi değil de susuzluk koyuyor gerçekten. Hele bu sene zaten su içmeye yetişemediğimiz kadar sıcak olunca hava bir de üstüne akşamdan kalınca oruç koyuyor.

Önce biraz fazlaca yattım. Çünkü sinir tepemde. Cep telefonum çalmış ama ben kapattığım için kendimden başka kızacak kimse yok evde. Sonra geldim işe elimi yüzümü yıkayıp. Hava sıcak, klima çalışsa da susuzluğu kesmiyor ki. Zar zor akşamüstü oldu. Kaldı bir kaç saat ama o zamana kadar azimle kimse ile hırlaşmadım. Sadece bir personeli işten çıkardım hepsi o. Bir de Türk Telekom görevlisiyle kapıştım. Tekme tokat birbirimize girmediğimiz için de vukuattan saymıyorum.

Akşamüstü yürüyüşe çıktım hem stres atarım diye. Binaların gölgelerinden gide gide bir süpermarkete dadandım. Aman efendim şu patlıcan közleme enfes, mezelerden de almalı. Çiğ köfteyle oruç açılabilir mi acaba. Hurma gibi yerim nolcak. İce tea buz gibi iyi gider. Sosis pişiririm, salam yerim, kavurma alsam içine yumurta kırsam. Oh!

Cola'nın reklamı var belki ramazan keyfi olur alayım. İftar sahur arası atıştırmalık çerez, minik keklerden de alayım. Aaa! kaymaklı ekmek kadayıfı... Peynirsiz olmaz peynir, yoğurt, tavukgöğsü. Ne iğrenç mide var bende de ya. Ah canımmm içli köfteyle, barbunya pilakiyi es geçmişim. Dondurma da alsam buz gibi yerim içim ferahlar. Yaprak sarma almadan olmaz. Maden suyu da almalı bu kadar şey üzerine. Noluyor oğlum İbram kendine gel. Bu ne oğlum? Hadi şimdi 2şer paket aldıklarının birerlerini geri koy. Yok, bazıları iki kalsın. Çikolata almadım daha.

Derken 1 saat geçivermiş. İçerisi de klimalı serin. Market arabasıyla gezdim Turist Ömer gibi. Tabi kasada aynı gülümseme olmuyor insanın yüzünde ancak bunların hepsi yenilecek şeyler oğlum diye kendimi teselli ettim. Şöyle bir baktım poşetler elimde, hem alışveriş keyfi, hem strese atmıştım hem de vakit geçirmiştim. Üstelik yiyeceğim şeyleri düşünürken bile karnım doymuştu.

Aldım elime poşetleri çıktım. Yan taraftaki giyim mağazasının vitrinindeki ramazan indirimine gözüm takıldı. Sonra içeriye şöyle bir göz attım. Ablalar teyzeler yengeler dolmuş. Didik didik ediyorlar her şeyi. Biri üstünde deniyor. Biri diğerinin elinden kapıyor. Oh miss dedim içimden. Aslında ben çarşı pazar gezmekten ve alışverişten pek hoşlanmam ama standart mutfak alışverişinden bu kadar zevk aldıysam kadınlar nasıl zevk alıyor olmalılar bu elbise, fanila don gömlek işlerinden.

Yoksa çarşı pazar neden bu kadar kadınla dolu olsun. O sıcakta 2 metre bez için sokaklara dökülsünler. Az uyanık değiller vallahi. Sorsan ay kardeş, gez gez yorulduk. Oğlana don aldım, kıza fistan. Kendime bir şey bakayım dedim, bulamadım bile diye dert yananı mı ararsın. Doğru düzgün üstüme giyecek bir şey mi yok diyeni ararsın. Öf sinir oldum stres oldum diyeni mi ararsın. Daha bunun ayakkabısı, iç giyimi, kozmetiği var. Oh yavrum keyfe bak... 

Anlayacağınız kadınların ikinci gizli rahatlama silahı da alışveriş. Üstelik benim anlatamadığımca inanılmaz keyif alıyorlar bundan. Yalan mı?

Kadın olmanın dayanılmaz cazibesi -1 (Temizlik)

Hiç yorum yok:


Evet... Hep söylerim, kadın olmak bu dünyaya birkaç sıfır avantajlı gelmek demektir. Kendi sorunlarını kendin çözebilmek demektir. Bakmayın ülkemizde bizim gibi bazı erkeklerin öküzlüğü yüzünden kadınlarımızın bazıları mağdur ama kadın olmak özünde avantajlı ve iyi birşeydir. İbne olmak için sıraya giren bu kadar erkek yanılmış olamaz di mi efendim.

İşte bugünlerde İbrahim abiniz yine kadınların bir sırrını  daha keşfetti.  Bu kadın milleti hani işten güçten yakınır. Of oram buram tutuldu. Temizlik yaptım derler ama yapma kuşum yapma canım yorma kendini deseniz de yine de temizlikten geri durmazlar ya. Maksat başkaymış anacım.

Meğer temizlik kadınların olmazsa olmazıymış. Nasıl mı öğrendim. Geçenlerde keyifsizim. Hatta bayağı da moralim bozuk. Tepem atık elemanlara kızmışım falan. Pazar günü kimse yok. Adsl de arızalı internette yok. Napim napim derken dur şu işyerinde bir temizlik yapayım dedim. Bir giriştim işlere…

Önce yıllanmış faturaları tek tek inceledim attım. Ardından kredi kartı extrelerini. Hızımı alamadım elektrik su faturaları. Not defterleri. Eskiden verilerimi yedeklediğim bir sürü CD vardı. İnternet ve Google amca çıkınca birçok şey anlamsızlaştı. Cdlerde çöpe atılacaklar içinde yerini aldı böylece.

Atılacaklar bitince silinip tozu alınacaklara giriştim. Masa, pencere, cam, çerçeve. Üstünkörü bile olsa iyi geldi tozunu almak her şeyin. Arada afakanlar bastı içimden elemanlara saydım döktürdüm. Bu buraya böyle mi konur, hep ben mi düzelticem? Ulan ben olmasam kim yapacak bu işleri diye. Oh miss. Çok bunalınca klimayı dibe vurdurup serinledim.

Bu kadarla kalır mı? Kalmadı tabi. Başlamışken bilgisayarımdaki gerekli gereksiz dosyaları, çöpleri spamları, bir gün gerekir belki diye bir kenara koyduğum notları sildim. Resim arşivime baktım. Ramazan geliyor diye gözünün ucunu, eteğinin kıyısı gözüken hatun resimlerini ve software arşivimi de bir güzel sildim. Üstüne bir de cila çektim.

Yetti mi yetmedi. Baktım internet gelmiş. Girdim maillere bu mail nerden gelmiş, bu kimmiş. Adres defterimde kimler varmış. Salak gmailin bir selam vereni bile arkadaş listinize ekleme özelliği var. Sil sil, sil, msn listime dadanmış spamları, tarih olmuş insanları, küsüp somurtanları bir güzel temizledim. Zaten yoktunuz, şimdi tamamen yoksunuz diyerek iyi gün dostlarının da icabına baktım.

Sonra oturdum pencere camlarını ve gözlüğümün camını sildikten sonra, ne eksik kaldı ne eksik kaldı diye düşünürken aklıma geldi. Bu temizlik esnasında bile bir sürü şey için ağzımı bozup sayıp dökmüştüm. Düşündüm neler kaldı diye, geri kalanların da cümlesine bir çırpıda sayıp döküp içimdeki öfkeyi temizledim.

En sonunda yorulup şöyle bir oh çekerken düşündüm de kadınlar ne uyanıkmış, hem iş yapıp hem de stres atıyorlar. Bakmayın siz onların yoruldum of, puff dediklerine temizlik denen şey süper stres attırıyor. Rahatlatıp dinlendiriyor insanı. İbram abi demedi demeyin, bizzat siz de deneyin.


Evet... Hep söylerim, kadın olmak bu dünyaya birkaç sıfır avantajlı gelmek demektir. Kendi sorunlarını kendin çözebilmek demektir. Bakmayın ülkemizde bizim gibi bazı erkeklerin öküzlüğü yüzünden kadınlarımızın bazıları mağdur ama kadın olmak özünde avantajlı ve iyi birşeydir. İbne olmak için sıraya giren bu kadar erkek yanılmış olamaz di mi efendim.

İşte bugünlerde İbrahim abiniz yine kadınların bir sırrını  daha keşfetti.  Bu kadın milleti hani işten güçten yakınır. Of oram buram tutuldu. Temizlik yaptım derler ama yapma kuşum yapma canım yorma kendini deseniz de yine de temizlikten geri durmazlar ya. Maksat başkaymış anacım.

Meğer temizlik kadınların olmazsa olmazıymış. Nasıl mı öğrendim. Geçenlerde keyifsizim. Hatta bayağı da moralim bozuk. Tepem atık elemanlara kızmışım falan. Pazar günü kimse yok. Adsl de arızalı internette yok. Napim napim derken dur şu işyerinde bir temizlik yapayım dedim. Bir giriştim işlere…

Önce yıllanmış faturaları tek tek inceledim attım. Ardından kredi kartı extrelerini. Hızımı alamadım elektrik su faturaları. Not defterleri. Eskiden verilerimi yedeklediğim bir sürü CD vardı. İnternet ve Google amca çıkınca birçok şey anlamsızlaştı. Cdlerde çöpe atılacaklar içinde yerini aldı böylece.

Atılacaklar bitince silinip tozu alınacaklara giriştim. Masa, pencere, cam, çerçeve. Üstünkörü bile olsa iyi geldi tozunu almak her şeyin. Arada afakanlar bastı içimden elemanlara saydım döktürdüm. Bu buraya böyle mi konur, hep ben mi düzelticem? Ulan ben olmasam kim yapacak bu işleri diye. Oh miss. Çok bunalınca klimayı dibe vurdurup serinledim.

Bu kadarla kalır mı? Kalmadı tabi. Başlamışken bilgisayarımdaki gerekli gereksiz dosyaları, çöpleri spamları, bir gün gerekir belki diye bir kenara koyduğum notları sildim. Resim arşivime baktım. Ramazan geliyor diye gözünün ucunu, eteğinin kıyısı gözüken hatun resimlerini ve software arşivimi de bir güzel sildim. Üstüne bir de cila çektim.

Yetti mi yetmedi. Baktım internet gelmiş. Girdim maillere bu mail nerden gelmiş, bu kimmiş. Adres defterimde kimler varmış. Salak gmailin bir selam vereni bile arkadaş listinize ekleme özelliği var. Sil sil, sil, msn listime dadanmış spamları, tarih olmuş insanları, küsüp somurtanları bir güzel temizledim. Zaten yoktunuz, şimdi tamamen yoksunuz diyerek iyi gün dostlarının da icabına baktım.

Sonra oturdum pencere camlarını ve gözlüğümün camını sildikten sonra, ne eksik kaldı ne eksik kaldı diye düşünürken aklıma geldi. Bu temizlik esnasında bile bir sürü şey için ağzımı bozup sayıp dökmüştüm. Düşündüm neler kaldı diye, geri kalanların da cümlesine bir çırpıda sayıp döküp içimdeki öfkeyi temizledim.

En sonunda yorulup şöyle bir oh çekerken düşündüm de kadınlar ne uyanıkmış, hem iş yapıp hem de stres atıyorlar. Bakmayın siz onların yoruldum of, puff dediklerine temizlik denen şey süper stres attırıyor. Rahatlatıp dinlendiriyor insanı. İbram abi demedi demeyin, bizzat siz de deneyin.

Şeyhim, pirim, efendim!

Hiç yorum yok:


Ramazan geldi. İbram abiniz blog yazısı yazmasa olmaz dedim ve kalemi elime alıverdim.


Ağır ol molla desinler derler ya. Mollalık artık eskisi kadar ağır bir meslek değil ne yazık ki. Hani böyle benim gibi saçına sakalına bakıp da efendi sandığınız adamlar KALKANCI çıktıkları günden beri de bu işler düzelmiyor.

Mevla'nın güzel kullarını tenzih ederim de hala bu işler rating yapıyor, halk nazarında yer buluyor ya ona yanarım. Söylemekte fayda var "Efendiler Türkiye cumhuriyeti, şeyhler mollalar mekânı değildir" diyen M.Kemal boşuna dememiş sanırım. Gerçi paşa, bey vs gibi unvanları da yasaklamış ama paşalar bu işi  pek kabullenememiş. Malum bugünlerde yaşayıp görüyoruz.

Geçenlerde ağır ol molla denilesinin biri "kızlarınızı okutmayın" demiş. Bir diğeri vaaz ettiği kadın cemaatin yanına gelirken "kıçını dönerek" geliyormuş. Etme hocam etme, kıçını cemaate döneceksen vaaz da etme, kasetten dinlesinler seni.

Hele bazıları var ki akrabası, eşi dostu ile mahrem diye birlikte oturmaz ama hocası ile umreye gider. Ee ne diyeyim ben kızım sana yasak olmayan Hoca'n değil Kocan. Bu kadar dinine düşkünsen hoca’nla da gidemezsin ancak koca'nla gidebilirsin o uzun yollara.

Bir de internet âleminde gözlemlediğim şeyler var. Mevla yaratmış ama bazı salak kulları dine küfretmeyi matah sayıyor. Herkes kendini deccal sanıyor. Yavrucum Mehdi sananlar bitti de başımıza deccal sananlar mı türedi. Küfrünüz ancak kendinizi ateşe atar. Başkasının dinine küfretmekle elde edeceğin bir şey yok, ama sizi de anlıyorum. Küfrettiğiniz bir dinin adı yazıyor nüfus kâğıtlarınızda sildiremiyorsunuz. Ne diyeyim halletsin yetkililer biz de %99 u Müslüman laflarından kurtulalım.

Ha bir de millet oruçken sıcak havada elde kornet inadına dondurma yalaya yalaya gitmeyi seven gençlerimiz var. Ne diyeyim inanmadığın bir şeye de saygı duymak zor olmasa gerek, ama yapmıyorlar.

Efendim meraklısına söyleyeyim bendenizin iki tane şeyhi vardır. Biri Yunus Emre'dir. Biri de Nasrettin hoca. İkisinin üstüne hoca tanımam bu âlemde. Tabi ki herkesin beğenip, peşinden gitmeye meraklı olduğu insanlar olabilir. Saygı duyarım, karışmam ama yine de dikkatli olmalarını öneririm.

Hele Elif ŞAFAK’IN Aşk kitabını okuyup da kendini kanatsız melek sayanların sayısında ciddi artış olmuş, Hacivat'la Karagöz gibi kendini kitabın diyaloglarına adayan sevdalılar türemiş olabilir. Ama ben Yunus'un arı duru sadeliğine vurgunumdur. Nasrettin Hoca'nın da zekâsına, hazır cevaplığına. O kadar...

Bu konudaki görüşümü düşüncemi merak edenler Ramazan Pidesi'nde yarınki yazımda bulabilirler.



Ramazan geldi. İbram abiniz blog yazısı yazmasa olmaz dedim ve kalemi elime alıverdim.


Ağır ol molla desinler derler ya. Mollalık artık eskisi kadar ağır bir meslek değil ne yazık ki. Hani böyle benim gibi saçına sakalına bakıp da efendi sandığınız adamlar KALKANCI çıktıkları günden beri de bu işler düzelmiyor.

Mevla'nın güzel kullarını tenzih ederim de hala bu işler rating yapıyor, halk nazarında yer buluyor ya ona yanarım. Söylemekte fayda var "Efendiler Türkiye cumhuriyeti, şeyhler mollalar mekânı değildir" diyen M.Kemal boşuna dememiş sanırım. Gerçi paşa, bey vs gibi unvanları da yasaklamış ama paşalar bu işi  pek kabullenememiş. Malum bugünlerde yaşayıp görüyoruz.

Geçenlerde ağır ol molla denilesinin biri "kızlarınızı okutmayın" demiş. Bir diğeri vaaz ettiği kadın cemaatin yanına gelirken "kıçını dönerek" geliyormuş. Etme hocam etme, kıçını cemaate döneceksen vaaz da etme, kasetten dinlesinler seni.

Hele bazıları var ki akrabası, eşi dostu ile mahrem diye birlikte oturmaz ama hocası ile umreye gider. Ee ne diyeyim ben kızım sana yasak olmayan Hoca'n değil Kocan. Bu kadar dinine düşkünsen hoca’nla da gidemezsin ancak koca'nla gidebilirsin o uzun yollara.

Bir de internet âleminde gözlemlediğim şeyler var. Mevla yaratmış ama bazı salak kulları dine küfretmeyi matah sayıyor. Herkes kendini deccal sanıyor. Yavrucum Mehdi sananlar bitti de başımıza deccal sananlar mı türedi. Küfrünüz ancak kendinizi ateşe atar. Başkasının dinine küfretmekle elde edeceğin bir şey yok, ama sizi de anlıyorum. Küfrettiğiniz bir dinin adı yazıyor nüfus kâğıtlarınızda sildiremiyorsunuz. Ne diyeyim halletsin yetkililer biz de %99 u Müslüman laflarından kurtulalım.

Ha bir de millet oruçken sıcak havada elde kornet inadına dondurma yalaya yalaya gitmeyi seven gençlerimiz var. Ne diyeyim inanmadığın bir şeye de saygı duymak zor olmasa gerek, ama yapmıyorlar.

Efendim meraklısına söyleyeyim bendenizin iki tane şeyhi vardır. Biri Yunus Emre'dir. Biri de Nasrettin hoca. İkisinin üstüne hoca tanımam bu âlemde. Tabi ki herkesin beğenip, peşinden gitmeye meraklı olduğu insanlar olabilir. Saygı duyarım, karışmam ama yine de dikkatli olmalarını öneririm.

Hele Elif ŞAFAK’IN Aşk kitabını okuyup da kendini kanatsız melek sayanların sayısında ciddi artış olmuş, Hacivat'la Karagöz gibi kendini kitabın diyaloglarına adayan sevdalılar türemiş olabilir. Ama ben Yunus'un arı duru sadeliğine vurgunumdur. Nasrettin Hoca'nın da zekâsına, hazır cevaplığına. O kadar...

Bu konudaki görüşümü düşüncemi merak edenler Ramazan Pidesi'nde yarınki yazımda bulabilirler.

Biz artık birlikte daha mutluyuz

Hiç yorum yok:


Aşağıda ismi ve açık adresi bulunan bizler, bilerek ve isteyerek birlikte olmaya ve bunu blog kamuoyuna duyurmaya karar verdik. Umarım bu güzel birliktelikte bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da bizim yanımızda, yakınımızda olursunuz.

Artık zamanı geldi. Söylemek lazım. Bir yere kadar başa çıkmak mümkün ama bir yerden sonra söylemek lazım. İnsan için hem yıpratıcı hem de yorucu oluyor. Zihninizin karmaşıklığı bir yandan , stress gerilim bir yandan. Hem madem bu benim kalemimden çıkmadır. Neden sizlerden saklayayım. Zaten kısmen biliyorsunuz bir sürü blogum olduğunu o zaman bunların bir kısmını bir araya toplamaya karar verdim.

En azından çoğunu iki ana grupta birleştirebilirim. Böylece ordan oraya koşturmaya bir son vermek ve cami önüne bırakılmış çocuklar gibi bloglarımı yetim, öksüz bırakmamaya karar verdim. Sizlerde diğer yazılarımı okumaktan mahrum kalmamış olursunuz. Ayrıca "ulan bu adam kaç kişilikli, bloguna yorum yazdığım bu adam da "The İbrahim Ortach" olabilir mi? sanrılarından kurtulmuş olursunuz.

Özetle Artık İbrahim Ortach Külliyatını (şiirler hariç) sadece "kediyebasma.blogspot.com" adresinde okuyabileceksiniz. Ancak eski alışkanlıklarını ve eski bloglarımı özleyenler için konuları kategorilere ayırıp sizlere sunmaya çalışacağım. Şimdilik bu kadar.

Saygılarımla efendim...

http://kediyebasma.blogspot.com/  bünyesinde birleştirilen bazı İbrahim Ortaç blogları

Benim güzel çakma twitterim    http://cakmatwitter.blogspot.com
Foto Fal                                  http://fotofalarzuhal.blogspot.com/
Blog dedikoduları                   http://gossipibram.blogspot.com/
Ramazan Pidesi                      http://ramazanpidesi.blogspot.com/
Laf söyledi bal kabağı              http://bunubensoyledim.blogspot.com/
Mahalle Baskısı                       http://pantalonaskisi.blogspot.com/



Aşağıda ismi ve açık adresi bulunan bizler, bilerek ve isteyerek birlikte olmaya ve bunu blog kamuoyuna duyurmaya karar verdik. Umarım bu güzel birliktelikte bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da bizim yanımızda, yakınımızda olursunuz.

Artık zamanı geldi. Söylemek lazım. Bir yere kadar başa çıkmak mümkün ama bir yerden sonra söylemek lazım. İnsan için hem yıpratıcı hem de yorucu oluyor. Zihninizin karmaşıklığı bir yandan , stress gerilim bir yandan. Hem madem bu benim kalemimden çıkmadır. Neden sizlerden saklayayım. Zaten kısmen biliyorsunuz bir sürü blogum olduğunu o zaman bunların bir kısmını bir araya toplamaya karar verdim.

En azından çoğunu iki ana grupta birleştirebilirim. Böylece ordan oraya koşturmaya bir son vermek ve cami önüne bırakılmış çocuklar gibi bloglarımı yetim, öksüz bırakmamaya karar verdim. Sizlerde diğer yazılarımı okumaktan mahrum kalmamış olursunuz. Ayrıca "ulan bu adam kaç kişilikli, bloguna yorum yazdığım bu adam da "The İbrahim Ortach" olabilir mi? sanrılarından kurtulmuş olursunuz.

Özetle Artık İbrahim Ortach Külliyatını (şiirler hariç) sadece "kediyebasma.blogspot.com" adresinde okuyabileceksiniz. Ancak eski alışkanlıklarını ve eski bloglarımı özleyenler için konuları kategorilere ayırıp sizlere sunmaya çalışacağım. Şimdilik bu kadar.

Saygılarımla efendim...

http://kediyebasma.blogspot.com/  bünyesinde birleştirilen bazı İbrahim Ortaç blogları

Benim güzel çakma twitterim    http://cakmatwitter.blogspot.com
Foto Fal                                  http://fotofalarzuhal.blogspot.com/
Blog dedikoduları                   http://gossipibram.blogspot.com/
Ramazan Pidesi                      http://ramazanpidesi.blogspot.com/
Laf söyledi bal kabağı              http://bunubensoyledim.blogspot.com/
Mahalle Baskısı                       http://pantalonaskisi.blogspot.com/

Sevgi pıtırcığı oldu İbram

Hiç yorum yok:


Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları durumları var. Mart kapıdan baktırdı. Cemileler düştü, insanların ruhlarına da romantizm, melankoli her bir halt düştü a.q. Saman nezlesinden, bahar alerjisinden, kan kaynamasına kadar bir çok ruh hali tavan insancıklar, geziyor ortalıkta bu aralar dikkatli olmak lazım.

İbram' abinizde mevsime uyarak Coka Cola reklamı tadında bu postu yazdı.
Okuyun bakalım:

Ağrıdığında dişimize kalkmadığında kuşumuza nereye sıkışırsa sıkışsın başımıza.
Kıçımızdaki çıbana, basurumuzdaki püsküle, bilmem neremizdeki fistüle.
BAKAN ,kadın erkek ayırmadan, güzel çirkin kayırmadan her yerimizi dinleyip,
gerektiğinde elleyip bizi iyileştirmek için çaba sarfeden tüm beyaz önlüklüler...

ateşimizi ölçen, altımızı alan, üstümüzü değiştiren tüm hastabakıcılar..
anamız gibi çorba pişiren, içine pilav düşüren, tüm ahçı ustalar, gurmemgiller.
zeytin yağı üreticileri, zeytinyağı gibi üste çıkan ömür törpüleri, sinir insanlar.

yamuk iken neşemizi yerine getiren komedyenler,paraleller, dik açılar, meridyenler
ellerine fırsat geçinde memleketi de bizi de düzelten değerli politikacı abiler, ablalar.
kurtlar, kuşlar böcekler, adi herifler, itler, puştlar, o..pular, pezevenkler.
hırsızlar arsızlar, ursuzlar memleketimin saygıdeyer veya şeyim değmez kalitelde insanları.

hamamda kese yapan tellaklar, mektup getirip götüren özel ulaklar, tele kulaklar, bitler pireler yavşaklar. topa tekme vuranlar, güzide duranlar, cem uzanlar, hayallerimizi bozanlar.
katır inatlılar, orkid kanatlılar. güzel kızlar, zarif hanımefendiler, öpülesi dudaklar, sığınılası kucaklar. Ahenkle danseden saçlar, sağa sola kıvrılan kıçlar, ortaya düşmüş andıçlar.

değerli meslek erbabları, terzi olup urbamızı dikenler, kutup ayısı olup çölde bahtsız devemizi.... nler. güzel ve mutena insanları yurdumun. değerli varlıklarımız, canımıza can, içimize heyecan katanlar. bizi cehennemle korkutup kendileri düşlerinde cennette hurilerle fink atan  sözde din bezirganları. ileri aydın geçinip yobazlığın kralını yapan ülkemin geri kalmış, nesli tükenmek üzere dinazorları.

3kağıtçılar, beş kağıtçılar, otçular b.kçular, popçular, alemin kralları, küstüm babaları, çakma ilahları. sözü zehir olanlar, dili çatal, niyeti bozuk, krom kaplama, öküz zihniyetli geri kafalı, şeyimin külahları. futbol fanatikleri, hır çıkarıcılar, gürleyenler ama yağmayanlar, sözde dürüst gözüküp fırsat bulunca hasanın böreğini yağmalayanlar.

sabahları sıcak ekmek pişiren fırın erbabı, simitçi kahveci, gazozcu, ayakkabı boyacısı dürüst insanlar. emekçi kardeşlerim, sırtımdan vuran kalleşlerim, güzel kızlar cici beyfendiler, artistler, mankenler. baylar, gaylar travestiler, kafama estiler, çok s..kmdeydiler, umarızlar ,duyarsızlar. öküzün önde gidenleri. armut piş ağzıma düşçüler. hayalperestler, yutperestler, putperestler, yüzü sirke kendi bal satanlar. her sakallıyı dedesi, her etekliyi ellenesi sananlar. doğruyu unutup her duyduğa lafa dokuz yalan katanlar.

mahallemizin şirin bakkalı ramazan amca, her sabah dükkanını özenle açan, her akşam a.q diye kapatan küçük esnaflar. işsizler güçsüzler, parasızlıktan homurdayanlar, parayı koyacak yer bulamayıp, hummerdayanlar. minokosçular, maldivciler memleketi bırakıp nolcak bu BAE'nin hali diye arabın şeyine yağ sürenler. elalemin derdi bizi mi gerdiciler, tinerciler, ballyciler, çerçiciler, çöpçüler, hüpçüler, lüpçüler, tüpçüler.

doğal gazcı olup herkese gaz verenler, dedikoducu olup arkadan laf sokanlar, yüzüme hettullah gülenler. kuyumu kazanlar, azdıkça azanlar, çenesi düşük lafazanlar, sinirimi bozanlar, recepler, şabanlar, ramazanlar. tepesi atıklar, soframa katıklar, tilki kuyruklular, yabancı uyruklular, kaçak güreşenler, adi yaratıklar. oyunbazlar, düzenbazlar, laf anlamazlar, terörden medet umanlar, huzurumuzu kaçıran hokkabazlar. sözde aydın özde geri kafalı yobazlar.

Bi postluk hepinizi bağrıma bastım. 
Bahar geliyor üleyn. Sevgi pıtırcığı oldum sevgilimin hatırına.
Sizi seviyorum üleynnn. İki dakka rahat durun. Siz de beni sevin be...

---------------------------------------

Hamiş: Çekinmeyin. siz de ekleyin aklınıza gelen birilerini....



Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları durumları var. Mart kapıdan baktırdı. Cemileler düştü, insanların ruhlarına da romantizm, melankoli her bir halt düştü a.q. Saman nezlesinden, bahar alerjisinden, kan kaynamasına kadar bir çok ruh hali tavan insancıklar, geziyor ortalıkta bu aralar dikkatli olmak lazım.

İbram' abinizde mevsime uyarak Coka Cola reklamı tadında bu postu yazdı.
Okuyun bakalım:

Ağrıdığında dişimize kalkmadığında kuşumuza nereye sıkışırsa sıkışsın başımıza.
Kıçımızdaki çıbana, basurumuzdaki püsküle, bilmem neremizdeki fistüle.
BAKAN ,kadın erkek ayırmadan, güzel çirkin kayırmadan her yerimizi dinleyip,
gerektiğinde elleyip bizi iyileştirmek için çaba sarfeden tüm beyaz önlüklüler...

ateşimizi ölçen, altımızı alan, üstümüzü değiştiren tüm hastabakıcılar..
anamız gibi çorba pişiren, içine pilav düşüren, tüm ahçı ustalar, gurmemgiller.
zeytin yağı üreticileri, zeytinyağı gibi üste çıkan ömür törpüleri, sinir insanlar.

yamuk iken neşemizi yerine getiren komedyenler,paraleller, dik açılar, meridyenler
ellerine fırsat geçinde memleketi de bizi de düzelten değerli politikacı abiler, ablalar.
kurtlar, kuşlar böcekler, adi herifler, itler, puştlar, o..pular, pezevenkler.
hırsızlar arsızlar, ursuzlar memleketimin saygıdeyer veya şeyim değmez kalitelde insanları.

hamamda kese yapan tellaklar, mektup getirip götüren özel ulaklar, tele kulaklar, bitler pireler yavşaklar. topa tekme vuranlar, güzide duranlar, cem uzanlar, hayallerimizi bozanlar.
katır inatlılar, orkid kanatlılar. güzel kızlar, zarif hanımefendiler, öpülesi dudaklar, sığınılası kucaklar. Ahenkle danseden saçlar, sağa sola kıvrılan kıçlar, ortaya düşmüş andıçlar.

değerli meslek erbabları, terzi olup urbamızı dikenler, kutup ayısı olup çölde bahtsız devemizi.... nler. güzel ve mutena insanları yurdumun. değerli varlıklarımız, canımıza can, içimize heyecan katanlar. bizi cehennemle korkutup kendileri düşlerinde cennette hurilerle fink atan  sözde din bezirganları. ileri aydın geçinip yobazlığın kralını yapan ülkemin geri kalmış, nesli tükenmek üzere dinazorları.

3kağıtçılar, beş kağıtçılar, otçular b.kçular, popçular, alemin kralları, küstüm babaları, çakma ilahları. sözü zehir olanlar, dili çatal, niyeti bozuk, krom kaplama, öküz zihniyetli geri kafalı, şeyimin külahları. futbol fanatikleri, hır çıkarıcılar, gürleyenler ama yağmayanlar, sözde dürüst gözüküp fırsat bulunca hasanın böreğini yağmalayanlar.

sabahları sıcak ekmek pişiren fırın erbabı, simitçi kahveci, gazozcu, ayakkabı boyacısı dürüst insanlar. emekçi kardeşlerim, sırtımdan vuran kalleşlerim, güzel kızlar cici beyfendiler, artistler, mankenler. baylar, gaylar travestiler, kafama estiler, çok s..kmdeydiler, umarızlar ,duyarsızlar. öküzün önde gidenleri. armut piş ağzıma düşçüler. hayalperestler, yutperestler, putperestler, yüzü sirke kendi bal satanlar. her sakallıyı dedesi, her etekliyi ellenesi sananlar. doğruyu unutup her duyduğa lafa dokuz yalan katanlar.

mahallemizin şirin bakkalı ramazan amca, her sabah dükkanını özenle açan, her akşam a.q diye kapatan küçük esnaflar. işsizler güçsüzler, parasızlıktan homurdayanlar, parayı koyacak yer bulamayıp, hummerdayanlar. minokosçular, maldivciler memleketi bırakıp nolcak bu BAE'nin hali diye arabın şeyine yağ sürenler. elalemin derdi bizi mi gerdiciler, tinerciler, ballyciler, çerçiciler, çöpçüler, hüpçüler, lüpçüler, tüpçüler.

doğal gazcı olup herkese gaz verenler, dedikoducu olup arkadan laf sokanlar, yüzüme hettullah gülenler. kuyumu kazanlar, azdıkça azanlar, çenesi düşük lafazanlar, sinirimi bozanlar, recepler, şabanlar, ramazanlar. tepesi atıklar, soframa katıklar, tilki kuyruklular, yabancı uyruklular, kaçak güreşenler, adi yaratıklar. oyunbazlar, düzenbazlar, laf anlamazlar, terörden medet umanlar, huzurumuzu kaçıran hokkabazlar. sözde aydın özde geri kafalı yobazlar.

Bi postluk hepinizi bağrıma bastım. 
Bahar geliyor üleyn. Sevgi pıtırcığı oldum sevgilimin hatırına.
Sizi seviyorum üleynnn. İki dakka rahat durun. Siz de beni sevin be...

---------------------------------------

Hamiş: Çekinmeyin. siz de ekleyin aklınıza gelen birilerini....

İbrahim Ortaç Final Edition-2

Hiç yorum yok:

Evet, nerde kalmıştık? 2010 da aramızda olmayacak olan "Çakma blogger" İbrahim Ortaç'ın tuhaf ve bir o kadar sıradan hayat hikâyesini anlatıyorduk. Devam edelim o zaman.

AĞUSTOS

-Ağustos ayında İbrahim Ortaç çeşitli konulara değindi ancak değinirken google'da kendini aramaya başladı. Yazdıkları indekslendikçe bir şey gözüne çarptı. Bazıları büyük adam olan, bir kaç İbrahim Ortaç daha vardı. Oysa google en fazla kendisinin yazdıklarını indeksliyordu. "Çakma" bir adamın o ismi gerçek hayatında kullanan insanların adının önüne geçmesini pek doğru bulmayan yazarımız. Adını "orijinalleştirmeye" karar verdi ve o günden sonra adını "The İbrahim Ortach" olarak değiştirdi.

-Bu süreçte en beğenilen yazılarından biri "erkeklerden odun yapma kılavuzu" oldu. Erkeklerin kadınlar elinden çektiklerini anlatan bu yazı, kadın yazarlara bir de karşı pencereden bakmaları konusunda bir çağrı görevi gördü.

-Yine aynı dönemde internet üzerinde semirmeye başlayan "ç-alıntı" hareketine vurgu yapan ve google sayesinde artık başkalarının yazdıklarıyla karizma yapan bay ve bayanları uyaran bir yazı kaleme aldı. Bu konuda küçük tespit ve önerilerde bulundu. Tabi ki kendi üslubuyla.

-Bazı sitelerde gördüğü, sosyal içerikli iyilik hareketlerine vurgu yapan yazılar da yazan İbrahim Ortaç, benim  halk sorunları da umurumda diyerek, bu konuda emek veren insanlara destek olmaya çalıştı...

-Bir müddet sonra Gossip İbram sahneye çıktı ve "dedikodu" tarzında blog tanıtımları yapmaya başladı. Gossip İbram'da blog yazılarını okuduğu yazarları kendi anlatımları ile paparazzilik yaparak tanıtan İbrahim Ortaç pek bu işi beceremedi. Aslında site oldukça hit ve izleyici almıştı. Zaten, sitesinin tanıtımını isteyenler İbram'ı takip listine alıyor ve bir çeşit dilekçe yazmış oluyorlardı. Ancak kendi bloglarında yazdıklarını İbrahim'in yorumu ile okumak kimi yazarlar ve yakınlarında memnuniyetsizlik yarattı. İbram'da bir kaç blog tanıttıktan sonra, bu süreci Siminya-Pucca arasında gelip giderek, lak lakla geçirdi.

-Kendisi hakkında sürekli sorular sorulması ve insanların hüsnü-zan ile bile olsa Zan ile hareket etmesinden dolayı azıcık üzüntü duyan İbrahim, blog camiasını kendisi hakkında değişik şekillerde bilgilendirmeye devam etti. Deformasyon'un da kralı olsun diye "İbrahim abiniz aslında Ayşe teyzeniz olabilir" diyerek aynı zamanda net dünyasının gizemli çok yüzlülüğüne vurgu yaptı.

-Bu yazıdan sonra, bazı bi dostlar "İbram ablamız mısın hakkatten?" tarzında sorular sorarken, Blogunda(bu konuda farklı bir şey yazmamasına rağmen) bazı dostlar da "İbram abi seni baş göz edelim" tarzında teklifler ile gelmeye başladılar. Bu süreci de kazasız belasız atlatmak için dostlarına "Mer'i kanunlar müsait değil, olsa dükkân senin" diyerek cevap veren İbram Ortaç bir süre daha rahat bir nefes aldı.

-Çeşitli sosyal konularda, değişik yazılar yazmaya devam eden İbram Ortaç her tirajlı gazetenin yaptığı gibi bir Ramazan Sayfası hazırlasam olur mu diye düşünerek anket düzenledi. Yakışır abimize denilmesi üzerine "Ramazan Pidesi" adıyla özgün bir Ramazan sayfası hazırladı. Ramazan ayı müddetince yapılan pide servisinden memnun olunduğunu görmek İbrahim'i de mutlu etti.

-MİM ve keywords (google aramaları)'nın tavan yapmaya başlaması üzerine bu konulara da eğilen İbrahim Ortaç bir halttan anlamadığı Facebook ve Twitter'den sonra tam bir baş belası olan Friend Feed ile tanıştı. Kendisini FFeed'e bulaştıran dostlara sayısız kulak çınlatma seansı hediye eden İbrahim Ortaç, iki dakikada medya maymuna döndüğü Feed sarhoşluğunu bir süre üzerinden atamadı. Zil sesi duyunca ortaya çıkıp oynayan dansözlere dönmekten ve her üstüne düştüğü işin... kunu çıkardığı gibi Feed'in de... kunu çıkarmaktan korktuğu için kısa sürede o dünyadan ayrıldı. Kendi gitti adı kaldı yadigâr.

-MİM olaylarını pek sevmeyen İbrahim Ortaç yine de kendisini Mimleyen dostlarına cevap yazmaktan ve Mim’lerle kendi hakkında bilgiler vermekten de geri durmadı. Meraklılar için daha özgün Mimler icat etti.

-Ağustos ayının son yazısı "Yazılarınıza nasıl daha çok yorum alırsınız?" olunca, bu konuda bir sıkıntı olduğunu gün gibi ortaya çıkaran bir gelişme yaşandı ve bu yazı İbrahim Ortaç'ın en çok yorum olan yazılarından biri oldu.

EYLÜL

-FFeed'e bulaşan her Türk evladı gibi, ciddi bir efor kaybı yaşayan İbrahim Ortaç bu deli dolu zamanları geride bırakarak yine sessiz sakin yazılarını yazmaya devam etti. Ancak o günlerde çıkan 3G fırtınası ve Feed’de popüler olan "Gözlerini feedlemek" ile "Facebook'da popüler olan kafasız ve elbisesiz resim" modasını eleştiren bir yazı yayınladı.

-Yazmaktan yorulan ve ufak ufak jübileyi düşünmeye de başlayan İbrahim Ortaç en fazla 2nci sezon'da oynarım ondan sonra yolcudur Abbas ruheti haliyesine girmeye başladı. Buna rağmen hemen hemen haftada 5 civarında yazı yazıyordu. Bir ara bedensel ve ruhsal açıdan rahatlayabilmek amacıyla tatil planları yapan İbrahim Ortaç "Ak sakallı dede ve tası tarağı toplayamayan adam" adlı yazısı ile ilk ayrılık ipuçlarını verdi.

-Sürekli aklına gelen konularda, yazma sorununu aşmak için yazarımız yazılarını kaleme alacak bir sekreter aradığını kamuoyuna duyurdu. Sekreterin olayım İbram! Diyenler olduğu gibi ayıp, ayıp sek-reter başka şeyi çağrıştırıyor diyenler de oldu. Yine de çok şükür sekreterler odası ve kooperatifi İbrahim Ortaç'ı protesto etmedi.

-Gerek Ramazan atmosferi, gerek orta yaş bunalımı, hatta bünyesinde Andropoz mu oluyorum acaba? Durumları (fiziksel yorgunluk ve uykusuzluk belirtileri) vuku bulunca  İbram daha "nostaljik" yazılar yazmaya başladı. "Hatıra defterimden" serisinde birçok şapşallık ve aptallıklarını birinci elden, az kurgulayarak  kamuoyuna duyurdu. İşin tuhafı okuyucuları bu şapşal İbrahim'i de sevdiler, bağırlarına bastılar.

-Bir yandan Ramazan Pidesi'nde Ramazan yazıları diğer yandan keywords aramalarının Oruç bozan, bozmayan şeylere merak sarması üzerine İbrahim Ortaç, bazı sevdiği bloggerlerin de teşviki ile bu konularda da Zekeriya Beyaz'lık taslayan, komik ama asla tadını kaçırmayan yazılar kaleme aldı. Hatta az ayarı kaçırıp "Oruç bozmadan yiyip içme klavuzu"nu yayınladı.

-Dünyada esen 09-09-2009 da evlenme fırtınasını Ti'ye alan "Hoba evleniyoruz" yazısı ile bir kaç blogger dostunu önce sevindirip:) sonra kızdıran İbrahim Ortaç bir kaç gün sonra kendisini sürekli merak edenler için bir kullanma kılavuzu ve İbrahim Ortaç sözlüğü sayılabilecek "Tüm Melahat ve Kazımlar" için yazısını yayınladı.

-Sanal ortamda, kolayca gönlünü kaptırabilen insanlara bir nasihat olmak üzere "İbrahimgillerden korunma rehberi" de yayınlayan yazarımız anı yazılarını da yayınlamaya bir süre daha devam etti. Ayrıca çevresinde gördüğü yetenekli ve aktif bloggerleri ve yazılarını bir kaç yazar ve çizer arkadaşının yer aldığı sitelere tavsiye etti.

-Bu yazıların bir alternatifi olarak "hayranlardan kurtulma rehberi"de denilebilecek bir başka yazı kaleme alan İbrahim Ortaç'a bu süreç zarfında "beni nasıl sepetliceksin" türü sorular soruldu. İbrahim Ortaç'sa hiç bir dost ve hayranına "sepet" havası çalmadı ama yine de yolcular için "bekle ve gör" politikasını takip etti. Ayrıca profiline "Abiniz, amcanız, dayınız, halanız, teyzeniz, okuyup beğendiğiniz, belki de sevdiğiniz ama asla sevgiliniz olmayan adam" diye not düşmeyi de ihmal etmedi.

EKİM

-Ekim ayı İbrahim Ortaç için iyi başlamasına rağmen pek de iyi bitmedi. O dönemde yine Anı ve Ramazan yazıları yayınlayan yazarımız "Laf söyledi Balkabağı" adıyla dost meclislerinde söylediği ve "Abi sen nerden, nasıl buluyon bu lafları?" denilen sözdeyişlerini ayrı bir blogda yayınlamaya başladı.

-Aslında, oldukça verimli geçen bu süreçte İbrahim Ortaç Ben hassas ruhlu adamım kadınları anlayabilirim düşüncesine kapılmak gibi bir korkunç hataya düştü yine. Nitekim son düştüğü hatalarda kadın ruhundan zerre kadar anlamadığını er geç anlamış olan yazarımız, bu kez anladığını ispat etmek için Feminen karakterlerle bir-iki blog açtı.

-Yazdıkları beğenilen yazarımıza kısa sürede bazı kadın bloglarından yazarlık teklifleri geldi. Prensipte kabul etmesine rağmen, Lan dalga geçerken, kadın yazar olup çıkıcaz. Bu yaştan sonra kestiremem. diyerek bu konudan uzaklaştı.

-Ayşe teyze olmayı pek sevmeyen İbrahim Ortaç hemcinslerinin kısa sürede dişi kuş diye mailler atıp, blogunda "bir teselli verelim mi abla" kıvamında yorumlar yapması üzerine bu dünyada kadın olmanın ne kadar zor olduğuna karar verip, "bu erkekler hep böyle kardiş" diyerek sanal da olsa kestirmekten vazgeçti ve kestirmeden feminen karakterlerin dünyasından hızla uzaklaştı.

-Yazılarında Google'un ve Facebook'un insan zihnine ve dünyasına etkilerini de işleyen İbrahim Ortaç net aleminde hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağına vurgular yaptı. Artık Çelik' de İbram' da değişti diyerek kendisinden eski tas, eski hamam beklentisi olanlara mesaj vermeyi de ihmal etmedi.

-Her ne kadar "şeytana uymadım - belediye baksın diyerek  blog yapmadım" dese de İbrahim Ortaç'ın blogları bu süreçte de çoğalmaya devam etti. Hepsi de kendi çaplarında bazen az, çok izleyici ve yorumcu buldular.

-Ekim ayında İbrahim Ortaç'ı üzen bir gelişme yaşandı. Bir zamanlar çok değer verdiği, ancak sürekli didişip bozuştuğu ve uzun süredir görüşmediği çok saygıdeğer bir arkadaşı, İbrahim Ortaç'ın bloglarına ulaştı. Ulaşmakla kalmadı önce İbrahim'e eskiden kalma kini ve öfkesi ile kırıcı mesajlar yazdı. Yetmedi yorumlar bıraktı, yetmedi yorumcularından gözüne kestirdiklerine "İbrahim Ortaç'ın kimliğini açıklıyorum" babında mailler gönderdi.

-Arkadaşı ile bu anlamsız davranışı yüzünden yine esaslı bir kavga yapan ve bir daha selamlaşmamak üzere yollarını ayıran İbrahim Ortaç bu süreçte, peş peşe yayınladığı bir kaç yazı ile o gelen mailleri doğruladı. Mail alan, almayan ama yakın çevresinde olan dostlarına "kimliğini açıkladı" ve prensip olarak "her kimliğini sorana söyleme" kararı aldı. Bazı blogger dostlarına "bilgi kendilerinde kalmak kaydıyla" sormadan da kimliğini açıklamaktan ve zaten kafalara çaka çaka "Çakma" dediği İbrahim Ortaç'ın çakma olduğunu bir kere daha deklare etmekten çekinmedi.

-Bu üzüntülü ve sıkıntılı dönemde yanında olan tüm blogger dostlarına ve özellikle "takma kafana ya, umurunda mı dünya" şarkısını kendisine gönderen Kadir abisini her daim minnetle andı ve o şarkıyı dilinden düşürmedi. "Dım dım dırı dım, dım"


                                                                                                         Sürecek...

Evet, nerde kalmıştık? 2010 da aramızda olmayacak olan "Çakma blogger" İbrahim Ortaç'ın tuhaf ve bir o kadar sıradan hayat hikâyesini anlatıyorduk. Devam edelim o zaman.

AĞUSTOS

-Ağustos ayında İbrahim Ortaç çeşitli konulara değindi ancak değinirken google'da kendini aramaya başladı. Yazdıkları indekslendikçe bir şey gözüne çarptı. Bazıları büyük adam olan, bir kaç İbrahim Ortaç daha vardı. Oysa google en fazla kendisinin yazdıklarını indeksliyordu. "Çakma" bir adamın o ismi gerçek hayatında kullanan insanların adının önüne geçmesini pek doğru bulmayan yazarımız. Adını "orijinalleştirmeye" karar verdi ve o günden sonra adını "The İbrahim Ortach" olarak değiştirdi.

-Bu süreçte en beğenilen yazılarından biri "erkeklerden odun yapma kılavuzu" oldu. Erkeklerin kadınlar elinden çektiklerini anlatan bu yazı, kadın yazarlara bir de karşı pencereden bakmaları konusunda bir çağrı görevi gördü.

-Yine aynı dönemde internet üzerinde semirmeye başlayan "ç-alıntı" hareketine vurgu yapan ve google sayesinde artık başkalarının yazdıklarıyla karizma yapan bay ve bayanları uyaran bir yazı kaleme aldı. Bu konuda küçük tespit ve önerilerde bulundu. Tabi ki kendi üslubuyla.

-Bazı sitelerde gördüğü, sosyal içerikli iyilik hareketlerine vurgu yapan yazılar da yazan İbrahim Ortaç, benim  halk sorunları da umurumda diyerek, bu konuda emek veren insanlara destek olmaya çalıştı...

-Bir müddet sonra Gossip İbram sahneye çıktı ve "dedikodu" tarzında blog tanıtımları yapmaya başladı. Gossip İbram'da blog yazılarını okuduğu yazarları kendi anlatımları ile paparazzilik yaparak tanıtan İbrahim Ortaç pek bu işi beceremedi. Aslında site oldukça hit ve izleyici almıştı. Zaten, sitesinin tanıtımını isteyenler İbram'ı takip listine alıyor ve bir çeşit dilekçe yazmış oluyorlardı. Ancak kendi bloglarında yazdıklarını İbrahim'in yorumu ile okumak kimi yazarlar ve yakınlarında memnuniyetsizlik yarattı. İbram'da bir kaç blog tanıttıktan sonra, bu süreci Siminya-Pucca arasında gelip giderek, lak lakla geçirdi.

-Kendisi hakkında sürekli sorular sorulması ve insanların hüsnü-zan ile bile olsa Zan ile hareket etmesinden dolayı azıcık üzüntü duyan İbrahim, blog camiasını kendisi hakkında değişik şekillerde bilgilendirmeye devam etti. Deformasyon'un da kralı olsun diye "İbrahim abiniz aslında Ayşe teyzeniz olabilir" diyerek aynı zamanda net dünyasının gizemli çok yüzlülüğüne vurgu yaptı.

-Bu yazıdan sonra, bazı bi dostlar "İbram ablamız mısın hakkatten?" tarzında sorular sorarken, Blogunda(bu konuda farklı bir şey yazmamasına rağmen) bazı dostlar da "İbram abi seni baş göz edelim" tarzında teklifler ile gelmeye başladılar. Bu süreci de kazasız belasız atlatmak için dostlarına "Mer'i kanunlar müsait değil, olsa dükkân senin" diyerek cevap veren İbram Ortaç bir süre daha rahat bir nefes aldı.

-Çeşitli sosyal konularda, değişik yazılar yazmaya devam eden İbram Ortaç her tirajlı gazetenin yaptığı gibi bir Ramazan Sayfası hazırlasam olur mu diye düşünerek anket düzenledi. Yakışır abimize denilmesi üzerine "Ramazan Pidesi" adıyla özgün bir Ramazan sayfası hazırladı. Ramazan ayı müddetince yapılan pide servisinden memnun olunduğunu görmek İbrahim'i de mutlu etti.

-MİM ve keywords (google aramaları)'nın tavan yapmaya başlaması üzerine bu konulara da eğilen İbrahim Ortaç bir halttan anlamadığı Facebook ve Twitter'den sonra tam bir baş belası olan Friend Feed ile tanıştı. Kendisini FFeed'e bulaştıran dostlara sayısız kulak çınlatma seansı hediye eden İbrahim Ortaç, iki dakikada medya maymuna döndüğü Feed sarhoşluğunu bir süre üzerinden atamadı. Zil sesi duyunca ortaya çıkıp oynayan dansözlere dönmekten ve her üstüne düştüğü işin... kunu çıkardığı gibi Feed'in de... kunu çıkarmaktan korktuğu için kısa sürede o dünyadan ayrıldı. Kendi gitti adı kaldı yadigâr.

-MİM olaylarını pek sevmeyen İbrahim Ortaç yine de kendisini Mimleyen dostlarına cevap yazmaktan ve Mim’lerle kendi hakkında bilgiler vermekten de geri durmadı. Meraklılar için daha özgün Mimler icat etti.

-Ağustos ayının son yazısı "Yazılarınıza nasıl daha çok yorum alırsınız?" olunca, bu konuda bir sıkıntı olduğunu gün gibi ortaya çıkaran bir gelişme yaşandı ve bu yazı İbrahim Ortaç'ın en çok yorum olan yazılarından biri oldu.

EYLÜL

-FFeed'e bulaşan her Türk evladı gibi, ciddi bir efor kaybı yaşayan İbrahim Ortaç bu deli dolu zamanları geride bırakarak yine sessiz sakin yazılarını yazmaya devam etti. Ancak o günlerde çıkan 3G fırtınası ve Feed’de popüler olan "Gözlerini feedlemek" ile "Facebook'da popüler olan kafasız ve elbisesiz resim" modasını eleştiren bir yazı yayınladı.

-Yazmaktan yorulan ve ufak ufak jübileyi düşünmeye de başlayan İbrahim Ortaç en fazla 2nci sezon'da oynarım ondan sonra yolcudur Abbas ruheti haliyesine girmeye başladı. Buna rağmen hemen hemen haftada 5 civarında yazı yazıyordu. Bir ara bedensel ve ruhsal açıdan rahatlayabilmek amacıyla tatil planları yapan İbrahim Ortaç "Ak sakallı dede ve tası tarağı toplayamayan adam" adlı yazısı ile ilk ayrılık ipuçlarını verdi.

-Sürekli aklına gelen konularda, yazma sorununu aşmak için yazarımız yazılarını kaleme alacak bir sekreter aradığını kamuoyuna duyurdu. Sekreterin olayım İbram! Diyenler olduğu gibi ayıp, ayıp sek-reter başka şeyi çağrıştırıyor diyenler de oldu. Yine de çok şükür sekreterler odası ve kooperatifi İbrahim Ortaç'ı protesto etmedi.

-Gerek Ramazan atmosferi, gerek orta yaş bunalımı, hatta bünyesinde Andropoz mu oluyorum acaba? Durumları (fiziksel yorgunluk ve uykusuzluk belirtileri) vuku bulunca  İbram daha "nostaljik" yazılar yazmaya başladı. "Hatıra defterimden" serisinde birçok şapşallık ve aptallıklarını birinci elden, az kurgulayarak  kamuoyuna duyurdu. İşin tuhafı okuyucuları bu şapşal İbrahim'i de sevdiler, bağırlarına bastılar.

-Bir yandan Ramazan Pidesi'nde Ramazan yazıları diğer yandan keywords aramalarının Oruç bozan, bozmayan şeylere merak sarması üzerine İbrahim Ortaç, bazı sevdiği bloggerlerin de teşviki ile bu konularda da Zekeriya Beyaz'lık taslayan, komik ama asla tadını kaçırmayan yazılar kaleme aldı. Hatta az ayarı kaçırıp "Oruç bozmadan yiyip içme klavuzu"nu yayınladı.

-Dünyada esen 09-09-2009 da evlenme fırtınasını Ti'ye alan "Hoba evleniyoruz" yazısı ile bir kaç blogger dostunu önce sevindirip:) sonra kızdıran İbrahim Ortaç bir kaç gün sonra kendisini sürekli merak edenler için bir kullanma kılavuzu ve İbrahim Ortaç sözlüğü sayılabilecek "Tüm Melahat ve Kazımlar" için yazısını yayınladı.

-Sanal ortamda, kolayca gönlünü kaptırabilen insanlara bir nasihat olmak üzere "İbrahimgillerden korunma rehberi" de yayınlayan yazarımız anı yazılarını da yayınlamaya bir süre daha devam etti. Ayrıca çevresinde gördüğü yetenekli ve aktif bloggerleri ve yazılarını bir kaç yazar ve çizer arkadaşının yer aldığı sitelere tavsiye etti.

-Bu yazıların bir alternatifi olarak "hayranlardan kurtulma rehberi"de denilebilecek bir başka yazı kaleme alan İbrahim Ortaç'a bu süreç zarfında "beni nasıl sepetliceksin" türü sorular soruldu. İbrahim Ortaç'sa hiç bir dost ve hayranına "sepet" havası çalmadı ama yine de yolcular için "bekle ve gör" politikasını takip etti. Ayrıca profiline "Abiniz, amcanız, dayınız, halanız, teyzeniz, okuyup beğendiğiniz, belki de sevdiğiniz ama asla sevgiliniz olmayan adam" diye not düşmeyi de ihmal etmedi.

EKİM

-Ekim ayı İbrahim Ortaç için iyi başlamasına rağmen pek de iyi bitmedi. O dönemde yine Anı ve Ramazan yazıları yayınlayan yazarımız "Laf söyledi Balkabağı" adıyla dost meclislerinde söylediği ve "Abi sen nerden, nasıl buluyon bu lafları?" denilen sözdeyişlerini ayrı bir blogda yayınlamaya başladı.

-Aslında, oldukça verimli geçen bu süreçte İbrahim Ortaç Ben hassas ruhlu adamım kadınları anlayabilirim düşüncesine kapılmak gibi bir korkunç hataya düştü yine. Nitekim son düştüğü hatalarda kadın ruhundan zerre kadar anlamadığını er geç anlamış olan yazarımız, bu kez anladığını ispat etmek için Feminen karakterlerle bir-iki blog açtı.

-Yazdıkları beğenilen yazarımıza kısa sürede bazı kadın bloglarından yazarlık teklifleri geldi. Prensipte kabul etmesine rağmen, Lan dalga geçerken, kadın yazar olup çıkıcaz. Bu yaştan sonra kestiremem. diyerek bu konudan uzaklaştı.

-Ayşe teyze olmayı pek sevmeyen İbrahim Ortaç hemcinslerinin kısa sürede dişi kuş diye mailler atıp, blogunda "bir teselli verelim mi abla" kıvamında yorumlar yapması üzerine bu dünyada kadın olmanın ne kadar zor olduğuna karar verip, "bu erkekler hep böyle kardiş" diyerek sanal da olsa kestirmekten vazgeçti ve kestirmeden feminen karakterlerin dünyasından hızla uzaklaştı.

-Yazılarında Google'un ve Facebook'un insan zihnine ve dünyasına etkilerini de işleyen İbrahim Ortaç net aleminde hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağına vurgular yaptı. Artık Çelik' de İbram' da değişti diyerek kendisinden eski tas, eski hamam beklentisi olanlara mesaj vermeyi de ihmal etmedi.

-Her ne kadar "şeytana uymadım - belediye baksın diyerek  blog yapmadım" dese de İbrahim Ortaç'ın blogları bu süreçte de çoğalmaya devam etti. Hepsi de kendi çaplarında bazen az, çok izleyici ve yorumcu buldular.

-Ekim ayında İbrahim Ortaç'ı üzen bir gelişme yaşandı. Bir zamanlar çok değer verdiği, ancak sürekli didişip bozuştuğu ve uzun süredir görüşmediği çok saygıdeğer bir arkadaşı, İbrahim Ortaç'ın bloglarına ulaştı. Ulaşmakla kalmadı önce İbrahim'e eskiden kalma kini ve öfkesi ile kırıcı mesajlar yazdı. Yetmedi yorumlar bıraktı, yetmedi yorumcularından gözüne kestirdiklerine "İbrahim Ortaç'ın kimliğini açıklıyorum" babında mailler gönderdi.

-Arkadaşı ile bu anlamsız davranışı yüzünden yine esaslı bir kavga yapan ve bir daha selamlaşmamak üzere yollarını ayıran İbrahim Ortaç bu süreçte, peş peşe yayınladığı bir kaç yazı ile o gelen mailleri doğruladı. Mail alan, almayan ama yakın çevresinde olan dostlarına "kimliğini açıkladı" ve prensip olarak "her kimliğini sorana söyleme" kararı aldı. Bazı blogger dostlarına "bilgi kendilerinde kalmak kaydıyla" sormadan da kimliğini açıklamaktan ve zaten kafalara çaka çaka "Çakma" dediği İbrahim Ortaç'ın çakma olduğunu bir kere daha deklare etmekten çekinmedi.

-Bu üzüntülü ve sıkıntılı dönemde yanında olan tüm blogger dostlarına ve özellikle "takma kafana ya, umurunda mı dünya" şarkısını kendisine gönderen Kadir abisini her daim minnetle andı ve o şarkıyı dilinden düşürmedi. "Dım dım dırı dım, dım"


                                                                                                         Sürecek...

Ben ettim sen etme

Hiç yorum yok:
BigaripwoMen beni mimlememiş çünkü ben zaten bu alemde mimliyim efendim. Bir başka mim'e ne gerek var. Ancak en sevdiği blogger ödülünü bana vermiş kendisi yazdığı MiM'de. Şahsen bu ödül yerine Oscar verseler bunun kadar makbule geçmezdi. Oscar dediğin nedir ki Allahın kel bronzdan bir erkek şeysi...

Neysem üstüme farz olmadan hemen şu olayı da sünnetleyelim. Üstelik bu Mim bir de resimli olacakmış. Bre gafil tam Ramazan öncesi benden resimli mim' istenir mi? Zaten her soruya birden çok cevabım olacağı için sadece ilk soruyu resimledim. Buyrun:

En sevdiğim blogger:
İsmini çıkartamadım ama siz onu resminden tanırsınız. Gıcık herifin biri ama fena yazmıyor bu yakışıklı:p



En sevdiğiniz yer:
İstanbul / Türkiye / Dünya / Samanyolu şeklinde özetlenebilir..

En sevdiğiniz aksesuar:
Kalem - Uzaktan kumanda ve Mouse

En sevdiğiniz Tv Programı:
Sağlam komedi dizileri - Cnbc-e dizileri : Özellikle belirtmek gerekirse: Benim Annem bir melek ve Geniş Aile, bir zamanlar Ekmek Teknesi vardı. Yabancılardan bilim-kurgu dizileri

En sevdiğiniz evcil hayvan:
Tabi ki japon balığı. Ağzı var dili yok. Mümkünse kavanozda ve sadece bir tane.

En sevdiğiniz içecek:
Malesef Coca Cola. İlave etmem gerekirse: Mix meyve kokteylleri - Frappe - İce tea mango ve şeftali. Tabi milli içeceğimiz Çay'ı unutmadan.

En sevdiğiniz tatlı:
İstisnasız tüm tatlıları severim. Geldiğimde hepsini yapabilirsin BGWM:p
İllâ belirmek gerekirse: Kaymaklı ekmek kadayıfı, Pastalar (frambuazlı) ve Dondurma

En sevdiğiniz Yemek:
Kebaplar (özellikle adana) , Yöresel yemekler, Kumpir

En sevdiğim film:
Buz devrinden başka mı:p
Soğuk dağ, Ötekiler, Kuzuların sessizliği, Mesaj (contact), Ps: i love you

En sevdiğiniz pc programı:
Bu aralar : Combofix Klasiklerden: Winamp - Winrar - İrfanview

En sevdiğiniz çizgi film karakteri:
Heidi, Fred Çakmaktaş, Değerli, Pembe Panter, Ayı yogi

En sevdiğiniz yazar/şair:
Orhan Veli / Nihat genç

Tabiki her zamanki gibi kör nokta olarak kimseciklere MİM göndermiyorum efendim.
Dileyen yazabilir...
BigaripwoMen beni mimlememiş çünkü ben zaten bu alemde mimliyim efendim. Bir başka mim'e ne gerek var. Ancak en sevdiği blogger ödülünü bana vermiş kendisi yazdığı MiM'de. Şahsen bu ödül yerine Oscar verseler bunun kadar makbule geçmezdi. Oscar dediğin nedir ki Allahın kel bronzdan bir erkek şeysi...

Neysem üstüme farz olmadan hemen şu olayı da sünnetleyelim. Üstelik bu Mim bir de resimli olacakmış. Bre gafil tam Ramazan öncesi benden resimli mim' istenir mi? Zaten her soruya birden çok cevabım olacağı için sadece ilk soruyu resimledim. Buyrun:

En sevdiğim blogger:
İsmini çıkartamadım ama siz onu resminden tanırsınız. Gıcık herifin biri ama fena yazmıyor bu yakışıklı:p



En sevdiğiniz yer:
İstanbul / Türkiye / Dünya / Samanyolu şeklinde özetlenebilir..

En sevdiğiniz aksesuar:
Kalem - Uzaktan kumanda ve Mouse

En sevdiğiniz Tv Programı:
Sağlam komedi dizileri - Cnbc-e dizileri : Özellikle belirtmek gerekirse: Benim Annem bir melek ve Geniş Aile, bir zamanlar Ekmek Teknesi vardı. Yabancılardan bilim-kurgu dizileri

En sevdiğiniz evcil hayvan:
Tabi ki japon balığı. Ağzı var dili yok. Mümkünse kavanozda ve sadece bir tane.

En sevdiğiniz içecek:
Malesef Coca Cola. İlave etmem gerekirse: Mix meyve kokteylleri - Frappe - İce tea mango ve şeftali. Tabi milli içeceğimiz Çay'ı unutmadan.

En sevdiğiniz tatlı:
İstisnasız tüm tatlıları severim. Geldiğimde hepsini yapabilirsin BGWM:p
İllâ belirmek gerekirse: Kaymaklı ekmek kadayıfı, Pastalar (frambuazlı) ve Dondurma

En sevdiğiniz Yemek:
Kebaplar (özellikle adana) , Yöresel yemekler, Kumpir

En sevdiğim film:
Buz devrinden başka mı:p
Soğuk dağ, Ötekiler, Kuzuların sessizliği, Mesaj (contact), Ps: i love you

En sevdiğiniz pc programı:
Bu aralar : Combofix Klasiklerden: Winamp - Winrar - İrfanview

En sevdiğiniz çizgi film karakteri:
Heidi, Fred Çakmaktaş, Değerli, Pembe Panter, Ayı yogi

En sevdiğiniz yazar/şair:
Orhan Veli / Nihat genç

Tabiki her zamanki gibi kör nokta olarak kimseciklere MİM göndermiyorum efendim.
Dileyen yazabilir...

İbram abiniz tesettüre girecek mi?

Hiç yorum yok:

Mevsim Ramazan...
Büyük gazetelerimiz başladılar bile Ramazan hediyeleri vermeye. Show Tv biri bayan 4 muhabirini hacca gönderdi, her gün damardan yayın yapmak için. Modaya uymak lazım. Niye geri kalalım ne kadar gündemde kalırsak o kadar iyi...

Madem mevsime uygun, Ayşe Arman'ın peşinden ben de tesettüre girsem olmaz mı? Nasıl olsa Ahmet Hakan girmez bu aralar. Zaten eskiden yaşadığım kasabada erkeklerin türbana, çarşafa girmesi yaşanmadık bir şey değil. Genelde düğün evlerine erkekler sokulmadığı için sevdiği kızlara yakın olmak isteyen erkeklerle, oynamak için sıra bekleyen kızlara çimdik atmak derdindeki tacizci sapıklar yapardı bunu. Eh ben hiç yapmadım ama bu beceremem de demek değil tabi ki...

Sanat camiasında pek moda olduğu üzere tesettür öncesini ağda, epilasyonla halledecek değilim elbet. Saçımın sakalımın bir tek teline dokundurtmam. Bıyıklarımı da yoldurtmam efendim. Milli değerlere saygılı bir şekilde takarım türbanımı. Olmadı burka ne güne duruyor. Hatta demeç vermem gerekirse benim ninem de türbanlıydı, dedem de onu görmek için düğün evine çarşaflı gitmiş bile diyebilirim. Arkasından bir kaç oruç kavgası, cinayeti de çaktım mı bloguma gelsin ratingler.

Ayrıca bir de ramazan sayfası hazırlıyorum. Lütfen oylarınızla bana destek verin efendim. Anket yaptık ama milletin benim ramazan sayfamın Tan gazetesinin vaktiyle yaptığı Ramazan sayfalarına benzeyeceğine dair kaygıları had safhada olmalı ki anket oyları hiç beklediğim gibi gitmiyor: p

Bu memlekette ramazan sayfası hazırlanacaksa onun da kralını İbram abiniz yapar haliyle.
Hadi bakalım fareler elimizde, sol köşede anketimize oylarınızı beklerim.
Ya da OKEY İBRAM yazıp Turkcell 3169'a gönderin. Hadi canlarım benim:)

Mevsim Ramazan...
Büyük gazetelerimiz başladılar bile Ramazan hediyeleri vermeye. Show Tv biri bayan 4 muhabirini hacca gönderdi, her gün damardan yayın yapmak için. Modaya uymak lazım. Niye geri kalalım ne kadar gündemde kalırsak o kadar iyi...

Madem mevsime uygun, Ayşe Arman'ın peşinden ben de tesettüre girsem olmaz mı? Nasıl olsa Ahmet Hakan girmez bu aralar. Zaten eskiden yaşadığım kasabada erkeklerin türbana, çarşafa girmesi yaşanmadık bir şey değil. Genelde düğün evlerine erkekler sokulmadığı için sevdiği kızlara yakın olmak isteyen erkeklerle, oynamak için sıra bekleyen kızlara çimdik atmak derdindeki tacizci sapıklar yapardı bunu. Eh ben hiç yapmadım ama bu beceremem de demek değil tabi ki...

Sanat camiasında pek moda olduğu üzere tesettür öncesini ağda, epilasyonla halledecek değilim elbet. Saçımın sakalımın bir tek teline dokundurtmam. Bıyıklarımı da yoldurtmam efendim. Milli değerlere saygılı bir şekilde takarım türbanımı. Olmadı burka ne güne duruyor. Hatta demeç vermem gerekirse benim ninem de türbanlıydı, dedem de onu görmek için düğün evine çarşaflı gitmiş bile diyebilirim. Arkasından bir kaç oruç kavgası, cinayeti de çaktım mı bloguma gelsin ratingler.

Ayrıca bir de ramazan sayfası hazırlıyorum. Lütfen oylarınızla bana destek verin efendim. Anket yaptık ama milletin benim ramazan sayfamın Tan gazetesinin vaktiyle yaptığı Ramazan sayfalarına benzeyeceğine dair kaygıları had safhada olmalı ki anket oyları hiç beklediğim gibi gitmiyor: p

Bu memlekette ramazan sayfası hazırlanacaksa onun da kralını İbram abiniz yapar haliyle.
Hadi bakalım fareler elimizde, sol köşede anketimize oylarınızı beklerim.
Ya da OKEY İBRAM yazıp Turkcell 3169'a gönderin. Hadi canlarım benim:)

Sizi yazdım canlarım

Hiç yorum yok:


Yesari'den sonra Dbp'de blog aleminden tanıdıkları hakkında kanaatlerini sıralamış. hoşuma gitti açıkçası bu durum. gerçi ben gossip'te dokunup geçmiştim bu konulara ama aynı şey değil. arkadaşların değerlendirmeleri daha samimi...
Birkaç cümlecik de ben samimiyet gösterisinde bulunayım. bakalım ahir ömrümde blog aleminden tanıdıklarımdan kimler kalmış aklımda.

Copolitik: kendisine tuhaf bir yakınlık duyduğum, samimiyetini sevdiğim blogculardan birisi. bir yazısı dolayısı ile tanıştım ve sevdim. çok okuyamasam da iyi bir insan olduğunu düşünüyorum.

BigaripwoMen: kankim benim. müstesna şahsiyet. aynı okulda okusak korkmadan sırtımı dönüp yatabilcem yurt arkadaşım olabilecek insan. güzel ve matrak görüntüsünün altında kapalı kutu.

KYBLE F: Cici bir kız, yaramazlık yapsa da, kantarın topuzunu kaçırdım mı diye düşüncek kadar ince narin düşünceli. çok fazla tanımıyorum hızlı giriş yaptı, sonra sakinleşti mi ne. daha sık okumalıyım onu.

Orijinal Delikanlı: Yüzük kardeşi olabilcem bi genç. Net konusundaki bilgisinden faydalanmam gerek. Hala delikanlı olduğu için hayat biraz daha olgunlaştırırsa tadından yenmez.

Pusarık: pek tanımıyorum. iyi bir izlenimi var bende. ff'den de anımsıyorum. daha iyi okumalıyım onu. söz veriyorum.

Cache: Sıkı yazar. okunası insan. KALP (^) değil, yürek taşıdığı kanısındayım. Az kendini beğenmiş sanki.

Qutunthiyişi:
Sağlam arkadaş. Tesbitleri yerinde. Okunur, faydalanılır bir blogger. Tavsiyelik ama her konuda hemfikir değilim kendisiyle. İşin güzel tarafı da bu.

Such: ilk göz ağrılarımdan. Ben onu takip edemiyorum ama o RsS'den okur, yorumunu yapar-dı.

La78'ers: FF'den laf paslaştığım bir arkadaş. çok tanımam ama severim.

Damat Ferit:
Birlikte herşey yapılabilecek bir insan hissi veren adam. Tarık Akan:) kanka gibi sevdim uzaktan.

Pilli Cadı:
Bizden yorum hakkını esirgese de. Arada okumaktan ve atışmaktan zevk aldığım bir blogger.

Bidost: kendimi hakikatten abisiymişim hissi verebilen güzel şahsiyet. Bi gün kendi elimle gelin etcem.

Siyah Kelebek: Tanıdığım günden beri yaşını bilmesem de hürmette kusur ederim diye titrediğim, abla hissi veren (afedersin kelebek) hoş bir anne, hanım kadın.

Devenin_bale_pabucu: Vicdanımın sesi. Gıpta ettiğim bir güzellik.

Yejades: şirin, tatlı cadı gibi algıladığım bir blogger. bilmem belki avatarındandır.

Missipipi: Tehlikeli yaratık. Güzel insan. Deli kız. çizagrafiker, işssiz, hıııh..

Siminya: Kola tenekesinden bu dünyaya armağan edilmiş güzellik. İnsan

delininbiri: sanki aynısından iki tane, biri bizim evde olduğunu düşündüğüm blogger. İçimde ona karşı garip bir sevgi var. Ailemizin kızı.

Yosun: Kayboldu gitti sanki, bi ziyaretine gitmeli hocamın.

Hevesli bardak: Özledim onu da. iyiydi. Arada dokundururdu yorumları. severdim.

Serzeniş Meraklısı: Sıkı çocuktur, okurum.

Balböcüğü:
nerdesin kız?

Pucca: Matruşka. En içindekilerden korksam da merak ediyorum. İpuçlarını gizlememiş ama genel ilgi kaportaya..

Ateş Böceği: delinin biri bi dost'la üçünü aynı kızlar yurdunun bir odasında istihdam etsem iyi arkadaş olurlardı dediğim. Aileden gibi hissettiğim bi kız. Samimi ve dokunaklı yazıyor arada.

Efsa: bezelyenin annesi, isterse güzel yazıyor, az daha isterse daha güzel de yazacak.

Emine ALBAYRAK:
Hoş ve güzel insan. O bir melek...

Hayal Meyal: Özlediklerimden

Ramazan: O bir beyefendi.

Ceset İzleri: üretken biri.... benim bir arkadaş risaleleri yazarı.

Ay Işığı : gizemli biri, merak uyandırmıştı bende. Arada kayboluyor.

Yesari: hiç bulaşmam. ikizi evlerden ırak:) sağlam yazıyor. beğeni ile izliyorum. Taşıyıcı:p

Kediye kafa atan psikopat fare: kızlar yurduna 4ncü olabilir. sırf avatarındaki eşek için bile sevebilirim onu.

Lolla: Şiir gibi yazar. Samimidir. Mimseverdir. Okunası bir blogger...

Evren: Güzel yazıyor... Okumak lazım

nebenolabildimnebaşkası: okunması gerekli biri, daha çok okunmalı. çözemedim...

Serra Demirci: Okumayı ihmal ettiklerimden. yeniden okumalı... napıyo acaba?

Sarhoş Kedi:
Arada bir geliyorlar ona ama sıkı yazar. Severim uzaktan...

Uzağa giden kadın:
Derin yazıyor, dokunaklı cümleleri var. Bazen algıda zorlanıyorum. Az erişilmez ve soğuk dursa da, gizli bir hüzün var yazdıklarında.

Zennube: Müstesna kişilik. Resimlerine hastayım. daha sıkı yazıyor şimdilerde...


Yesari'den sonra Dbp'de blog aleminden tanıdıkları hakkında kanaatlerini sıralamış. hoşuma gitti açıkçası bu durum. gerçi ben gossip'te dokunup geçmiştim bu konulara ama aynı şey değil. arkadaşların değerlendirmeleri daha samimi...
Birkaç cümlecik de ben samimiyet gösterisinde bulunayım. bakalım ahir ömrümde blog aleminden tanıdıklarımdan kimler kalmış aklımda.

Copolitik: kendisine tuhaf bir yakınlık duyduğum, samimiyetini sevdiğim blogculardan birisi. bir yazısı dolayısı ile tanıştım ve sevdim. çok okuyamasam da iyi bir insan olduğunu düşünüyorum.

BigaripwoMen: kankim benim. müstesna şahsiyet. aynı okulda okusak korkmadan sırtımı dönüp yatabilcem yurt arkadaşım olabilecek insan. güzel ve matrak görüntüsünün altında kapalı kutu.

KYBLE F: Cici bir kız, yaramazlık yapsa da, kantarın topuzunu kaçırdım mı diye düşüncek kadar ince narin düşünceli. çok fazla tanımıyorum hızlı giriş yaptı, sonra sakinleşti mi ne. daha sık okumalıyım onu.

Orijinal Delikanlı: Yüzük kardeşi olabilcem bi genç. Net konusundaki bilgisinden faydalanmam gerek. Hala delikanlı olduğu için hayat biraz daha olgunlaştırırsa tadından yenmez.

Pusarık: pek tanımıyorum. iyi bir izlenimi var bende. ff'den de anımsıyorum. daha iyi okumalıyım onu. söz veriyorum.

Cache: Sıkı yazar. okunası insan. KALP (^) değil, yürek taşıdığı kanısındayım. Az kendini beğenmiş sanki.

Qutunthiyişi:
Sağlam arkadaş. Tesbitleri yerinde. Okunur, faydalanılır bir blogger. Tavsiyelik ama her konuda hemfikir değilim kendisiyle. İşin güzel tarafı da bu.

Such: ilk göz ağrılarımdan. Ben onu takip edemiyorum ama o RsS'den okur, yorumunu yapar-dı.

La78'ers: FF'den laf paslaştığım bir arkadaş. çok tanımam ama severim.

Damat Ferit:
Birlikte herşey yapılabilecek bir insan hissi veren adam. Tarık Akan:) kanka gibi sevdim uzaktan.

Pilli Cadı:
Bizden yorum hakkını esirgese de. Arada okumaktan ve atışmaktan zevk aldığım bir blogger.

Bidost: kendimi hakikatten abisiymişim hissi verebilen güzel şahsiyet. Bi gün kendi elimle gelin etcem.

Siyah Kelebek: Tanıdığım günden beri yaşını bilmesem de hürmette kusur ederim diye titrediğim, abla hissi veren (afedersin kelebek) hoş bir anne, hanım kadın.

Devenin_bale_pabucu: Vicdanımın sesi. Gıpta ettiğim bir güzellik.

Yejades: şirin, tatlı cadı gibi algıladığım bir blogger. bilmem belki avatarındandır.

Missipipi: Tehlikeli yaratık. Güzel insan. Deli kız. çizagrafiker, işssiz, hıııh..

Siminya: Kola tenekesinden bu dünyaya armağan edilmiş güzellik. İnsan

delininbiri: sanki aynısından iki tane, biri bizim evde olduğunu düşündüğüm blogger. İçimde ona karşı garip bir sevgi var. Ailemizin kızı.

Yosun: Kayboldu gitti sanki, bi ziyaretine gitmeli hocamın.

Hevesli bardak: Özledim onu da. iyiydi. Arada dokundururdu yorumları. severdim.

Serzeniş Meraklısı: Sıkı çocuktur, okurum.

Balböcüğü:
nerdesin kız?

Pucca: Matruşka. En içindekilerden korksam da merak ediyorum. İpuçlarını gizlememiş ama genel ilgi kaportaya..

Ateş Böceği: delinin biri bi dost'la üçünü aynı kızlar yurdunun bir odasında istihdam etsem iyi arkadaş olurlardı dediğim. Aileden gibi hissettiğim bi kız. Samimi ve dokunaklı yazıyor arada.

Efsa: bezelyenin annesi, isterse güzel yazıyor, az daha isterse daha güzel de yazacak.

Emine ALBAYRAK:
Hoş ve güzel insan. O bir melek...

Hayal Meyal: Özlediklerimden

Ramazan: O bir beyefendi.

Ceset İzleri: üretken biri.... benim bir arkadaş risaleleri yazarı.

Ay Işığı : gizemli biri, merak uyandırmıştı bende. Arada kayboluyor.

Yesari: hiç bulaşmam. ikizi evlerden ırak:) sağlam yazıyor. beğeni ile izliyorum. Taşıyıcı:p

Kediye kafa atan psikopat fare: kızlar yurduna 4ncü olabilir. sırf avatarındaki eşek için bile sevebilirim onu.

Lolla: Şiir gibi yazar. Samimidir. Mimseverdir. Okunası bir blogger...

Evren: Güzel yazıyor... Okumak lazım

nebenolabildimnebaşkası: okunması gerekli biri, daha çok okunmalı. çözemedim...

Serra Demirci: Okumayı ihmal ettiklerimden. yeniden okumalı... napıyo acaba?

Sarhoş Kedi:
Arada bir geliyorlar ona ama sıkı yazar. Severim uzaktan...

Uzağa giden kadın:
Derin yazıyor, dokunaklı cümleleri var. Bazen algıda zorlanıyorum. Az erişilmez ve soğuk dursa da, gizli bir hüzün var yazdıklarında.

Zennube: Müstesna kişilik. Resimlerine hastayım. daha sıkı yazıyor şimdilerde...

En çok ben izleniyorum, gerisi yalan

Hiç yorum yok:

E
vet. Resmen trip yapıyorum.
Bana ne yaaa. Herkesin blogunda izleyicisi benden çok. Mayıstan beri şuradayım hala şöyle bir 4 haneli izleyici kitlem olamadı. Olacağı da yok bu gidişle.

Madem öyle. Ben de izleyicilerimi altalta toplarım arkadaş.Ne yapayım yani. Boyutu değil ,işlevi önemli diyemiyecek kadar egoya sahibim. Yanarım yanarım hesabını tutamadığım, silip attığım eski sitelerimdeki izleyicilerime yanarım. Acaba ne yapıyorlar şimdi. Benim yazılarım yerine kimleri okuyorlar. Onları yüzüstü bırakıp gittiğim için bana kırgın, dargın mıdırlar acaba? Ah ah... Ben sizleri silecek adam mıydım. Hep ................ yüzünden.

Ama olsun demokrasilerde çare tükenmez. Buluruz sayısalda tutturmanın bir kolayını.

Onca blogum var. İzleyicilerimi toplarım. Atbaşı öne geçerim. Egomu okşarım. Hep ben mi çatlayacağım hasetimden. Biraz da Siminya çatlasın :p

Aha! İşte buyrun topladım.

CANIMDAN SEVGİLİ, PEK
KIYMETLİ İZLEYİCİLERİM:
----------------------------------

Kuyruk acısı 271
Gossip İbram 125
Sensiz kelimeler 50
Ramazan pidesi 29
Laf söyledi bal kabağı 19
Mahalle baskısı 18
Foto fal 17
*******

İsmi lazım değil 208
Adı bende saklı 39
Bu da benim 12
Bilmeseniz de olur 7
Dünyada söylemem 4
Bunu kimse okumasın 1
Bir tanesinedir (Mmb) 1
-----------------------------------
Blogger izleyicilerim  801

Blogger dışı site-I      905
Blogger dışı site -II   484
Blogger dışı site -III    21
Blogger dışı site -IV    14
Gazete okuyucuları       ?
Rss ile takılanlar ......     ?
----------------------------------
Diğer izleyicilerim    1424

Oh! ya:))) Relax oğlum ibram. Niye üzülüyon kıl, tüy, yün, kuku, sin, kaf farkı ile  herkese geçildim ve ezildim diye. Baaaak totalde: 2225 den fazla kişi seni izliyor. Heyoo! yaşasın.  Sanal alemin bi krolı da sensin. En uzağa sen de şeediyorsun artık.

Aa.. Asıl 2 sadık izleyicim daha var. Onları hep unuturum ama onlar beni izlemeyi hiç unutmaz. Gece gündüz 7/24 gözleri üzerimdedir.

"Kiramen Kâtibin"
İşte asıl şimdi ..oku yedin İbram!...

E
vet. Resmen trip yapıyorum.
Bana ne yaaa. Herkesin blogunda izleyicisi benden çok. Mayıstan beri şuradayım hala şöyle bir 4 haneli izleyici kitlem olamadı. Olacağı da yok bu gidişle.

Madem öyle. Ben de izleyicilerimi altalta toplarım arkadaş.Ne yapayım yani. Boyutu değil ,işlevi önemli diyemiyecek kadar egoya sahibim. Yanarım yanarım hesabını tutamadığım, silip attığım eski sitelerimdeki izleyicilerime yanarım. Acaba ne yapıyorlar şimdi. Benim yazılarım yerine kimleri okuyorlar. Onları yüzüstü bırakıp gittiğim için bana kırgın, dargın mıdırlar acaba? Ah ah... Ben sizleri silecek adam mıydım. Hep ................ yüzünden.

Ama olsun demokrasilerde çare tükenmez. Buluruz sayısalda tutturmanın bir kolayını.

Onca blogum var. İzleyicilerimi toplarım. Atbaşı öne geçerim. Egomu okşarım. Hep ben mi çatlayacağım hasetimden. Biraz da Siminya çatlasın :p

Aha! İşte buyrun topladım.

CANIMDAN SEVGİLİ, PEK
KIYMETLİ İZLEYİCİLERİM:
----------------------------------

Kuyruk acısı 271
Gossip İbram 125
Sensiz kelimeler 50
Ramazan pidesi 29
Laf söyledi bal kabağı 19
Mahalle baskısı 18
Foto fal 17
*******

İsmi lazım değil 208
Adı bende saklı 39
Bu da benim 12
Bilmeseniz de olur 7
Dünyada söylemem 4
Bunu kimse okumasın 1
Bir tanesinedir (Mmb) 1
-----------------------------------
Blogger izleyicilerim  801

Blogger dışı site-I      905
Blogger dışı site -II   484
Blogger dışı site -III    21
Blogger dışı site -IV    14
Gazete okuyucuları       ?
Rss ile takılanlar ......     ?
----------------------------------
Diğer izleyicilerim    1424

Oh! ya:))) Relax oğlum ibram. Niye üzülüyon kıl, tüy, yün, kuku, sin, kaf farkı ile  herkese geçildim ve ezildim diye. Baaaak totalde: 2225 den fazla kişi seni izliyor. Heyoo! yaşasın.  Sanal alemin bi krolı da sensin. En uzağa sen de şeediyorsun artık.

Aa.. Asıl 2 sadık izleyicim daha var. Onları hep unuturum ama onlar beni izlemeyi hiç unutmaz. Gece gündüz 7/24 gözleri üzerimdedir.

"Kiramen Kâtibin"
İşte asıl şimdi ..oku yedin İbram!...

Sevgili Arife

Hiç yorum yok:


 Okumak için Ramazan Pidesi'ne tıklayın.


 Okumak için Ramazan Pidesi'ne tıklayın.

Oruç bozmadan yiyip içme kılavuzu -2

Hiç yorum yok:

Elde kaşık, sevgilinizle kucak kucağa oturmuş pc başındabenim bu yazımı beklediyseniz daha çok beklersiniz. Öyle işkembeden fetva veremem. O işlere beyaz hocam bakıyor. Kıt aklımla benden himmet beklemeyin. Orucunuza bilir bilmez adamların lafları ile yazık etmeyin.

Öncelikle bilin ki; Oruç bozmadan Ramazan'da yiyip içmenin bilinen iki yolu vardır. Birincisi o orucu hiç tutmamaktır. İkincisi de bir sebeple sefere çıkıp, orucu kazaya bırakmaktır.
Aslında hülle yüzünden adı kötüye çıkan "Hile-i Şeriye" denilen bir yöntem vardır. Bu da mecbur kalınan zor bir durumda, iki sakıncalı durumdan daha az zararlı olanı tercih etmek olarak özetlenebilir.

Dini literatürde iman ve nikâh konuları çok önemsenir. Şakası bile büyük risk taşır. O yüzden de "boş-ol" diyerek dalga geçilen kavram O bilince sahip insanlar tarafından önemsenir. Derler ki "bir adam eşine bu Ramazan oruç tutarsak boşanalım" dese ve Ramazan gelse? Ne yapmak lazımdır...
El cevap: Sefere çıkarlar, oruçlarını bir güzel yerler. Sonra gelince başka bir vakit kaza ederler. Tabi adam bu patavatsızlık için ayrıca tövbe eder, sadaka verir.

Aslında orucu bozmadan yiyip içmenin en güzel yolu haliyle iftar topu atıldıktan sonra yemektir ama siz o kadar niyeti bozdunuzsa, bu seferlik sabredip, bir dahaki sefere baştan oruca hiç niyetlenmiyeceksiniz. İşin özeti bu. Öyle keyfiniz için yemeklerin azıcık tadına baksanız bir şey olmaz diyemem. Ha bak ev hanımıysanız bakabiliyormuşsunuz. Pişirdiğiniz yemeklerin tabi. Siz ne sandınız? Mercimeği Fırına verip, tadına bakmaktan mı bahsediyoruz burada :p

Aynı şekilde illa aklınızı, fikrinizi taktıysanız ince işe. "Ya! Hasıla. İzmir'deki halamı çok göreceğim geldi, biz bir ziyaretine gidelim" diyerek sefere çıkar, bir kaç gün halvet olur, dönersiniz. Ben ona da karışmam. Yol yöntem belliyken, yarı yolda oruç bozmaya ne gerek var.

İşin helalinden ve en güzel yanı da, hani dalgınlıkla yer içersiniz ya orucu unutup. İşte en güzeli odur, oruçluyken yiyip içmenin. Tam iftara az kala, unutkanlıkla koca bir tepsi kuzu da yeseniz, orucunuz bozulmaz. Oh afiyet, şeker olsun misler gibi. Gerçi insan üzülür bu duruma, elinde olmadan. Ama yine derler ki; o ziyafet size Tanrı katından bir ikramdır.

Bir de bazen sahur sonrası uykunuzda ihtilâm olursunuz. O ne be? Diyenler için konuyu açarsak; Bekâra kolay olan işlerden biri de karı boşamak değil, bol bol cinsel içerikli rüya görmektir. Bekârdan kastettiklerimiz dün ve bugün farklı anlaşılabilir. Bizim kastettiğimiz bekâr cinsel bir partneri olmayan ve oruçla nefsini terbiye etmeye çalışan bekârlardır.

Tabi bir gece önceden niyet ettim rüyamda Angelia Jolie yi görmeye diyerek uykuya yatmazsanız, büyük ihtimalle sabaha hamamcı olduğunuzda, bir güzel duş alırsınız ve oruca kaldığınız yerden devam edersiniz.

İşin özü budur efendim.
Öyle hem oruca niyet edip, hem de bir güzel yiyip, içip yiyişmek olmaz. Ancak yukarıdaki koşullarda unutkanlık veya rüya halinde yer içer, rüyalarda öpüşür, koklaşırsınız. Tamam mı?

Elde kaşık, sevgilinizle kucak kucağa oturmuş pc başındabenim bu yazımı beklediyseniz daha çok beklersiniz. Öyle işkembeden fetva veremem. O işlere beyaz hocam bakıyor. Kıt aklımla benden himmet beklemeyin. Orucunuza bilir bilmez adamların lafları ile yazık etmeyin.

Öncelikle bilin ki; Oruç bozmadan Ramazan'da yiyip içmenin bilinen iki yolu vardır. Birincisi o orucu hiç tutmamaktır. İkincisi de bir sebeple sefere çıkıp, orucu kazaya bırakmaktır.
Aslında hülle yüzünden adı kötüye çıkan "Hile-i Şeriye" denilen bir yöntem vardır. Bu da mecbur kalınan zor bir durumda, iki sakıncalı durumdan daha az zararlı olanı tercih etmek olarak özetlenebilir.

Dini literatürde iman ve nikâh konuları çok önemsenir. Şakası bile büyük risk taşır. O yüzden de "boş-ol" diyerek dalga geçilen kavram O bilince sahip insanlar tarafından önemsenir. Derler ki "bir adam eşine bu Ramazan oruç tutarsak boşanalım" dese ve Ramazan gelse? Ne yapmak lazımdır...
El cevap: Sefere çıkarlar, oruçlarını bir güzel yerler. Sonra gelince başka bir vakit kaza ederler. Tabi adam bu patavatsızlık için ayrıca tövbe eder, sadaka verir.

Aslında orucu bozmadan yiyip içmenin en güzel yolu haliyle iftar topu atıldıktan sonra yemektir ama siz o kadar niyeti bozdunuzsa, bu seferlik sabredip, bir dahaki sefere baştan oruca hiç niyetlenmiyeceksiniz. İşin özeti bu. Öyle keyfiniz için yemeklerin azıcık tadına baksanız bir şey olmaz diyemem. Ha bak ev hanımıysanız bakabiliyormuşsunuz. Pişirdiğiniz yemeklerin tabi. Siz ne sandınız? Mercimeği Fırına verip, tadına bakmaktan mı bahsediyoruz burada :p

Aynı şekilde illa aklınızı, fikrinizi taktıysanız ince işe. "Ya! Hasıla. İzmir'deki halamı çok göreceğim geldi, biz bir ziyaretine gidelim" diyerek sefere çıkar, bir kaç gün halvet olur, dönersiniz. Ben ona da karışmam. Yol yöntem belliyken, yarı yolda oruç bozmaya ne gerek var.

İşin helalinden ve en güzel yanı da, hani dalgınlıkla yer içersiniz ya orucu unutup. İşte en güzeli odur, oruçluyken yiyip içmenin. Tam iftara az kala, unutkanlıkla koca bir tepsi kuzu da yeseniz, orucunuz bozulmaz. Oh afiyet, şeker olsun misler gibi. Gerçi insan üzülür bu duruma, elinde olmadan. Ama yine derler ki; o ziyafet size Tanrı katından bir ikramdır.

Bir de bazen sahur sonrası uykunuzda ihtilâm olursunuz. O ne be? Diyenler için konuyu açarsak; Bekâra kolay olan işlerden biri de karı boşamak değil, bol bol cinsel içerikli rüya görmektir. Bekârdan kastettiklerimiz dün ve bugün farklı anlaşılabilir. Bizim kastettiğimiz bekâr cinsel bir partneri olmayan ve oruçla nefsini terbiye etmeye çalışan bekârlardır.

Tabi bir gece önceden niyet ettim rüyamda Angelia Jolie yi görmeye diyerek uykuya yatmazsanız, büyük ihtimalle sabaha hamamcı olduğunuzda, bir güzel duş alırsınız ve oruca kaldığınız yerden devam edersiniz.

İşin özü budur efendim.
Öyle hem oruca niyet edip, hem de bir güzel yiyip, içip yiyişmek olmaz. Ancak yukarıdaki koşullarda unutkanlık veya rüya halinde yer içer, rüyalarda öpüşür, koklaşırsınız. Tamam mı?