Birkaç Blog Hikayesi

Buralar eskiden hep dutluktu. Sonra taze çiçeğe konan kelebekler gibi, gelenler bir üşüştüler ki; sorma gitsin.
Tabi her güzel şeyin sonu geldiği gibi, gidenler gitti, kalan sağlarla artık burada başbaşayız. Neler yazmışız, çizmişiz haydi birlikte okuyalım. Bakalım neler varmış...

tio yazar

Bugünkü şansınız :

çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocukluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bahçelievler Mahallesi Dokuz kiremit Sokak

Hiç yorum yok:
                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


                   
Küçüklüğümden beri tek katlı, bahçeli evleri hep çok sevmişimdir. Belki çocukluğum o tip evlerde geçtiğinden olsa gerek.

Tüm şehirlerdeki Bahçelievler Bana daha sıcak gelir. O yüzden bir mektup zarfında bile adres olarak Bahçelievler kelimesini görsem çocukluğumun geçtiği ön ve arka bahçesi olan o eski evimiz gözlerimin önüne gelir.



Ön bahçemizde sağlı sollu yetiştirilmiş çiçeklerin ortasındaki beton yolun üzerinde okul arkadaşlarımıza toplanır oyunlar oynardık. Belki koşup top oynayacak kadar geniş bir bahçemiz yoktu ama bol bol ip atlayacak, seksek oynayacak fırsatımız oluyordu.  Eskiden kız oyunu diye seksek küçümsenirdi bu yüzden iyi bir seksek oyuncusu olmama rağmen oyun arkadaşlarımın hepsi kızlardı. Ama ben de iyi seksek oynardım hani.

Arka bahçemizde ise meyve ağaçları, küçük bir kümes, içerisinde tavuklar ve zaman zaman bir kedi ya da köpeğimiz olurdu. İnsan ailesi dışında başka insanları, başka canlıları bahçeli evlerde yaptığı komşuluklarla daha iyi tanıyor. Daha güzel iletişimler kurup, mutlu oluyor.

Koşup oynayabildiğiniz ortamlar, arkadaş edinmenizi, heyecan ve rekabeti dostça yaşamayı öğretiyor. Günümüzün modası cep telefonları ve tabletlerin, bilgisayarların aksine eskiden oyun demek bir şeylere (hayata) dokunarak öğrenmek demekti. Sosyalleşmenin temel aracıydı.

Mendil kapmaca da tanırdık ilk arkadaşlarımızı. Birbirimizi kovalarken gelişirdi dostluklarımız. Körebe’de gelişirdi algılarımız. Dokuz kiremitte, yakan topta gelişirdi el becerilerimiz. Hedefe odaklanmayı, başarı ve sevinci o oyunlarla öğrenmiştik.

Sırtımız terlerdi, havlu koyardı annelerimiz terleyen sırtımıza. Bazen öksürür ateşlenirdik ama böyle oturduğumuz yerde durup dururken hasta olmazdık. Oyunlar ve hareketlilik vücut direncimizi de olumlu etkilerdi.

Bizim oyunlarımız tek kişilik oyunlar değildi. İp atlamak için bile üç arkadaş bir araya gelmek zorundaydık. Bu muhtaçlık hissi aynı zamanda dostluğumuzu, arkadaşlığımızı da pekiştiriyordu. En geçimsiz huysuz arkadaşlarımız bile sosyalleşmek için bir top alır, birilerinin onunla oynamak istemesini beklerdi. En kötü yapabileceği şey “topumu alıp giderim” demekti.

Ama topsuz kalan diğer çocuklar için oyun üretmek hiç de zor değildi. Birisi topunu alıp gittiğinde bize çelik, çomak için 2 değnek parçası bulmak yeterli oluyordu. Hiç kimse elinde cep telefonları ve tabletlerle birbirinin yüzüne bakmadan arkadaşlıklar yapmıyordu, birlikte oynuyordu.

Teknoloji gelişiyor. Değişiyor ve değiştiriyor da bizleri. Ancak biz büyükler olarak geçmişin o güzel çocuk oyunlarını yeni nesillere aktarmak zorundayız. Bizler nasıl al satarım bal satarım diyerek birlikte eğlenebilmişsek, onlar da oyun arkadaşıyla gelişen kardeşlik duygusunun bu tadını bilmeli.
Onlar da çember çevirmeli, çelik çomak oynamalı. Uğraşıp ceviz kabuğundan fırıldak yapabilmeyi, kırık birkaç kiremit ve patlak bir topla bile dokuz kiremit oynamayı başarabilmeliler.

Bunun için yaşasın yine bahçeli evler mahallesi, dokuz kiremit sokaklar…


Kapitalizme karşı kazandığımız ilk zafer

5 yorum:

Tek sermayemizin babamızın verdiği harçlık olduğu yıllar...
Ancak 2nci el bir bisiklete binebiliyoruz ve hayallerimizde sermaye sınıfına katılıp altımıza bir hacı murat çekmek var.

Diğer arkadaşlarla tartışmalarımız Renault'la Hacı Murat'ı kapıştırmaktan ibaret. Anadol'cular çoktan pes etmiş. Rallilerde görebildiğimiz sadece 2 markanın modifiyelileri...
Ufkumuz o kadar yani. Bi de aya gitmeyi düşlüyorum acayip şekilde...

Arkadaşın babası tuttu bir sarı mercedes aldı geldi mahalleye... Birden bizim bütün hayali kavgalarımız da bitiverdi..
İlkokulun bahçesinde fener-gs maçları yaparken baston çikolata karşılığı ön libero oynattığımız (duruma göre her iki takıma geçen) ayı Ahmetin çikolotaları az bulup "ben beşiktaşlıyım" dediği yıllar.
Olm beşiktaş ne lan şimdi. Fener-Gs maçı yapıyos demiş, ama apışıp kalmıştık. İşte o yıllar..

Donduk kaldık.
Ulan ne güssel araba... Hani şu filmi de oynamış. Sarı mersedes.... aynen ondan.
Lakin adam garaja koyuyor arabayı. Elleme mesafesine bizi sokmuyor zaten. Arada bir, güneşte çil çil parladığını kapının önünde yıkayınca görüyoruz.

Arkadaş ise her muhabbette garajdaki mercedesi anlatıyor:
-Yok eir conteyşını var... yok lastikler mişlennn. hem de dubleks. çivi batsa inmio.. bi de abs var. bastın mı zınk duruyo..

Gıcık olduk. resmen hayallerimiz öldü be... Hacı murat.. ne ki hacı... Yuff...

Biz bozulan sindirim sistemi ve asabımız ile çırpınırken bi arkadaş inanılmaz bir çözüm üretti.
Diğer arkadaş yaklaşma mesafesinden arabalarını bize gösterirken patladı.
-b..k sarısı lan bu...

hepimiz donduk kaldık ama en çok araba sahibi olan çocuk dondu kaldı...
bi kahkaha patlattı arkadaş, arkasından hepimiz güldük. evet lan b...k sarısıydı bu araba.

nihayet hayallerimizin kurtarıcı cümlesi imdadımıza yetişmişti.
-b..k sarısı diyerek b..k atıyorduk resmen... olsun devrime giden her yol mübahtı.

O günden sonra çocuk ne zaman ağzını açacak olsa:

-geçen gün bi bastı babam gaza.... off klimada püfür püfür...
b...k sarısı mercedes le mi?

-bütün arabaları geçtik yolda giderken;
-şöförler b..k sarısı arabanıza bakarken geçmişsinizdir olm.

çocuğun bütün gençliği boşa gitti.. ne zaman hava atacak olsa 2 laf soktuk kuyruğu kıstırdı gitti.
bu bizim kapitalizme karşı ilk zaferimizdi...
Ama çocuk hırs yaptı, çaldı çırptı büyük bir işadamı oldu..

siyah bi alfa romeo'ya biniyor şimdilerde ipne...
gerçi biz de hacı murattan terfi ettik, doğan görünümlü şahinle dolaşıyoruz...
olsun en azından bu travma ona yetmiştir.

ömrünce sarı mercedese binemez pis kapitalist..


Tek sermayemizin babamızın verdiği harçlık olduğu yıllar...
Ancak 2nci el bir bisiklete binebiliyoruz ve hayallerimizde sermaye sınıfına katılıp altımıza bir hacı murat çekmek var.

Diğer arkadaşlarla tartışmalarımız Renault'la Hacı Murat'ı kapıştırmaktan ibaret. Anadol'cular çoktan pes etmiş. Rallilerde görebildiğimiz sadece 2 markanın modifiyelileri...
Ufkumuz o kadar yani. Bi de aya gitmeyi düşlüyorum acayip şekilde...

Arkadaşın babası tuttu bir sarı mercedes aldı geldi mahalleye... Birden bizim bütün hayali kavgalarımız da bitiverdi..
İlkokulun bahçesinde fener-gs maçları yaparken baston çikolata karşılığı ön libero oynattığımız (duruma göre her iki takıma geçen) ayı Ahmetin çikolotaları az bulup "ben beşiktaşlıyım" dediği yıllar.
Olm beşiktaş ne lan şimdi. Fener-Gs maçı yapıyos demiş, ama apışıp kalmıştık. İşte o yıllar..

Donduk kaldık.
Ulan ne güssel araba... Hani şu filmi de oynamış. Sarı mersedes.... aynen ondan.
Lakin adam garaja koyuyor arabayı. Elleme mesafesine bizi sokmuyor zaten. Arada bir, güneşte çil çil parladığını kapının önünde yıkayınca görüyoruz.

Arkadaş ise her muhabbette garajdaki mercedesi anlatıyor:
-Yok eir conteyşını var... yok lastikler mişlennn. hem de dubleks. çivi batsa inmio.. bi de abs var. bastın mı zınk duruyo..

Gıcık olduk. resmen hayallerimiz öldü be... Hacı murat.. ne ki hacı... Yuff...

Biz bozulan sindirim sistemi ve asabımız ile çırpınırken bi arkadaş inanılmaz bir çözüm üretti.
Diğer arkadaş yaklaşma mesafesinden arabalarını bize gösterirken patladı.
-b..k sarısı lan bu...

hepimiz donduk kaldık ama en çok araba sahibi olan çocuk dondu kaldı...
bi kahkaha patlattı arkadaş, arkasından hepimiz güldük. evet lan b...k sarısıydı bu araba.

nihayet hayallerimizin kurtarıcı cümlesi imdadımıza yetişmişti.
-b..k sarısı diyerek b..k atıyorduk resmen... olsun devrime giden her yol mübahtı.

O günden sonra çocuk ne zaman ağzını açacak olsa:

-geçen gün bi bastı babam gaza.... off klimada püfür püfür...
b...k sarısı mercedes le mi?

-bütün arabaları geçtik yolda giderken;
-şöförler b..k sarısı arabanıza bakarken geçmişsinizdir olm.

çocuğun bütün gençliği boşa gitti.. ne zaman hava atacak olsa 2 laf soktuk kuyruğu kıstırdı gitti.
bu bizim kapitalizme karşı ilk zaferimizdi...
Ama çocuk hırs yaptı, çaldı çırptı büyük bir işadamı oldu..

siyah bi alfa romeo'ya biniyor şimdilerde ipne...
gerçi biz de hacı murattan terfi ettik, doğan görünümlü şahinle dolaşıyoruz...
olsun en azından bu travma ona yetmiştir.

ömrünce sarı mercedese binemez pis kapitalist..